Tufan Türenç

Komşudaki kriz ne ki... Bizim ömrümüz kriz

10 Mayıs 2010
YUNANİSTAN tam uçurumdan yuvarlanacakken Avrupa elini uzattı.

Komşuya 110 milyar Euro’luk yardım yapacaklar.

Buna rağmen Yunan halkı öfkeli.

Parlamentoya yürüyor, polisle çatışıyor, ortalığı yakıp yıkıyor.

Kemer sıkmak istemiyor, “laylaylom yaşam”dan vazgeçmeye razı olmuyor.

Ne zamandır bütün ekonomistler komşunun bir gün kafayı duvara toslayacağını söylüyordu.

Ama Yunan halkı çalışmadan yaşamaya alışmıştı.

Sonunda olan oldu ve borçlar ödenemeyecek duruma gelince de kriz patladı.

Yunan halkının tepkisini görünce, tarihi boyunca krizlerle boğuşan, yıllarca kemer sıkma operasyonlarına katlanan cefakâr Türk halkına bir kez daha acıdım.

Yazının Devamını Oku

Baykal gereğini yapmalıdır

8 Mayıs 2010
BAYKAL’ın siyasi yaşamının böyle bir skandalla noktalanması çok üzücü. Bir parti lideri 18 yıllık sekreteri ile ilişkiye girerse ve onu milletvekili yaparsa bunun ortaya çıkmasından sonra yapılacak bir tek davranış olabilir.
İstifa edip politikadan çekilmek.
Kuşkusuz iki insanın özel yaşamının gizli kamerayla belirlenip afişe edilmesi rezil bir davranıştır.
İnsanlığa sığmayan bir alçaklıktır.
Yapılan hiçbir şekilde kabul edilemez ve onaylanamaz.
Ama bir parti lideri de böyle bir skandalın baş aktörü durumuna gelirse yapması gereken davranış bellidir.
Deniz Bey uzun yıllar bu ülkede politika yapmış bir liderdir.
Dönem dönem ülkenin kaderinde rol oynamıştır.
Ülkesini seven, dürüst bir insandır.
Aile bireylerine, etrafına hiçbir şekilde siyasi gücünü kullanarak bir çıkar sağlamamıştır.
Hiçbir zaman yolsuzluklara bulaşmamıştır.
Türk kamuoyu bırakın akrabalarını, dostlarını, eşinin ve çocuklarının bile isimlerini bilmez.
Yaşamı son derece mütevazıdır.
Bütün bunlar Baykal’ın Türk siyasetine getirdiği artılardır.
Bugüne kadar bu konularda en ufak bir defosu bile olmamıştır.
* * *
Ancak vazgeçilmez bir gerçek de bu konuma gelmiş bir insanın özel yaşamına özen göstermek zorunda olmasıdır. 
Evet, insanların özel yaşamları kesinlikle sergilenemez.
Bu alçakça bir davranıştır.
Ayrıca hukuk açısından da ağır bir suçtur.
Bütün bunlar tamam ama Baykal’ın sekreteri olan ve milletvekili yaptığı bir kadınla ilişki içine girmesi bir skandaldır.
O nedenle ana muhalefet lideri konumundaki bir politikacının böyle bir durumla karşılaştıktan sonra gereğini yapmaktan başka çaresi yoktur.
Biliyorum, şu anda CHP’liler, CHP’ye oy verenler büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içindeler.
Bu durumdan büyük mutluluk duyanlar da şu anda bayram yapıyorlar.
Baykal’ın siyasi yaşamının bu şekilde sonlanmasına herkes üzülüyor ama gelinen noktada başka bir çıkış yolu görünmüyor.
* * *
Şimdi olaya gazetecilik açısından değinmek istiyorum.
Bu olayda görsel ve yazılı medyaya ilkesel bir görev düşüyor.
Hem televizyonlar, hem de gazeteler sorumlu davranmalıdır. 
Olayın görüntülerini, fotoğraflarını özel yaşamın gizliliği ilkesine bağlı kalarak yayınlamamalıdırlar. 
Meslek ilke ve kuralları bunu gerektirir.
Ama olay çok büyük bir haberdir.
O nedenle kullanılması doğaldır.
Baykal’ın ise bir hukuk mücadelesi vermesi gerekir.
Bu konuda herkes kendisine destek olmalıdır.
Türk yargısı bu tuzağı kuran ve yayınlayan suçluları belirleyip cezalarını vermelidir.
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu unutulmamalıdır.
Rakip politikacılar bu olaydan yararlanmaya kalkarlarsa bu onları kesinlikle büyütmez.
Baykal yaşamının en önemli kararını vererek bu yanlışının faturasını ödeyecek kadar onurlu davranmalıdır.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin yanıtlaması gereken iddialar

7 Mayıs 2010
MECLİS’te milletvekili pazarları kuruldu...<br><br>Milletvekillerinin iradesi ihale iradesine dönüştü... Ne oldu da 17. madde 337 oy aldı...
“Hayır” veren milletvekilleri nasıl ikna oldu da “Evet”e döndüler...
Bazı milletvekilleri, bakanlar ve AKP’li milletvekilleri tarafından abluka altına alındılar...
Gözümün önünde pazarlıklar yapıyorlar...
Bu nasıl bağımsızlık?..
* * *
Yukarıdaki iddialar çok vahim.
Öyle geçiştirilecek, üzerinde durulmayacak cinsten değil.
İktidar partisi ciddi şekilde suçlanıyor.
Üstelik bu iddiaları ortaya atan insan da sıradan biri değil.
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu.
Ortaya attığı belgeli iddialarla AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ı istifa etmek zorunda bırakan politikacı.
 Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı zor durumda bırakan biri.
Ayrıca halkın sözüne inandığı, güvendiği bir milletvekili...
AKP’nin bu iddiaları ciddiye alıp açıklamalar yapması gerekir.
Gerçekten de 8. maddenin reddinden sonra hava böyle birdenbire nasıl değişti?
Birtakım listeler niçin, ne amaçla tutuldu?
“Hayır” oyu verdiğine inanılan AKP’liler nasıl ikna edildi?
Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi bazı milletvekillerine ihale sözü verildi mi?
Pazarlıklar herkesin gözü önünde yapıldı mı?       
Türkiye’yi demokrasiye götürdüğünü iddia eden bir parti hakkında ortaya atılan bu iddialara inandırıcı yanıtlar vermek zorunda.
Eğer parlamentoda milletvekili pazarları yolu açılırsa bunun sonu gelmez.
Yüce parlamento tedavi edilmez yaralar alır.
Kılıçdaroğlu oylamada şaşırtıcı virajlar alan Milletvekili Ufuk Uras için de bazı ağır eleştiriler yaptı.
Seçmenleri Ufuk Uras’ı solcu olduğu için parlamentoya gönderdi.
AKP’nin  yargıyı ele geçirme stratejisine destek olması için değil.
Uras onlara hesap vermek zorunda.
* * *
Parlamentodaki kavgalı oturumları izlerken insan düşünmeden edemiyor.
Acaba dünyada kavga ederek, yumruklaşarak anayasasını değiştiren bir başka demokratik ülke var mı?
İnönü’yü Hitler’e benzetme talihsizliğinde bulunan Başbakan Erdoğan önceki gece Meclis’te yaşanan içler acısı durumu hangi duygular içinde izledi dersiniz.
O benzetmeden sonra da İnönü’ye karşı tarihi olayları saptırarak haksız eleştirilerini sürdürdü.
Hatta İnönü’ye vurmak için hiç sevmediği Nâzım Hikmet ile Aziz Nesin’e sığınmak zorunda kalması da ilginçti.
Yıllarca İnönü ile yıllarca “siyasi mücadele” eden Demirel Başbakan’ın yaptığını şöyle değerlendiriyor:
“Merhum İnönü’ye yöneltilmiş olan kişisel eleştirileri esefle karşılıyorum.”
Tayyip Bey’in üslubu ve tek adam olma tutkusuyla Türkiye’nin gerçek demokrasiye gittiğini sananlar düştükleri yanılgının nasıl bir ihanet olduğunu yakında görecekler.     
Yazının Devamını Oku

Tarih Erdoğan için de bir gün hükmünü verecek

5 Mayıs 2010
BAŞBAKAN Erdoğan’ın paketin en önemli maddesinin düşmesine çok öfkelendiği anlaşılıyor. <br><br>Nedense parti kapatmayı olanaksız hale getiren bu maddenin paketten düşmesinin öfkesini İsmet Paşa’dan çıkarıyor. Başbakan kullanmaması gereken bir üslupla ve tarihi yanlış yorumlayarak Paşa’yı suçluyor.
Onu Alman diktatörü Hitler’e benzetiyor.
İsmet Paşa Türkiye’nin sınırlarına dayanan Hitler’e karşı dik durmuş ve onunla giriştiği sinir harbini kazanmıştı.
Dünyayı titreten diktatör, Türk topraklarını işgali göze alamamıştı.
Türklerin direneceklerini bildiği için, böyle bir belaya bulaşmama kararı alarak Türkiye sınırından geri dönmüştü.
Daha sonra bu kez de Hitler’i dize getirmek isteyen müttefikler Paşa’yı  kendi saflarına çekmek istediler.
Büyük baskı yaptılar.
Ama Paşa direndi ve ülkesini savaşa sokmamayı başardı.
On binlerce, yüz binlerce vatan evladının savaş kurbanı olmasına izin vermedi.
Eğer Paşa direnmeseydi ve Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girseydi belki de Başbakan’ın babası da kurbanlardan biri olabilirdi.
O zaman Başbakan Erdoğan’ın dünyaya gelme şansı da olmazdı.
* * *
Evet, Hitler bir diktatördü.
Aynı zamanda da acımasız bir cani...
Bir soykırım suçlusu...
Dünyaya egemen olmak hayalleri ile İkinci Dünya Savaşı’nı çıkardı.
Milyonlarca insanın ölmesine neden oldu.
Milyonlarca masum Yahudi’yi fırınlarda yaktırdı.
Peki İsmet Paşa ne yaptı?
Kurtuluş Savaşı’nın ikinci adamı olarak ülkesinin “makûs talihi”nin değişmesini sağladı.
Lozan Konferansı’nda Türkiye’nin haklarını korumak için emperyalist devletler karşısında inanılmaz bir dirençle savaştı.
Tarih boyunca Türkiye’nin savaş meydanlarında kazanıp masada kaybeden taraf olmasına alışan Avrupalıların umutlarını boşa çıkardı. 
Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak büyük bir beladan kurtardı.
Çokpartili sisteme geçerek demokrasi için dev bir adım attı.
Bunun için iktidarı kaybetmeyi göze aldı.
Muhalefette de ilkelerinden hiçbir zaman ödün vermedi.
Hem iktidardayken hem de muhalefetteyken dünyanın daima saygı duyduğu bir devlet adamı oldu.
* * *
Başbakan’ın yakın tarihin bu gerçeklerini yok sayarak ve öfkesinin etkisinden kurtulamayarak Paşa’ya yaptığı suçlamaların hiç önemi yok.
Paşa 1950’de iktidarı yitirdikten sonra 24 yıl aralıksız zaman zaman iktidarda, ama daha çok muhalefette kalarak politik yaşamın baş aktörü olmayı sürdürdü.
Bu dönemlerde en koyu muhalifleri bile İsmet Paşa’ya Erdoğan gibi politik nezaketi çiğneyen suçlamalarda bulunmadı.
Öfkelerini dizginleyemeyenlerin devlet adamı olmaları olanaksızdır.
Tarih, İsmet Paşa için hükmünü vermiştir.
O, tarihin tertemiz sayfalarındaki yerini almıştır.
Hiç kuşkusuz tarih bir gün Recep Tayyip Erdoğan için de hükmünü verecektir.
Yazının Devamını Oku

Fiyasko mu değil mi? Karar sizin

3 Mayıs 2010
BENİM cumartesi günü yazdığım yazıya İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan yanıt geldi.

Ben yazımda, Atatürk Kültür Merkezi’nin kaderine terk edildiğini ve 2010 projesinin tam bir fiyasko olduğunu yazmıştım.
Ayrıca proje için ayrılan paranın oraya buraya saçıldığını eleştirmiş, Başbakan’ın bunun hesabını sormasını bir vatandaş olarak istemiştim.
Bu arada AKM’nin onarımı için ayrılan 75 milyon liranın da ortada olmadığını vurgulamıştım.
Gelen yanıtta benim yazdığım gibi AKM’nin onarım için 2010 Ajansı’nın eline bırakılmadığı vurgulanıyor.
Ama yanıt yazısının iki paragraf altında ise şu cümle yer alıyor:
“AKM’nin onarımına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Arasında İşbirliği Protokolü 8 Ekim 2008 tarihinde imzalanmıştır.” 
Sonra da onarım için yaşanan süreç anlatılıyor.

Yazının Devamını Oku

Türkler Lozan’da masada da kazandı

1 Mayıs 2010
KURTULUŞ Savaşı zaferle bitmiş, sıra bu zaferin dünya tarafından tesciline gelmişti.

Bunun için İsviçre’nin Lozan kentinde bir konferans toplanmasına karar verildi. Mustafa Kemal çok zorlu geçeceğini bildiği bu konferansta Türkiye’yi İsmet Paşa’nın temsil etmesine karar verdi.

İsmet Paşa askerdi. Diplomasi konusunda bir deneyimi yoktu.

Ama Mustafa Kemal bu genç generalin kurtlar sofrasında Türkiye’nin haklarını sonuna kadar savunacağına inanıyordu.

İsmet Paşa ve heyeti 11 Kasım 1922 akşamı Lozan’a geldi.

Paşa ve beraberindekiler otellerine yerleşti ve hemen çalışmalara başladı.

Ertesi gün Türk baş delegesi yabancı gazetecilere büyük yankı uyandıran ilk demecini verdi ve şöyle dedi:

“İstiklalimizi fethetmek bize pahalıya mal olmuştur. Memleketimiz tahrip edilmiştir. Büyük şehirlerimiz bugün kül halindedir. Türk heyetinin Lozan’a herkesten önce gelmesi Türkiye’nin barış arzusunu göstermektedir.”

Bir İngiliz gazeteci Paşa’ya şu soruyu yöneltti:

Yazının Devamını Oku

Meclis’teki iki ateşli konuşmacı

30 Nisan 2010
ANAYASA değişikliklerinin son oturumunda en ateşli iki konuşmacı vardı.

Birisi Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, öteki ise Ayşenur Bahçekapılı’ydı.

İkisi de muhalefete, özellikle de CHP’ye çattı.


AKP adına konuşan bu iki milletvekili de bir zamanların hızlı sosyal demokratlarıydı. 


Şimdi ise AKP çizgisinin en ateşli savunucuları...

Ayşenur Hanım’ı tanımam.


Yazının Devamını Oku

Geçmişten miras kalan kinler felaket getirir

28 Nisan 2010
HANİ Başbakan “Sakın kimse bize gaz vermeye kalkmasın, biz ne yapacağımızı biliriz” demişti ya...<br><br>Bugün iktidar partisinin yaptıklarına bakıyorum da, kendi kendilerine gaz verdiklerini görüyorum.

Meclis’te yaşananlar akıl alacak gibi değil. 

Dünkü gazetelerdeki fotoğrafı ele alalım. 

Görüntü, demokratik bir parlamentoya hiç ama hiç yakışmıyor.

Oy verme kulübelerinin önünde AKP’li bir milletvekili durmuş, sıraya giren partisinin milletvekillerinin zarflarını denetliyor.

Yazının Devamını Oku