24 Mayıs 2010
TOPLUM CHP’deki değişimden sosyal ve ekonomik açıdan neler bekliyor?
Biliyorum çok, pek çok şey bekliyor.
Hepsinden önemlisi kendi iktidarını oluşturmasını bekliyor.
Bunu biraz irdelemeye çalışalım.
Önce çağdaş demokrasinin dayandığı temel değerleri sıralayalım:
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2010
CHP örgütünü iyi tanıdığım için yaşanan olağanüstü gelişmelere şaşırmadım. Aslında CHP’de çok kısa zamanda çok büyük bir değişim yaşandı.
Kolay değil, partinin karizmatik lideri alçakça bir komplo nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.
Parti yöneticileri ve örgüt hiç beklenmedik bu olayla sarsıldı.
Rakip partilerde ve kamuoyundaki beklenti partinin büyük bir kaos yaşayacağı yolundaydı.
Parti içindeki grupların birbirine düşmesi bekleniyor.
Hatta bir dağılma olacak umuduyla ellerini ovuşturanlar bile vardı.
Hemen hemen hiç kimse partinin bu şoku bu kadar kısa zamanda aşabileceğini düşünmüyordu.
Ama öyle bir isim ortaya çıktı ki, bir anda hava değişti.
Önce milletvekilleri, arkadan bazı yöneticiler bu isme destek verdi.
Ertesi gün il başkanları toplandı, onlar da bu ismi benimsedi.
Böylece Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde geniş bir uzlaşı sağlandı.
Bu uzlaşı üzerine Kılıçdaroğlu pazar akşamı kararını verdi, pazartesi günü de adaylığını açıkladı.
Partinin iki gün içinde genel başkan adayı çıkarması ve onun çevresinde toplanma kararlılığını gösterebilmesi çok önemli bir demokratik refleksti.
İşte böyle bir demokratik olgunluğu ancak CHP gibi bilinçli bir parti örgütü başarabilirdi.
O da gerçekleşti.
Ben bunun olacağını adım gibi biliyordum.
Çünkü CHP örgütünün bilinçli davranışlarına defalarca tanık olmuştum.
¡ ¡ ¡
Bu gelişmeleri kimse Deniz Baykal’a bir vefasızlık olarak değerlendirmemeli.
Baykal’a olan saygı ve sevginin CHP örgütünde süreceğine eminim.
Ama Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların ağırlığı yeni bir lider çıkarmada CHP’ye çok büyük bir sorumluluk yüklüyordu.
CHP bunu beklenenden daha hızlı yerine getirmeyi başardı.
Üstelik etrafında fire verilmeden toplanılan insan, tüm kamuoyunun “Hah işte” dediği bir kişi oldu.
Rahşan Ecevit bile Bülent Ecevit’e gönül verenleri CHP’ye destek vermeye çağırdı.
CHP’deki demokratik gelişme, AKP’nin yürüttüğü ve rejimi sıkıntıya sokacak boyuta varan baskıcı ve keyfi yönetime karşı olan insanlara umut verdi.
Bunun da ötesinde “İktidarın alternatif yok” karamsarlığı da bir anda dağıldı. CHP’deki bu birleşme bütünleşme merkez sağdaki dağınıklığın da aşılmasına büyük ivme kazandırabilir.
Şu bir gerçek ki beklenmedik gelişmeler Türk siyasetindeki karamsarlığı hafifletti.
Ülke için çok sevindirici bir süreç başladı.
¡ ¡ ¡
Bugün yapılacak CHP kurultayı tarihi bir kurultay olacak.
Büyük olasılıkla bugün yepyeni bir CHP doğacak.
Kılıçdaroğlu halkın sevdiği, benimsediği bir politikacıdır.
İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde bu alçakgönüllü adama halkın kanı ısınmıştır.
Genel başkan seçildikten sonra halkla partinin güçlü bir şekilde kucaklaşmasını sağlayacaktır.
CHP’nin çizgisini sosyal demokrat ideolojiye oturtacaktır.
Zaten ilk söylemlerinde partinin gerçek kimliğine bürüneceğinin kodlarını vermiştir.
Herkes Türkiye’nin AKP iktidarına mahkûm olmaktan kurtulduğunu görecektir.
Bu çok uzak değildir.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2010
BU sabah yine yüreğimiz yandı.
Zonguldak’ta göçük altında kalan 30 işçi kurtarılamadı.
Hepimiz günlerdir zayıf da olsa bir umut taşıyorduk.
Belki ölmemişlerdi diye kendi kendimizi teselli ediyorduk.
Ama acı haberi Bakan’ın ağzından duyduk.
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2010
TIPKI Bülent Ecevit gibi Kemal Kılıçdaroğlu’nu da halk seçti...
Halkın adayının önünü hiçbir güç kesemez, onu kimse engelleyemez.
Çünkü halka rağmen hiçbir mücadele kazanılamaz.
Yıllar yıllar önce Bülent Ecevit yola çıktığı zaman karşısında İsmet Paşa gibi Kurtuluş Savaşı kahramanı, Lozan fatihi, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı felaketinden korumuş dev gibi bir tarihi kişilik vardı.
Ecevit’in ilk gezilerini, toplantılarını anımsıyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2010
BRET Step The Wall Street Journal’daki ilginç köşe yazısına ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis’in bir kehanetiyle başlıyor:
“Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyet 10 yıl içinde İran İslam Cumhuriyeti’ni daha fazla andıracak.”
Step, ünlü tarihçinin bu kehanetinden hareketle Türkiye’deki gelişmeleri irdeliyor.
Bunları ele almadan önce biraz Bernard Lewis’i anlatmalıyım.
Lewis çok önemli bir bilim adamı. Mükemmel Türkçe konuşur. Osmanlı Türkçesine de vakıftır.
Yazının Devamını Oku 15 Mayıs 2010
BUGÜN Türkiye’de herkesin konuştuğu tek konu alçakça bir komplonun kurbanı olan Baykal’la ilgili gelişmeler.
Herkes birbirine “Baykal dönecek mi?” diye soruyor.
Gazeteler, televizyonlar bu konudaki haberler ve görüntülerle dolu.
İstifasıyla CHP’lileri ağlatan Baykal’ın politikaya girişinin ilginç bir öyküsü var.
Ünlü bir politikacı olduktan sonra, Baykal’ı zor durumda bırakmak için rakipleri onun öğrenciyken Başbakan Adnan Menderes’in yakasına yapıştığını yayıyorlardı.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2010
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül kendisinin Çankaya’ya çıkışına karşı olanları bugüne kadar hiç yanıltmadı. “367 oy gerekli” diye ısrar edenlerin ne kadar haklı olduğunu da bugüne kadar defalarca kanıtladı.
Kendisini seçen, kurucusu olduğu partinin gönderdiği yasa ve kararnamelere gözünü kırpmadan mührünü vurdu.
Rejimin güvencesi olan kuvvetler ayrılığının en önemli ayağı olan yargı bağımsızlığını yok edecek Anayasa değişikliklerini ülkenin Cumhurbaşkanı sorumluluğuyla değil de iktidar partisinin militanı yaklaşımıyla onaylayıverdi.
Laik, demokratik cumhuriyet rejimini ayakta tutan üç direkten biri olan yargı bağımsızlığının çökeceği tehlikesine rağmen yaptı bunu.
Erdoğan’ın emriyle AKP tarafından hazırlanıp dayatılan Anayasa değişikliği paketi, Meclis’te yine AKP oylarıyla kabul edildikten sonra 7 Mayıs günü onay için Çankaya’ya gönderildi.
Cumhurbaşkanı yasaların kendisine tanıdığı 15 günlük inceleme süresini bile beklemedi.
Oysa Cumhurbaşkanı’nın partilerüstü konumuna güvenen milyonlarca insan, Anayasa değişikliği gibi ülkenin yazgısını doğrudan ilgilendiren bir konuda karar vermek için bu 15 günü son dakikasına kadar kullanacağına inanıyordu.
Ama bu beklentiler içinde olan herkes yanıldı.
* * *
Önceki gün eski İstanbul Baro Başkanı Avukat Turgut Kazan saat 11.00 sularında Cumhurbaşkanı Müşteşarı Mustafa İsen’i aradı.
“Biz bir grup hukukçu Sayın Cumhurbaşkanı’na bir rapor hazırladık. Durumun aciliyeti nedeniyle size yollamak istiyorum. Raporumuzu Sayın Cumhurbaşkanı’na hemen iletmenizi rica ediyoruz” dedi.
Mustafa İsen “Çok iyi olur, hemen gönderin” diyerek mail adresini verdi.
Turgut Kazan mail’i saat 11.45’te gönderdi.
Saat 13.56’da müsteşar mail’i aldığını bildirdi.
Bu, Çankaya’ya gönderilen ikinci mektuptu.
İlk mektup akademisyen, sendika yöneticileri, yazar ve sanatçıların oluşturduğu 220 kişilik bir grup tarafından gönderilmişti.
Bu iki mektupta imzası olan Türkiye’nin önemli hukukçuları, bilim adamları, aydınlar gerekçelerini ileri sürerek Anayasa değişikliğinin veto edilmesini istiyorlardı.
Ancak Cumhurbaşkanı bu önemli uyarıları dikkate almadı.
Saat 17.00’de Çankaya’dan Anayasa değişikliğinin onaylandığı ve paketin referanduma sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanması için Başbakanlık’a gönderildiği açıklandı.
* * *
Demek ki, bunca önemli hukuk adamının, akademisyenin, yazarın, sendikacının, aydının uyarılarının Cumhurbaşkanı nezdindeki önemi bu kadarmış.
Demek ki, Cumhurbaşkanı Gül tüm milletin cumhurbaşkanı olmak gibi bir sorumluluk duyarlılığı içinde değilmiş.
Aynı duyarsızlık, ülkenin ana muhalefet liderinin yatak odasına girilip kurulan alçakça tuzak olayında da görüldü.
Yatak odasına yerleştirilen gizli kamerayla kurulan bu tuzakla elde edilen kaset internet sitelerine sızdırılıyor.
Olayın yarattığı büyük deprem tüm ülkeyi sarsıyor.
Devletin başı olan Cumhurbaşkanı ise bu rezilliğin, bu alçakça komployu tezgâhlayanların ortaya çıkarılması için girişimde bulunacağına sadece Baykal’a telefon edip olup bitenlerden üzüntü duyduğunu belirtmeyi yeterli görüyor.
Ne kadar basit değil mi?
Tıpkı Anayasa değişikliklerine mührü vuruvermek gibi...
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2010
CHP’liler büyük bir üzüntü içinde. <br><br>Çünkü partileri yükseliyordu. Yıllardan beri içerden ve dışardan yoğun bir şekilde yürütülen “Baykal kaldığı sürece CHP iktidar olamaz” propagandası etkisizleşmeye başlamıştı.
Beyinleri yıkanan ve “Baykal varken CHP’ye oy vermem” diyen insanların inadı kırılıyordu.
Halktan kopup cebini doldurma işlerine dalan “muhafazakâr-demokrat” AKP’lilere karşı halkta beliren öfke giderek artıyordu.
Yoksulluk içinde kıvranan dar gelirli kesimlerde bıçak kemiğe dayanmıştı.
İşsizlik ulusal bir felaket haline gelmişti.
Ekonomide çizilen pembe tabloları artık halk yemiyordu.
“Açılım” adıyla yapılan şovların boş bir kandırmaca olduğunu insanlar anlamıştı.
Bakanlar katıldıkları şehit cenazelerinde saldırıya uğruyorlardı.
AKP’yi iktidarı yitirme korkusu sarmıştı.
Ufukta hesap verme olasılığı görününce demokratik rejimi işlemez hale getirecek yargıyı ele geçirme girişimleri başlatılmıştı.
Yaratılan korku toplumu nedeniyle insanların tedirginliği hızla artıyordu.
Yargılamalardaki adaletsizlikler “hukuk devleti”ni yozlaştırıyordu.
Ülkedeki kirlenme hızla her tarafa yayılıyordu.
İşte Baykal kaseti tam böyle bir ortamda patlatıldı.
* * *
Ülkenin ana muhalefet partisinin liderinin yatak odasına girilmişti.
Bu cüreti gösterenler sırtlarını kime dayamışlardı?
Arkasında iktidar gücü olmayan hangi grup böyle alçakça bir komplo yapabilirdi?
O nedenle bu rezaletten iktidarı sorumlu tutmamak olanaksızdı.
Bu alçaklığı yapanlar bulunup yargıya teslim edilmeden de hükümet bu sorumluluktan kurtulamaz.
Eğer bu rezil komplo bir servis tarafından iktidarın haberi olmadan yapıldıysa o daha da vahim.
Böyle bir durumda başbakan ile içişleri bakanının durumu tartışmalı hale gelmez mi?
Hükümet bu alçaklığı yapanları en kısa zamanda bulup yargıya teslim etmek zorundadır.
Aksi takdirde üzerindeki kuşkular dağılmaz.
Bir gün bütün bu olaylar gelir geçer.
Liderler, iktidarlar siyaset sahnesinden silinip tarih sayfalarındaki yerlerini alırlar.
Ama ülkede yaşanan toplumsal tahribatların insanlarımızda yarattığı travmalar kolay kolay geçmez.
Sekiz yılda bireylerinin güven içinde yaşayamadığı bir ülke yaratılmışsa, bunu normale döndürmek zordur.
Bundan sonra Baykal’a kurulan bu çirkin komplo bütün siyasetçiler, bürokratlar, toplum önderleri, herkes ama herkes için kurulabilir.
Bu da Türkiye için bir felaket olur.
* * *
Yaşadığımız bu olağanüstü, kapkara dönemde hükümete çok ağır bir sorumluluk ve önemli bir görev düşüyor.
Başbakan, bakanlar ona buna öfkelenerek, imalı konuşmalar yaparak bu işin altından kalkamazlar.
Yapılması gereken, bu alçakça komployu kuranları ortaya çıkarmak ve cezalandırmaktır.
Hükümet bunu yapmadığı sürece şaibeden kurtulamaz.
Bu iğrenç komployla ilgileri olmadığını ne kadar söylerlerse söylesinler inandırıcı olamazlar.
Kimse şunu unutmasın.
Bir toplum pisliklere bulaştırılmışsa, bu pislikler bir gün herkesi ama herkesi kirletebilir.
Yazının Devamını Oku