Tufan Türenç

Tarih şaşmaz hükmünü verir

19 Temmuz 2010
BELLİ ki bu rektör atamaları Cumhurbaşkanı Gül’ün vicdanını rahatsız ediyor. Kendileri bunu yeryüzünden binlerce metre yükseklikte, bulutların üstünde daha çok hissetmiş olmalı.

O nedenle gazeteci arkadaşlarımıza bazı yakınmalarda bulunuyor.

Gül, cumhurbaşkanlığında kendisini en fazla rahatsız eden şeylerin rektör atamaları olduğunu itiraf ediyor.

Kendileri bunu ilk kez yapıyorlar.

“Onları ben mülakata tabi tutmuyorum, onları tanımıyorum ki. Kendi değerlendirmem yok. Seçimi YÖK heyeti yapıyor” diyor.

Kendilerinin bir dahli olmadığını öne sürerek mazuriyet ileri sürüyor.

Hiç kusura bakmasınlar ama kabul edilebilir bir mazuriyet değil bu.

Bugün üniversitelerde yapılan seçimleri, demokrasiyi çiğneyerek tersine çeviren YÖK heyetini kendileri seçmedi mi?

Ayrıca, AKP iktidarının dünya görüşüne sahip bu heyetin yaptığı haksızlıkları gözü kapalı olarak onaylayan da kendileri değil mi?    

Kendileri, bu antidemokratik, insan hakları ve seçim sonuçları kutsiyeti yok sayılarak hazırlanan bu listeleri neden geri çevirmiyor?

Bu heyetten demokratik kurallara uygun kalarak liste hazırlamalarını neden istemiyor?

Bu durumun vicdanında yarattığı rahatsızlığı, yaptığı 58 rektör atamasından sonra mı duyuyor?

* * *

İleri sürdükleri mazuriyetin neden kabul edilemez olduğuna sadece bir iki örnek vermek yeterli.

Kendileri, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde 564 oyla rekor kırarak birinci olan Prof. Sedef Gidener’in yerine, 181 oy alan Prof. Mehmet Füzün’ü atadılar.

Anadolu Üniversitesi’nde 334 oyla birinci olan Fevzi Sürmeli yerine, 96 oyla üçüncü olan Prof. Davut Aydın’ı atadılar.

Bu listeyi uzatmak olası ama bütün köşeyi buna ayırmak gerekiyor.

Özetlersek, kendileri 3 yıllık görev süreleri içinde 58 rektör atamışlar.

Bunların 23’ü aday olarak YÖK tarafından belirlenmiş ve yeni kurulan üniversitelere yapılmış.

Bunların hemen hepsi AKP dünya görüşüne uygun isimler.

Geriye kalan 35 atamadan 15’i seçimde ilk sırada yer alanlar.

20 aday ise seçimi kazanamadıkları halde kendileri tarafından atanan rektörler.

Birkaçı dışında atananların ortak özelliği ise AKP dünya görüşüne sahip olmaları, “türbana özgürlük” bildirisinde imzaları bulunmaları.

Bir sürü AKP’li bu antidemokratik atamaları mazur göstermek için hep Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atamalarını örnek gösterir.

Ahmet Necdet Sezer 7 yıllık cumhurbaşkanlığı sürecinde tam 123 rektör ataması yaptı.

İlk sırada olanlardan atananların sayısı: 95... Atama yüzdesi % 77...

Abdullah Gül’ün 3 yıllık görev süresi içinde ilk sırada atananların yüzdesi ise % 56.

Atamalar sürdükçe bu yüzde daha da düşecektir.

* * *

Burada bir gerçeği de vurgulamak gerekir.

Atamalarda Ahmet Necdet Sezer’in ölçütleri rektör adayının, cumhuriyet ve değerlerine bağlılık, demokratlık, çağdaş eğitimden yana olmasıydı.
Abdullah Gül’ün ölçütü ise adayların kendi dünya görüşüne uygunluğu.

Onun için Cumhurbaşkanı Gül’ün atamalarda yaptığı seçimler mazur görülemez.

Bir başka açıdan da bakarsak, kendileri partilerüstü bir konumda olması gerekirken, yasa ve kararnameleri onaylama konusunda hep AKP çizgisinde hareket etmiştir.

Hiç kuşkusuz tarih yanılmaz hükmünü vererek bu gerçeği tescil edecektir.
Yazının Devamını Oku

Para egemen dünyada yok olan tutkulu aşklar

17 Temmuz 2010
FARKINDA mısınız, günlük yaşam ne kadar hızlı, ne kadar yapay.

İnsanlar zorunlu olarak teknolojik hızın tutsağı olmak zorundalar. 

Bu baş döndürücü hızın parçası olan insanlar artık uzun tatillerden sıkılıyor.

Yaşamın teknolojik değişimin hızına ayak uydurması, ister istemez insanları dünyanın içine düştüğü kısırdöngüye mahkûm ediyor.

Kuşkusuz bu keşmekeşin içinde duygularımız da bazı garip değişimlere uğruyor.

Yazının Devamını Oku

Hani nerede İslam’ın o sonsuz hoşgörüsü

16 Temmuz 2010
AKP’lilerden yine küfürler yağıyor.

Yalnız bendenize değil, ailemin, hatta sülalemin hemen bütün bireylerine...

Nedense inanılmaz derecede öfke ve kin dolular.

Hayret ettiğim, bu dindar olduğunu sandığım insanların “İslam”ın emrettiği hoşgörünün zerresini yüreklerinde taşımıyor olmaları.

Neden bu kadar kızıyorlar?

Yazının Devamını Oku

Dış politikadaki olumsuzluklar...

14 Temmuz 2010
BAŞTA Başbakan olmak üzere tüm AKP’liler sıkıştıkları her yerde Atatürk’e sarılıyorlar. <br><br>“Büyük Atatürk’ün söylediği gibi... Büyük Atatürk’ün yaptığı gibi...” diyorlar. “Biz de onun yolundan yürüyoruz” diyorlar.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu fiyaskoyla sonuçlanan “Komşularımızla sıfır sorun” politikaları için yapılan eleştirileri yanıtlarken Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını örnek gösterdi.
“Büyük Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ politikasıyla Türkiye’nin dış politikasına bir perspektif kattığını” söylüyor.
Ancak AKP’nin yürüttüğü iddialı dış politika ile Atatürk’ün dış politikasının tutarlılığının yarattığı saygınlık arasında çok büyük farklar var.   
Başbakan ile Dışişleri Bakanı tarafından bizzat yürütülen dış politikanın ne getirdiği ile ne götürdüğüne bakmakta yarar var.
Hamas ağırlıklı Filistin ile İran politikaları gerek Batı’da, gerekse bölge ülkelerinde olumlu bir hava yaratmadı. 
Özellikle Başbakan Erdoğan’ın sert söylemleri, Batı’da Türkiye’nin bir eksen değişikliğine doğru sürüklendiği şeklinde yorumlandı.
Bu yorumlar içerde de benzer algılar yarattı.
* * *
Ortadoğu’daki Arap rejimleri, Gazze (Hamas) ve Filistin için parmaklarını oynatmazken, Erdoğan ile Davutoğlu’nun hemen her gün esip yağmalarının hem içerde, hem de dışarda endişeyle karşılandığı anlaşılıyor.
Başbakan İsrail’e tehditler yağdırırken Arap rejimleri susuyor.
Türk basınında pek yer bulamayan Suriye Devlet Başkanı Esad’ın son yaptığı değerlendirmelerde olaylara sadece kendi ülkesinin çıkarları açısından yaklaşması AKP için hayal kırıklığı yaratmış olmalı.
Esad İsrail’in Golan’ı boşaltması halinde bu ülke ile tam bir dostluk kuracaklarını açıklıyor.
Bunun dışında ne Gazze’ye ambargonun kaldırılmasını, ne Filistin’le adil bir toprak paylaşımı yapılmasını, ne de Kudüs’ün Müslümanların başkenti olmasını şart koşuyor.
Öteki Arap rejimleri gibi o da bunları ağzına bile almıyor.
Hatta Esad Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini kopartma noktasına getirmesini doğru bulmuyor.
AKP ise Gazze ve İran’ın fedailiğine soyunacak kadar sert politikalar uygulamayı fütursuzca sürdürüyor.
Hatta Davutoğlu bir dışişleri bakanının temkinliliğini bir kenara iterek Kudüs için neredeyse cihat çağrıları yapıyor.
Başbakan İran için dünyaya meydan okuyor.
Her iki politikacı kapalı kapılar arkasında belki başka söylemlerde bulunuyorlar ama kürsülerde düpedüz İran ile Hamas’ın avukatlığını yapıyorlar.
* * *
Bu keskin politikaların getirilerine baktığımız zaman Türkiye açısından hiç de parlak bir fotoğraf çıkmıyor ortaya.
Tüm Arap rejimleri, özellikle de Mısır ve Suriye, Türkiye’nin bölgede ağırlık kazanmak amacıyla yaptığı bu fedailiği onaylamıyor.
Hatta bundan derin rahatsızlık duyuyor.
Bu gereksiz sert tutum Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını da yok ediyor.
İsrail-Filistin sorunu için Ankara’nın arabuluculuğu sona erdi.
Suriye ile İsrail arabuluculuğu için başka güçler çoktan devreye girdi.
Bu yanlış politikaların en vahim sonucu ise Hamas’ın Filistin yönetimi ile aralarının düzelmesi için Türkiye’nin devreye girme önerisini geri çevirmesi.
Hamas’ın Türkiye yerine Mısır’ı seçmesi ise AKP’nin Ortadoğu politikalarının nasıl fiyaskoyla sona erdiğinin en somut göstergesi oldu. 
Yazının Devamını Oku

Demokrasi mi otokrasi mi?

12 Temmuz 2010
HALKIMIZ AKP ve yandaşlarının söyledikleri masallara inanmasın.

Bu yapılan Anayasa değişikliklerinin Türkiye’ye demokrasi getireceği kocaman bir yalandır.
Eğer halkımız referandumda Anayasa değişikliğine “Evet” oyu verirse büyümesi için yıllardır uğraştığımız demokrasi ağacı kuruyacaktır.
Neden? Bunu açmaya çalışalım.
AKP iktidarı yargıyı kendi emri altına sokmak için Anayasa’yı değiştirdi.
Anayasa Mahkemesi’ni (AYM), yargıç ve savcıların atamalarını yapan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısını kendi adamlarını yerleştirecek şekilde yeniden düzenledi.
İktidar bu maddeleri halkın gözünü boyamak için de bazı yem maddelerle sardı sarmaladı.
Demokratik bazı haklar getiren bu maddelerin tümü göz boyamadan başka bir amaç taşımıyor.

Yazının Devamını Oku

Sıra dışı anılar

10 Temmuz 2010
ZEKÂ, Tanrı’nın insanlara bahşettiği en büyük armağandır.

Doğal olarak zeki bir insanın yaşamı da, yazdığı anıları da ilginç ve sıra dışı olur.

O nedenle koramirallikten oramiralliğe terfisi son anda direkten dönen Atilla Kıyat’ın 43 yılını geçirdiği askerlik yaşamını anlattığı kitabını keyifle okuyorum.

Gelin bu sıra dışı askerin kitabını karıştırıp bazı olayları birlikte izleyelim.

Kıyat, 1995 yılında koramiralliğe yükselir ve Brüksel NATO-Türk Askeri Temsil Heyeti Başkanlığı’na atanır.

Yazının Devamını Oku

Demokratlar, hemen kolları sıvayın, sonra dövünürsünüz

9 Temmuz 2010
HİÇ lafı uzatmadan, eğip bükmeden acı da olsa gerçekleri söyleyelim.

Anayasa Mahkemesi’nin kararının hiçbir anlamı yok.

Yaklaşımı da doğru değil.

Yapılan iptal de bir işe yaramaz.

Bu karar demokratik rejim açısından endişe içinde olan insanları tatmin etmedi.

Yazının Devamını Oku

Bir avuç insanın yarattığı mucize

7 Temmuz 2010
BU koca kentte bir avuç insan en az bir yıldır çırpınıp duruyordu. <br><br>Tek amaçları, iki yıldır operasız ve balesiz kalan 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da bir opera festivali düzenlemekti.

İktidar AKM’yi onarmak amacıyla kapatınca İstanbul’da opera ve bale sergilenemiyordu. 
Bu bir avuç insan iki yıldır bunun acısını çekiyordu.
Denizbank da büyük bir duyarlılıkla onların yanında yer aldı ve İstanbul Opera Festivali’ne sponsor oldu. Sonra hazırlıklar yapıldı ve 2-23 Temmuz arası festival tarihi olarak belirlendi.
Festival 2 Temmuz Cuma günü Rossini’nin Fatih Sultan Mehmet Operası’yla açıldı.
Ünlü besteci Rossini’nin bu güzel yapıtını Yekta Kara sahneye koydu. Operada zaman zaman sahnede 350 kişi yer aldı.
Ama Kara’nın ustalığıyla bu kadar kalabalık kadro olmasına karşın en ufak bir kargaşa yaşanmadı ve onun olağanüstü yorumuyla soluksuz izlendi.
Orkestra şefi Antonello Allemandi ile Fatih rolünü oynayan dünyaca ünlü bas Istvan Kovacks çok başarılıydı.

Yazının Devamını Oku