16 Ağustos 2010
“YARGI, Tuncay Özkan ve ve diğerlerinin feryadına kulak versin.”<br><br>İmza: Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç.
“Türkiye’deki mahkemelerde tutukluluk sürelerinin uzunluğu haksızlığa neden olmaktadır. Bülent Arınç’ın görüşlerine katılıyorum. ”
İmza: TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin.
“Adil yargıyı temin etmek yargının görevi. Cezaevlerindekilerin çoğu mahkûm değil tutuklu, bu durum sistemin çarpıklığını gösterir. Bülent Arınç’ın görüşlerine katılıyorum. ”
İmza: AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik.
“5 ay sonraki duruşma için 102 kişinin yakalanması hakkında alınan kararı anlayamadım. Gereksiz bir karar.”
İmza: AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik
Bu görüşleri saygıyla karşılamamak olanaksız.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2010
EVET evet 43 yaşındaki iki çocuk annesi İranlı Sakine Muhammed Aştiyani bu çağda önce boğazına kadar toprağa gömülecek... Sonra da öfkeli bağnaz kafalılar tarafından taşlanarak öldürülecek.
Onun için özellikle de kadın örgütlerinin bir an önce harekete geçip Sakine’nin recm edilmesini önlemek için seslerini yükseltmeleri gerekiyor.
2010 yılında çağdışı kafalar tarafından yönetilen İran’daki dramı kısaca özetleyelim.
Bundan 5 yıl önce kocası öldükten sonra iki erkekle zina yaptığı için Sakine’ye 99 kırbaç cezası verildi.
Ceza uygulandı.
Sakine’nin vücudu paramparça oldu ve günlerce sızım sızım sızladı.
2008’de bu kez zina suçunu kocası sağken de işlediği iddiasıyla recm cezasına, yani taşlanarak ölüme mahkûm edildi.
İki yıl sonra Sakine’nin çocukları annelerinin recm cezasına çarptırıldığını internetten bütün dünyaya duyurmayı başardılar.
Dünya ayağa kalktı. İranlı kadının kurtarılması için binlerce kişi harekete geçti. Sakine’nin avukatı Muhammed Mustafai kendi başının da belaya gireceğini anlayınca Türkiye’ye kaçtı.
Avukat kendisine sığınma hakkı tanıyan Norveç’e giderek hayatını kurtardı.
Sakine ise cezaevinde öldürüleceği günü bekleyerek işkence içinde yaşıyor.
* * *
Bu arada İran dünyadan gelen tepkiler üzerine Sakine’nin zinadan değil, eşini öldüren iki kişiye yardım ettiği gerekçesiyle idama çarptırıldığını açıkladı.
İnsan hakları savunucuları, recmden vazgeçilse bile Sakine’nin idam edileceğinden endişe duyuyorlar.
İran bu açıklamalardan sonra önceki gün Sakine’yi devlet televizyonuna çıkardı.
Kadının yüzü peçe ile örtülüydü.
Konuşan ve kocasının öldürülmesine yardımcı olduğunu itiraf eden kadının Sakine olup olmadığı anlaşılamadı.
Sakine’nin avukatı müvekkilinin işkence sonucunda bu itirafı yaptığını açıkladı.
İran’ın TV şovu bir işe yaramadı.
* * *
Uluslararası örgütlerin tepkileri daha da arttı.
Washington ve Londra recm cezasının bir işkence olduğunu açıkladı.
Time Gazetesi recm cezasının kaldırılması için kampanya başlattı.
Kampanyaya eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Doğu Timor Devlet Başkanı Jose Ramos-Horta, Amerikalı ünlü aktörler Robert de Niro ve Robert Redford, Fransız aktris Juliette Binoche ve Fransız filozof Bernard-Henri Levy’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı, siyasetçi ve Nobel Barış Ödülü sahipleri katıldı.
Türkiye ile birlikte Uranyum konusunda Batı ile İran arasında arabuluculuk yapan Brezilya Sakine’ye sığınma hakkı tanıyacağını dünyaya duyurdu.
Sakine için dünya ayağa kalktı.
Kadın örgütleri, insan hakları savunucuları, sanatçılar, siyasetçiler, toplum önderleri hepsi birden İranlı iki çocuk annesi kadın için çırpınıyorlar.
Peki ya Türkiye ne yapıyor?
Muhatap kardeş İran olduğu için suspus.
Kendi insanı için kılını kıpırdatmayan bir toplum, İranlı bir kadın için ne yapacak ki...
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2010
SANATÇI, çağının ve ülkesinin sorunlarına duyarsız kalmamalıdır.<br><br>Sanatçının insanlığa ve toplumuna karşı önemli sorumlulukları vardır.
Toplumuna örnek olması gerekir.
Sanatçı aynı zamanda bir toplum önderidir.
Bu konumunun gerektirdiği duruş ve kararlılıktan ödün vermemek sanatçının kaçınamayacağı bir görevdir.
Bu genel değerleri belirttikten sonra şimdi konuya girebiliriz.
Türkiye önümüzdeki ay önemli bir referandum için sandığa gidecek ve ciddi şekilde geleceğini belirleyecek bir karar verecek.
Bu noktada ülkenin sanatçılarının verecekleri oy, toplum için çok önemlidir.
Örneğin Sezen Aksu toplumumuzun önemli bir sanatçısıdır.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2010
ERDOĞAN için referandumun hayat memat meselesi olduğu anlaşılıyor.
Kürsülere öyle öfke içinde çıkıyor ve konuşurken öyle bağırıyor ki boyun damarları patlayacak gibi oluyor.
Dört bir yana tehditler yağdırıyor, bütün kurumlara ağır baskılar yapıyor. Neden?
Bu sorunun yanıtı aslında basit.
Erdoğan iktidarı yitirmesi durumunda Yüce Divan’a gideceğini biliyor.
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2010
ANTONE Laurent Lavoisier simyayı kimya bilimine dönüştüren bilgin. Yaptığı birçok buluşla kimya biliminin mimarı olarak kabul edilir.
Bir bilim adamı olan Lavoisier yaşamı boyunca toplumundan ve onun sorunlarından hiçbir zaman uzak kalmamış.
Sosyal çalkantılarda aristokrat olmasına karşın daima halkın yanında yer almış.
Fransız Devrimi’ni hazırlayan siyasi olayların içinde bulunmuş, reformların ateşli savucusu olmuştur.
Bu arada vergi sisteminin düzeltilmesine el atmıştır.
1743 yılında Paris’te doğan Lavoisier, zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Küçük yaşta annesini kaybeden Antoine babası gibi hukukçu olmaya karar verdi.
Ancak daha sonra kimyaya yöneldi ve laboratuvar çalışmalarına tutkuyla bağlandı.
Lavoisier bilimsel gerçeklere karşı çıkan bağnaz kafalılarla da zaman zaman didişiyor ve yaptığı konuşmalarla onları yerden yere vuruyordu.
Ünlü bilim adamının bu tutumu zaman içinde devrim yöneticilerini de rahatsız etmeye başladı.
Kurallar hiç değişmiyor, devrimler kendi çocuklarını da yemeye başlıyordu.
¡ ¡ ¡
1794 yılında Devrim Mahkemesi onu aristokrat olmak ve vergi toplamada yolsuzluk yapmakla suçladı.
Evet o bir aristokrattı, yolsuzluk iddiasına gelince...
Onu vergi sistemini düzeltirken toplanan vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar çalışmalarında kullanmakla suçladılar.
Lavoisier’nin dostları, bilginler tanıklık yapmak için mahkemeye başvurdular.
Tanıklık yapmalarına izin verilmedi.
Onlar da şu dilekçeyi verdiler:
“Yurttaş Lavoisier çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgindir. Bağışlanmasını diliyoruz.”
Mahkeme yargıcının bu dilekçeye tarihin kara sayfalarına geçen yanıtı şu oldu:
“Cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yoktur.”
Ve Lavoisier’nin idamına karar verdi.
Ünlü bilgin giyotinle kafası kesilerek öldürülecekti.
Lavoisier 51 yaşındaydı.
¡ ¡ ¡
Ünlü bilgin, giyotine götürülmeden önce kendisini ziyarete gelen matematikçi arkadaşı Lagrange’e şöyle dedi:
“Kafam giyotinle kesilip sepete düştüğünde gözlerime bak. Gözümü iki kez kırparsam, insan beyni, kafası kesildikten sonra da bir süre çalışmaya, düşünmeye devam ediyor demektir...”
Lagrange Lavoisier’nin kafası kesilip sepete düşünce gözlerini iki kez kırptığını gördü.
Ünlü matematikçi daha sonra şu açıklamayı yaptı:
“Lavoisier’nin son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar boyunca yanacak meşalesidir. Ama onu ölüme gönderen yobaz kafalar ufunet (pis koku) üretmek için yüzyıllarca karanlıkta sürüneceklerdir.”
Lavoisier’nin kafası giyotinle uçuruldu ama bugün yaşıyor ve insanlık onu saygıyla, minnetle anıyor.
Dünya var oldukça da anacak.
Oysa “Cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yoktur” diyerek onu giyotine gönderen yargıcın adını ise bugün kimse bilmiyor.
Ne acıdır ki, Türkiye bugün hâlâ Fransa’nın 18. yüzyılda yaşadıklarını yaşıyor.
Bugün hâlâ “Cumhuriyetin bilginlere, yazarlara, gazetecilere, aydınlara ihtiyacı” yoktur diyen kafalarla boğuşuyor.
Not: Bu yazıyı ünlü gazeteci Mete Akyol’un “Bütün Dünya 2000”deki köşesini okuduktan sonra esinlenip yazdım. T.T.
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2010
BİR yandan sıcaklar, bir yandan Ankara’da yaşananlar vatandaşları bunaltıyor. <br><br>Türkiye yanıyor. Ankara da öyle. AKP iktidarı ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında, teamülleri darmadağın eden çekişmeler tüm yurtta endişe ile izleniyor.
Alışılmış, görülmüş şeyler değil yaşananlar.
Bütün bu huzur bozucu girişimler, inatlaşmalar ülkemize ne kazandıracak?
Ama kimsenin kuşkusu olmasın çok şey kaybettirecek.
Jandarma Komutanı bu oynanan oyunlara isyan edip istifa ediyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, iktidarların yargıyı kullanarak imzasız ihbar mektuplarıyla kendi ordusunu bu kadar yıprattığı, saygınlığını yok etmek için bu kadar uğraştığı görülmemiştir.
Yıllarını politikaya vermiş Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in uyarılarına “Az konuşsa iyi olur, onun yapmadıklarını biz yapıyoruz” diye tepki gösteren iktidara verdiği yanıt da çok düşündürücü:
“Doğrudur, ülkenin en değerli kurumlarını itibarsız hale getirmek, halkı birbirine düşürmek için hiçbir hükümetin yapmadığını yaptılar. Bravo onlara, bravo...”
Böyle diyor Demirel.
Bir beklentisi mi var? Politika mı yapıyor?
Hayır, sadece ülkesi için endişe duyuyor.
* * *
Emirle yakalama kararı çıkarılıyor, emirle insanlar tutuklanıyor.
Ülkenin en saygın ve tarafsız hukukçularının uyarılarına ise kulak asan yok.
Askeri ve hükümete muhalif olanları hizaya getirmek için bu hukuk dışı uygulamalar hukuk devletine, demokrasiye ağır darbeler indiriyor.
Bakın, işi Deniz Baykal’a kadar dayandırdılar.
Bir savcı, yetkisini aşarak adli yargılamayı etkiliyor gerekçesiyle inceleme yapmaya kalkışıyor.
Bu savcının amiri olan Başsavcı kendisini “Böyle bir yetkin yok, yapamazsın” diye uyarmak zorunda kalıyor.
Ama savcı bildiğini okuyor.
Böyle bir hukuk devleti olur mu?
* * *
Hele şu gereksiz referandum...
Politikacılar bu sıcakta meydan meydan dolaşıp miting yapıyorlar.
Erdoğan meydanlarda, kendisini Adnan Menderes gibi halka adadığını söylüyor.
Menderes dramının üzerinden tam 50 yıl geçti. O gün doğanlar bugün 50 yaşında.
O günlerden bu günlere köprülerin altından çooook sular aktı.
Yaşadığımız Türkiye, o Türkiye değil.
Erdoğan neden Menderes’e sığınma ihtiyacı duyuyor? Bu kadar çaresiz mi?
* * *
Erdoğan meydanlarda sürekli Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırıyor.
Hem küçümsüyor, hem de yerden yere vuruyor.
Acaba Kılıçdaroğlu’nun topladığı kalabalıklardan mı rahatsız?
O kalabalıkların toplama olmadığını biliyor olmalı.
CHP Genel Merkezi mitingler için il ve ilçelere parasal yardım yapmıyor.
Örgütler mitingleri kendi olanaklarıyla düzenliyorlar.
Bu duyumun doğru olup olmadığını dün Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’a sordum.
“Bir kuruş göndermiyoruz örgütlere, kesinlikle talimat verdik, insan da taşıtmıyoruz. Kemal Bey’e halk kendi geliyor. Sanırım bu durum Erdoğan’ı ve AKP’lileri huzursuz ediyor” diyor.
AKP mitingleri ise partinin ve devletin olanakları kullanılarak hazırlanıyor.
Bunu da dünya âlem biliyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2010
YÜKSEK Askeri Şûra toplantılarındaki asık suratlar yaşadığımız olağandışılığın yansımasıdır. <br><br>Cumhurbaşkanı Gül’ün “Her şey normal” sözlerinin de ne kadar gerçekdışı olduğunun kanıtıdır.
Cumhurbaşkanı’nın Askeri Şûra üyelerine verdiği geleneksel yemekteki görüntülerde de aynı asık suratlar vardı.
Kimsenin yüzü gülmüyor, birbirlerine bile bakmıyorlardı.
Bu iç karartıcı görüntüler karşısında vatandaş olarak endişelenmemek olası değil.
Zaten Yüksek Askeri Şûra’daki tatsızlıklardan sonra yüzlerin gülmesi de beklenemezdi.
Sanırım Cumhuriyet tarihinin en asık suratlı şûra toplantısına tanık olduk. Bugüne kadar terfilerin, atamaların sonuçlanmadığı tek askeri şûra toplantısı bu da yılkiydi.
Gelecek yıl Şûra’da ne olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
AKP iktidarında yaşadığımız sıra dışılıkların süreceğine kuşku yok.
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2010
ÜÇ-dört gündür yayınladığımız İran yazılarını sanıyorum okuyorsunuzdur. İran, İslam devriminden sonra sürekli dünya gündeminde olan bir ülke.
Ama son yıllarda katı İslam rejimi yumuşamaya ve günün koşullarına göre eğilip bükülmeye başladı.
İran’da kadınların örtünmesi zorunlu ama örtünme şekline baktığınız zaman bizim tarikatların emriyle örtünen kadınlarımızdan daha serbest.
İranlı kadınlar örttükleri eşarpları başın ön kısmını tamamen açıkta bırakacak şekilde bağlıyorlar.
Saçları görülüyor, makyajları ise eksiksiz.
Arkadaşlarımızın anlattığına göre yasaklar her geçen gün biraz daha yumuşuyor.
Evinin bahçesindeki yüzme havuzunda bikinisiyle poz veren bir işkadını bunu korkmadan yapabiliyor.
Bir başka kadın da Ahmedinejad’ın herkesi pes ettirdiğini ama kadınlara yenildiğini söylüyor.
Bizde örtünme giderek yayılırken, İranlı kadınlar örtünme yasağına karşı ciddi bir savaşım veriyorlar.
Düşündürücü bir çelişki.
* * *
İran’da içki satışı da, tüketimi de yasak.
Molla rejimi bu konuda kesinlikle ödün vermiyor.
Ama Nevşin Mengü ile Sebati Karakurt’un resmi rakamlara dayanarak yaptıkları saptamalara göre İran’da 4 milyon uyuşturucu bağımlısı var.
2 milyon kişi uyuşturucu alım satımıyla geçiniyor.
Ülkenin komşularından birinin Afganistan olması, bu tehlikeli gelişimin en büyük etkeni ancak uzmanlar başka etkenlerin de olduğunu söylüyorlar.
Doktorların ve uyuşturucuyla mücadele eden dernek yöneticilerinin ilginç bir savı var.
Onlara göre İran’da alkol ve eğlence serbest bırakılsa, uyuşturucu kullanımı bu kadar korkunç boyutlara ulaşmaz.
Evet bu bir gerçek ama gelin de siz bunu mollalara anlatın.
Amerika’yı kuran Başkan George Washington’un ilginç bir sözü var. Şöyle diyor:
“Bir ülkede içki serbest olursa içki kültürü olan aklı başında insanlar yetişir. Eğer içkiyi yasaklarsanız bol bol alkolik elde edersiniz.”
Bir arkadaşım anlatmıştı. Bir yemekte yanına oturan muhafazakâr biri şöyle demiş:
“Neden bu kadar içiyorsunuz? Sağlığınıza zarar verir.”
Bizim arkadaş şu yanıtı vermiş:
“Sen beni hiç merak etme, bana bir şey olmaz. Avrupalılar bizden daha çok içki içiyorlar ama bizden de çok yaşıyorlar.”
* * *
Anadolu kentlerini dolaşanlar iyi bilirler. Resmen bir içki yasağı yok.
Yok ama yasaktan beter bir mahalle baskısı var.
Bugün birçok kentte içki satan yer, içki servisi yapan lokanta ya hiç yok, ya da bir veya iki tane var.
Ne yapıyor insanlar?
Evlerinde ya da gözden ırak mekânlarda içki sofraları kuruyorlar.
İçki tüketimine baktığınız zaman azalıp çoğalmanın tamamen ekonomiye bağlı olduğunu görüyorsunuz.
Ekonomik kriz dönemleri dışında içki tüketiminde sürekli artış oluyor.
İlginç olan da mahalle baskısının yoğun olduğu kentlerde artış oranı daha yüksek. Bu da doğaldır.
Bizim Başbakan’ın “İçki içmeyin, onun yerine üzüm yiyin” önerisinin geçerli olmadığını hem İran gerçeği hem de ülkemizdeki gerçekler gösteriyor.
Washington’un “İçkiyi yasaklarsanız bol bol alkolik elde edersiniz” sözündeki gerçek, günümüzde yalnız alkolik değil, uyuşturucu bağımlıları da yaratıyor.
Üzüm yemekle bu işler olmuyor.
Yazının Devamını Oku