Tufan Türenç

Değerler değil çıkarlar önemli

30 Ağustos 2010
“EVET” diyen sanatçıların işleri tıkırında...<br><br>Eee... İşler tıkırında olduğu için keyifler de yerinde... Göğsünü gere gere referandumda “evet” diyeceğini açıklayan sanatçılarımız işten işe, etkinlikten etkinliğe koşuyorlar.
“Hayır” diyenler ise “bertaraf” olmuş vaziyette.
Devletin etkinliklerinde yerlerini hızlı bir şekilde “evet”çilere terk ediyorlar.
Son derece doğal... Dik duruşların, eğilmemenin faturası ağır olur bu ülkede.
İktidarın hışmına uğramak istemeyenler “hayır” deme cüretini gösteren sanatçıya iş değil, selam bile vermezler.
Yalnız burada benim kafamı karıştıran bir gelişme oldu.
Hülya Avşar keskin bir “evet”çiydi.
Ama ne olduysa geçen gün kararsız bir tutum takındı.
Gazetecilere şöyle dedi:
“Henüz karar vermedim. Çalışılması gereken bir ders. Son güne kadar çalışacağım. Henüz daha maddeleri tek tek sindirmiş değilim. Açıkçası çok da ne olduğunu anlamış değilim. İki güne kadar belirlenir diye düşünüyorum.”
Hülya Hanım böyle diyor ama sonuç tahmini ise “evet”.
* * *
Hülya Hanım bu önemli açıklamalarını Türkiye İş Kadınları Derneği’nin Pakistan’a yardım amacıyla düzenlediği toplantıda yaptı.
Toplantının önderliğini yapan Emine Erdoğan’ın masasında oturuyordu.
Gazetecilerin Fazıl Say’ın Sezen Aksu’nun şarkı söylerken sürekli detone olduğunu belirtmesini de gevezelik olarak yorumladı.
Hülya Hanım haklı... Fazıl Say müzikten ne anlar, gevezelik ediyor işte!
Burası Türkiye, burada insanlar kendilerinin ne olduğunu bilmiyor.
Örneğin dünyanın en riskli kentinin üzerinde oturuyoruz.
Altımıza Tanrı’nın yerleştirdiği atom bombası her an patlayıp bu güzelim kenti yerle bir edecek.
Binlerce çürük apartman yıkılacak. Yüz binlerce insan ölecek.
İstanbul bitecek. İstanbul’la birlikte Türkiye de bitecek.
Bunun bilincine 11 yıldır bir türlü varamadık.
Bu felaketi yaşayacağız. Bundan kaçış yok.
Bugün veya yarın İstanbul yerle bir olacak.
Şaşılacak bir şekilde kimsenin umurunda değil.
Depreme karşı hiçbir önlem almadan, kafamızı kuma gömmüş ölümü bekliyoruz.
Başka ülkelerdeki felaketlere gösterdiğimiz duyarlılığın milyonda birini kendimiz için göstermiyoruz.
Bile bile intihara koşuyoruz.
* * *
Ne zamandır her şeyi bir kenara bırakıp referandum için yırtınıp duruyoruz.
Hem de Hülya Hanım’ın dediği gibi ne olduğunu anlamadan “evet”çi, “hayır”cı diye bölünüyoruz.
AKP’nin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük bu.
Anayasalar halkı bölmek için değil, belli ilke ve değerler etrafında birleştirmek, bütünleştirmek için yapılır.
Bizde tersi oluyor.
Bu tehlikeli gidiş AKP’nin umurunda bile değil.
Tayyip Bey ve arkadaşlarının bütün derdi yargıyı kendi vesayetleri altına almak. Onlar için sadece iki madde önemli.
Geriye kalan ve hiçbir işlevi olmayan maddeler ise yargıyı esir almak için düzenlenmiş bu iki maddeyi halka yutturmak amacıyla pakete süsleme olarak konmuş.
Kamer Genç’in yorumu ilginç:
“Kendini sosyalist olarak tanımlayan bazı yazar ve sanatçılar taslağın içeriğini kavrayamıyorlar, bu nedenle de işin vahametini anlayamıyorlar.”
Anlıyorlar, anlıyorlar Sayın Genç.
Bazı sanatçılar da anlıyor, bazı işadamları da...
Ne yapalım ki bizim toplumumuz böyle.
Kişisel çıkarlar daima ülke çıkarlarının önünde yer alıyor. 
Yazının Devamını Oku

İftar çadırları caddelere taşındı

28 Ağustos 2010
RAMAZAN gelmeden AKP belediyelerine ve örgütlerine bazı talimatlar yolladı.

“Bu yıl iftar çadırları kurulmayacak. Yemekler vatandaşın evine gönderilecek.”

Ama sonra ne olduysa, bazı keskin zekâlar tarafından iftar sofralarının caddelerde açılmasına karar verildi.

İlçe belediyeleri hemen kolları sıvadı.

Belirlenen caddeler kapatılacak, binlerce kişilik masalar kurulacaktı.

Yazının Devamını Oku

Baba, ölüm sırayla gelmiyor ki...

27 Ağustos 2010
MERAL Abla’yı toprağa verdikten sonra son dualarımızı etmiş, mezarlıktan çıkıyorduk. Hasan Ağabey için için ağlıyordu.
İç geçirerek “Bu olmadı. Sırayı bozdu. Sıra bendeydi” dedi.
Koluna girdiği Korkut usulca “Baba, ölüm sırayla gelmiyor ki...” diye teselli etti.
Ben sustum. Bir şey söylemedim.
Aradan 3 yıl geçti, bu kez Korkut o nalet hastalığa yakalandı.
Hasan Ağabey 50 yıllık karısı “Meral”siz yaşama alışmaya çabalıyordu.
İşte o zor dönemde, Korkut’un hastalığı, yaşadığı büyük dramın ikinci perdesinin açılması demekti.
Hastalığın gelişmesi çok kötüydü bu nedenle doktorlar umut veremiyorlardı.  
Hasan Ağabey bir kez daha yıkıldı.
Ateş üstünde oturuyor, İstanbul’dan ayrılamıyordu.
Büyük bir üzüntü ve çaresizlik içinde acı sonu bekliyordu.
Bir yıl sonra Korkut’u da kaybettik.
Böylece büyük daramın ikinci perdesi de kapanmış oldu.
* * *
Hasan Ağabey’in önceki günkü yazısını okurken boğazım düğümlendi.
Onun çektiği acıların ne kadar yıkıcı olduğunu yakından bildiğim için öylece kalakaldım.
3 yıl içinde önce çok sevdiği karısını yitirmişti.
Ardından da kişilik ve karakter olarak Meral Abla’ya benzeyen oğlunu...
Yazısında evlat acısının hiçbir acıya benzemediğini yazmıştı.
Ben Milliyet’te gazeteciliğe başladığımda Korkut 11 yaşındaydı.
Küçük oğlu Bülent ise daha yeni yeni emekliyordu.
Tanıdığım Meral Abla çok güçlü, dirençli bir kadındı.
Kocasının en zor günlerinde onun daima arkasında olmuştu. 
Hasan Ağabey’in Hasan Pulur olmasında Meral Abla’nın sanırım çok önemli katkısı olmuştu.
Hasan Pulur hem Yazı İşleri Müdürü’ydü hem de “Olaylar ve İnsanlar” başlıklı köşesini yazıyordu.
O köşeyi o kadar ustaca götürüyordu ki, Milliyet’in en çok okunan yazarıydı.
Bir gün TBMM’de bir milletvekili konuşma yaparken anlattığı olayın önemini belirtmek için “Bu olay tam Hasan Pulur’luktur” diyordu.
Ondan sonra hemen her trajikomik olay için “Tam Hasan Pulur’luk” tanımlaması yaygınlaşmış, bir halk özdeyişi haline gelmişti.
O yıllarda ustamız Hasan Pulur’a genç bir gazeteci olarak ne kadar imrenirdim.    
* * *
Korkut’u kaybettiğimizi sabah gazeteye giderken Hasan Ağabey’in telefonuyla öğrendim.
Üzüntümü belirtmeye çalıştım, Tanrı’nın kendisine sabır vermesini diledim.
Korkut çok sevdiğim bir çocuktu.
Yaysat’ın (Doğan Grubu’nun gazete ve dergilerini dağıtan yine bizim gruba ait şirket) Dergi Pazarlama ve Planlama Genel Müdürü’ydü.
Sık sık tirajlar konusunda ondan bilgi alırdım.
Tatlı dilli, cana yakın bir çocuktu. 
Cenaze töreninde başsağlığı dilerken Hasan Ağabey “Biliyor musun bu sabah Korkut’suz bir dünyaya uyandım. Düşün Korkut yoktu artık” dedi.
Onu, annesinin yanında toprağa verdik.
Hasan Ağabey yine iç geçirerek “Kucağıma doğan çocuğumu ellerimle toprağa vermek zorunda kaldım. Korkut da sırayı bozdu” dedi usulca. 
Hasan Ağabey’in yaşadığı drama bir de dayanılmaz bir acı, canının parçası olan evladının acısı eklenmişti.
 Ama ne yapalım ki rahmetli Korkut’un dediği gibi “Ölüm sırayla gelmiyor ki...”
Yazının Devamını Oku

Meydanlar ve gerçekler

25 Ağustos 2010
KEMAL Kılıçdaroğlu yurt gezilerine çıkmadan önce CHP Genel Merkezi’nde şöyle bir karar alındı: <br><br>“Mitingler için il ve ilçelere para göndermeyelim. Örgütler mitingleri kendi olanaklarıyla yapsınlar. Ayrıca başka yerlerden halkı taşımayı da yasaklayalım.”

Genel merkezin amacı halkın gerçek ilgisini ölçebilmekti.

Mitingler başladı, genel merkez halkın Kemal Kılıçdaroğlu’na umulandan fazla ilgi gösterdiği gördü.  

Üstelik halk tamamen kendi olanaklarıyla meydanlara geliyordu. 

Genel merkez bu konuda o kadar ısrarcıydı ki, komşu ilçelerden bile insan taşınmasını istemiyordu.

Yazının Devamını Oku

Tayyip Erdoğan ve gerçekler

23 Ağustos 2010
SANDIKLARDAN “Evet” çıkması için baskılarını demokratik kuralları çiğnemeye ve tehditler yağdırmaya kadar götüren Başbakan Erdoğan’a bir tavsiyem var.

CHP’ye vurmak için suçlamalarını İnönü’ye kadar götürürken sağlam bilgilere sahip olsun.

Dersim’le ilgili iddialarını dile getirirken, gazeteci yazar arkadaşımız Rıza Zelyut’un daha fırından yeni çıkan kitabı “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği”ni bir zahmet okusun.

Veya birileri okuyup kendilerine özetleyiversin.

Böylece İsmet Paşa’nın o sırada cumhurbaşkanı ve CHP başkanı olmadığını öğrenir.

Yazının Devamını Oku

Silivri’de hüzün dolu günler...

21 Ağustos 2010
DURUŞMAYI izlemeye gelenler salona girer girmez tutuklu sanıklara el sallamaya başladılar.

Sanıklar da onlara el salladılar.

Yüreklerdeki sevgiyi, hasreti birbirine yollayan bu ellerin sallanması dakikalarca sürdü. 

İnsanların gözlerinin nasıl ışıldadığını görmeliydiniz.

Ya gülen yüzlerdeki mutluluk...

Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın hışmından patronlar da kurtulamadı

20 Ağustos 2010
BAŞBAKAN Erdoğan açık açık söyledi. <br><br>Ya TÜSİAD olarak “Evet” açıklaması yapacaksınız ya da “bertaraf” olacaksınız.

Eğer suskun kalırsanız yarın hükümetin karşısına geldiğinizde başbakan ile bakanlar da size karşı suskun kalacaklar.
Yani devlet katında hiçbir işiniz hallolmayacak.
Yalnız TÜSİAD değil...
Bütün meslek kuruluşları, dernekler, vakıflar, sivil toplum örgütleri, sendikalar için de aynı kural geçerli...
Hepsi ya “Evet” diyecekler ya da “bertaraf” olacaklar.
Başbakan Erdoğan hem bireylerin, hem de kurumların kendisine yüzde 100 biat etmesini istiyor.
Biat etmeyenin “bertaraf” olacağını ilan ediyor.

Yazının Devamını Oku

Fazıl Say’a bir dosttan tavsiyeler

18 Ağustos 2010
AZİZ dostum, “cici çocuk” ol.<br><br>Sakın konuşma, sus...

Otur, uslu uslu piyano çal...

Bunları yaparsan, sana saldıranlar seni başlarının üzerinde taşırlar.

Çankaya’da kırmızı halılar serilerek karşılanırsın.

Başbakanlık konutunda onuruna ziyafetler verilir, övgülerden başın döner...

Yazının Devamını Oku