HER ŞEYİN BAŞI PR
Elbette anlatacaksın. Hem çalışıp hem de çalıştığını göstereceksin. Hafta içi New York’ta Lincoln Center’dayım. Discovery Network’ün yeni sezonunda neler var, bir sunum hazırlamışlar. İçerisi reklamveren, gazeteci, Morgan Freeman’dan Oprah Winfrey’ye ünlü dolu. Ne planlıyorlar, neler hazırlıyorlar her şeyi, Network’ün altındaki tüm kanallar için teker teker gösteriyorlar. Halkla ilişkiler (PR)... Dedim ya elbette yapacaksın. Ama Discovery gibi... Ne izlettireceğini açık açık anlatarak. Ne pişiriyorsun söyleyerek.
ÜNLÜSÜZ OLMAZ
Politikayla televizyon işi aslında o kadar benziyor ki... Sunumdan sonra Network’ün ABD dışındaki tüm bölgelerini yöneten Başkanı Mark Hollinger ile konuşuyoruz. “Hep ünlüler vardı her programda” dedim. “Amerika’daki program formatlarında ünlüler ön plandadır, Asya’da lifestyle daha çok ilgi çeker” dedi. Salonda arkamda oturan kadınlar sahneye Oprah Winfrey çıktığında çığlıklar atınca bir kez daha hatırladım. En azından o kadınlara sadece Oprah lazım. Tek dinleyeceği sadece Oprah.
YÜZDE 25’LİK KİTLE
Ama herkese ulaşman da mümkün değil. Açık açık anlatıyorsun diyelim... Ünlüler de yanında. Ama yüzde 100’ü ikna edeceğim dediğin anda ona harcayacağın enerjiyle tükenirsin. Avrupa ve Ortadoğu ile Afrika’da 105 ülkeye bakan Kaisa Kieli’ye “Tek bir şey sorsam, Discovery’nin en büyük başarısı nereden kaynaklanıyor” dedim. “Başından beri hep toplumun meraklı yüzde 25’ine odaklandık. Yüzde 75’ini çok önemsemedik. İşte bu vizyondan” dedi. Oranlar böyle olacak diye bir şey yok ama yaklaşım üç aşağı beş yukarı aynı olmalı işte... Galiba en doğrusu iki tarafın radikallerini de hiçbir zaman ikna edemeyeceğini baştan kabul edip öyle başlamak. O kısmı çok önemsememek.
LOKALİZE OLACAKSIN
Kieli’nin dediğine göre bugün Discovery çalışanlarının yüzde 90’ı bölgelerde çalışıyor. Network’ün merkezi, Washington DC ofisi ise bölgelere göre ufacık. Niye? Çünkü yaratıcılık isteyen bir iş yapıyorlar. Ve her pazara uygun ayrı ayrı işleri de lokal kadrolardan çıkarıyorlar. Türkçesi... Karadenizliyi niye Ege’ye yolluyorsun?.. Dilinden huyundan anlar mı?..
En son daha geçen hafta sordum ve “Henüz anons edecek bir ziyaret yok” dediler.
Ama 24 Nisan’dan önce bu konuda resmi bir açıklama yapılması da zaten beklenmiyor.
Niye?
Çünkü o gün Obama yine sabahtan bir başkanlık bildirisi yayınlayacak.
1915 Olayları’nın yıldönümü dolayısıyla “98 yıl önce Büyük Felaket yaşandı” diyecek.
Anadolu’da katledilen Ermenilerin hatırası önünde saygıyla eğildiğini söyleyecek.
Türk tarafı âdet olduğu üzere karşı bir açıklama yapacak.
Önce Susan Corke konuştu.
Freedom House’un Avrasya direktörü.
Türkiye’de hapiste olan gazetecileri saydı, davalarını özetledi, Batı’nın gözünden bir Türkiye’de özgürlükler eleştirisi yaptı.
Sonra Barış Terkoğlu başladı konuşmaya…
Washington’da bir masanın etrafında 50 kişilik bir grubuz. Ortadoğu’nun yakın döneme kadar önemli liderlerinden birini dinliyoruz. Ülkesinin Arap Baharı’nı nasıl gördüğünü, bölgenin nasıl kalkınacağını anlatıyor.
Konuştu uzun uzun… Soru faslına geçildi. Özellikle Körfez ülkelerinin ne kadar çok parası olduğundan, nasıl büyük eğitim yatırımları yaptıklarından bahsetmeye başladı. Sonunda ben de el kaldırdım. İçerisi think tank’çi, stratejist, diplomat dolu. Ki birçoğu “Bitse de rapor edecek bir şey olmadan gitsek” diye bekliyor muhtemelen.
Neyse… “Buyrun” dedi moderatör. Ben de teşekkür ettim. “Çok kısaca Türkiye’yi nasıl gördüğünüzü de öğrenebilir miyim?” dedim. O ana kadar hiç bahsetmemesine şaşırdım hem. Hem de bir yandan hikâye lazım. Yiyip içip sırdaş olup kalkacak değilim.
Anlatmaya başladı. “Atatürk’ün kurduğu modern cumhuriyet”, “İçinde İslamcıları eriten seküler sistem”, “Bölgenin güçlü ülkesi...” Güzel şeyler söylüyor. Ben de dürüst konuşayım. Biraz da bunları anlatır diye düşünerek sormuştum zaten. İyi haber için.
Ama sorun...Bir süre sonra AK Parti’den bahsetmeye başladı. Ama AK Parti demiyor. ‘Müslüman Kardeşler’ diyor. “Müslüman Kardeşler Türkiye’de şunu başardı, bunu yaptı.” Gaf desen… Bir değil, iki değil, üç değil. Müslüman Kardeşler aşağı Müslüman Kardeşler yukarı…
Hiçbir şey demedim. Salondakilerden de ses çıkmadı. Öylece kapandı oturum.
Yapabilirsiniz tabii. “Şu önde gelen kritik ülkenin lideri AK Parti’ye ‘Müslüman Kardeşler’ dedi” diye yazdınız mı tamam. Ama yine de sormam lazım. Adını mı unuttu? Başka bir şey mi var? Çünkü dediğim gibi aslında güzel şeyler söylüyor. Ama söylediği tam diplomatik sorun sebebi.
Yanına gittim. Durumu anlatıp acaba adı mı aklına gelmedi diye “Bir düzeltme yapmak ister misiniz?” dedim. Yanımızda da Al Arabiya’dan biri duruyor. “Bence mutlaka düzeltin” dedi lidere. Lider de bana dönüp, “Evet, lütfen Müslüman Kardeşler dediğimi yazmayın. Sorduğunuz için teşekkürler” dedi. “Ama” dedi sonra, “unutmayın, öyle olmasalar bile yakınlar.”
İsrail’in Cuma günü gelen özründen tam üç hafta önce Washington’da Türk-İsrail ilişkilerini en iyi bilen isimlerden biriyle aramızda geçen konuşmaydı bu.
Ve bastırmamın sebebi de bana söylediği bir bilgiydi.
“Türk ve İsrail güvenlik birimleri, bundan birkaç hafta önce buluşup Suriye’deki kimyasal silahları konuştular. Bu silahların devlet dışı aktörlerin eline geçmesini nasıl önleyeceklerini görüştüler.”
Çok uğraştım doğrulayıp yazmak için…
Çok sorup soruşturdum ama kimse ağzını açmadı.
Sonradan anlaşıldı ki, o sırada meğer pişen başka şeyler varmış.
Ve kimsenin de bu sefer Obama’nın devreye girdiği işi son anda bozabilecek bir riske girecek hali yokmuş.
Tarihi bir açıklama mı bekliyorsun sen de?
- Şu anda yaşananlar da bence tarihi. Söyleyecekleri belki herkesi tatmin etmeyebilir. Ama müebbet hapis cezası almış, devletin bir terör örgütü lideri olarak gördüğü Abdullah Öcalan’ın yine o devletin bilgisi dahilinde konuşacak olması bile tek başına tarihi.
Ya içerik?
• ABD bu işten memnun mu?
- Memnun. Bunu da her düzeyde söylüyor. Niye? Henri Barkey ile konuşuyoruz. “Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı yardımlara rağmen Türkler ABD’ye Kürt meselesinde hiçbir zaman güvenmedi. Irak Savaşı’nı bile Kürt devletinin kurulması için çıkardığımızı düşündüler. Bunun çözümü, ikili ilişkilerin de rahatlamasını sağlayacak” dedi. Bölge istikrarı için Amerika’nın güçlü bir Türkiye istemesini... PKK’nın uyuşturucudaki rolünü ekleyin… Her açıdan memnunlar.
• Ön ayak oldu mu?
- Barkey 1999’da Apo CIA tarafından Türkiye’ye teslim edildiğinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda politika planlaması yapıyordu. “Siz mi planladınız o teslimatı” dedim. “O işi ben olunca öğrendim. Çok az kişi biliyordu” dedi. “Sadece istihbarat mı” dedim. “İstihbaratın da hepsi değil. Dışişleri Bakanı, Beyaz Saray’da birkaç kişi... Hepsi o” dedi. Resmi olarak bir şey açıklanmadığına göre biz de şimdilik kesin olarak bilemeyiz. Ama Yönetim’de pozisyon üstlenen isimlerden gidersek… Yine eski bir diplomatla konuşuyoruz. “Bugün Amerikan Yönetimi’nin en büyük sorunu, içeride Türkiye konusunda söz sahibi kimse yok” dedi. Şimdi Beyaz Saray Ortadoğu Masası’nın başına geçen Phil Gordon’ı söyledim. Burun kıvırdı. “Ben onun da ne özelliği olduğunu anlamadım” dedi. Bir ekip var Washington’da. Barkey de dahil. Yönetimi Türkiye konusunda çok acemi buluyorlar. Ama ortada görünen figürler dışında işin bir de kimsenin asla vakıf olamadığı bir istihbarat kısmı var ki… 1999’daki operasyon en canlı sonuçlarıyla orada duruyorken, işin o kısmını hep es geçiyorlar…
• Peki açıkça dahil olmak istiyor mu?
- İstemez mi! Kaç kere bunun mesajı Türkiye’ye gitti. “Biz de yardım edelim” dediler. Niye? Çünkü birincisi… Başarı şansının yüksek olduğuna inanıyorlar. Obama’yı aldığı Barış Nobeli’ni hak etsin diye de o fotoğrafa sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Netanyahu ve Erdoğan arasındaki telefon konuşmasını bile nasıl pazarladıklarını gördünüz mü? “Biz başardık” mesajlarını... İçinde Obama’nın da olduğu böyle bir barış, Amerika’ın dünyadaki imajına çok güçlü katkı sağlar. İkincisi de elbette olayların içinde yer almak istiyorlar. Ne olup ne bittiğini bilmek için. Eğer dahil olurlarsa da işin birkaç boyutu var. 1993’te Özal ve Talabani’nin denediği ateşkeste Amerika’nın rolü eğer barış sağlanırsa örgütün üst yönetimine sığınma verecek ülke bulmak olacaktı. Burada da aynısı olabilir. Onun ötesinde akil adam önerisinden kurulacak hakikat komisyonlarına adli tıp desteğine birçok yol var. Ancak Barkey’nin iddiası daha çarpıcı. “İş silahsızlanma aşamasına gelince, artık 3-4 yıl mı sürer bilmem, PKK’lılar silahlarını ne Türkiye’ye ne peşmergeye verecek. Sembolik olarak Amerikalılara vermeye çalışacak” dedi. “Neden” dedim. “Savaştığın kimseye değil, silahını dünyanın süper gücüne veriyorsun. İzzetinefis meselesi” dedi. “Niye AB değil de ABD” dedim. “Çünkü AB kükrese bile ciddiye alınmıyor. Ayrıca unutmamak lazım. PKK şimdiye kadar hiçbir Amerikalı’ya zarar vermedi. Hep Amerika’ya bir mesaj vermeye çalıştı” dedi.
• Amerika’nın resmen dahli süreci nasıl etkiler?
Rauf Denktaş’ın en küçük oğluydu Raif Denktaş. Bir yandan Gazi Magosa Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde öğretim üyesiydi…
Bir yandan da müzisyen…
70’lerin rüzgârıyla Anadolu rock besteleri yapıyordu.
Müzik mi ona asi bir yan katmıştı…
Yoksa eleştirenleriniz olsa bile, hatırası önünde herkesin saygıyla eğilmesi gereken, dik duruşlu büyük bir dava adamının kanından gelmesi mi bilinmez…
Hepsinden öte aynı zamanda bir muhalifti…
Üstelik toplum lideri babasının siyasi danışmanı gözüküyor olsa da...