Tolga Tanış

UAEA’nın kayıp nükleer raporu

7 Aralık 2014
RUSYA Devlet Başkanı Putin’in Ankara ziyareti başladığında ben de Viyana’ya geliyordum.

Viyana Silahsızlanma ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Merkezi’nin (VCDNP) düzenlediği bir çalıştaya. Aslında İran’ın programına odaklanacaktım. Ama Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda (UAEA) yaptığımız toplantılarda nükleer enerjide “newcomer” (yeni katılan) sayılan Türkiye’nin, programını nasıl şeffaflıktan uzak ve yasal eksikliklerle yürüttüğünü bu alandaki en yetkili ağızlardan dinlemek zorunda kalınca... Ankara Putin’in ziyaretine Akkuyu santralinin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunun onayını denk getirmişken ben de UAEA’nin Ankara’ya teslim ettiği ve hükümetin kamuoyundan gizlediği, Akkuyu’ya ilişkin “Entegre Nükleer Altyapı Gözden Geçirme” (INIR) misyon raporundan bahsetmeye karar verdim.


*


NÜKLEER enerjide denetim yetkisine sahip UAEA, raporu 20 Şubat 2014’te teslim etti Ankara’ya. Kurumun Başkan Yardımcısı Alexander Bychkov bu iş için bizzat Türkiye’ye geldi. Enerji Bakanlığı Müsteşarı Metin Kilci ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Başkanı Zafer Alper’le buluştu. Ve çalışmayı elden verdi.
Bir defa Akkuyu’nun istisnai olan yanı, daha önce hiç denenmemiş bir modelle kuruluyor oluşu. Nedir o? Proje, Rusya ve Türkiye arasında imzalanan ikili bir anlaşmayla Rusların devlet nükleer şirketi Rosatom’a verildi. Onlar da yap-mülk edin-işlet (BOO) sistemiyle işe girişti. Böylece, nükleer enerjide en önemli kontrol mekanizması sayılan “kurumsal savunma” baştan çöktü. Çünkü parayı koyan da, inşaatı yapacak olan da, işletecek olan da Ruslar olduğundan arada denetim sağlayacak hiçbir devir-teslim süreci kalmadı. Bunun politik handikapları ayrı. Çünkü işin fizibiltesi yapılmadı, tamamen siyasi bir kararla başlandı ve dolayısıyla da her şey Putin’in iki dudağının arasına bırakıldı. Ankara’da ne yaptığını gördünüz. Tek bir sözüyle Güney Akımı projesini iptal etti. Ama politik açıklar bir yana rapor teknik açıklara odaklandı.


Yazının Devamını Oku

İran sorunu neden çözülmeli

30 Kasım 2014
İRAN’la Batı arasında yürütülen Tahran’ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin uzatılması ne anlama geliyor?

1 Temmuz 2015 dediler ama sonra 2016 Martı’nda İran’daki kritik Uzmanlar Asamblesi seçimi takvime girecek. Daha önce de anlatmaya çalıştığım gibi iş Obama’nın 2017 Ocak’ta görev süresi doluncaya kadar muhtemelen böyle böyle uzayacak. Türkiye ve PKK arasında 2008 Eylül Oslo’da başlayıp, ara olsa bile yıllardır süren görüşmeler gibi düşünün. İkisi de 30 yılı aşkındır devam eden derin düşmanlıklar bunlar. Tarafların kendi kamuoyularını da buna hazırlamaları gerektiğinden başka türlü bir geçiş olması mümkün değil. Peki neden çözülmeli bu iş? Neden İran’ın yeniden sisteme entegre olması lazım?


*


1) NÜKLEER YARIŞ: Evet, harcanan milyarlarca dolara ve dünyadan izole edilme pahasına İranlıların egemenlik hakkı olarak görüp inatla sürdükleri bir iş bu nükleer program. Ancak aynı zamanda, nükleer silaha erişmek için dizayn edildiği açık, uluslararası anlaşmaları da ihlal eden bir proje bu. Eğer İran uzlaşmaz ve bu işi devam ettirirse, bunun bölgede yaratacağı sonuç, kaçınılmaz olarak diğer ülkelerin de benzer bir yola girmesi ve Ortadoğu’nun bir nükleer silahlanma yarışına sahne olmasıdır. 2009-2013 arası Başkan Obama’nın bir numaralı nükleer danışmanı olan Gary Samore’la konuştum. Sadece Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri değil Türkiye’nin de bu yarışa hazır olduğunu söyleyip aynen şöyle dedi: “Eğer İran nükleer silaha sahip olursa, Türkiye, İran’ı dengeleme baskısı hissedecektir. Sadece Ankara İran’ı bir askeri tehdit olarak gördüğü için değil, bölgesel hâkimiyet için Türkiye ve İran arasındaki rekabet nedeniyle.” İşte Ortadoğu gibi irrasyonel rejimlerin kurulu olduğu bir yerde bu kıyamet senaryosunun gerçekleşmemesi için İran işi çözülmeli.


*


Yazının Devamını Oku

Ricciardone haberi ve Biden gezisi

23 Kasım 2014
SİZ de sıkılmadınız mı? Türk-Amerikan ilişkilerinde Suriye meselesi yüzünden son yılların en büyük gerginliği yaşanıyorken Amerikalı ve Türk yetkililerin gerilimi dışarı yansıtmama çabasından...

Hiçbir şey yokmuş gibi davranmalarından... Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın herkesin ortasında IŞİD’in Türkiye gibi müttefikler yüzünden doğduğunu, bölgeye giden yabancı savaşçılardan Türklerin de pişman olduklarını söyleyip sonra özür dilemesinden... Sonra “Özür dilemedim” demesinden. En sonunda da bunlar yüzünden gazetecileri suçlamasından. Size de artık fenalık basmadı mı?
Sadece Biden’ın hafta sonu İstanbul’da yaptığı toplantılarda dışarıya sunulan hava nedeniyle söylemiyorum bunu. Benzer bir durumu Temmuz’da görev süresi bitince emekli olan ve Atlantic Council’de yeni bir işe başlayan, her zaman saygı duyduğum eski ABD Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone ile de yaşadım bu hafta. Ve bu dışarı toz pembe görüntü sunma görevinin sadece Yönetim’de çalışanlara has bir tavır olmadığını anladım da, o yüzden söylüyorum.


*


BIDEN’ın İstanbul görüşmeleri elbette aynı zamanda bir protokole bağlıydı. Ve 60 yılı aşkındır müttefik olan iki ülke arasındaki ilişkilerden bahsederken dışarıya bu olumlu imajın sunulması da elbette şaşırtıcı değildi. Ama ben iki tarafın üst düzey isimlerinin beyanatlarıyla oluşan tartışmalarda her seferinde gazetecilerin suçlanmasının artık kabul edilemez bir noktaya ulaştığını düşünüyorum.
Ricciardone meselesi de benzer bir biçimde, 14 Kasım 2014’te Hürriyet’te çıkan, benim hazırladığım “Yurtta stres cihanda stres” başlıklı bir haberden doğdu. Hikâye, Ricciardone’nin 12 Kasım akşamı Washington’daki Türk Büyükelçiliği’nde düzenlenen “Atatürk’ün Türk-Amerikan ilişkilerindeki mirası” başlıklı bir panelde yaptığı konuşmaya dairdi. Ve 46 dakika süren, bunun en az yarısında da Ricciardone’nin konuştuğu, Türk-Amerikan ilişkilerine değindiği panelde, eski büyükelçi o akşam iki müttefik ülke arasında işbirliğine ne kadar ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan sözler söyledi. Fakat dürüst bir biçimde Suriye’nin ilişkilerde yarattığı sorunlara da değinerek “Bazı farklılıklarımız var, sistemde epey bir gürültü var. Ama şu anda yaşanan kriz, spesifik olarak Suriye’yi kast ediyorum, bizi ayrı düşüren bir noktada olabilir, ki kamuoyu açıklamalarını karşılıklı öfkeye de sürüklüyor. Ama aynı zamanda bu, Türkler ve Amerikalıları işbirliğine de yöneltiyor” dedi. Ben de bunları aynen yazdım. Ancak o gün bir söz daha etti Ricciardone. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözüne atfen, “Yurtta stres cihanda stres” dedi. Ve ben de konuşmanın en çarpıcı yerini, elbette haberde kullandım. Eskiden de durumun stresli olduğunu, şimdi de yurtta ve dünyada stresin bulunduğunu ve stresli zamanların da ortaklıkları test ettiğini söylediği bir bölüm. Bu sözüyle Türk Hükümeti’ni suçladığına dair en ufak bir yorum bulunmuyordu haberde. Nitekim Ricciardone’nin “Türkiye ve Amerikalıların ortak değerler paylaştığına inandığına”, “durumun iki ülkeyi işbirliğine yönelttiğine”, “iki taraf arasında üst düzey iştişarelerin devam ettiğine” ilişkin sözleri ve Suriye’deki yabancı savaşçılar konusunda, “Türkler reddetmediler, işbirliğinden uzak durmadılar” dediği de yine aynı haberde belirtiliyordu. Özetle, konuşmanın bütün önemli unsurlarını aktarmıştım. Haberimle ilgili tereddütü olanlar, YouTube’a girip konuşmayı dinleyebilirler.


Yazının Devamını Oku

Biden niye geliyor?

16 Kasım 2014
AMERİKAN Başkan Yardımcısı Joe Biden bu hafta Türkiye’ye neden geliyor?

Evet, iki müttefik arasında bir Harvard skandalı yaşanmıştı. 2 Ekim konuşmasında Türkiye’nin IŞİD türü radikal örgütlerle ilişkisine değinip Suriye’ye Türkiye üzerinden giden yabancı savaşçılar yüzünden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da pişmanlık hissettiğini söyleyince, bu sözleri yüzünden Erdoğan’dan özür dilediği açıklanmıştı, tamam. Gerçi iki hafta önce de “Ben asla özür dilemedim” diyerek işi uzatmıştı, ama o konu kapanmamış mıydı? Ya da Amerikalıların IŞİD’e karşı yürüttükleri savaşta İncirlik Üssü’nü kullanma arzusu. E Türkler, “Suriye’de uçuşa yasak bölge olmazsa olmaz” diyerek o konuyu da sonlandırmadı mı? Ya da Kıbrıs deseniz… Orada da yeniden başlayan, Washington’ın Şubat ayında alayıvala ile övdüğü müzakereler yine çöktü. Ne diyecek Biden, Erdoğan’a? Hakikaten niye geliyor?

*

PLANLIYORLAR. Biden gelmeden önce Amerikan Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey dün önce Bağdat’a gitti. Sonra da sürpriz bir biçimde Mesud Barzani ile görüşmek için Erbil’e geçti. İran’ın istihbarat şefi Kasım Süleymani uzun süredir Irak’taki Peşmegelerle cepheden fotoğraflar çektirip yayınlıyor ya. Amerikalılar da indi sahaya.
Ama asıl önemlisi, Biden’ın Türklerle yapacağı görüşmelerde muhtemelen Başkan Yardımcısı’nın dosyasına opsiyonlar da ekledi. Ve bana bilgi veren kaynaklara göre Türkiye ile ABD arasında imzalanan bir mutabakat muhtırası sonucu Ekim 2011’de İncirlik’e konuşlandırılan dört insansız hava aracı için “İncirlik olmazsa neresi olur” sorusuna da Erbil’de bir alternatif aradı. Bu konu işin Türklerle yürütülecek müzakerelerde el güçlendirici boyutu. Ama bir de hafta içi CNN’in yazdığı bir haberle patlayan, Obama Yönetimi’nin Suriye’de stratejisini Esad Rejimi’ni de hedef alacak şekilde genişleteceği söylentileri var. Suriye’de Türkiye’nin istediği güvenli bölgelerin kurulacağı lafları. Bunların anlamı ne?

Yazının Devamını Oku

İran sürecinden mutsuzlar kulübü ve Türkiye

9 Kasım 2014
NE diyordu Başbakan Ahmet Davutoğlu?

Suriye politikasını savunurken Türkiye’nin tarihin doğru tarafında yer aldığını, değil mi? Metot olarak konuyu ele alma şeklini doğru kabul edip Türkiye’nin aslında tam tersi bir noktada kendini konumlandırdığını göstermeye çalışacağım.
Hafta içi haberi ilk Wall Street Journal duyurdu. Ve Başkan Obama’nın İran dini lideri Ali Hamaney’e geçen ay gizli bir mektup daha yolladığını yazdı. Hamaney’in Obama’ya cevap verip vermediğini bilmiyoruz. Ama üst düzey bir Amerikan yetkilisinin New York Times’a verdiği bilgiye göre Obama mektupta Hamaney’e şunu söyledi: “Biz orada (Irak ve Suriye) sadece IŞİD’le savaşmak için varız ve siz de bizim bunu yapmamıza izin vermelisiniz. Çünkü bu size de yardım edecek.”
Ve Wall Street Journal’a konuşan başka bir yetkiliye göre de mektup, Washington’ın IŞİD’e yönelik hedeflerinin altını çizerken aynı zamanda yaklaşan 24 Kasım tarihine vurgu yaptı. Bir sene önce İran ve Batı ülkeleri arasında İran’ın nükleer programı için başlayan müzakerelerde altı aylık bir uzatmadan sonra belirlenen son tarih. Çünkü Obama, Hamaney’e IŞİD’le mücadele için işbirliği önerirken bunun 24 Kasım’da oluşacak sonuca bağlı olduğunu da açıkça belirtiyordu.

*

ABD ve İran arasında tarihi bir detant (yumuşama) fırsatı da sunan bu müzakerelerin nasıl sonuçlanacağını şu anda kimse bilmiyor. Örneğin Georgetown Üniversitesi’nden Karim Sadjadpour’a bunu sorduğumda, üç seçeneğin de halen geçerli olduğunu söyledi. Ya çözüm ya başarısızlık ya da yine uzatma. Ancak Sadjadpour’a göre muhtemelen üçüncü seçenek gerçekleşecek ve bütün bölge dengeleri de buna göre yeniden şekillenecek. Çünkü Sadjadpour’un ifadeylesiyle İran ve ABD arasındaki bu “yönetilmiş karar vermeme hali” (managed irresolution), hem İran’ın (nükleer) bombaya ulaşmasını engellemek isteyen ama hem de İran’ı bombalamaktan kaçınan Obama için çıkış yolu olacak. Ve herkes bu en gerçekçi sonuca razı olacak. Ne kadar? Obama’nın 2017 Ocak’ta Beyaz Saray’daki görevi sona erene kadar. Yani sonuna kadar. İşte Türkiye’nin tercihlerinin isabet derecesi, Sadjadpour’un işaret ettiği sonucun yaratacağı yeni dengelerde ortaya çıkacak.

Yazının Devamını Oku

Topal ördek ve Türkiye

2 Kasım 2014
SALI günü gireceğiniz son ara seçimden önce, politikalarınız en nihayet sonuç vermeye başlamış.

Ülkenin işsizlik oranı yüzde 5.9’la ilk defa kriz öncesi (Temmuz 2008) seviyeye gerilemiş. Heyhat sizin dünyaya efelenmenizi isteyen, sağlık reformu gibi sosyal politikalarınıza katlanamayan Amerika’nın tutucularına yine de yaranamamışsınız. Bu yüzden 2010’daki ara seçimde yitirdiğiniz Temsilciler Meclisi’nden sonra Senato’yu da kaybediyorsunuz. Ve topal ördek denilen, başkanlığınızın son iki yılına Kongre desteği olmadan başlıyorsunuz. İşte anketlere göre bu hafta Amerika’da yapılacak kritik ara seçimin sinopsisi.
ABD Başkanı Barack Obama’nın partisi Demokratların, Senato’daki çoğunluğu kaybetmesinin iç politikadaki sonuçları ağır olacak elbette. Ve Yönetimin en sona bıraktığı iklim değişikliği yasası, göçmen reformu gibi işler rafa kalkacak. Beyaz Saray, Kongre’den istediği türde yasa çıkartamayacak, ağır tavizler verecek. Ancak bunların dışında işin bir de dış politikaya yansıması olacak ki, bu da Türkiye ve bölgeyi doğrudan ilgilendirecek.


*


HAFTA içi Obama’nın danışmanlarından Ben Rhodes’un Ocak ayında kapalı bir toplantıda yaptığı konuşmanın ses kaydı sızınca artık iyice netleşti. İran’ın nükleer programı için Tahran’la yürütülen müzakerelerden bahsediyor Rhodes ve diyor ki: “Bu, dış politika konusunda Başkan Obama’nın ikinci döneminde yapacağı muhtemelen en büyük şey olacak.” İran’la detantı (yumuşama) başaran ABD Başkanı.
Tahran Yönetimi ile başlayan görüşmelerde 24 Kasım’da müzakere süresi sona erecek. Ve nihai bir anlaşma sağlanamadan, muhtemelen yeniden ilave bir süre belirlenecek. Ancak Obama, her zaman İsrail yanlısı tutumuyla öne çıkan Kongre’nin Cumhuriyetçi liderleriyle işte son iki yıl bu müzakereler yüzünden çok büyük bir kavga verecek. Çünkü müzakereler sürerken İran’a söz verdiği yaptırım yumuşatma işini Kongre’den onay alamayacağı için kararnameyle halletmeye çalışacak. Kongre de, ilave yaptırım tasarıları kabul ederek, Obama’nın veto edeceğini bile bile o kararnameler yüzünden işi Beyaz Saray’ın burnundan getirecek. Peki Kongre’nin Cumhuriyetçileri, bu konuda doğal müttefik İsrail dışında bölgede kendine yakın duran kimi bulacak? Bir süredir her fırsatta İran’a yüklenen Erdoğan’ın Türkiyesi’ni.

*

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın yüksek riskli oyun planı

26 Ekim 2014
ÖNCE Amerikalılar tespit etti.

Ve Tahran Yönetimi’nin uluslararası anlaşmaları ihlal eden nükleer programına malzeme temin ettiği belirlenen İran uyruklu Hüseyin Tanideh, 21 Temmuz 2012’de Amerikan Hükümeti’nin karalistesine alındı.
Tanideh’in bu malzemelerin bir kısmını Almanya’dan satın aldığı anlaşılınca, devreye Almanlar girdi. Ve 6 Ağustos 2012’de Tanideh için Berlin de bir dosya açtı. Alman savcılar, Silah Kontrolü Yasası’na muhalefetten İranlı için yakalama kararı çıkarttı.
Bunun üzerine üçüncü aşamada Interpol harekete geçti. Ve Türk polisiyle ortak yürütülen bir baskın sonucu, Tanideh, 19 Ocak 2013’te Türkiye’de yakalandı. Baskından sonra Tanideh’in hepsi kendisi gibi Tahran’da ikâmet eden dört kişiyle birlikte 31 Mart 2010’da İstanbul’da kurduğu “IDI İnşaat Sanayi ve Dış Ticaret Ltd.” şirketinde aramalar yapıldı. Ve Tanideh’in başka bir ortağıyla birlikte Almanya ve Hindistan’dan satın aldığı nükleer malzemeleri musluk ve su tesisatı gibi gösterip İran’da kurulu, uluslararası ambargo altındaki şirketlere gönderdiği tespit edildi. Buna göre Tanideh, Almanya’dan 91, Hindistan’dan 856, toplam 947 nükleer özellikli maddeyi 11 ayrı seferle Türkiye üzerinden İran’a ulaştırmıştı.
Ama sonra artık ne olduysa... Türkiye, Interpol’ün arama kararıyla yakaladığı Tanideh’i ilk aşamada Almanya’ya iade etmedi. Onun yerine, Mart 2013’de Tanideh’e Türk yasaları uyarınca ayrı bir dava açtı. Sonra mı? Benim kaynaklarımın verdiği bilgiye göre, Türkiye Mart 2014 itibarıyla Almanya’nın Tanideh için iade talebini sonuçlandırdı. Ve Tanideh, o sırada Başbakanlık görevinde bulunan Tayyip Erdoğan’ın da bilgisi dahilinde olduğu öne sürülen bir karar sonucu Almanya’ya iade edilmedi. Mayıs 2014’te de tutulduğu cezaevinden serbest bırakıldı.
Peki Tanideh’e yönelik suçlamalarda bir değişiklik var mı? ABD Hazine Bakanlığı’na hafta içi yazılı olarak sordum. Sözcü Hagar Chemali yazılı yanıt verdi: “Bu kişinin SDN listesinde (kara liste) kaldığını teyit edebilirim.”
Bunu neden anlattım? Danimarkalı bir yazara Şubat 2013’te silahlı saldırıda bulunduğu gerekçesiyle tıpkı Tanideh’inki gibi bir prosedür sonucu Türkiye’de gözaltına alınan... Ve sonra yine Tanideh gibi Danimarka’nın Türkiye’den iadesini istediği Basil Hassan’ın (27) Danimarka’ya iade edilmeyip tutulduğu cezaevinden serbest bırakıldığı ortaya çıktı ya. Bu tür vakalar Türkiye için artık istisna olmaktan çıktı, bilmeniz için.

Yazının Devamını Oku

10 soruda Kobani silahları

21 Ekim 2014
ABD ve Türkiye arasındaki diplomatik satranç

1) ABD Suriye’deki Kürtlere silah desteği sağlanacağını Türkiye’ye önceden haber verdi mi?

Evet. Amerikan Yönetimi, konuyu Ankara'ya üst düzeyde ilk kez 17 Ekim 2014, Cuma günü açtı. O gün Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu aradı. Ve Amerikan Dışişleri Sözcüsü Marie Harf’ın pazartesi günkü basın toplantısında verdiği bilgilere göre, görüşmede Çavuşoğlu’na Kobani’de IŞİD’le çarpışan Kürt gruplara silah yardımı yapılması konusunu iletti. Harf, “Kobani’nin içinde, çevresinde IŞİD’i uzak tutan bu savaşçıları desteklemek için bu hava yardımlarının önemli olduğuna inandığımızı (Türklere) net bir şekilde ilettik” dedi. Kerry ve Çavuşoğlu arasında geçen o konuşmaya dair en kritik detayı ise pazartesi günü Endonezya Cumhurbaşkanlığına seçilen Joko Widodo’nun yemin törenine katılmak için Cakarta’da bulunan ve o sırada gazetecilere konuşan Kerry bizzat açıkladı: “Bizim net bir şekilde söylediğimiz şuydu: Bunu (IŞİD’e karşı savaşı) devam ettirecek olan Peşmerge ya da diğer grupları oraya (Kobani) vardırmamıza yardım edin, biz de bunu (silah yardımı) yapmak zorunda kalmayalım.”

2) Demek Washington Ankara'ya seçenekler sunmuştu. O zaman Türkiye silah yardımını nasıl kabullendi?

Yazının Devamını Oku