Sadece Kürt siyasetini değil, hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın o herkesi şaşırtan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yönelik “Uygun bulmuyorum” çıkışını da bu dört tarih çerçevesinde ele almak gerektiğine inanıyorum.
*
31 MART 2015: Obama’nın 2012’de ikinci kez başkan seçilmesinin ardından İranlılarla 1 Mart 2013’te Umman’da gizlice başlattığı görüşmelerin gelip dayandığı en önemli dönemeçlerden biri.
Gerçi İran’ın nükleer programı için yürütülen müzakerelerin geçen Kasım uzatılmasına karar verildiğinde de hava böyleydi.
Doğan Kitap’ın yayın direktörü sevgili Deniz Yüce Başarır’dan bir kitap yazma teklifi aldığımda işin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim doğrusu.
Çerçeveyi oturtmak, elimdeki bilgileri nasıl bir bütün haline getireceğime karar vermek o kadar zamanımı aldı ki.
Üstüne üstlük Türkiye’nin ve bölgenin gündemi o kadar yoğundu ki... Yayıneviyle 2013 yazında konuştuk ilk.
Ve benim işi teslim etmem tam bir yıl sarktı. O yüzden Doğan Kitap’taki herkese gösterdikleri sabırdan dolayı teşekkür ediyorum.
Citibank’tekine portföy yatırımcıları. Merrill Lynch ise piyasaya yön veren kritik oyuncuları çağırmıştı. Mesela sadece Citibank konuşmasında içeride olanlara bakınca, AIG’den BlackRock’a, J.P Morgan’dan Prudential’a masanın çevresinde oturanların yönettikleri para 9 trilyon doları aşıyor.
Peki sonuç? Hükümet “İyi geçti” diyor. Ama ben toplantıya katılan tek bir finans temsilcisinden bile “Evet, güven verdiler” diye bir söz duymadım. Doğrulayamadım. “Güven verebildiler mi” diye açık açık yazdım, ama “Evet” diye cevap veren biri yok bende.
Evet doğru, Türkiye’de doların yükselişinin küresel sebepleri var. Örneğin, son üç ayda Türk lirası dolar karşısında yüzde 15.43 erirken, Brezilya reali yüzde 16.07, Rus Rublesi de yüzde 15.76 değer yitirdi. TL/Euro dengesini kontrol ettiğinizde de dolar fırlarken sene başından beri TL’nin Euro karşısındaki değer kaybının yüzde 1’in altında olduğunu görüyorsunuz.
Yani yeni bir dolar krallığı başlıyor ve doların zıplaması onunla ilgili. Ama TL’nin dolar karşısında eridiği aynı son 3 aylık dönemde ekonomilerini birçok açıdan Türkiye’ninki ile karşılaştırabileceğiniz ülkeleri de teker teker inceledim. Lira çakılırken, Meksika’nın para birimi peso dolar karşısında sadece yüzde 5.78, Güney Afrika randı yüzde 4.04, Hindistan ruplesi ise yüzde 0.93 düşmüş.
Peki nedir bu? Evet dolar yükseliyor ama bundan en çok zarar görenler, makro ekonomik dengelerinde açıklar olan, uluslararası siyaseten sıkışmış ülkeler. Goldman Sach’teki toplantıda bir katılımcı o yüzden sordu Başbakan Davutoğlu’na. “Hükümeti siz mi yönetiyorsunuz Erdoğan mı” diyerek kimin riskini hesaplaması gerektiğini o yüzden anlamaya çalıştı. Ve ben yine katılımcıların birinden bile Davutoğlu’nun yönetiminin Türkiye’nin siyasi risklerini azaltacak bir güce sahip olduğu izlenimi edindiğini duymadım.
Hatta tam tersi. Goldman Sachs’e davet edilen ama toplantıya gitmeyen bir yatırımcıyla konuştum. “Neden gitmediniz” dedim. “Cumhurbaşkanı Erdoğan olsaydı giderdim” dedi. New York riskin nereden kaynaklandığına çoktan karar vermişti. Ve Davutoğlu’nun ziyaretiyle ipin kimde olduğunu teyit etmiş oldu.
19 Şubat’ta Pentagon’daki bir odada üst düzey bir CENTCOM yetkilisinin telekonferans yoluyla IŞİD’le savaş hakkında bilgi vereceğini duyurdu. Ve bölgede bulunan komutan, IŞİD’in geçen Haziran ele geçirdiği Musul’u geri almak için büyük bir harekâtın başlamak üzere olduğunu toplantıya katılanlara açık açık anlattı. Öyle detaylar verdi ki:
Musul’da şu anda 1000-2000 IŞİD savaşçısı olduğunu düşünüyoruz.
Kenti geri almak için uzun süredir beklenen savaş, muhtemelen nisan ya da mayıs’ta başlayacak. Sıcaklar ve bu sene Haziran’a (Diyanet takvimine göre ilk gün 18 Haziran) denk gelen Ramazan başlamadan.
Harekâta 25 bine yakın Iraklı ve Kürt asker katılacak. Muharip görev üstlenecek, 10 bin kişilik beş Irak tugayı güneyden saldıracak. Ona üç Irak tugayı arkadan destek verecek. Üç Kürt peşmerge birliği de kuzeyden çevreleme yapacak.
*
1.5 milyar dolarlık bir araştırma bütçesi var diyelim. Amerikan ilaç firması bu harcamayı yapıyor. Üstüne de 300 milyon dolar lisans ve tanıtım için ekliyor. Sonra bu paranın büyük bölümünü, ilacının tanıtımını yapmaları için doktorlara ödemeye başlıyor. Mesela araştırmacı gazetecilik örgütü ProPublica, kan pıhtılaşmasını önleyen ilaçlar için üretici firmaların sadece 2013’ün ikinci yarısında doktorlar ve hastanelere yaklaşık 20 milyon dolar para akıttığını ortaya çıkardı. Yine doktorların ilaç üreticileriyle kurdukları ilişkiyi incelemek için kurulan Open Payments web sitesi de Detroit’te bir doktor tespit etti. Bu acil servis doktorunun ilaç tanıtımından beş ayda 75 bin dolar kazandığını belirledi.
*
PARALARI alıyorlar. Siz kimden para aldığını bilmiyorsunuz. Ve hastalığınız için size verdiği reçetede yazılı ilacın da, o doktorun anlaşma yaptığı firmanın ürünü olduğundan haberiniz olmuyor. İşte Amerika’da ilaç üreticilerine doktorlar ve hastanelerle kurdukları maddi ilişkiyi açıklama zorunluluğu getirilmesi kararının altında da bu neden yatıyor. İnsanların hayatını doğrudan etkileyen bir konuda şeffaflaşma zorunluluğu. Hatta öyle ki, değil doğrudan ödeme, ilaç firmaları doktorları yemeğe götürdüklerinde bile artık Amerikan Hükümeti’ne bunu beyan etmek zorundalar. 10 doları aşan her harcamayı kayda almak durumundalar.
*
Nerede koptu iş diye geriye dönüp bakınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Obama arasındaki en son temas 19 Ekim 2014’teydi. Amerikalılar IŞİD kuşatmasındaki Kobani’de Kürt kuvvetlerine havadan silah yardımı yapmaya karar vermişti. Obama, operasyonu haber vermek için Erdoğan’ı aradı. Ve Cumhurbaşkanı bu fikre karşı çıksa da ertesi gün silah balyaları uçaklardan bırakıldı.
İki ülke arasında sonraki en üst düzey temas 21 Kasım’da başlayan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın İstanbul ziyaretiydi gerçi. Ama şimdiye kadar herhangi bir somut sonucu ortaya çıkmamış o gezinin de neden yapıldığı halen anlaşılmadı. Dolayısıyla Obama-Erdoğan hattı kapandı. 2009’dan beri iki tarafın da üzerine titrediği iki lider arasındaki ilişki dondu. Dahası, Kobani öyküsünden sonra Erdoğan’ın belirlediği yeni çizgiyle, uzun süre Türk-Amerikan ilişkilerinin de taşıyıcısı görevi üstlenen bu bağ, bir kopuşa dönüşmeye başladı.
*
PEKİ niye “yeni Erdoğan”? Birincisi “yeni Erdoğan” çünkü Cumhurbaşkanı, bu haftaki Meksika ziyaretinde de görüldüğü gibi başbakanlığı döneminde hiçbir zaman rastlanmamış bir biçimde artık hemen her olayda Obama’yı ağır sözlerle doğrudan hedef alır oldu. Daha öncekileri bir kenara bırakıyorum. North Carolina’da salı günü üç Müslüman gencin komşuları tarafından katledilmesi olayını, 2 Şubat’ta 88 Amerikalı Kongre Üyesi’nin (hepsi milletvekili senatör yok) Dışişleri Bakanı John Kerry’ye yolladığı, Türkiye’de Gülen’le bağlantılı gazetecilere yönelik gözaltılara ilişkin mektupla ilişkilendirdiği konuşmayı okudunuz mu? Matias Romero Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi Erdoğan: “Sayın Obama niye susuyorsun, Biden niye susuyorsun, Kerry niye susuyorsun? Ama Türkiye ile ilgili sana 80 tane kiralık kişi buluyorlar, bir mektup gönderiyorlar, Türkiye’nin aleyhine kalkıp orada kampanya yürütüyorsunuz.”
Dedi ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan: “En iyi demokrasi ABD’de diyorlar. En ileri ekonomi ABD’de diyorlar. ABD Başkanlık sistemiyle buraya geldi.”
Hayır, parlamenter sistemle değil de başkanlıkla yönetildiği için bu noktaya gelmedi ABD. Yönetimdeki kuvvetler ayrılığı, güçlü bir yargı ve yöneticiler için konulan hesap verilebilirlik kuralıyla geldi. Yani Türkiye’de olmayan ve asıl üzerinde durulması gereken ilkelerle yükseldi. Örnek bir vaka üzerinden aktarmaya çalışacağım.
*
NEW York Eyaleti’nin tartışmasız en güçlü politikacısıydı Sheldon Silver (70). İlk seçildiği 1976’dan beri New York Eyalet Kongresi Üyesi’ydi. Üst üste 20 kere seçim kazanmıştı. 38 yıldır kesintiz görev yapıyordu. Son 21 yıldır da Meclisin başkanlığını yürütüyordu. Beş eyalet valisi eskitmişti. Ve Demokratların kalesi New York’ta, en kuvvetli Demokrat Partili olduğu tescillenmişti.
Ama kuraldır. Güç yozlaştırır. Hele mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Hakkında iddialar oluştu. Gücünü suiistimal ettiği, makamını kullanarak haksız menfaat elde ettiği suçlamaları gündeme geldi. Ve Erdoğan’ın da imrendiği Amerika’daki sistemin çarkları birden bire Silver için dönmeye başladı. Hakkında soruşturma açıldı.
Ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar’ın bu hafta Amerikalı mevkidaşı Orgeneral Ray Odierno’nun davetlisi olarak Washington’a gelip 2003’te Türk askerlerinin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesinin sorumlusu olduğu iddia edilen Odierno tarafından bir liyakat nişanıyla ödüllendirilmesi ağır biçimde eleştirildi. Hikâyenin perde arkasını aktarmaya çalışacağım.
*
TÜRK tarafı gezinin tartışma yaratacağını biliyordu. O yüzden de başından itibaren gazetecilerden uzak durdular. Hatta Amerikalılara da aynısını yapmalarını tembih ettiler. Örneğin Akar’ın Washington’a bir ziyaret düzenleyeceğini, kaynaklarımdan ilk kez 4 Aralık 2014’te öğrendim. Buna göre Akar’ın kente ay sonuna doğru gelmesi bekleniyordu. Ve Akar’ı davet eden Odierno’nun da, ziyaretten önce bir grup gazeteciyle buluşup bilgi vermesi planlanıyordu. Ancak sonra devreye Türklerin kaygıları girdi. Ve o toplantıyla ilgili hiçbir gelişme olmadı. Ayrıca artık ne olduysa Akar’ın beklenen ziyareti de Aralık’ta gerçekleşmedi. En nihayet geçen hafta program oluştu. İlk bilgileri aldım. Ve teyit için Türk tarafıyla temas kurduğumda tam beklediğim gibi bir cevapla karşılaştım. Türkler, “Ziyareti ne teyit edebiliriz ne de inkâr edebiliriz” diyorlardı. Dört yıldızlı bir ziyaretten bahsediyorduk. Ve sanki Hulusi Akar kimseye görünmeden programını tamamlayıp dönmek istiyormuş gibi, Türkler geziyi gazetecilerden saklıyorlardı.
*