Paylaş
Hiçbir şey yokmuş gibi davranmalarından... Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın herkesin ortasında IŞİD’in Türkiye gibi müttefikler yüzünden doğduğunu, bölgeye giden yabancı savaşçılardan Türklerin de pişman olduklarını söyleyip sonra özür dilemesinden... Sonra “Özür dilemedim” demesinden. En sonunda da bunlar yüzünden gazetecileri suçlamasından. Size de artık fenalık basmadı mı?
Sadece Biden’ın hafta sonu İstanbul’da yaptığı toplantılarda dışarıya sunulan hava nedeniyle söylemiyorum bunu. Benzer bir durumu Temmuz’da görev süresi bitince emekli olan ve Atlantic Council’de yeni bir işe başlayan, her zaman saygı duyduğum eski ABD Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone ile de yaşadım bu hafta. Ve bu dışarı toz pembe görüntü sunma görevinin sadece Yönetim’de çalışanlara has bir tavır olmadığını anladım da, o yüzden söylüyorum.
*
BIDEN’ın İstanbul görüşmeleri elbette aynı zamanda bir protokole bağlıydı. Ve 60 yılı aşkındır müttefik olan iki ülke arasındaki ilişkilerden bahsederken dışarıya bu olumlu imajın sunulması da elbette şaşırtıcı değildi. Ama ben iki tarafın üst düzey isimlerinin beyanatlarıyla oluşan tartışmalarda her seferinde gazetecilerin suçlanmasının artık kabul edilemez bir noktaya ulaştığını düşünüyorum.
Ricciardone meselesi de benzer bir biçimde, 14 Kasım 2014’te Hürriyet’te çıkan, benim hazırladığım “Yurtta stres cihanda stres” başlıklı bir haberden doğdu. Hikâye, Ricciardone’nin 12 Kasım akşamı Washington’daki Türk Büyükelçiliği’nde düzenlenen “Atatürk’ün Türk-Amerikan ilişkilerindeki mirası” başlıklı bir panelde yaptığı konuşmaya dairdi. Ve 46 dakika süren, bunun en az yarısında da Ricciardone’nin konuştuğu, Türk-Amerikan ilişkilerine değindiği panelde, eski büyükelçi o akşam iki müttefik ülke arasında işbirliğine ne kadar ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan sözler söyledi. Fakat dürüst bir biçimde Suriye’nin ilişkilerde yarattığı sorunlara da değinerek “Bazı farklılıklarımız var, sistemde epey bir gürültü var. Ama şu anda yaşanan kriz, spesifik olarak Suriye’yi kast ediyorum, bizi ayrı düşüren bir noktada olabilir, ki kamuoyu açıklamalarını karşılıklı öfkeye de sürüklüyor. Ama aynı zamanda bu, Türkler ve Amerikalıları işbirliğine de yöneltiyor” dedi. Ben de bunları aynen yazdım. Ancak o gün bir söz daha etti Ricciardone. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözüne atfen, “Yurtta stres cihanda stres” dedi. Ve ben de konuşmanın en çarpıcı yerini, elbette haberde kullandım. Eskiden de durumun stresli olduğunu, şimdi de yurtta ve dünyada stresin bulunduğunu ve stresli zamanların da ortaklıkları test ettiğini söylediği bir bölüm. Bu sözüyle Türk Hükümeti’ni suçladığına dair en ufak bir yorum bulunmuyordu haberde. Nitekim Ricciardone’nin “Türkiye ve Amerikalıların ortak değerler paylaştığına inandığına”, “durumun iki ülkeyi işbirliğine yönelttiğine”, “iki taraf arasında üst düzey iştişarelerin devam ettiğine” ilişkin sözleri ve Suriye’deki yabancı savaşçılar konusunda, “Türkler reddetmediler, işbirliğinden uzak durmadılar” dediği de yine aynı haberde belirtiliyordu. Özetle, konuşmanın bütün önemli unsurlarını aktarmıştım. Haberimle ilgili tereddütü olanlar, YouTube’a girip konuşmayı dinleyebilirler.
*
İŞTE sorun, buna rağmen, dün Sabah Gazetesi’nde Ricciardone’nin o haberi suçlayan ve sözlerinin Hürriyet tarafından yanlış bir şekilde yorumlanıp çarpıtıldığını belirten açıklamasını okumamla ortaya çıktı. Bunun üzerine kendisine hemen bir mesaj atıp Sabah’taki haberin doğru olup olmadığını, sözlerini çarpıttığıma inanıp inanmadığını sordum. Kendisinden izin almadığım için yolladığı cevabı yayınlayamıyorum. Ama özetle, bana yolladığı yanıtta söz konusu haberden dolayı Hürriyet’i yalanlamadığını söyleyebilirim. Sabah Gazetesi’nin haberine ilişkin yaptığı yorumlara ise hiç girmiyorum. Ancak benim hazırladığım habere ilişkin ise ben sanki Ricciardone’nin 12 Kasım’daki sözleriyle Türk Hükümeti’ni suçladığını iddia etmişim gibi, “Ben şimdiki Türk Yönetimi’ne sanki yurttaki ve dünyadaki stresten onlar sorumluymuş gibi bir eleştiri imasında bulunmuyordum” diyordu.
*
BU ilk değil ve de muhtemelen en son da olmayacak. Zira aynı şeyi bundan üç hafta önce Biden’ın da yaptığını düşünecek olursanız. CNN’e verdiği mülâkatta, “Ben ondan asla özür dilemedim” deyip Erdoğan’dan özür dilediği yönündeki resmi açıklamaları yalanlamasını ve sonra da “Onu aradım ve dedim ki: ‘Bak, yapılan haber söylediklerimi doğru aktarmıyordu” diyerek yine gazeteciyi suçlamasını... İşte eski Büyükelçi’nin Sabah’a söylediği sözleri okuduğumda, Biden’ın konuşmasını dünyaya ilk duyuran gazeteci olarak nasıl bir tehlike atlattığımı da bir kez daha fark ettim. Çünkü eğer Beyaz Saray’daki işlerini düzgün yapan profesyoneller de Biden’ın 2 Ekim’deki Harvard konuşmasına dair yazdığım haberin ardından tıpkı Biden ve Ricciardone gibi “Biz enayi miyiz, niye gazeteciyi suçlamıyoruz” diye düşünselerdi, durum benim için sanırım epey farklı olurdu. Dediğim gibi, sıkılmadınız mı? Amerikalı ve Türk yetkililerin hiçbir şey yokmuş gibi davranıp her seferinde gazetecileri suçlamaları artık kabak tadı vermedi mi?
Paylaş