Paylaş
1) ABD Suriye’deki Kürtlere silah desteği sağlanacağını Türkiye’ye önceden haber verdi mi?
Evet. Amerikan Yönetimi, konuyu Ankara'ya üst düzeyde ilk kez 17 Ekim 2014, Cuma günü açtı. O gün Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu aradı. Ve Amerikan Dışişleri Sözcüsü Marie Harf’ın pazartesi günkü basın toplantısında verdiği bilgilere göre, görüşmede Çavuşoğlu’na Kobani’de IŞİD’le çarpışan Kürt gruplara silah yardımı yapılması konusunu iletti. Harf, “Kobani’nin içinde, çevresinde IŞİD’i uzak tutan bu savaşçıları desteklemek için bu hava yardımlarının önemli olduğuna inandığımızı (Türklere) net bir şekilde ilettik” dedi. Kerry ve Çavuşoğlu arasında geçen o konuşmaya dair en kritik detayı ise pazartesi günü Endonezya Cumhurbaşkanlığına seçilen Joko Widodo’nun yemin törenine katılmak için Cakarta’da bulunan ve o sırada gazetecilere konuşan Kerry bizzat açıkladı: “Bizim net bir şekilde söylediğimiz şuydu: Bunu (IŞİD’e karşı savaşı) devam ettirecek olan Peşmerge ya da diğer grupları oraya (Kobani) vardırmamıza yardım edin, biz de bunu (silah yardımı) yapmak zorunda kalmayalım.”
2) Demek Washington Ankara'ya seçenekler sunmuştu. O zaman Türkiye silah yardımını nasıl kabullendi?
Tabii başta kabullenmedi. En azından Kerry’nin Çavuşoğlu ile yaptığı telefon görüşmesinden bir gün sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Afganistan dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalara baktığımızda, Ankara’nın bu fikre 18 Ekim cumartesi akşamı itibariyle büyük bir özgüvenle karşı çıktığını söylemek mümkün. Erdoğan, o gün aynen şunları söyledi: “PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür. Bir terör örgütüne kalkıp da bize dost olan NATO'da beraber olduğumuz Amerika'nın böyle bir desteği, açıktan açığa söyleyerek bizden 'evet' ifadesini, yaklaşımını beklemesi çok çok yanlış olur, böyle bir şeyi bizden beklemesi mümkün değil, böyle bir şeye de biz 'evet' diyemeyiz.”
3) O zaman Amerika bu silah yardımını Türkiye’ye rağmen mi yaptı?
Erdoğan’ın açıklamalarına göre öyle. Ancak Amerikalılar, böyle bir görüntü vermeme çabasını da sonuna kadar korudu. Kerry, 17 Ekim’de Çavuşoğlu’ndan istediği desteği alamayınca, ertesi gün bu sefer devreye Amerikan Başkanı girdi. Ve Obama, o görüşmede Erdoğan’a nazik bir biçimde, “Biz izin istemiyoruz, sadece yapacağımız şeyi haber veriyoruz” anlamına gelen bir konuşma yaptı. Beyaz Saray, 18 Ekim akşamı, Erdoğan’ın Afganistan uçağından inmesinden sonra yapılan telefon konuşmasına dair hazırladığı bildiride Kobani'ye silah yardımı konusuna değinmedi. Sadece “İki lider, IŞİD'e karşı işbirliğini güçlendirmek için yakın çalışmayı sürdürme konusunda mutabık kaldılar” demekle yetindi. Ancak havadan silah yardımı gerçekleştikten sonra pazar gecesi Washington’da gazetecilere konuyla ilgili bilgi veren üst düzey bir Amerikan yetkilisi, düzenlenen telekonferansta, “Başkan Obama dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuştu, bunu (havadan silah yardımı) yapma konusundaki niyetimizden ve bunun öneminden kendisini haberdar etti” diyerek silah yardımı konusunun telefon görüşmesinde geçtiğini açıkça ilan etti. Erdoğan’ın Obama ile görüşmesinden birkaç saat önce uçakta gazetecilere söylediği, “Böyle bir şeye biz 'evet' diyemeyiz” sözleri ise talihsiz bir zamanlamayla yapılmış bir açıklama olarak tarihteki yerini aldı.
4) Türklerin harekâtta bir rolü oldu mu?
Dışişleri Sözcüsü Marie Harf, “Bu bir ABD hava operasyonuydu” diyerek bu yöndeki iddiaları reddetti. Ancak "Ermeni Soykırımı" halısının Beyaz Saray’da sergileneceğinin duyurulması ve Türkiye’nin "terör örgütü" kabul ettiği PYD ile Amerikan Yönetimi arasında ilk kez doğrudan temas kurulduğunun açıklanmasının ardından Washington’dan son bir hafta içerisinde bir diplomatik gol daha yiyen Ankara, durumun kendi kontrolünde olduğu izlenimi vermek için pazartesi günü apar topar, Türkiye’nin Kobani’ye geçecek Peşmerge’ye koridor açacağını bildirdi. Türkler, böylece Kerry’nin geçen hafta önerdiği koridoru açarak, Amerikalıların Suriye’deki Kürtlere doğrudan silah yardımı yapmasının da önüne geçebileceğini hesapladı. Harf’a günlük brifingde bunu sordum ben de. “Eğer bu koridor açık kalırsa, gelecekte bu türden bir havadan yardım operasyonuna gerek kalır mı” dedim. “Bu konuda bir öngürüm yok” diye cevap verdi.
5) PKK’nın varlığı bu silah yardımını nasıl etkiliyor?
İşin en karmaşık yanı da orası. Hayır, Washington Yönetimi, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri ya da PYD’den “bölücü terör örgütü” olarak bahseden Türk Genelkurmayı’nın resmi söyleminin aksine PYD’yi bir “terör örgütü” olarak tanımlamıyor. Harf, “PYD, ABD kanunları uyarınca legal olarak PKK’dan farklı bir gruptur” diyerek bu ayrımı net bir şekilde yaptı. Ancak Obama Yönetimi, 1997’den beri Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın terör listesinde bulunan PKK’nın PYD ile arasındaki bağların da farkında. Çok dikkat edilmedi. Ama Kerry, Cakarta’da konuşurken bunu açıkça söyledi: “IŞİD, Kobani denilen bu yerde büyük bir sayıyla varlık gösteriyor ve bizim dostlarımızın, Türklerin karşı çıktığı bir grubun bir şubesi olan, küçük bir insan grubuna saldırarak bu çatışmayı sürdürmeyi seçti.” PKK lafını kullanmadı. Ama PYD’nin PKK’nın subesi olduğunu da aslında kabullendi. Ve hemen ardından da, bundan sonrası için çok önemli bir işaret sayılacak şu sözleri sarf etti: “(PYD) IŞİD’e karşı yiğitçe savaşıyorlar ve biz burada buna gözlerimizi kapayamazdık. IŞİD’le savaşan bir bir topluluğa sırtımızı dönmek, özellikle de şu sırada bizim için sorumsuzca ve ahlaken çok zor olurdu.”
6) O zaman bu durum PKK’nın Washington nezdindeki statüsünü değiştirebilir mi?
Şimdilik o konuda bir gelişme olması zor. Sonuçta PKK, ABD'nin müttefiği olan bir NATO ülkesinin çatışma halinde olduğu ve “terörist” saydığı bir grup. Nitekim Amerikalılar da işin hukuki boyutu konusunda o kadar temkinliler ki... CENTCOM’un Kobani’ye silah yardımına ilişkin yayınladığı bildiriye bakın, bu hassasiyetin izlerini her satırda görüyorsunuz. Yardımın hangi gruba yapıldığı yazmıyor. Sadece “Kürt güçleri” deniyor. Ayrıca havadan bırakılan silah, cephanelik ve tıbbi malzemenin de “Irak’taki Kürt yetkililerden” temin edildiği belirtiliyor. Yani silahların Amerikan envanterinde yer almadığı özellikle vurgulanıyor. Ama bu hassasiyet, ABD ve Türkiye arasında IŞİD’e karşı süren mücadele konusundaki derin yaklaşım farklılıkları devam ettikçe daha ne kadar geçerli olur hiç belli olmaz. Çünkü Yönetim üzerinde de PKK konusunda bir baskı oluşmuş durumda. Obama’ya yakın düşünce kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi’nin (CAP) PKK’nın Amerikan Dışişleri terör listesinden çıkartılmasını önerdiği rapor yayınlanalı daha dört ay bile olmadı. Bir de buna Cumhuriyetçi çevrelerden yükselen benzer sesleri ekleyin. ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta bölge Kürtlerini müttefik edinmesi gerektiğini savunan, Barak Barfi gibi bu konunun Washington’daki en önemli uzmanlarından birinin düşüncelerini koyun... Her şey bir anda değişebilir.
7) Öyleyse bu silah yardımını aynı zamanda Türkiye’ye karşı bir diplomatik hamle olarak okumak yanlış değil.
Evet. Kobani’de geriye ne kadar az kişi kalmış olursa olsun, kenti halen terk etmeyen ve sayıları yüzlerle ifade edilen halkın IŞİD tarafından bir katliama uğrama riski elbette önemli. Ama onun ötesinde, bu işin politik açıdan da iki boyutu var. Birincisi, Obama Yönetimi’nin IŞİD’e karşı 8 Ağustos’ta Irak’ta, 22 Eylül’de de Suriye’de başlattığı bu hava harekâtlarında, tam da Amerika’da 4 Kasım’da yapılacak kritik seçimlerden önce bir gerileme yaşamaya tahammülü yok. Zaten IŞİD stratejisi yoğun biçimde eleştiriliyor. Bir de IŞİD’in Kobani’yi ele geçirip bunu bir propagandaya dönüştürmesi, Beyaz Saray için büyük bir yıkım olur. O yüzden 7 Ekim’den itibaren Kobani’deki IŞİD hedeflerine dönük harekâta ağırlık verip son 10 gün içinde bölgeye 100’den fazla hava saldırısı düzenlediler. Ancak işin ikinci boyutu ise ABD ve Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelede halen bir mutabakat sağlayamamış olması. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afganistan dönüşü uçakta yaptığı açıklamada, halen “İncirlik'te bizden istenen ne? O henüz belli değil. Bunu gördüğümüz anda değerlendiririz. Bizim güvenlik birimleriyle otururuz bunları konuşuruz, uygun gördüğümüz bir şey varsa buna 'evet' deriz, ama uygun değilse buna 'evet' dememiz de mümkün değil” diyordu.
8) Bu doğru olabilir mi? Gerçekten de Amerikalıların İncirlik konusunda ne istedikleri belli değil mi?
Bu konuda sadece bir kronoloji aktaracağım. 5 Eylül’de önce Galler’deki NATO Zirvesi’nde Başkan Obama ile bizzat görüştü Erdoğan. Sonra 8 Eylül’de Amerikan Savunma Bakanı Chuck Hagel Ankara’ya geldi. Ondan 4 gün sonra, 12 Eylül’de Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry indi Esenboğa'ya. 25 Eylül’de Erdoğan bu sefer New York’ta Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden ile yüz yüze konuştu. Aynı gün Obama ile de telefonda görüştü. Sonra 9-10 Ekim’de ABD’nin IŞİD Özel Temsilcisi John Allen yine Ankara'ya geldi. Onun heyetinin hemen ardından da, 15-16 Ekim’de ABD’nin bölgedeki orduları EUCOM ve CENTCOM’dan ortak bir delegasyon indi. Arada Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Amerikalı mevkidaşı Bill Burns'le yaptığı konuşmaları hiç saymıyorum bile. Ve bunca temasa rağmen halen bir netlik yoksa... Yani 40 gün içinde bir Başkan, bir Başkan Yardımcısı, bir Dışişleri Bakanı, bir Savunma Bakanı ile yüz yüze dört toplantı, iki üst düzey heyet görüşmesi ve sayısız üst düzey telefon konuşmasından sonra Amerikalılar İncirlik konusunda ne istediklerini halen söylememişlerse bu diplomasi tarihine geçecek bir olaydır. Tabii eğer biraz gerçekçi olursak, sorun da aslında işte tam bu. Türk tarafının Amerikalılarla olan bu müzakereleri açık bir iletişimle yürütmekten kaçınması.
9) Niye Türkiye açık davranmıyor?
Çünkü, ABD ve Türkiye arasında IŞİD meselesine bakışta, ideolojinin de etkili olduğu derin farklılıklar var. Ve Ankara, bu farklılıkları açıkça dile getirmeye cesaret edemiyor. Onun yerine gerekçeler üretiyor. Daha önce rehineler vardı. Şimdi Türkiye’nin mülteci yükü ve bunun çözülmesi için ortaya atılan güvenli bölge şartı. Halbuki Türk Hükümeti’nin Suriye’de başından beri yürüttüğü ve bölgesel gelişmelere rağmen değiştirmediği politikaya bakın, Esad Rejimi ve Rojava’daki Kürt kantonları, Ankara için IŞİD’e göre halen daha öncelikli tehditler. Washington için ise IŞİD ve El Nusra gibi bölgedeki diğer radikal İslamcı yapılar asıl odaklanılacak düşmanlar.
10) O zamana silah yardımının altında da bu farklılıklar yatıyor olabilir mi?
Büyük oranda. Çünkü hikâye, Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’ın geçen pazar katıldığı bir TV programında söylediği, “(Türkler) Türkiye içindeki tesislerinin Irak ve Suriye içinde faaliyetlerde bulunacak olan koalisyon güçleri ve Amerikalılar tarafından kullanılabileceğini söylediler” sözlerinin, ertesi gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından yalanlanmasıyla başladı. İş, iki tarafın da dışarı mümkün olduğunca yansıtmamaya çalıştığı bu farklılıkların, o yalanlamadan sonra artık iyice su yüzüne çıkmasıyla tırmandı. Amerikalılar, o atışmanın ardından yaratıcı bir diplomatik atakla, Kürt kartını açtı. Önce perşembe günü Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki, ABD ve Kobani’de IŞİD’e karşı savaşan, aynı zamanda PKK’ya yakın olan Kürt örgütü PYD ile ilk doğrudan resmi temasın kurulduğunu duyurdu. Ertesi gün de, Dışişleri’nin diğer sözcüsü Marie Harf, “PYD ile ABD’nin istihbarat paylaşımına giriştiklerini” açıkladı. Ve adım adım, silah yardımına kadar gelindi. Ankara, Suriye’de başından beri yanlış hesapladığı polikalarını sürdürünce… İçeride barışmaya çalıştığı Kürtleri dışarıda tehdit olarak görmeye devam edince… Esad’ı IŞİD’den daha öncelikli bir tehdit saymada ısrarlı olunca… Bundan sonra bölgenin bütün dengelerini değiştirebilecek bir diplomatik zemin kaybı yaşadı.
Paylaş