Tolga Akyıldız

Bir popstarın itirafları

4 Ekim 2008
Gökhan Özen, geçtiğimiz haftaki yazımın satır arasında övgüyle söz ettiğim klip şarkısı "Resimler & Hayaller" için yaptığım yorumdan yola çıkarak içini döken bir e-mail attı. Türkiye’de popstar olmanın zorluklarından, piyasanın dayatmaları, ikiyüzlülüklerinden, hepsinden önemlisi bir müzisyenin içinde yaşadığı değişimden ve istediğini yapamamaktan söz ediyor. Yazdıklarının geniş bir özetini aynen yayınlamak istedim bu hafta. Hem sektör profesyonelleri, hem Gökhan Özen hayranları hem de yeni popstar adayları için bir dolu mesaj var içinde.

"Tolga Bey selamlar,

Resimler & Hayaller ile ilgili yorumunuzu okuyup gururlandım, öncelikle teşekkür ederim. Keşke çoğunluk, düşüncelerini egolarından arınmış biçimde böyle ifade etse...

Kariyerimin başında yaşadığım birtakım şanssız olaylar, yansıtılış biçimleri ve o dönemler kendimi yeterince ifade etme gereği duymamamdan dolayıdır ki, müzisyen kişiliğimi ve ruhumu bugüne kadar olması gerektiği gibi yansıtamadığımı düşünüyorum. Zaman geçiyor ve değişiyoruz. Şu anda sadece içimdeki müzikal yoğunluğu yaşıyorum. Haa bunun ne kadarını yansıtabiliyorum, bilinmez. Yaşadığımız "güzel" ülkenin müzik basını, sanatçıları, yapımcıları, yöneticileri v.s. olarak bakış açımız esas alındığında, bunun ne kadarı yansıtılmaya değer, orası da tartışılır açıkçası...

Şarkının ve sound’unun kısa hikáyesini sizinle paylaşmak isterim. Üstünde büyük bir keyifle yavaş yavaş, sindire sindire yaklaşık 10 ay çalıştığım bir sound (...) Sizin de dikkatinizi çekmiş; rock sound’unun akustik lezzetini, daha çok pop aranjelerde duymaya alıştığımız synth seslerle destekleyip, ilk olarak kendi beğenime uygun hale getirmeye çalıştım. Finalde delay’lerle sound’a yedirdiğimiz neyler de, bizden bir tat olarak şarkıya başka bir karakteristik hava katsın istedim. Mix’imiz üç gün sürdü.

Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, şarkı ilk olarak aynı zamanda isim parçası olduğu Resimler & Hayaller albümünde yer aldı. Birtakım sebeplerden dolayı kliplenemediği için bu yaz başı piyasaya çıkan "Bize Aşk Lazım" isimli maxi single’a tekrar koymakta ısrar ettim. Hiçbir ayrıntısına özellikle dokunmadan... ’Aynı parçayı 2. kez hem de versiyon yapma zahmetine bile katlanmadan yeni projesine koymuş’ tarzındaki beni kolaycılıkla suçlayacak eleştirileri bile bile baştan kabullenerek...

Sadece aranje ve sound için 10 ay mesai ve enerji harcanır mı? Tamamen tarzım dışı bir parçayı albüme isim parçası yapıp sonra (hedef kitlenin "teenager"lardan oluştuğu "sav"ı kanıtlanmışçasına) dinleyici kitlesi böylesine şok edilir mi? Eğer bu sav doğruysa bu şok kariyerim açısından bir risk mi? Bu şarkı da bilgisayarımdaki diğer örnekleri gibi, kendi manevi tatminim için yaptığım, sadece kendi dinlediğim parçalar arasındaki yerini alsa daha doğru olmaz mı? Yoksa bu şarkı bu piyasada tutmaz mı? Tutsa da tutmamış gibi yansıtılmaz mı? Ya da yurtdışında piyasaya sürülse aynı duygu tellerini titretebilir mi? Sadece müzikal gelişimini yaşamaya çalışan bir müzisyenin kafasını bunca saçmalıkla dolduran düzen ve müritleri "güzel" ülkemin dünyadaki prestiji için bugüne kadar en ufak bir çalışma veya düşünce kırıntısı üretmiş mi? Bu gibi sorular kafamda aylarca dolaştı ama sonunda vardığım yargı bana yeni bir bakış açısı sağladı ve bu parçayı hem albüme koymama hem de isim parçası yapmama neden oldu. Size bunları bu kadar açık ve samimiyetle anlatmamı sağlayan unsur; yıllardır yazılarınızı okurken kendi düşüncelerimle yakaladığım paralelliklerdir (...)

Öte yandan beni çok heyecanlandıran uzun dönem projelerim olmasına rağmen bunları hayata geçirecek miyim? Bilmiyorum... Sebep inanın saymakla bitmez (...)

Sonuç? Ya gideceksin buralardan, başka yerlerde kendi ruhunu özgürce yaşayıp üreteceksin, yıllar sonra da aynı keyifle dinlenecek taş gibi klasikler bırakacaksın sonraki nesillere. Ama evinden uzak hep bir yanın eksik kalacaksın. Ya da aynı kısırdöngülerin ve saçmalıkların içinde, bırak maddiyatı manevi tatmin bile yaşayamadan, yapacağın müzikal yolculuklarda kendin çalıp ufak bir destekçi grupla birlikte Don Kişot’çuluk oynayacaksın.

İkisini de yapmıyorsan bir yol daha var "aslında". Yıllardır herkes eleştiriyor olsa da: E o da "Aramazsan Arama!" Egolardan uzak, başarılarla dolu yarınlar diliyorum hepimize..."
Yazının Devamını Oku

Türkçe Rock Top 50

27 Eylül 2008
Türkiye’nin en köklü gençlik ve müzik dergisi Blue Jean, Ekim sayısında Türkçe rock’ın gelmiş geçmiş en iyi 50 şarkısını seçti. Bendeniz de söz konusu jürinin bir parçası olduğumdan dergi henüz piyasaya çıkmadan sonuçları ele geçirdim ve sizinle paylaşmak isterim. Blue Jean yazarları öncelikle 100 kişilik temel bir liste çıkardılar. Naim Dilmener, Şafak Ongan, Deniz Durukan, Kutlu Özmakinacı, Güven Erkin Erkal, Çağlan Tekil, Melis Danişmend, Birsen Birdir, Afşin Akın, Doğu Yücel ve benden oluşan jüri bu listeye kendi önerilerini de ekleyip 50 tanesini seçti. Ve ayrı ayrı yapılan seçimler sonucunda en çok oy alan 50 Türkçe rock şarkısı belirlenmiş oldu. Dergi, önümüzdeki günlerde çıkacak yeni sayısında bu 50 şarkıyı herhangi bir sıralama yapmadan alfabetik olarak yayınlıyor. Her şarkıyla ilgili ayrı ayrı yorum ve açıklamalar olduğu gibi jürinin listeden bağımsız olarak belirlediği kişisel 5’lik listeleri ve o şarkıları seçme nedenleri de yer alıyor dosyada.

Dergi yöneticilerinin sıralama yapmamakta haklı olduklarını belirtmekle birlikte çok az farkla sıralanan şarkılar içinde en çok jüri oyu alan şarkının Orhan Atasoy’un "Gemiler"i olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Onun hemen arkasından ise Mavi Sakal’ın "İki Yol"u geliyor. Onları Mor ve Ötesi’nden "Bir Derdim Var", Şebnem Ferah’tan "Bu Aşk Fazla Sana", Fatih Erdemci’den "Ben Ölmeden Önce", MFÖ’den "Ele Güne Karşı" ve Bulutsuzluk Özlemi’nden "Sözlerimi Geri Alamam" aynı puanla izliyor.

Jürinin seçiminin ilginç bulduğum bir özelliğiyse tüketici tarafında daha "pop" olarak algılanan ve zamanında kitlesel olmuş kimi şarkıların da potaya girmiş olması. Örnek isterseniz Yavuz Çetin’in efsane gitarıyla Göksel’in kariyerinin başlangıcı sayılan "Sabır", yine Mirkelam’ın kariyer fitilini ateşleyen ve çıktığı döneme tartışmasız damgasını vuran "Her Gece", genç yeteneklerin birer şarkısını içeren 9’da 9 adlı bir toplamanın içinde yer almasına karşın büyük bir hit olan Fatih Erdemci’nin "Ben Ölmeden Önce"si sayılabilir.

50’lik listeye 2’şer şarkıyla girmeyi başaran isimler ise Kurban, Teoman, Şebnem Ferah, Çilekeş, Cem Karaca, MFÖ ve Mor ve Ötesi.

MaNgA, Sakin, Asfalt Dünya, Çilekeş gibi nispeten yeni ve genç grupların listeye girmesi ise ayrıca sevindirici.

Blue Jean’in gelmiş geçmiş en iyi 50 Türkçe rock şarkısını derinlemesine inceleyen bu dosyasını mutlaka okuyun derim. Hatta benden Blue Jean’e bir tavsiye; bu listeyi önümüzdeki ay itibariyle internet üzerinden okuyucularına da oylatırlarsa jüri ve okurların seçkisinin kesişim kümesini de öğrenmiş oluruz.

Kara Kız’dan Ata’sına...

Atatürk’ün en sevdiği yorumcunun Safiye Ayla olduğunu biliriz. Türk sanat müziğinin efsanelerinden olan Ayla’nın unutulmaz eserlerinin yeniden günışığına çıkmasının ise sayısız faydası var. Bunlardan belki de en önemlisi Safiye Ayla gibi büyük bir ses, usta bir yorumun genç kuşaklarla hem de mümkün olabilecek en derli toplu biçimde buluşuyor olması. Şarkı "indiren", arşivcilikten bihaber, bedavaya alışmış, sanat müziğini dedelerin dinlediği sıkıcı bir şey olarak gören yeni kuşağın gözlerini kapatıp Safiye Ayla’nın o billur sesini dinlemelerini çok isterdim mesela. Olur mu dersiniz?

"Nigah’ı Mestine", "Sen Bu Yerden", "Sabah Oldu", "Yemen Türküsü", "Vardar Ovası", "Sarı Kurdelem Sarı" ve diğer şarkılar...

"Safiye Ayla’nın Sesinden Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar"ı bizimle buluşturan EMI Müzik Türkiye’ye bu vesileyle teşekkür ediyor ve sizi Ata’nın "Kara Kız"ının müthiş yorumu ile baş başa bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku

Seçil Heper’li yıllar

20 Eylül 2008
Bundan iki yıl önce; büyük Türk sanat müziği yorumcusu, siyah beyaz TRT günlerinin ve gazinolar döneminin efsane isimlerinden Seçil Heper’in 1973-76 yılları arasında seslendirdiği eserler "En İyileriyle Seçil Heper" adıyla CD formatında yayınlanmıştı. O albümün gördüğü ilgiden sonra "En İyileriyle" Serisi’nin prodüktörü ve Radyo D Program Yapımcısı Hakan Eren, Seçil Heper’in 1977’de yayınlanan "Huzurlu Günler" ve 1986’da yayınlanan "Seneler" adlı albümlerini de "En İyileriyle Seçil Heper 2-3" adıyla tek bir albümde topladı.

En İyileriyle Serisi’nin önemli özelliklerinden biri de bildiğiniz üzere orijinal plak kayıtlarının büyük bir özenle CD’ye aktarılması ve dolayısıyla o yılları bize aynı tatta yaşatıyor olması.

"Göze mi Geldim", "Biraz Kül Biraz Duman", "Seneler", "Elbet Birgün Buluşacağız", "Menekşe Gözler Hülyalı", "Yollarda Aradım İzlerini", "Kadere Bak", "Biliyorsun Bir Zamanlar", "Bir Zamanlar Maziye Bak", "Seni Ben Unutmak İçin Sevmedim", "Bir Çift Sevdalı Bakışın" ve diğer eserlerle o yıllara musiki dolu bir yolculuk için arşivinize katmanızı öneririm.

CAHİDE ŞARKILARI

Cahide, İstanbul gece hayatının önemli markalarından biri oldu son yıllarda. Yaz denince de Cahide Sayfiye’nin kendi yarattığı konsepti geliyor akla artık. Türkçe şarkılar, yabancı şarkılar, sahne şovları; Cahide kızları, basit ama göz alıcı bir dekor ile fark yaratmayı başardılar. Bu yaz da Cahide Sayfiye’de geceler pek hareketliydi. Yaz ortasında da mekanla aynı adı taşıyan toplama bir albüm çıktı piyasaya. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi Cahide Sayfiye’de yaz boyunca çalan şarkı ve remikslerden oluşuyor. Sezen Aksu "Aşktan Ne Haber", 80’ler remiksi ile Yeşim Salkım’dan "Ne Varsa Bende Var" ve Nil Burak’tan "Olmaz Olmaz Deme", Ayten Alpman’dan "Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var", Ajda Pekkan’dan "Olanlar Oldu Bana", Yonca Lodi’den "Büklüm Büklüm", Seyyal Taner’den "Gülme Komşuna" ve diğerleri... Cahide’nin marşı haline gelen Seyyal Taner’in "Naciye"si de Ebru Aydın, Jeyan ve Cahide Varyete’nin yorumuyla yer alıyor albümde. Yaz bitip, Cahide Sayfiye kapanırken sıcak ve eğlenceli yaz gecelerini anımsamak isterseniz alın derim.

BİR TASAVVUF ALBÜMÜ

Ramazanın son günlerine dolayısıyla bayrama yaklaşırken albümün ismi itibarıyla yazmakta biraz geciktiğim ancak sadece ramazanda değil yıl boyunca dinleyebileceğinize inandığım bir albümden söz etmek istiyorum. "Welcome Ramazan". Açıkçası belki de bugüne kadar yapılmış en özenli tasavvuf albümlerinden biri olan çalışmanın en rahatsız edici tarafı ismi. Elbette işin dünya müziği boyutu hesaba katılarak İngilizce tercih edilmiş olabilir ama yine de içindeki ruha aykırılığı itibarıyla iç pazarda potansiyel alıcısını olumsuz etkileyebilir.

Gelelim albüme... Tasavvuf müziği ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı usta Amir Ateş ve Korosu’nun seslendirdiği eserlerin bir toplaması niteliğindeki albümün ön çalışması bir yıldan fazla sürmüş. Açılışlar dahil, 27 eser içeren albümün prodüktörü ise Y. Dağhan Baydur. "Beni Affet", "Müjdeler Olsun", "Ben Dervişim", "Ey Güzel Rabbim" gibi sufi müziğinin değerli eserlerini içeren çalışma ruhunuzu temizlemeye aday.

DİKKATİMİ ÇEKENLER

Son zamanlarda dikkatimi çeken bazı klip şarkıları var. Öncelikle Gökhan Özen’in "Resimler & Hayaller" adlı şarkısı. Bildik Gökhan Özen sound’unun çok dışında bir şarkı. İlk dinleyişte beğendim. Bilmiyorum Gökhan Özen’in içinde yaşadığı müzisyen evriminin bir işareti olabilir mi; umarım öyledir. Sound olarak rock’a daha yakın, dinleyin anlayacaksınız. Rafet El Roman’ın "Sevdim Ama Sen Yoktun"u da her ne kadar sound olarak çok şaşırtmasa da son derece güçlü bir şarkı. Popun merkezine daha yakın olan ama hit olarak etkisi itibarıyla bahsetmeden geçemeyeceğim bir diğer şarkı da Ozan’ın "Bi Gecelik" adlı şarkısı. Ege Çubukçu’nun Pamela ile seslendirdiği "Bir de Baktım"ı da ilk dinleyişte yakalıyor insanı. Dikkat çekmek istedim.
Yazının Devamını Oku

Balkan havası

13 Eylül 2008
Balkan müziğiyle kişisel serüvenim yirmili yaşlarımın başında Makedonya’ya gitmemle başlar. Köken olarak o topraklarla bildiğim bir bağım yok. Ama kan çekiyor gibi bir hisse kapılmıştım ilk gittiğimde. Daha sonra defalarca gittim. Diğer ülkeleri de kısmen görmeme karşın deneyimim ağırlıklı olarak Makedonya üzerine. Geleneksel müzisyenlerini, rock müzisyenlerini, caz müzisyenlerini tanıma fırsatım oldu. Bavul dolusu albüm getirdim oradan gelirken.

Türkiye’de balkan müziklerinin popüler olmasına en büyük neden Goran Bregovic’in yaptığı çalışmalardır. Ağırlıklı olarak Emir Kusturica filmleri için yaptığı şarkılar Türk dinleyicisini hemen yakaladı. Bregovic, Türkiye’yi ikinci vatanı yaptı, sayısız konser verdi. Türkiye konserlerinin neredeyse tamamını izledim. Diyebilirim ki daha önce izlediğim hiçbir konserde tüm izleyicilerin aynı anda göbek attığını görmemiştim.

Daha sonra Sezen Aksu ve Goran Bregovic ortak bir çalışma yaptılar. Ben kendi adıma bu ikiliden daha yaratıcı bir iş bekliyordum, Aksu’nun Bregovic şarkılarına Türkçe sözler yazmaktan öte bir çaba göstermediğini görünce düş kırıklığına uğradım. Ancak öte yandan bu albüm, Balkan müziğinin daha geniş kitlelerle buluşmasını sağladı Türkiye’de.

Tabii Candan Erçetin’in o çok satan albümlerindeki Balkan uyarlamalarının katkısını da göz ardı edemeyiz.

Aslına bakarsanız hepsinden önce Oya Bora’nın "Sevmek Zamanı" adlı şarkısı var. Goran Bregovic’in "Çingeneler Zamanı" filminin soundtrack’i için yaptığı "Benzinadiko" adlı parçanın cover’ı olan ve güzel sözleri ile çıktığı yıllarda çok sevilen "Sevmek Zamanı", benim hatırladığım kadarıyla Türk pop müziği albümleri için Türkçe’leştirilmiş ilk Balkan şarkısı.

Aradan geçen zaman içinde Balkan müziklerinin cazla, funk’la, blues’la, türkülerle etkileşim içinde olan ve daha çok dünya müziği kategorisinde ürün veren örneklerini dinleme fırsatı bulduk. Bunların dışında Türkiye’de bir isim çok meşhur oldu; o da Shantel. Shantel, Hırvat asıllı Almanya vatandaşı bir DJ ve prodüktör aslında. Yaptığı albümler Türkiye’de o kadar tuttu ki, son dönemde neredeyse memleketten gitmez oldu. Verdiği konserler hıncahınç doldu. DJ’liğine, prodüktörlüğüne dil uzatmıyorum tamam ama konser performansı açısından çok başarılı olmadığını belirtmek isterim. Sahnede zıplayıp duruyor. Allah’tan Bucovina Club Orkestar var yanında, yoksa hali fenaÖ Son dönemde "Disco Partizani" ve " Disco Boy" ile iyice ünlenen Shantel’i izlemeye devam ediyoruz.

Bu yaz gerçekleşen Efes Pilsen One Love’ın da bir günü Balkan gypsy punk günü olarak gerçekleşti, belki biliyorsunuz. Türkiye’den ve dünyadan Balkan kökenli müzik yapan gruplar izledik. Seyircinin ilgisi çok iyiydi. İşte o gün seyrettiğim gruplardan biri olan Kolektifistanbul’un "Krivoto" adlı son albümüne dikkatinizi çekmek isterim. İlk albüm "Balkanatolia"yı da çok beğenmiştim ama "Krivoto"yu şiddetle tavsiye ediyorum. Grubun müzik yönetmeni Richard Laniepce önderliğinde Türk müzisyenlerden oluşan grup bu işin çok iyi bir örneğini veriyor. Kavalı, gaydası, zurnası, bağlaması, klarneti, saksofonu, tubası ve vurmalıları ile bugün 2010 Durakları konsepti çerçevesinde Kağıthane Sadabat Parki’nda izleyebilirsiniz. Gitmeden önce dinlemek isterim derseniz de: www.myspace.com/kolektifistanbul
Yazının Devamını Oku

Bir yaz böyle geçti

6 Eylül 2008
Koca yazı bitirdik. Bakkal mı dersiniz, müzik market mi bilmem ama, bendenizin kimi zaman merkez pop, kimi zamansa eller havaya olarak tabir ettiğim sound için pek de kısır bir yaz değildi hit açısından. Milyonluk satışlar mı oldu? Elbette hayır. Ama bu kategoride iş yapanlar da gayet farkında ki, albümden para kazanmak tatlı bir hayal şimdilerde. Ama yaptığınız şarkı tutarsa Çeşme’de, Bodrum’da beach’lerde ne kadar çalarsa, televizyonlarda paparazzi programlarında ne kadar zemin müziği olursa o kadar ekstra iş alır, para kazanırsınız.

Gelelim o şarkılara... Tek tek şarkılardan söz etmeden önce Erol Köse Production sanatçılarının hit yarışında diğer şirketlerden bir miktar önde olduğunu belirtmek lazım.

Asuman Krause geçen sene ten uyumundan söz ettiği şarkısıyla işaretlerini vermişti hırsının ve iddiasının. Bu yazın en iyi pop şarkılarından biri olan "Kukla" ile de noktayı koydu. Biraz daha az konuşmayı öğrenir, stratejik davranırsa kalıcı olacağına eminim. Yeri gelmişken Ayşe Hatun Önal’dan da söz edelim. Her ne kadar merkez pop sınırları içinde değerlendirilemeyecek olsa da "Kalbe Ben"de video’su ve sound’u ile çok başarılı bir elektro pop örneği verdi Ayşe Hatun. Onun da vokalinin üzerine gitmesi gerekiyor. Artık konuşur gibi şarkı söylemekten, mırıldanmaktan vazgeçmeli. İki örnek de gösteriyor ki, mankenden şarkıcı oluyormuş. Kimse onlardan operada sahne almalarını beklemiyor zaten. Vokalist olarak kendilerini geliştirmeye çalışmaları ve iyi şarkılar seçmeleri yeterli. Bakın Gülben Ergen’in, Petek Dinçöz’ün mankenlikten geldiğini unuttuk bile. Hem doktordan (Ferhat Göçer), sosyologdan (Teoman) şarkıcı oluyor da mankenden niye olmasın...

SERDAR ORTAÇ KARİYERİNİN ZİRVESİNDE

Bu yazın iddialı isimlerinden biri de Bengü’ydü. "Gezegen", evet iyi parça ama yazın en büyük hiti değil. Öte yandan "Sana Güvenmiyorum" ile Zeynep Dizdar müthiş bir çıkış yaptı bana göre. Kendini sürekli geliştiren Serdar Ortaç’ın özellikle "Şeytan" adlı şarkısı için de gönül rahatlığıyla tam puan verebilirim. Hem halk, hem de sosyete kulüplerinde gösterdiği performanslarda büyük ilgi gören Ortaç, kariyerinin en parlak yıllarını yaşıyor.

Hayatımıza gurbetçi kız olarak giren Hadise iyice bizden biri oldu. Sezen Aksu’dan almayı başardığı "Deli Oğlan"la yıldızını iyice parlattı Hadise. Kalıcı olacağına inanıyorum. Gurbetçi kadrosundan dikkat çeken bir diğer isimse Eylem. "Güle Güle (Sana Dedim)", Eylem’in adını daha çok duyacağımıza dair işaretler veriyor. Bugüne kadar yaptığı kaliteli işleri takdir ettiğim ama hálá hak ettiği yerde olmadığını düşündüğüm Özgün’ün "Kıpır Kıpır"ı da kayda değer bir şarkı. Önümüzdeki albümlerde daha yukarılara çıkacağına inanıyorum Özgün’ün. Yazın kulüplerde "gaz vermek" maksadıyla yapılmış iki şarkı daha var; Esma Er’in "Kimi Kimi" ve Betül Demir’in "Süper" adlı şarkıları. Kendi kategorileri içinde hiç de fena olmayan şarkılar her ikisi de. "Yapamazsan Yok" gibi vasat bir şarkıyla güçlü rakipleri arasından sıyrılamayan Gülşen ise bende hayal kırıklığı yarattı. Aynı hayal kırıklığını kısmen Gülben Ergen’in "Bay Doğru"sunda da yaşadım. Erol Köse’nin yeni keşfi, Serdar Ortaç destekli Elif Turan da "Büyüt İstersen"le iyi bir çıkış yaptı. Şarkı iyi, kız güzel, iyi dans ediyor, iyi şarkı söylüyor. Sound ve tarz değiştiren Seden Gürel, attığı cesur adımın karşılığını kısmen de olsa aldı diyebilirim. "Show Ca La Paris"nin Türkçe icrası da bu yazın ilgi gören şarkılarından biri oldu.

2008 Yazı’nın üç önemli erkek star; Tarkan, Gökhan Özen ve veliahtları Murat Boz için çok verimli geçtiğini söyleyemeyeceğim. Son albümünden son videoyu "Dilli Düdük"e çeken Tarkan’ın albüm satışları gayet iyi olsa da yazı eskiden olduğu gibi sırtlayabilen bir hit ürettiğini söylemek güç. Gökhan Özen’in "Vah Vah"ı da ses getirdi belki ama estirdiği eski rüzgárlar düşünülünce zayıf kalıyor. Murat Boz’un "Uçurum"u içinse erken duraklama dönemi diyorum.

Gelelim Demet Akalın’a. Her ne kadar şarkı sözleri, temsil ettiği değerler ve duruşu itibarıyla kendisinden hiç hazzetmesem de atı alıp Üsküdar’ı geçtiği bir gerçek Akalın’ın. "Bebek" de yaza damga vuran hitlerden biri oldu. Zeynep Dizdar ve Asuman Krause’nin kendisini zorlayacağına inanıyorum. Ve tabii tartışmasız yazın yıldızı İsmail YK... Kendisine "Bas Gaza" diyoruz da başka bir şey demiyoruz; kim tutar seni İsmail YK...

Yazının Devamını Oku

FOMA ve Apocalyptica

30 Ağustos 2008
Bundan 4 ay kadar önce FOMA’nın EP’sini yazmıştım. Mavi Sakal’ın kurucusu Murat Tümer ve grubun sonraki dönemlerinde yer almış Tanju Eren, Batur Yurtsever ile seçmeler sonucu en son katılan solist Evren Uysal’dan oluşan FOMA, iddialı şarkıları ve parmak ısırtan sound’ları ile hemen dikkatimi çekti. Aslında o zaman çıkan EP önümüzdeki aylarda piyasaya çıkacak ilk FOMA albümünün habercisiydi. FOMA yazı boşa geçirmek istememişti ve internet üzerinden ücretsiz dinlettiği EP şarkılarını CD olarak da çoğaltmak istedi. EP’nin piyasaya çıktığı 16 Nisan’dan bugüne neler oldu dersiniz...

2 Mayıs’ta albüm kaydına giren grup 16 Temmuz’a kadar stüdyoda kaldı. Kayıtlar İstanbul Deneyevi Stüdyoları’nda Taylan Özdemir tarafından yapıldı.

11 Ağustos’ta başlayıp ve 25 Ağustos’ta biten miksler, Finlandiya’nın ünlü Finnvox Stüdyoları’nda Risto Hemmi, mastering işlemleri ise Mikka Jussila tarafından yapıldı.

Ben gruba olan özel ilgim nedeniyle, hem de mastering sonrası tüm albümü dinleme şansına eriştim. Daha doğrusu projenin her aşamasında yanlarındaydım. Bu albüm son yıllarda beni heyecanlandırmayı başaran tüm projeler içinde de farklı bir yere oturdu.

Ekim sonlarına doğru dinleyeceğiniz albümün şarkılarının bütünlüklü hali, grup tarafından yapılan düzenlemelere duyduğum hayranlık, kayıt, miksaj ve mastering’in dünya standartlarında oluşu falan bir yana iki önemli sürprizi daha var.

Bunlardan ilki Apocalyptica. İşe Metallica’nın hit şarkılarının çellolarla klasik yorumunu yaparak başlayan Finlandiyalı grubun ünü geçen her gün arttı. Daha sonra kendi şarkıları ile de beğenilerek sadece bir icra grubu olmadıklarını kanıtladılar.

Eicca Toppinen, Paavo Lötjönen, Perttu Kivilaakso, Mikko Siren’den oluşan Apocalyptica; Metallica dışında Pantera, Rammstein, Sepultura, Faith No More, Led Zeppelin gibi önemli grupların şarkılarını da icra etti. Ayrıca Sex Pistols, Sepultura ve Metallica ile aynı sahneyi paylaştı.

FOMA albümünün açılışında yer alacak 8 dakikalık, senfonik, insanın tüylerini diken diken eden bir şarkı var; "Opus 8 (Ben Kendimden Geçince)". FOMA, bu şarkıya eşlik etmesi için Apocalyptica’ya teklif götürdü. Şarkıyı çok beğenen Apocalyptica hiç ikiletmeden, hem de dünya turnelerinin ortasında, iki günlüğüne Helsinki’ye gitti. Şarkının yaylı aranjmanları, bizzat Perttu Kivilaakso tarafından yazıldı.

Ben iki grup arasındaki müzikal birlikteliğin önümüzdeki dönemde de çeşitli boyutlarıyla devam edeceğine inanıyorum.

Albümün ikinci sürprizi de "Hayır Diyemedim"e eşlik eden İmer Demirer. Bence dünyanın sayılı trompetçilerinden biri olan ustanın, bir rock şarkısına hem de doğaçlama olarak nasıl dokunduğunu görmenizi isterim.

"İnsafsız", "Her şey Ortada" ve "Ağlamak Yeniden Başlamak Demektir"; yeni şarkılardan "X", "İndi" ve "3. Köprü" hepsi çok sevdiğim ve defalarca dinlemekten sıkılmadığım albümdeki diğer şarkılar.

Ama bir Tanju Eren bestesi olan ve Aylin Aslım tarafından büyük başarıyla söylenmiş "Hala"nın bu albümde bir FOMA yorumu var ki, onu da dinleyince çok etkileneceksiniz. Büyük olasılık çıkış şarkısı olacağını düşündüğüm "Hala", Aylin Aslım’ın yaklaşımıyla içimizi acıtırken FOMA yorumuyla öfkeli bir çığlık olmuş... Bende hala ikisinin de yeri ayrı ama.
Yazının Devamını Oku

Açıkhava’da Teoman’la paramparça senfoni

23 Ağustos 2008
Teoman’ın böyle zor bir geceye iyi hazırlandığını söylemek pek olası değil. Orkestrayla birlikte yeterince prova yapsaydı; hem kendi bu kadar gerilmezdi, hem de orayı dolduran Teoman hayranları için daha etkileyici ve unutulmaz bir gece olabilirdi. İçerik olarak bu kadar özenle hazırlanmış bir konserin, seyircisi de heyecanlıyken, hak ettiği büyüyü üretemedi Teoman. Öylece, başladı ve bitirdi.

Geçtiğimiz hafta Avea Harbiye Açıkhava Konserleri kapsamında bir konser izledim; hayranlarının ne zamandır merakla beklediğini bildiğim Teoman konserini... Bekleniyor olmasının sebebi de, konserin senfonik oluşu.

13 Ağustos Çarşamba, güzel bir yaz akşamı, "Paramparça Senfonik"i izlemek için biz de yerimizi alıyoruz Açıkhava’da. O gün, aynı saatlerde Galatasaray ve Fenerbahçe’nin Avrupa maçları olmasına karşın Açıkhava Tiyatrosu, tarihi kalabalık günlerinden birini yaşıyor. Hemen hemen tüm koltuklar, ön bölümdeki merdivenler bile dolu.

BÜYÜK ORKESTRANIN SOLİSTİ

Biraz gecikmeyle de olsa İzmir Devlet Senfoni’den Şef İbrahim Yazıcı yönetiminde, 50 kişilik büyük orkestra sahnedeki yerini alıyor. İstanbul Senfoni ve Borusan Filarmoni orkestralarından 50 usta müzisyen, bir usta şef. Teoman’ın işi zor diye geçiriyorum içimden.

Bu işteki zorluklardan bir tanesi de Teoman’ın sahnedeki onca kişiye rağmen kendi şarkıları ile baş başa kalacak olması. Çünkü parçalar tamamen senfonik olarak Kamil Özler tarafından yeniden düzenlendi. Ve Teoman kendi grubuyla değil, bizzat o büyük orkestranın solisti olarak çıkıyor sahneye. Eğer yeterince prova yapmazsan kendi şarkılarını bile yakalayamaman, yanlış yerden girip yanlış yerden çıkman pekálá mümkün.

Teoman beyaz şık smokiniyle sahneye çıktığında bir alkış kopuyor. Ama bir miktar gergin Teoman. Daha konserin başında, tek eliyle açamadığından ceket düğmelerine sertlik uyguluyor. Eh, o senfonik ciddiyet içinde rock’n roll bir hareket olarak hoş görülebilir deyip geçiyoruz.

Intro’daki Sessiz Eller’den sonra Mavi, Onyedi, İstasyon İnsanları, İstanbul’da Sonbahar, Rüzgar Gülü, Hayalperest, Sürpriz ve Paramparça derken, konserin ilk bölümü bir çırpıda geçiveriyor. Teoman ilk bölümü nispeten az hatayla atlatıyor. Ancak Sus Konuşma, Bazı Yalanlar, Renkli Rüyalar Oteli, Bir Damla Gözyaşı, Güzel Bir Gün, Yollar, İki Yabancı ve Gönülçelen’i icra ettikleri ikinci bölümde Teoman’daki sıkıntı artıyor.

TEK PROBLEMİMİZ TEOMAN’IN GERGİNLİĞİ

Sahnedeki orkestra çok iyi bir orkestra. Şef İbrahim Yazıcı; hem orkestra elemanları ile kurduğu iletişim hem de Teoman’ın gerginliğini alma çabaları ile çok başarılı. Kamil Özler’in düzenlemeleri tam da böyle bir projeye yakışır şekilde son derece ustalıkla yapılmış. Müzik direktörü Çağ Erçağ’ın müzik adamlığını bilen biliyor. Buraya kadar her şey güzel. Sadece bir problemimiz var; o da Teoman’ın gerginliği. Üstündekileri peyderpey çıkartması bir yana, kullandığı bardaklara, kupalara tekme atıp kırması, mikrofon ayaklarına, nota defterine falan kötü davranması bunlar önceden tasarlanmış, gösterinin parçası olan şeyler midir bilmiyorum. Eğer öyleyse hiç olmamış. Yok eğer değilse de o gecenin saygınlığı içinde çok sakil durduğu kesin.

Teoman’ın böyle zor bir geceye iyi hazırlandığını söylemek de pek olası değil. Orkestrayla birlikte yeterince prova yapsaydı; hem kendi bu kadar gerilmezdi, hem de orayı dolduran Teoman hayranları için daha etkileyici ve unutulmaz bir gece olabilirdi. İçerik olarak her yönüyle bu kadar özenle hazırlanmış bir konserin, seyircisi de yerli yerinde ve heyecanlıyken, bir ihmali ya da kendine aşırı güveni nedeniyle hak ettiği büyüyü üretemedi Teoman. Öylece, başladı ve bitirdi.

Ha, orayı dolduran Teoman hayranlarının çok azı bunu böyle algıladı emin olun. Konserin şarkılarının belli olmasına ve listede olmayan bir şarkının çalınma ihtimali olmamasına karşın durmadan bağırarak şarkı istediler, Teoman üstündekileri çıkardıkça tezahürat yaptılar. Hatta senfoni orkestrası çalarken sahneye o büyük balonları atıp sonra bir tanesinin orkestra şefinin kafasına gelmesine bile eğlendiler.

Teoman hiç renk vermedi ama o gün oradan mutlu mu ayrıldı bilemiyorum. Ben biraz tanıyorsam öyle olmaması gerek.
Yazının Devamını Oku

2009’un konserlerini açıklıyorum

16 Ağustos 2008
Bugünler, 2009 konserleri için en önemli günler. Organizatörler şimdiden önümüzdeki yılın büyük konserleri için kıran kırana bir mücadele içine girdi. Birçok büyük isme teklifler veriliyor. İşte 2009’da ülkemize gelmesi muhtemel isimler... Bu yılın ve belki de son 15 yılın en büyük konser olayı Metallica... Biz konseri izleyenler kadar Metallica da bizden etkilenmiş olacak ki önümüzdeki yıl turne kapsamında yine İstanbul’a gelmek istediklerini söylediler gitmeden. Büyük olasılık, önümüzdeki yıl da bir Metallica konseri izleyeceğiz. Bu yıl, oluyor olacak denip son dakikada ertelenen Bon Jovi konserinin de önümüzdeki yaz olma olasılığı güçlü. Sonra uzun yıllardır beklenen bir AC DC konseri var memlekette. Purple Concerts bildiğim kadarıyla 8 konserlik bir anlaşma yaptı AC DC ile. Sadece Türkiye değil Avrupa ayakları da dahil. Öte yandan AC DC’nin fiyatının çok yüksek olduğunu biliyoruz. Eğer turne programı çok sıkışmazsa, Purple, gruba İstanbul’da da bir konser yapmak için uğraşıyor. Dileriz olur.

Purple Concerts’ın ortağı, ünlü organizatör Marcel Avram, şu sıra Alicia Keys, Eric Clapton ve Leonard Cohen’in Almanya turnelerini yapıyor. Bu isimlerden Eric Clapton ve Leonard Cohen’in önümüzdeki yıl Türkiye’ye de gelme ihtimalleri var.

AC DC ve AEROSMITH GELEBİLİR

Önümüzdeki yıl turnede olan ve daha önce Türkiye’ye gelmez, antik tiyatrodan başka yerde çıkmaz gibi hurafelerle ümidimizin kırılmasına neden olan Radiohead’e de birden fazla organizatör teklif verdi. Bu yıl umudumuz daha fazla, çünkü kulağımıza gelenlere göre büyük ilerleme kaydedilmiş. Radiohead İstanbul konserini destekleyen farklı bir oluşum var. İsmi şimdilik bizde saklı.

Sonra Iron Maiden... Tam kadro izlemek için can atan binlerce insan var İstanbul’da. Onlarla da görüşmeler sürüyor. Yine AC DC için geçerli olduğu üzere birden fazla konser için alınacağı söyleniyor grubun; dileriz İstanbul ayağı da olur.

Ve bir dev isim daha; Aerosmith... Farklı kesimlerden binlerce hayranı olduğunu bildiğim grup da kuvvetli ihtimaller arasında. Dünya gözüyle bir Steven Tyler seyretsek diyorum.

Bu arada İstanbul’da verdiği konserle herkesi büyüleyen Roger Waters’ı önümüzdeki yıl "Ça Ira" adlı senfonik projesiyle izleyeceğiz büyük olasılık. Sadece onu değil Pink Floyd’un bir diğer efsane ismi David Gilmour da önümüzdeki yıl menzilimizde.

Turnede olup Türkiye’den çokça teklif alan üç önemli grup daha var: The Cure, Coldplay ve Depeche Mode. Cure cephesinde henüz bir gelişme yok. Coldplay yavaş ilerliyor. Ama Depeche Mode işi tamam diyorlar, pek yakında kokusu çıkar.

Onların dışında şu anda İstanbul Ayazağa’da inşaat halinde olan dev bir arazi var. Konser ve kongre salonları ile dev bir kompleks. İhalesini alan firmaların adlarını şimdilik vermeyeceğim. Ama ipucu vermek gerekirse, konser kısmını Türkiye’de sosyal sorumluluk projeleri yapan yeni bir şirket aldı. Kongre tarafında ise 2008’in ilk çeyreğinde 168 milyon Avro ciro yapan yabancı bir organizasyon şirketi var. 2009’a yetişir mi bilmem ama orada da büyük hareketler olacak gibi görünüyor.

Ha bir de unutmadan ekleyeyim, 2009 Efes Pilsen’in 40. yılı. Onlar da yıl içine yayılacak birçok özel etkinlik yapmayı planlıyorlar. Henüz ne yapılacağı belli değil. Sözün kısası elimizdeki verilere göre 2009 hareketli olacak gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku