Temuçin Tüzecan

Ayıklama temizleme

26 Haziran 2006
HÜRRİYET, önceki hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hazreti Muhammed’e atfedilen tüm hadislerin ona ait olmadığı gerçeğinden hareketle, özellikle kadın karşıtı hadisleri gözden geçireceğine ilişkin bir dizi haber yayınlamıştı. Kimi okurlar, bu haberin yazımındaki dili eleştirmiş, temizleme sözcüğünün uygun olmadığını, ayıklama sözcüğünün daha doğru olduğunu belirtmişlerdi. Bu eleştirileri geçen hafta değerlendirmiştik.

Bu eleştirilere katılmadığımı belirten yazıdan sonra Cevdet Çolakoğlu, bana şu mesajı gönderdi: "Okurlara verdiğiniz cevabı hayretle okudum. Siz temizlenmek ile ayıklanmak kelimelerini aynı görebiliyorsunuz. Böylesine sorumlu konumdaki bir kimsenin bundan emin olamayacak bir kültür düzeyinde olması gerçek büyük talihsizlik." Çolakoğlu, mesajının kalan bölümünde benimle ilgili ifadelerini hakaret diyebileceğim ölçüde ağırlaştırıyor; o bölümlerin yayınlanması mümkün değil.

Bu mesajı aldıktan sonra, Türk Dil Kurumu sözlüğünde "temizlemek" sözcüğüne bir kez daha baktım. Temizlemek karşılığı olarak 6 farklı tanım veriliyor; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hadislerle ilgili çalışması arındırmak, sakıncalı, pürüzlü bir işi olumlu sonuçlandırmak ve bir yaranın, bir dokunun sağlam olmayan bölümlerini neşter veya bıçakla kesmek anlamlarını karşılıyor.

O nedenle okur Çolakoğlu’nun değerlendirmesi yanlış.

Özel uçakla davet ve PanAmSat

HÜRRİYET’in milyonlarca okuru öylesine bir yelpaze oluşturuyor ki, en küçük bir ayrıntı bile gözlerinden kaçmıyor. Kaan Güner’den gelen mesaj bunun bir örneği:

"22/06/2006 tarihli gazetenizin Kelebek ekinde ’Tanyeli Avustralya’nın en büyük kablolu TV kuruluşu TARBS tarafından özel uçakla götürüldü’ diye bir haber vardı. 15 yıl bu ülkede yaşamış ve iki ay önce Türkiye’ye dönmüş biri olarak şunu söyleyebilirim. Tarbs en büyük kablolu TV kuruluşu değildir. En büyükler Telstra ve Optus’tur."

Güner’
in gönderdiği bu kısa notun doğruluğunu araştırdım. Bilgi doğru ama önemli ölçüde eksik. Şöyle: Avustralya’da İngilizce dışındaki dillerde yayın yapmak için 1995 yılında kurulmuş olan bu kablolu televizyon kuruluşu, 2004 yılında borçları nedeniyle iflas edip batmış. Mallarına ve abonelere verdiği televizyon alıcılarına, borçlu olduğu PanAmSat tarafından mahkeme kararıyla el konmuş. Boulos kardeşler ise aynı iş hedefleriyle hareket eden yeni bir şirket kurmuşlar. Ve sonra da Tanyeli’yi davet etmişler.

Güner’e, Hürriyet’i daha dikkatli olmaya iten özenli mesajı nedeniyle teşekkürler.

Babamın hatırasına karşı görevim

Altemur Kılıç Gazetenizin 10 Haziran 2006 tarihli Cumartesi ekinde, Ayşe Arman’ın köşesinde ’Latife Hanım Sohbeti’ başlıklı ve okuyuculardan gelen mesajları içeren yazıda, Yılmaz Ş. adında soyadını gizleyen kişi, anlaşılan bilgisi olmadığı halde, babam Kılıç Ali’ye ağır kelimelerle dil uzatmış. Buna göre, Mustafa Kemal babamın arkadaşlığını, Latife Hanım ile aile hayatına tercih etmiş. Babamın, 1919’dan 1938’de Atatürk’ün ölümüne kadar, O’nun en güvenilir arkadaşı olduğu belge ve anılarla sabittir. Cevap vermeye tenezzül bile etmezdim ama ancak kayıtlara geçmesi için bunu belirtmek, onun hatırasına karşı görevimdir. Ölümünden önce, isim anam Latife Hanımefendi’yi Ayazpaşa’daki evinde ziyaret edip elini öptüm ve Latife Hanımefendi de, bana babama sevgilerini iletmemi söyledi.

Oradaydım... Türkkuşu pistine düştü

İbrahim Öcel 19 Haziran tarihinde internet sitenizde okuduğum, ’Genel Müdürün Kullandığı Uçak Düştü’ başlıklı haberde uçağın Esenboğa’ya düştüğünü yazmışsınız; oysa uçak Esenboğa’ya değil Türkkuşu’nun pistine düştü. Esenboğa’ya gitmek üzere havalanmıştı. Ben oradaydım. Düşen bir uçakta, mucize eseri 2 pilotun kurtulmasına ilişkin haberin gazetede ufacık yer alması çok üzücü.

Ulaşmak çok kolay

Ezel Nalbantoğlu "Ben gazetenizin internet sayfasında tüketici hakkı ile ilgili bir köşeye rastlayamadım. Açıkçası danışmak istediğim bir konu var ve bu sorunumu nasıl sizinle paylaşabilirim? Yardımcı olursanız çok sevinirim."

Hürriyet, Türkiye’de tüketici hakları konusunda en kapsamlı yayını yapan gazetelerin başında geliyor. Ve Tüketici’nin Erkan Abi’sine, yani yıllarını ekonomi muhabirliğine verdikten sonra, tüketici ekonomisi ve hakları üzerinde uzmanlaşan Erkan Çelebi’ye ulaşmak çok kolay: tüketici@hurriyet.com.tr.

Almanya’dan bir düzeltme

ÖNCEKİ hafta Hürriyet’te yayınlanan bir haberde, Almanya’da şirketi bulunan Abdullah Şahin adlı bir işadamının İzmir’de öldürüldüğü bildiriliyordu. Cinayet haberinin altındaki kutuda, öldürülen işadamının arkadaşı olduğu belirtilen Ayhan Yıldız’ın görüşleri de yer almıştı.

Yıldız, Abdullah Şahin ile ilişkisinin niteliği konusunda şu açıklamayı gönderdi:

"Gazetenizin 7 Haziran 2006 tarihli baskısının üçüncü sayfasında Gazi firmasının eski iş ortağı Abdullah Şahin’in öldürülmesi ile ilgili olarak ’Gurbetçi İşadamına Restoranda 4 Kurşun’ başlıklı haberinizde benimle ilgili verilen bilgilere açıklık getirmek istiyorum. Haberde ben, Abdullah Şahin’in eski iş arkadaşı olarak gösteriliyorum. Abdullah Şahin’i bazı vesilelerle iyi tanırım ama onunla hiçbir zaman bir iş ilişkim olmadı. Abdullah Şahin futbola áşık biriydi. Türkiye’den Almanya’ya kamp yapmak için gelen hemen hemen her takımın maçlarına gelirdi. Ben de o dönemde organizatörlük yaptığım için onu sadece oradan tanırım."

GS bayrağı ve cümleler

İsimsiz Bugün yani 23 Haziran günü Hürriyet Gazetesi’nde spor sayfasında bulunan bir haberin ilk cümlesi gözüme takıldı. Galatasaray bayrağının köprüden tekrar indirilmesiyle ilgili haberin ilk cümlesi, ’Birkaç kez indirilen ve birkaç kez indirilmeye çalışılan Boğaziçi Köprüsü’nde asılı Galatasaray Bayrağı...’ diye başlıyordu. Dilbilgisi açısından ben bu cümleden Boğaziçi Köprüsü’nün birkaç kez indirildiğini ve birkaç kez de indirilmeye çalışıldığını anlıyorum. Bu hata ve benzeri hatalar çok sık yapılıyor.
Yazının Devamını Oku

Haydarpaşa’nın geleceğini tartışalım

24 Haziran 2006
İstanbul, ülkeyi makus talihinden kurtarmak isteyen tüm iktidarların olumlu olumsuz damgasını vurmak için mücadele içine girdiği bir şehir oldu hep. Bu dev şehre artık yetmeyen yollar yapılırken, binlerce yıllık tarihin üzerinden silindirle geçildi.

Daha yakınlarda, Tarlabaşı aynı şekilde düzlendi; Kadıköy sahil yolu aynı mantıkla yapıldı. Büyüyoruz; ihtiyaç var.

Yıkalım ve yeniden yapalım.

Hem de beton olsun.

Bugün de, Marmaray kazıları sırasında ortaya çıkan Bizans Limanı ile orada bulunan gemilerin üzerine bir beton santralı yapıldığını öğreniyoruz.

Çelik köstebek metroyu kazarken, tarihi yarımadanın altında çalıştı, belki de hálá çalışıyor; bilmiyorum.

Birkaç yıl sonra, metro vagonları, İstanbul’un binlerce yıllık tarihi içinden zifiri karanlıkta geçerken, sessiz yolculuklar yapılacak.

Gelişme önüne çıkanı öğütmeli, ışığı ile tarihi ille de karartmalı mı?

*

Bugüne dek, bu şehri, korunması gereken bir muhteşem dünya mirası olarak gören kimseye danışılmadan atılan birçok adımın, yarardan çok zarar getirdiği ortaya çıktı.

Ve İstanbul, işgalcilerini sivilleştirirken, çok doğum yapmış kadınlar kadar yoruldu, örselendi.

Varoşlarında, daha deniz görmemiş milyonların yaşadığı, içiçe geçmiş bir kasabalar ağı olan, sökülüp atılan raylı sistemi yeniden kurmak için trilyonlar harcayan, ulaşımında denizi hálá kullanamayan, varolanı geliştirmek yerine, yıkıp daha çirkinini ve işlevsizini yapmayı marifet sanan yöneticilerin elinden onyıllardır çeken bir şehir. İstanbul.

Ama şimdi, Türkiye’nin ve İstanbul’un ulaştığı bu gelişmişlik düzeyinde, bu dünya şehri ile ilgili kararlar alırken, durmak, düşünmek, danışmak ve tartışmak gerekir.

Unutmayın, şehirler, tartışıldıkları ölçüde şehirleşirler.

*

Konumuz Haydarpaşa Garı. Şehri bugüne kadar esir alan acelecilik ve bir rant yaratma çabasının, bu anıt binayı bir otele çevirmeyi düşündüğünü öğreniyoruz.

Anadolu’yu İstanbul ve deniz ile ilk tanıştıran, savaşlarda trenlerine askerleri bindirdiğimiz, yenik orduları karşıladığımız bu gar, Kadıköylü’nün evine giderken gecikmesine yol açtığı için çok kızdığı, ama Kadıköy’ü Kadıköy yapan semtlere hayat veren banliyö treninin başlangıç noktası da olan bu ara iskelenin bir otele çevrilmesi, bu şehre yapılacak en büyük kötülüklerden biri olacaktır kuşkusuz.

Tarihi ya da işlevini yitirmiş kamu yapılarının nasıl dönüştürüleceğine dair Türkiye’de de, dünyada da birçok örnek var.

İstanbul Modern, Tophane ve çevresini dönüştürme yolunda önemli bir adım. Haliç’teki Koç Müzesi de.

İngiltere’de, Londra’nın ünlü Battersea Enerji Santralı’nın Tate Müzesi’ne, Fransa’da, Paris’te, Haydarpaşa Garı ile aynı yaşta bir tren garının, Orsay Müzesi’ne dönüşümleri önemli örnekler.

Şimdi, Haydarpaşa’nın bir otele dönüşmesinden söz ediyor muktedirler.

Oysa, şehirleri muhteşem şehirler haline, müzeleri, genel kullanıma açılıp çekim alanı haline gelen tarihi binaları, geçmişle geleceği buluşturan yaratıcı mimari çözümleri getirir, oteller değil.

Öyle olsaydı, Las Vegas, Dubai büyük şehirler olurdu.

Oralar uçaktan inilen yerler sadece, İngilizcesi ile destination; kesinlikle şehir değiller...

Haydarpaşa’nın geleceğini tartışalım, konuşalım ve sayın bakanlar, bir kez olsun bu tartışmadan çıkan sonuçları dikkate alın.

Lütfen...

CNNTürk Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav’ın konu ile ilgili yazısı için: http://www.cnnturk.com/CNNTURKBLOG/detay.asp?PID=1315&haberID=191254

Yelkenler fora: Rüzgarınız bol olsun

İstanbul’u, Avrupa’nın yelken haritasına kalıcı bir şekilde yerleştirecek olan Vakko Odysse Cannes İstanbul yarışı yarın başlıyor. Dünyanın en büyük tekne üreticisi Beneteau ve Fransa’nın en önemli gazetelerinden Figaro’yu, yayın sponsorları Hürriyet ve CNNTürk ile biraraya getiren büyük yarışa, 2 kişilik ekiplerle 23 tekne katılıyor. Türkiye’den toplam 6 teknenin yelken basacağı yarış, Bonifacio, Messina, İthaka ve Andros’u geçtikten sonra Bozcaada’da mola ve makine seyriyle Çanakkale Boğazı’nı aşıp İstanbul için yeniden yelken basmaları ile sürecek. Tekneler, İstanbul Boğazı’nda da 1 günlük Vakko Kupası yarışına katılacaklar.

Fransa’nın en önemli spor etkinliklerinden biri olan Figaro Beneteau yarışına, Akdeniz’in en uzun açıkdeniz yarışını ekleme fikri önce Hürriyet ve CNNTürk, ardından da, diğer sponsorlar tarafından kabul görünce bu yarışı gerçekleştirmek mümkün oldu.

Fransa, bir futbol ve tenis ülkesi olmanın ötesinde, hem Akdeniz, hem de Atlantik Okyanusu’na olan kıyıları sayesinde önemli bir yelken ülkesi de. Vakko Odysse Cannes İstanbul yarışını gün gün izleyecek olan Figaro gazetesi ve diğer Fransız mecraları, Türkiye’den, İstanbul’dan ve yarışın Türk katılımcılarından da sürekli söz edecek. Fransa, özellikle açıkdeniz yat yarışçılığı konusunda dünyanın en önemli sporcularını yetiştiren bir ülke.

Milliyet gazetesinin teknesinin kaptanlığını üstlenen Lionel Pean bu sporcuların en önemlilerinden biri. Pean ve Türkiye’nin önde gelen yelkencilerinden Arif Gürdenli şimdiden iyi bir ekip oldular. 10 gün birlikte çalışan ekip, aralarında bir kimya sorunu olmadığını gördü ve iyi anlaştı.

Yarışa Türkiye’den Milliyet dışında,Türkiye Ekonomi Bankası, Aras Cargo, Dedeman ve Sabah tekneleri katılacak. Bir diğer Türk ekibin ise sponsoru bulunmuyor.

YARIŞIN TAKVİMİ

25 Haziran - 4 Temmuz: Cannes - Bozcaada

4 Temmuz - 6 Temmuz: Çanakkale İstanbul

8 Temmuz: Vakko Kupası, İstanbul Boğazı

Yelkende genç başarı

9 -16 Haziran tarihleri arasında İtalya- Riccione’de yapılan, 150 genç sporcunun katıldığı "2006 Gençler Laser Radial Avrupa Şampiyonası"ndan Güney Can Kaptan, 17 yaş altında birinci olurken genel sıralamada, bir puan farkla Rus yelkencinin ardından ikinci olarak yarışı tamamladı. Bodrum Era Yelken Kulübü’nün diğer Milli yelkencisi Barbaros Tuna ise genelde 11. oldu. Türk Milli Takımı’nın yarışa katılan sporcularından Reşat Yalaz 28., radial kadınlarda gümüş grupta Ayda Ünver 3. oldu.

Bodrum Marmara Koleji öğrencisi Güney Can Kaptan ve Bodrum Anadolu Lisesi öğrencisi Barbaros Tuna yoğun yarış temposunda bu yıl okullarından sık sık uzak kalsalar da, derslerinde de başarılı olarak karnelerini aldılar.

MİLLİYET EKİBİNDEN NOTLAR

ARİF GÜRDENLİ

Gürdenli blogu: http://groups.yahoo. com/group/YelkencilerLokali/

16 Haziran Tekneyle tanışma

Hiç oyalanmadan doğruca teknemizin bağlı olduğu limana gittik ve işte, hayalini kurdugum kıpkırmızı Beneteau Figaro tüm ihtişamıyla

karşımda. Hemen teknenin, sağını solunu kurcalamaya başladım. Tam bir yarış makinesi olduğunu söyleyebilirim. Yarışmak ve yüksek performans için tasarlanmış konforsuz bir tekne - sanki Formula 1 yarış arabası.

17 Haziran İkinci seyir

Sert havada, seyirdeyiz. Bir ara gözüm elektronik göstergelere takıldı - rüzgar hızı 30 knot, tekne hızı 14.5 knot. 10.10 metrelik bir teknede bu hızları pek göremezsiniz. Hatta, biraz daha dalga olsa eminim daha yüksek hızlara çıkardık. Tekneyi tanımak ve komutlara nasıl cevaplar verdiğini anlamak için hep ben dümendeydim. Bugün gördüğüm en yüksek hız 14.8 knot oldu. Ancak Lionel’in bu teknedeki kişisel rekoruna daha çok var: 24.1kn. İnşallah onu da İstanbul yolunda geçeriz artık.

19 Haziran Denizde tek başına

Artık geri döneyim diye düşünmeye başladığımda bir de baktım ki kara gözükmüyor. Dalgalardan kaya kaya büyük bir zevkle millerce pupa yol katetmişim. Orsaya dönüp rotamı tuttuktan ve gerekli yelken trimlerini yaptıktan sonra dümeni otopilota bırakıp gönderi yerine aldım, ortalığı toparlayıp yeniden temiz bir güverteye kavuştum. 2 saatlik orsa seyrinden sonra yeniden limandaki Savarona’yı görmeye başladığımda hava da iyice sertleşmişti ve mecburen küçük genoaya geçmek zorunda kaldım. Yelkeni değiştirirken, dalgalar üzerimden geçiyor ve biraz hırpalanıyorum ama sorun yok.

LIONEL PEAN

16 Haziran İlk karşılaşma

Arif ile ilk karşılaştığımda telefonda ve mesajlarda anlatılanlar kadar iyi bir ekip arkadaşı olduğunu anladım. Harika bir yelkenci. Hemen açılıp, çalışmaya başladık ve hem yelkeni, hem yarışmayı çok iyi bildiğini ve Milliyet Figaro Beneteau’nun dümenini çok iyi tuttuğunu gördüm. Tekneyi tanıması, manevra ve yelken değişimlerini öğrenmesi gerekecek ama deneyimi nedeniyle zaten çok çabuk öğreniyor. İyi bir ekip olacağız.
Yazının Devamını Oku

Yelken nasıl kurtulur?

17 Haziran 2006
Geçen pazar günü, İstanbul Yelken Kulübü’nün düzenlediği Medya Kupası yarışına katıldım. Destek sınıfında Ahmet Burak’ın teknesi C’est La Vie, aralarında benim de bulunduğum ekiple beşinci oldu. Yarışa tam 47 tekne katıldı ki, bu, gösterilen büyük ilginin bir işaretiydi.

Geçen yıl başlatılan bu yeni yarış ile gazetecilerin yelkene ilgisinin arttırılması hedefleniyor. Gazetecilerin, bu yarışa katılan tekne ekiplerinden birinde yer alarak yelken sporu ile tanışmasının, yelkenciliğin gazete, dergi ve televizyonlarda daha fazla yer bulmasını sağlayacağı düşünülüyor. Ancak, bu yıl ikincisi düzenlenen yarışa katılan gazetecilerin azlığı, hedefe ulaşmanın kolay olmayacağını gösterdi.

Peki ne yapmalı? Bu sporu kitlelere nasıl anlatmalı? Bir deniz cenneti olması gereken Türkiye’yi yelkencilikte ileri nasıl taşımalı?

ÜÇLÜ FORMÜL NE?

Bir kere şunu saptamakta yarar var: Türkiye’de ve dünyada futbol, tüm spor dallarından çok daha fazla ilgi çeker, çekecektir. Örneğin, olimpiyatların kolektif bilincimizdeki yeri, Dünya Futbol Şampiyonası’nın yeri ile kıyaslandığında, küçücük kalır. Yelkenin çok ileri olduğu ülkelerde bile, futbol ve yelkenin medya ilgisi açısından yarışması olanaksızdır.

Bunun ötesinde, Türkiye’de, yelken gibi karmaşık bir sporu yazabilecek ölçüde bilen ve seven gazetecilerin sayısının azlığı önemli bir sorun. Bileni olmayan bir sporun medya yansımaları, kavruk ve kuru kalır.

Hedef, yalnızca bir yelken yarışının fotoğraflarını çekip, sonuçları yazmak değil, bir algılama ve davranış değişikliği yaratmak olduğuna göre, bunu sağlamak için neler yapılmalı?

Medyanın, yelkene bugünkünden daha fazla ilgi göstermesi için öncelikle üç koşul gerekir: Birincisi, kaleyi içten fethedecek, konuyu bilen muhabirler ve yazarlar yaratılması, ikincisi bu gazetecilerle ilişkinin sürekliliği yani ilişki yönetimi, üçüncüsü ise yelkende sağlanan ulusal ve uluslararası başarıların tüm unsurları ile profesyonel biçimde gazetecilere anlatılması, yani medya ilişkileri.

HERKES MÜDAHİL OLMALI

Bu üç konuda kurumsal bir yapı oluşturulmazsa, başarı gelmez. Kurumsal yapıyı oluşturması gereken ise Federasyon. Burada sözünü ettiğim, bir Yelken İletişimi Master Planı. Gerek duyulan budur.

Federasyon, kendi web sitesinde şöyle diyor: "Amaç, yelken sporunu tanıtmak, geliştirmek ve yaygınlaştırmaktır. Bu doğrultuda Yelken Federasyonu, İl Temsilcilikleri ve Yelken Kulüpleri yelken okulları açar, çeşitli sporcu, Milli Takım ve eğitim kampları düzenler, sporcu ve hakem eğitim seminerleri yapar, uluslararası platformda ülkemizin her konuda en iyi şekilde temsil edilmesini temin eder."

Bence geliştirilmesi gereken bu amaç tanımı, planı hazırlama sorumluluğunu kuşkusuz Türkiye Yelken Federasyonu’na veriyor. Kulüpler bu çalışmanın doğal ortağıdır. Onların dışında, konuyla ilgili gazetecilerin, yelkeni kurumsal olarak destekleyen şirketlerin ve hem olimpik branşlarda, hem yat yarışçılığında öne çıkan genç ve başarılı Türk yelkencilerin bu çalışmaya katkıları olabilir.

Bu plan, büyük şirketlerin stratejik planları mantığında hazırlanır ve ancak her yıl bir iş planı da oluşturulursa başarılı olur. Ekonomik büyüklük olarak bugün pek anlam ifade etmeyen yelkenciliğin gelişiminden yararlanacak olan şirketler de; örneğin yelken okulları, tekne üreticileri ve donanım satıcıları da bir vadede bu planın önemli parçaları olabilirler, olmalıdır.

Yelken yarışlarının başlaması ile yelkencilerin tartıştığı internet sitelerinde ağır medya eleştirileri mevsimine girdiğimiz şu günlerde, sorunun ancak bütünleşik bir plan ile çözüleceği o kadar ortada ki... Umarım, bu yılı da kaybetmeyiz.

İŞTE BİRİNCİLER

IRC-1: Oğuzhan Too

IRC-2: Kamikaze

IRC-3: Zig Zag

RC-4: Relax

IRC-5: Barbie

DESTEK: Kahve Dünyası

Büyük yarış haftaya başlıyor

Hürriyet’in CNN Türk ile birlikte yayın sponsoru olduğu Vakko Odyssey Cannes İstanbul yelken yarışı, 23 Haziran günü Cannes’da yapılacak liman yarışı ardından 25 Haziran günü başlayacak.

Yaklaşık 30 teknenin yelken basacağı Akdeniz’in bu en önemli yarışının 5 Temmuz’da tamamlanması bekleniyor. Özel yapım 10.10 metrelik Beneteau teknelerle yapılacak yarışa iki kişilik ekipler katılacak. Yarışta Milliyet adına Lionel Pean ile Arif Gürdenli’den oluşacak ekip yarışacak. İstanbul’a varan tekneler iki günlük bir moladan sonra Boğaz’da yapılacak Vakko Kupası’na da katılacak.
Yazının Devamını Oku

Okur görüşüne kendinizinkinden daha çok yer verin

12 Haziran 2006
HER hafta gelen yüzlerce mektup içinden bazılarında bu köşeye yönelik benzer eleştiriler yer alıyor. Örneğin Bahtiyar Çiçek, "Eleştirilere soru cevap şeklinde yer vermiyorsunuz bence kendi kafanıza göre yönlendirip, kendi doğrultunuzda bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Hürriyet okurlarının eleştirilerine daha çok yer verirseniz, ben sizin o zaman gerçek bir okur temsilcisi olduğunuzu anlarım" diyor.

Yazının Devamını Oku

Göremediğimiz öldürür

10 Haziran 2006
Heybeli’de geceleri mehtaba çıkılan yıllarda, Marmara Denizi’nde çekilen kürekler ışıl ışıl parlarmış. Tek hücreli canlıların, küreklerin hareketi ile ışıklarını geride bırakıp sessizce süzülüp gittikleri o yakamozlu geceler, sayıları çok azalan eski İstanbullular’ın ortak anılarının en önemli paydalarıydı. O gecelerde, kimsenin aklına yakamozu yaratan canlıların ve diğer tek hücrelilerin ortak anıları ve akılları olup olmadığı sorusu gelmiyordu tabii ki. Bu soru, Alman yazar Frank Sch?tzing’in İngilizcesi yakınlarda çıkmış Sürü (The Swarm) adlı kitabının omurgasını oluşturuyor.

Sch?tzing’in, "Derinlerin Romanı" olarak sunulan kitabının kahramanları, insanlar ve tek hücreliler; daha doğrusu insanlar ve amipler. Romanda söylenenler ve ulaşılan sonuç düşündürmenin ötesinde tedirgin ediyor. İnce bir kitap değil; 881 sayfasının tamamı bilimsel verilerle yüklü sıkı bir gerilim romanı.

*

Kimi balıkçı, kimi yelkenci denize açılan yüzlerce masum insanın hiç nedensiz iz bırakmadan kaybolup gitmeleriyle başlayan öykü, Kuzey Amerika’da fotoğrafları çekilen balinaların turistlere saldırıp, teknelerini batırmaları ve katil balinaların suya düşenlerin işlerini bitirmeleri ile sürüyor.

Fransa’da Paris’in en ünlü lokantalarından birine gelen ıstakozlar patlıyor; içlerinden ıstakoz eti yerine öldürücü bakteri yığınları çıkıyor. Bu bakteriler, Paris su şebekesine karışıp, tüm Fransa’da, aşısı olmayan bir salgın başlatıyor.

Norveç petrol şirketi Staatoil’in bilim adamları, Kuzey Denizi’nde, petrol platformu kurmayı düşündükleri bir bölgede, daha önce hiç rastlanmamış türde milyarlarca derin deniz kurdu buluyor. Bu derin deniz kurtlarının üzerini kaplayan bakteriler, denizin 700 metre derinliğindeki donmuş metan tabakalarını büyük bir hızla yiyor. Eğer durdurulamazlarsa oluşacak derin deniz heyelanı Kuzey Avrupa’nın en büyük tsunamilerinden birini yaratabilir. Norveç’ten Almanya’ya uzanan kıyı şeridi yok olabilir.

Felaket senaryosu gerçekleşiyor. Sonuç en az 3 milyon ölü; Avrupa dünya denkleminden çekiliyor.

Karadeniz dahil tüm derin denizlerde araştırma başlatılıyor. Oralarda da bu esrarengiz kurtlardan var. Oraları da tsunami tehlikesi bekliyor.

Birkaç hafta sonra, New York Long Island kıyıları daha önce hiç görülmemiş, küçük beyaz derin deniz yengeçlerinin saldırısını uğruyor. Ardından, trilyonlarca kör yengeç öldürücü bakteri yüklerini boşaltmak için Washington DC ve Boston’a kamikaze çıkartması yapıyor. Bu üç şehir karantinaya alınıyor, yüzbinlerce kişi ölüyor. Amerikan Başkanı Beyaz Saray’dan kaçmak zorunda kalıyor.

Malaka Boğazı’nda, Süveyş Kanalı’nda, Atlantik Okyanusu’nda gemiler ortada neden yokken çarpışıp, batıyor. Denize düşenlere, orada nasıl buluştukları bilinmeyen yüzlerce köpekbalığı ve katil balina saldırıyor. Masum deniz anaları, insanı zehirleriyle birkaç dakikada öldürecek kadar canavarlaşmış yeni halleri ile Avustralya, Yeni Zelanda kıyılarına saldırıyor.

İnsanlık karşı karşıya kaldığı biyolojik ve terörist saldırılar ardından denizlerden ve kıyılardan çekiliyor. Mücadele kararı alınıyor; Amerika liderliğinde.

*

Bilim adamları okyanuslara "iç uzay", gökyüzünün ötesine "dış uzay" der. Ve denir ki, biz uzayı okyanuslardan daha iyi biliriz.

Sch?tzing, okyanuslarla ilgili bu cehaletten yola çıkıp, insanı ve dünyadaki yerini sorgulayan bir kitap yazmış. İnsanlığın, uzaydan bakıldığında küçücük mavi bir miskete benzeyen yerküre üzerindeki olumsuz etkilerinin tetiklediği bu savaşı, mütekamil tür insan, tek hücreli amiplere karşı kaybediyor. Ama devamı kitapta...

"Göremediğimiz bizi yaralayabilir" diyor Sch?tzing. Bu örnekte ise göremediğimiz bizi öldürüyor. Rahatça...

The Swarm, A Novel of the Deep,

Frank Sch?tzing

Hürriyet yerini neden Milliyet’e bıraktı?

Hürriyet’in fikir ilk ortaya atıldığından bu yana büyük destek verdiği ve adı Vakko’nun ana sponsor olması ile Vakko Odyssee Cannes İstanbul olan Hürriyet teknesinin yelken yarışından çekilmesi ile ilgili iddialar ardından bir açıklama yapmak kaçınılmaz oldu.

Hürriyet, CNN Türk ile birlikte bu yarışın medya sponsorluğunu üstlendi. Üstelik bu karar, proje ilk Hürriyet’e getirildiğinde, geçen ekim ayında alınmıştı. Ardından Hürriyet, bir tekne ile bu yarışa katılma kararı aldı.

Ancak, bu karar ardından, Hürriyet’in medya sponsoru olması ve bir tekne ile yarışa katılmasının önemli bir çıkar çelişkisi yaratacağı kaygıları bize iletilince bir değerlendirme yapıldı. Karar, yarışın medya sponsorluğuna devam edip, yarışacak tekneyi, grubun diğer gazetesi Milliyet’e devretme şeklinde çıktı.

Milliyet teknesi, Fransa’nın efsane yelkencisi Lionel Pean ve Türkiye’nin en önde gelen olimpik yelkencilerinden, deneyimli Arif Gürdenli’nin oluşturacakları ekiple favorilerden biri olarak yarışa katılacak. Açık deniz yarış deneyimi ile dünyadaki ilk 10 yelkenci arasına giren Pean, bu deneyimini uzun Akdeniz seyrinde gösterecek. Gürdenli ise Ege, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’ni ve buradaki hava hareketlerini avcunun içi gibi bildiği için ekibin bu bölgelerdeki beyni olacak.
Yazının Devamını Oku

Tasarlıyor üretiyor yarışıyor

3 Haziran 2006
İstanbullu işadamı Murat Alemdar yaklaşık 30 yıldır denizle ve teknelerle haşır neşir. 1970’lerde İstanbul’un Caddebostan ve Dalyan sahillerinde sürat teknesiyle gezdiği günleri hálá hatırlıyor. Murat Alemdar beş yıldır Türkiye Offshore Şampiyonası’nda yarışıyor. Geçen yıl Alemdar Performance isimli teknesiyle ve takım arkadaşı Vidal İtkin’le beraber Türkiye şampiyonu oldu. 2006 sezonunun ilk yarışını iki hafta önce İstanbul’daki Caddebostan parkurunda yine İtkin’le beraber birinci tamamladı. Yarıştaki becerisinin yanı sıra tasarladığı yeni tekneyle de adından söz ettiriyor. Öyle ki bu yeni tekne saatte 100 mil hıza rahatlıkla ulaşacak. /images/100/0x0/55ea3b53f018fbb8f872dfd9Alemdar’ı bugün ve yarın Seyhan Baraj Gölü’ndeki yarışlarda izleyebilirsiniz.

Türkiye Offshore Şampiyonası’ndaki Class 3-225 sınıfı tekneler yarış sırasında ortalama saatte 75 mil yani 120 kilometre hız yapabiliyor. Zaman zaman bu hız 85 mili aşabiliyor.

Şampiyonanın gediklilerinden Murat Alemdar (40) antrenman sürüşlerinde Alemdar Performance isimli tekneleriyle 90 mili rahatlıkla geçtiklerini söylüyor. "Teknemizin limitlerini ancak antrenmanda görebiliyoruz. Çünkü yarışlarda bu hıza ulaşmak pek kolay değil."

PARKUR HIZI ENGELLİYOR

Alemdar bunu Türkiye’deki parkurların darlığıyla açıklıyor: "Aslında tekneler daha yüksek bir ortalama hız tutturabilir. Ancak, 1,5-2 mil uzunluğundaki kısa ve dar parkurlar teknelerin daha hızlı gitmesini önlüyor. Çünkü bu tekneler ancak belli bir mesafede maksimum hıza ulaşıyor. Ayrıca birbirlerine çok yaklaştıkları için de hızlanmaları zorlaşıyor. Parkurun kısa olmasında televizyon yayınının da payı var. Parkur uzadıkça, yayındaki görüntü kalitesi bozuluyor."

Yarışçılar İstanbul’da Caddebostan’daki gibi bir parkurda denizle de mücadele etmek zorunda. "Yakından geçen deniz otobüsünün dalgasına mı dikkat edelim, Caddebostan’ın dalgasından mı kaçalım derken yüzde 60 denizle, yüzde 40 tekneyle ilgilenebiliyoruz" diyen Alemdar’a göre Class 3 sınıfı teknelerin asıl performansını durgun suda görmek lazım. Bu hafta Adana yakınındaki Seyhan Baraj Gölü’nde yarışçılar bu imkanı bulacak.

BU TEKNENİN HIZINA KİM YETİŞECEK?

Bu sezon Türkiye Şampiyonası’nda yarışan teknelerin gücü birbirine denk görünüyor. Birinci yarışta ilk iki sıradaki teknelerin arasında sadece iki saniye fark olması bunun kanıtı. Ancak, Marmaris Yacht Marina teknesi bu farkları değiştirebilir. "Tüm teknik özellikleri kurallara uygun ama en yakın rakibine her milde yaklaşık 10 saniye fark atabilir. Caddebostan Sahili’nde Marmaris Yacht Marina’yla fazla zorlamadan bir deneme turu attık. Bir turu 1 dakika 39 saniyede tamamladık. Yani, tur başına Alemdar Performance’tan 20 saniye daha hızlı!"

Bu çarpıcı derece herkesi şaşırtmış. Örneğin İstanbul Offshore Kulübü Başkanı Uğur Işık "Yaktın bizi" diye veryansın etmiş. Nasıl etmesin; eğer bu yeni tasarım tekne Türkiye Şampiyonası’nda da benzer bir performans gösterirse ve arızalanmazsa, diğer tekneler sadece ikincilik için mücadele edecek. Murat Alemdar teknik sırrını iki faktörle açıklıyor: "Önce aerodinamik açıdan üstün bir tekne. Ayrıca, suya sürtünme katsayısını düşünmek için teknenin altında iki yerine dört step (basamak) kullandım."

BU HAFTA SONU BELLİ OLACAK

Uğur Işık, Marmaris Yacht Marina teknesinin kural kitabına tamamen uygun olduğunu doğruluyor: "Teknenin ne kadar az kısmı suya değerse, hızı o kadar artar. Murat, iki yerine dört basamak kullanarak bunu başardı. Bu tekne saatte 100 mil hızı geçebilecek güçte. Bu özelliklere sahip bir teknenin Türkiye’de kalmayıp dünyadaki diğer şampiyonalarda denenmesi lazım." Murat Alemdar da tasarımının Türkiye’de İtalyan ve Norveç yapımı teknelere karşı sınandığını anlatıyor: "Burada yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Bu kapasitedeki bir tekneyi tamamen bihaber iki kişi kullansa bile yine birinci gelir. Şimdi aynı kalıptan bir tekne daha üretip dünya şampiyonasında bir yarışa kayıt yaptırabilir miyim diye bakınıyorum."

Eğer Marmaris Yat Kulübü’nün sürücüleri lisans alırsa Marmaris Yacht Marina Teknesi bu hafta sonu Adana yakınındaki Seyhan Baraj Gölü’nde yarışacak. Durgun suda yükselebileceği hız böylece ortaya çıkacak.

2006 TÜRKİYE ŞAMPİYONASI YEDİ AYAK

Uluslararası Mononotik Federasyonu UIM’in de takvimine giren 2006 Türkiye Offshore Şampiyonası yedi ayaktan oluşuyor. Önceki hafta sonu İstanbul’daki 26 turluk ilk ayağı Murat Alemdar-Vidal İtkin ikilisi 56 dakika 29 saniye 243’lük zamanla kazandı. Sezonun ikinci yarışı bu hafta sonu Seyhan Baraj Gölü’nde yapılacak. Sezonun diğer yarışları 17-18 Haziran’da Kemer, 8-9 Temmuz’da Bodrum’da, 15-16 Temmuz’da Marmaris’te, 2-3 Eylül’de Gölbaşı’nda ve 23-24 Eylül’de İstanbul’da yapılacak. Bu yılki şampiyonaya 10 takım katılıyor. Her ayağın birincisi tekne 120 puan alıyor. Daha sonra ikinciden onuncuya kadar 150’den 10’a inerek puan veriliyor. Ayrıca sıralama turlarında en iyi dereceyi yapan takım 20 puan alıyor. Sezon sonunda en çok puanı toplayan takım şampiyonluğa ulaşıyor. Class 3 kurallarına göre tekneler 7 ila 8,5 metre uzunluğunda, minimum 1100 kilo ağırlığında olmalı ve 225 beygir gücünde bir motoru bulunmalı. Türkiye Şampiyonası’nda 2003’te Mumi isimli tekneyle Murat Sarı-Ali Alen, 2004’te Unique isimli tekneyle Mehmet Gamgam-Özgür Öcel, 2005’te ise Alemdar Performance isimli tekneyle Murat Alemdar-Vidal İtkin ikilisi kazanmıştı.

Marangozum kaçtı boyacıları marangoz yaptım

Murat Alemdar yarışmakla kalmıyor, bir yandan da tekne yapımı ve bakımıyla uğraşıyor. İki yıldır yarıştığı Alemdar Performance teknesini İstanbul’da Kaynarca’daki atölyesinde inşa etti. 2006’da yarışan teknelerden Metyx de yine Alemdar’ın atölyesinden çıkma. Bu yıla kadar Skater firmasının kalıbıyla çalışmıştı. Ancak geçen yıl bundan sıkılarak kendi tasarımını yapmaya karar verdi. Söylediğine göre Alemdar Performance teknesinin diğer ürteticiler tarafından taklit edilmesinin de bunda payı var: "Türkiye’de yıllardır aynı kalıptan üretilen sürat tekneleri yarışıyordu. Benim amacımsa tamamen yeni bir tekne tasarlamaktı. Geçen kış, aylarca eski yarış görüntülerini izledim. Bir yandan ekrana bakıyor, bir yandan önümdeki kağıda çizik atıyordum."

Murat Alemdar, mühendislik bilgisi olmamasına rağmen bu çizim için iki ay uğraştı. Arada, eksikliğini gidermek için tekne mühendisliğiyle ilgili yedi-sekiz kitap devirdi. Sonunda yarış tecrübesinin de yardımıyla tasarımını kağıda döktü ve sıra üretim aşamasına geldi: "Önce marangozum kaçtı. Yerine bulduğum marangozlar da üç milimlik hatayla çalışıyordu. Tekne, bu kadar hatayla istediğim denge ve hıza sahip olamazdı. Atölyemdeki boyacıları marangoz yaptım. Çünkü sadece bir milimlik hata payıyla çalışacak kadar titizlerdi. Bu altı kişilik ekip daha sonra polyesterci de oldu." Teknenin ismini de Marmaris Yacht Marina koydu ve Halikarnas Şirketler Grubu’na sattı. Tekne, henüz yarışa girmedi çünkü Marmaris Yarış Kulübü’ndeki pilotların lisansları bu sezonun ilk yarışına yetişmedi. Alp ULAGAY
Yazının Devamını Oku

Üç günlük aşkımı geride bırakıp geldim

27 Mayıs 2006
Portekizli Gaspar de Lemos, yorgun denizcilerine koyu yeşil yağmur ormanlarının biraz açığında, funda demir dediğinde, upuzun plajların ve ötesinin nasıl göründüğünü gerçekten çok merak ediyorum. Acaba, yerliler ormanın içinden merakla yavaş yavaş çıkıp geldiler mi? Yoksa korkup saklandılar mı? Oklarla saldırdılar mı? Arkebüzlerle saldırıya mı uğradılar yoksa? Açık denizden gelip, gürültüyle demir atan ve çok pis kokan kapkara geminin başlarına ne kötülükler getireceğini tahmin edebiliyorlar mıydı?

Gaspar de Lemos, binlerce yıldır orada duran Brezilya’nın şimdi Rio de Janeiro diye bildiğimiz bölgesini "keşfettiğinde" 20 Ocak 1502’ydi. De Lemos, tüm büyük su parçalarına nehir denen o yıllarda, Guanabara Koyu’nda diz çöküp haç dikerek, Ocak Nehri diye adlandırdığı bu bölgeyi Portekiz topraklarına kattı.

Bugünün büyülü Rio’sunun kısa keşif öyküsü bu işte. Amerikalıların dediği gibi, "gerisi tarih."

*

Büyük şehirler güçlerini tarihlerinde saklar. Zümrüd-ü Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmalarını, hep zor zamanlarda başvurdukları tarihleri sağlar. İnatçı ağırsıklet boksörler gibidirler, yıkılmazlar. Aynı Rio gibi.

Son 150 yıldır yaşadığı hızlı gelişmeye rağmen, hálá olağanüstü güzel bir doğa ile koyun koyuna. Rio, coğrafi konumu nedeniyle büyük bir şehir; İstanbul gibi. Tek ve önemli farkı, İstanbul gibi küçük bir alana sıkışmamış olması. Rio’nun arkasında koskoca Amazon Ormanları ve dev bir kıta, önünde ise Atlantik Okyanusu var.

"Ne kadar kaldın Rio’da ki, ahkám kesiyorsun?" diye düşünenler olacaktır. Sadece, ve ne yazık ki, üç gün. Ama benim başka yerlerde de sadece üç gün kaldığım çok oldu. New York hariç hiçbir yere üç günde aşık olmadım.

Unutmayın tüm büyük şehirler dişidir. Rio da. Aşık olanı tutsak eden güçlü, cilveli ve işveli bir kadın. Kalbim kırık, üç günlük aşkımı bırakıp, koynunda doğduğum aşka döndüm.

*

Müzik, sevdiğim kadın ile keyifli bir yemek ve futbol; tek tek ya da birlikte, üçünden de vazgeçemem. Ne mutlu Rio’dayım diyene, çünkü orada üçü de vardı.

Gündüz, Rio’lu ilkokul öğrencileri ile birlikte ziyaret ettiğim gerçek futbol mabedi Maracana Stadı’nda aynı akşam oynanan Fluminense-Vasco de Gama derbisine yorgunluktan gidememenin ağır hüznünü, Copacabana Plajı boyunca uzanan Atlantik Bulvarı 290 numaradaki Marius Degustare’de ağır bir yemekle telafi etmeyi başardım. Gerçi, daha önce yemediğim lezzette dana eti tüketiminin çokluğu nedeniyle, keyifli yemek sırasında küçük bir aile çatışması çıktı ama olsun. Derbiyi, Brezilya’daki takımım, siyah beyaz Vasco’nun 1-0 kazanması Rio günlerine güzel bir cila oldu.

Bu cilayı parlak tutmaya, gördüklerimi, duyduklarımı, tattıklarımı, konuştuklarımı unutmamaya çalışıyorum. İleriye dair ciddi Brezilya planlarım var çünkü. Bir de Rio o kadar uzak olmasaydı...

2006’nın yeni tekneleri

2006, dünyanın önde gelen tekne üreticilerinin birçok modelini yenilediği bir yıl oldu. Amerika ve Avrupa’daki tekne üreticilerinin rekabeti fiyatları düşük tutarken, teknelerde standart olarak sunulan aksesuvarların artırılması kullanıcılara büyük avantajlar sağlıyor.

Island Packet 440

Renkler çoğaldı
/images/100/0x0/55eb1e4af018fbb8f8ac55ba
Avrupa’da özellikle euro’nun güçlenmesinden sonra güçlenen Amerikan markalarından Island Packet, hacimli, denizci, komple salmalı ve kaliteli işçiliği ile dikkat çeken tekneler üretir. Yıllar yılı, "Tekneniz her renk olabilir, beyaz olduğu sürece" diyen Island Packet, Avrupa pazarına açıldıktan sonra renk seçeneklerini arttırdı. En yeni teknesi IP 440’ın reklam fotoğraflarında da bu yeni pazarlama yaklaşımına uygun olarak lacivert tekne kullanılıyor. 14 metre boyundaki IP 440 uzun süreli ve güvenli denizaşırı seyir için ideal.

Najad 405

Üç yeni model/images/100/0x0/55eb1e4af018fbb8f8ac55bc

İsveç şirketi Najad, el değiştirdikten sonra, tasarım ve pazarlama anlayışında ciddi değişiklikler yaptı. Bu yıl üç tekneyi piyasaya çıkartan Najad’ın en dikkat çeken ürünü Najad 405 oldu. Kuzey Avrupa’nın kaliteli işçiliğini biraz yüksek fiyatlarla sunan Najad, bu modeli ile, bugüne dek, "yaşlı teknesi" olarak algılandığının bilincinde olduğu için, yeni kuşak yelkencilerin hoşuna gidecek ayrıntıları unutmadı.

Sun Odyssey 49P

Performans arttı
/images/100/0x0/55eb1e4af018fbb8f8ac55be
Hızlı ve kaliteli tekneleri ile tanınan Fransız Jeanneau, 15 metrelik Sun Odyssey 49P ile daha önce satışa çıkarttığı modelin yüksek performanslısını yelkencilere sunuyor. "Bu heyecanlandırıcı yeni model ailesiyle gezerken, ortalamanın üstünde performansı, banka hesabını alt üst etmeden elde etmek isteyenler için bir tekne" cümlesi ile SO 49P’yi tanıtan Jeanneau, hız artışını, güçlendirilen direk ve yelken sisteminin yanı sıra, yarışçı salma ile sağlamış.

Sun Odyssey 39i/images/100/0x0/55eb1e4af018fbb8f8ac55c0

Yeni teknoloji

Bu model Jeanneau’nun yeni enjeksiyon tekniği ile ürettiği bir tekne. Fiberglas teknelerde kullanılan bu yeni teknik, gövde, güvertesi ve iç iskeleti çok daha güçlü hale getiriyor ve burkulması zor ama hafif bir teknenin üretilmesini mümkün kılıyor. 11,8 metrelik Sun Odyssey 39i çift dümeni ile havuzlukta yaşamayı kolaylaştırıyor. Bu tekne önümüzdeki yıllarda hiç kuşkusuz Ege ve Akdeniz’deki charter piyasasının önemli teknelerinden biri olacak.

Hürriyet okurları seçti

Geçen hafta, Cannes- İstanbul yelken yarışına katılacak Hürriyet teknesinin balon yelkeninin üzerindeki tasarımı /images/100/0x0/55eb1e4af018fbb8f8ac55c2okurların seçmesini istemiştik.

Geçen hafta 80 civarında yanıt geldi. Bu yanıtların büyük çoğunluğu, beyaz balon yelken ve Hürriyet logosunun sol tarafından her gün gördüğünüz Türk bayrağı ve Atatürk grafiğini seçti. Hürriyet teknesi bu yelkenle yarışacak. Katılanlara teşekkürler.

Güverteden kuş gribi kapar mıyım

İngiltere’de amatör denizciler, teknelerin baş belası martıların dışkılarını güvertelerden nasıl temizleyeceğini kara kara düşünüyor. Göçmen kuşların kuzey yarımkürenin kuzeyine yeniden dönmesi ile kabaran kuş gribi kaygıları Kuşlar filmindeki gibi korku yarattı.

Tüm marinaların belalısı martılardır. Kaşla göz arasında kondukları tertemiz güvertelerde leş kokan izlerini bıraka bıraka dolaşır, sonra da uçup giderler. Martıları, teknelerden uzaklaştırmak zordur. Aylık Yachting Monthly Dergisi’nde yer alan bir haberde, yüzdükleri, dolaştıkları pis yerler nedeniyle "deniz sıçanları" olarak anılan martıların dışkılarından kuş gribine yakalanmanın, Loto’dan büyük ikramiye kazanmak kadar zor olduğu belirtilip kaygılar yatıştırılırken, "Bu kuşu, her şeyi yiyen Fransızlar bile yemiyor, acaba neden?" diye soruluyor. Dergi, şakayla karışık, martıları yemeye başlamanın, bu kuşlarla başı dertte olan kıyı kasabalarını, marinaları rahatlatacağını, temizlik masraflarının azalacağını belirtiyor. İngiltere’de bir zamanlar nesli tükenmekte olan martılar, bugün çok büyük bir nüfusa sahip. Martılarla karşı karşıya kalan herkesin bildiği gibi, saldırganlıkları ile herkesi korkutabiliyorlar da. İngiltere’de doğrudan doğruya martılara bağlanan olaylar şöyle:

Galler’de 80 yaşındaki bir adama saldırıp, kalp krizinden ölümüne yol açmak.

İngiltere’de bir kadına saldırıp, başından ağır yaralamak, köpeğini gagalayarak öldürmek.

İskoçya’da kıyıda oynayan çocuklara saldırmak

Jersey Adası’nda insanların yiyeceklerine saldırıp, dondurma külahlarını, masalardaki tabakları kapıp götürmek.

Yachting Monthly Dergisi’den
Yazının Devamını Oku

İyi ayarlanmış bir yelken gibi yaşamak...

20 Mayıs 2006
Henry David Thoreau’nun Amerikalı bir düşünür ve yazar olduğunu bilirdim, o kadar. Sail dergisinin Mayıs sayısında ondan yapılan alıntıyı okuyunca, Thoreau konusundaki bilgisizliğimi biraz olsun gidermek -iyi ki- kaçınılmaz oldu: "İnsanlar da yelkenler gibidir. Çok ve verimli çalıştıklarında sessizdirler. Ne zaman ki çalışmazlar, sıkılırlar; aynı yelkenler gibi, çok büyük gürültü çıkartırlar."

Thoreau’nun, hayatı karmaşık kılmadan basit yaşama yanlısı olduğunu, hakkındaki web sitelerinde yer alan yazılarından öğrenirken, kulağıma okyanusun sesi geliyordu. Rio de Janeiro’nun göz alabildiğine uzanan Copacabana Plajı’na bakan odamızın penceresi kapalıydı ama okyanus gücünü sesiyle duyuruyordu. Dev dalgalar kıyıya yaklaştıkça gürültüyle kırılıyor, kumsala saldırıp, geri çekiliyordu. Yoğun trafiğin akıp gittiği geniş bulvarın ötesinde plaj, çiseleyen yağmur yüzünden ortada hiç görünmeyen topçuları, göz alan spot ışıkları altında bekliyordu.

İyi ayarlanmış bir yelken gibi yaşamak... Fikir çok hoşuma gitti. Doğaya kaçmayı yeğleyen, "Bana iki, üç kişi gerek, yüz veya bin kişi değil" diyen, kızım Ütay gibi 12 Temmuz’da doğan ve 44 yaşındayken 1862 yılında ölen Thoreau’nun, kısa ömrünü, iyi ayarlanmış bir yelken gibi yaşadığı yazdıklarının kalıcılığından anlaşılıyor.

*

Üflemeli çalgılar dediğimiz müzik aletlerine İngilizler "rüzgar çalgıları" diyor. Bu tanımlama bence çok daha güzel çünkü üflemenin sonucunu anımsatıyor sözcüğü kullanana; rüzgar. Eski haritalarda rüzgar, üfleyen tombul yanaklı bir çocuk ile simgelenmez mi?

Rio’da, Atlas Okyanusu’nun dalgalarına bakıp, Thoreau’nun sözlerini düşünürken, bir gece önce Tomjazz Kulübü’nde dinlediğimiz Banda Mantiqueria aklıma geldi. Aslında bir kıta olan Brezilya’nın değişik bölgelerinin çok farklı seslerinin yanı sıra, yeni beste ve düzenlemeler de çalan 15 kişilik Banda Mantiqueria’nın on üyesi "rüzgar çalgıları" üflüyordu.

Çok da büyük olmayan Tomjazz’in akustik düzeni, rüzgarlıların korkutucu olabilecek ses hacmini bastırıyor, müziğin kalitesini iyice ortaya çıkartıyordu. Trombon, trompet, büğülü, bariton saksafon, tenor saksafon ve flüt çalanlar kendi yarattıkları dev fırtınaları zaptedip, inanılmaz güzel melodiler dinletiyorlardı. Parça geçişlerinde, iyi bir iş çıkardıklarının bilincinde ama biraz utangaç bakınıp, alkışları alçakgönüllü bir tebessüm ile karşılıyorlardı.

İçlerinde kopan fırtınaları melodilere dönüştürerek sakinleştiren şanslı insanlar...

*

Thoreau’nun sözleri, dünyanın en büyük metropollerinden Sau Paulo’nun göbeğindeki bir gece kulübünde de sınanıp doğrulandı.

İyi ayarlanmış bir yelken gibi yaşamak, iyi ayarlanmış bir yelkenin basıldığı bir tekne gibi, ardında, güzel bir dümen suyu bırakarak süzülüp gitmek.

Bunu Thoreau gibi, Banda Mantiqueria gibi başarabilenler gerçekten çok şanslı.

Büyük yarışta Hürriyet ekibinin Türk üyesi

Arif Gürdenli

/images/100/0x0/55ea7cb0f018fbb8f8832a2a
Cannes- İstanbul arasında yapılacak yelken yarışına iki kişilik mürettebatla katılacak Hürriyet teknesinin ikinci üyesi belirlendi. Uluslararası yelken yarışmaları ve olimpiyatlarda Türkiye Yelken Milli Takımı’nda yer alan Arif Gürdenli, Fransızların efsanevi yelkencisi Lionel Pean ile birlikte Hürriyet adına yarışacak. Gürdenli ile Pean diğer ekiplerde bulunmayan bir avantaja sahip olacaklar. Pean açık deniz tecrübesi ile tartışılmaz bir isim, Gürdenli ise 20 yılı aşkın süredir yelken bastığı Ege Denizi’ni ve rüzgarlarını avucunun içi gibi biliyor. Bu, Hürriyet ekibine, Ege’den yukarı çıkışta büyük avantaj sağlayacak.

İstanbul’u uluslararası yelken yarışçılığının birinci sınıf koltuklarından birine oturtacak olan Classe Figaro Beneteau Cannes- İstanbul yelken yarışının başlamasına 36 gün kaldı. Tasarımı ile ilgili seçenekler hazırlanan Hürriyet teknesi 29 Mayıs’ta Cannes’da denize inecek ve Arif Gürdenli’nin katılımı ile tamamlanan iki kişilik ekip antrenmanlara başlayacak.

Hafta içinde varılan anlaşma ardından Lionel Pean’ın liderliğine, kendi deneyim, bilgi ve heyecanını katmayı kabul eden Gürdenli, "Benim için de önemli bir fırsat. Lionel Pean çok uzun yıllarını yelkene vermiş ve başarısını kanıtlamış bir isim. Bu yarışın bana da çok şey katacağını düşünüyorum. Onun, yarışı kazanma konusunda iddialı olduğunu biliyorum. Ben de iddialıyım" dedi. Gürdenli, haziran ayı içinde Cannes’a giderek Pean ile birlikte antrenmanlara başlayacak.

Yelken yarışlarında başarı, birçok unsurda eş zamanlılık ve süreklilik ile sağlanabiliyor. Önce ekip üyelerinin birbirlerini tanıması gerekiyor. Küçücük bir teknede günlerce birlikte yaşayacak sporcular arasında çıkabilecek kişilik çatışmaları başarısızlığın en önemli nedeni. İkinci unsur ise teknenin tanınması. Teknenin her rüzgar noktasında nasıl davranacağını yarış başlamadan önce çok iyi öğrenmek gerekiyor. Bu öğrenilmezse yapılacak hatalar yarışı kaybettirebilir. Üçüncü başarı unsuru ise birlikte çalışmayı becerebilmek. İşte, 23 Haziran’da Cannes Limanı’nda yapılacak ilk yarışa kadar sürecek antrenmanlarda bu üç noktada uyum sağlanmaya çalışılacak.

Lionel Pean ile Arif Gürdenli, hafta içinde yaptıkları kısa bir telefon görüşmesinin dışında birbirlerini tanımıyorlar. Pean, Arif Gürdenli ile ekip oluşturmayı, Gürdenli’nin web sitesindeki bilgileri iyice gözden geçirdikten sonra kabul etti. Bu denli ince eleyip sık dokumasının nedeni, Pean’ın sözleri ile, "birinci olma kararlılığı" idi. Önümüzdeki hafta içinde Türkiye’ye gelecek olan Pean ve Gürdenli yüz yüze ilk görüşme ardından ayrıntılı bir yarış planlamasına girişecekler.

Heyecanlı ve uzun Cannes- İstanbul yarışı ardından Boğaz’da da yarışacak olan filo temmuz ayının başında İstanbul’a büyük bir yelken coşkusu yaşattıktan sonra gemiyle Fransa’ya gönderilecek ve aynı tekneler Atlas Okyanusu’nda büyük bir yarışa daha katılacak.

Yarışın organizatörü Cumali Varer, zamanlamaların çok önemli olduğunu, bu ilk yarış ardından teknelerin söz verdiği gibi zamanında Fransa’ya ulaşması halinde, üç yıllığına yapılan yarış anlaşmasının yedi yıla çıkartılacağını ve bunun da İstanbul’un tanıtımı için büyük önem taşıyacağını belirtiyor.

1966 yılında doğan Arif Gürdenli, 13 yaşından beri yelken yapıyor. 17 yaşında Cadet sınıfında Türkiye ikincisi oldu ve bu dereceyi kazandığı 1983 yılında ilk kez bir yat yarışına katıldı. 1984 yılında, olimpik yelkenciliğin en zor dallarından biri olarak kabul edilen Finn sınıfında yarışmaya başlayan Gürdenli, 1986 yılında milli oldu. Milli formayı 350 kez giydi, iki olimpiyata katıldı. 2003 ve 2004 yıllarında Çin Halk Cumhuriyeti Finn Takımı’nı şampiyonalara hazırladı. Endüstri Mühendisi olan Gürdenli, 2002 yılında Novell Genel Müdürlüğü’nden ayrıldıktan sonra, hobisi olan sporu işe dönüştürdü ve spor organizasyonları yapan bir şirket kurdu./images/100/0x0/55ea7cb0f018fbb8f8832a2c

SİZ KARAR VERİN

Yarışa katılacak Hürriyet teknesinin nasıl giydirileceği konusunda, epey bir elemeden sonra elimizde iki seçenek var. Özellikle balon yelken önemli çünkü yarışın önemli bir bölümünde balon yelken basılacak. Teknenin yandan görünümü ise, küçük resimde görüldüğü gibi. Hürriyet teknesinin nasıl olacağına Hürriyet okurları karar versin diye düşündük. İki seçeneği de dikkatinize sunuyoruz. Kararınızı lütfen orsa@hurriyet.com.tr adresine yazın.

Boğaz’da ilk büyük yarış haftaya

Boğaziçi Kupası (Bosphorus Cup) 26-28 Mayıs tarihleri arasında beşinci kez düzenleniyor. İstanbul’da Caddebostan Sahili ve Beşiktaş-Hisarlar arasındaki Boğaz şeridinde yapılacak olan yarışa yaklaşık 60 tekne ve 700 civarında sporcunun katılması bekleniyor. Geçen yıl yapılan Boğaziçi Kupası’nda bir teknenin şamandıraya takılması nedeniyle yarışın Boğaz’da yapılan kısmı tamamlanamadı ve sonuç Caddebostan açıklarında belirlendi. Orhan Türker’in reisliğini yaptığı Provezza yatı 2005 yılının şampiyonu oldu. Boğaziçi Yarışı’nın ilginç yönlerinden biri de, kupanın tüm büyük yarışmalarda olduğu gibi, her yıl el değiştirmesi. Can Yalman tasarımı gümüş kupa gerçekten görkemli. Boğaziçi Kupası’nın ana sponsorluğunu Shop & Miles yapıyor. Basın sponsoru Hürriyet. Yarışa teknik düzenlemelerde Marmara Yelken Kulübü destek veriyor.
Yazının Devamını Oku