24 Ocak 2011
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Denizli Ticaret Odası’nda üyelerin sorularını yanıtlarken ilginç bir tartışmaya tanık olduk. İlk soru çok ilginçti ve ilginç bir isimden, oda meclis üyesi, eski Denizli MÜSİAD Başkanı, AKP kurucu üyesi Mehmet Eyüpoğlu’ndan gelmişti.
Sorusu sert ifadelerle doluydu, CHP’lilere göre provokasyon amaçlıydı.
Soruyu sorarken kurulan cümleler salondaki CHP’lilerin büyük tepkisini aldı. Defalarca sözlü sataşmalar yapıldı, ancak her seferinde Kılıçdaroğlu devreye girdi, “Soru sorma hakkını engelleyemeyiz. Bırakın bize her soru rahatlıkla sorulsun ki kafalarda soru kalmasın. Yanıt veremeyeceğimiz hiçbir şey yok” diyerek partilileri engelledi.
DUYGUSAL HESAP
Eyüpoğlu, Kılıçdaroğlu’na SSK döneminde hangi başarısı olduğunu, Başbakan’a neden kalpazan dediğini, vaatlerinin kaynağını yorumlarla dolu sözlerle sordu, CHP’nin kayıp trilyonun hesabını vermesini istedi.
Sözlerini meşhur tilki ile karga öyküsünü, “Artık benim oğlum bu hikâyeyi, karganın peyniri kenara koyup konuştuğu şekli ile öğreniyor” diye bitirdi.
Kılıçdaroğlu, soruları Eyüpoğlu’ndan başlayarak yanıtladı.
Salon merak kesilmişti, ne diyecek, nasıl bir tepki verecek diye.
Kılıçdaroğlu, SSK Genel Müdürü’yken 2 bakan hariç kabineyle kavga ederek doğruları savunduğunu, ilaç işverenlerinin tepkilerine rağmen eşdeğer ilaç uygulamasını ve sınavla eleman alımını başlattığını, pek çok SSK yönetici cezaevine girdiği halde kendi döneminin AKP iktidarında en ince detaya kadar incelendiğini, “Kapı gibi adam” sonucu çıktığından raporların açıklandığını, bugünkü SSK yönetiminin döneminde işe başladığını anlattı, “Şimdi bana teşekkür ediyorlar, çünkü kimseyi ayrı görmedim” dedi. Sürekli alkış almaya başladı, Anadolu çocuğu olduğunu, üniversiteye kadar yerde yemek yediğini, sekiz kardeş içinde üniversiteyi sadece kendisinin bitirdiğini, dönemin Gelirler Genel Müdürü, DYP’li eski Bakan Aykon Doğan’ın dürüst hesap uzmanı istediğinde kendisinin seçildiğini, Özal ile KDV’yi çıkaran ve yakın çalışan isimlerden biri olduğunu söylerken çok etkiliydi.
PARFÜM FATURASINI KULLANDI
Sözleri oldukça duygusal tondaydı, temiz siyaseti bütün yüreği ile istediğini anlattıktan sonra, CHP’nin 1 trilyonunun hesabını verdi.
Paranın büyük bölümünün işçi tazminatı olduğunu anlattı, geri kalan parayla ilgili faturalar hakkında detaylı bilgi verdi, sonunda da şunu dedi:
“Bakın bu 1 trilyonun içinde ne tıraş losyonu ne de parfüm faturası var. Ama bu faturayı verenler de var. Hangi parti biliyor musunuz; AKP.”
CHP’liler artık çok keyifliydi, ardından vaatlerinin kaynağını açıkladı. Başbakan Erdoğan’a yönelik sert sözlerinin nedenini açıklarken ise Erdoğan’ın, İsmet İnönü’ye Hitler demesini, cibiliyetsiz ve şerefsiz sözlerini anımsattı, “Sertliğin kaynağı da sorumlusu da Başbakan” dedi.
Sözlerini şu iğneleme ile bitirdiğinde ise CHP’liler yine ayaktaydı:
“Peki ben de sormak isterim. Biri Başbakan’a ‘Neden cibiliyetsiz, İnönü Hitler, şerefsiz, diyorsun’ diye sorsa polisler ne yapardı; dışarı atardı.”
Böylece Kılıçdaroğlu hem soru sorana fiili tacizi engelleyerek bir provokasyonun önüne geçti, hem de verdiği yanıtla partilisini tatmin etti.
Siyasetçilerin ortamı germektense, olası sert eleştirileri lehine çevirme şansına sahip olabileceğini de göstermiş oldu.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2011
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile salı günü yaptığım görüşmenin ardından, önceki dönemin sessiz sakin, bugünün ise bekleşen partililerle dolu katlarını dolaşıp MYK üyeleriyle kısa sohbet olanağı yakaladım. Kalabalıklar milletvekili adaylığı ile bağlantılı görülebilir; ancak Kılıçdaroğlu sonrası koridorlardaki bu tablonun süreklilik kazandığı da bir gerçek.
Hem Kılıçdaroğlu, hem de MYK üyelerinden edindiğim izlenim milletvekili adaylık kulisi, çalışma enerjisi önünde engel oluşturmaya başlıyor.
Tavsiyem, adaylık düşünenlerin CHP Genel Merkezi yerine illere gitmesidir.
İzlenimlerime de ‘Neden’ sorusuna yanıt olsun diye bu noktadan başlayayım.
ADAYLAR ANKETLERDEN ÇIKACAK
Şu anda profesyonel bir kuruluş illere göre aday belirleme yöntemini araştırıyor; yani hangi ilde önseçim, hangi ilde merkez yoklamasına gidilecek.
Bu çalışma yakında tamamlanacak ve verilecek kararın ardından yine profesyonel bir çalışmayla ‘Hangi ilde kim en sevilen, en uygun aday olur’ araştırılacak; tabii ki bu çalışma tek veri olmayacak, ama çok önemli.
Güneydoğu özelinde, sonuç almak için çok daha detaylı çalışma yapıldığını da aktarmakla yetinip, Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi 81 ili gezeceğini, CHP’nin zayıf olduğu illere potansiyeli yüksek adaylarla çıkarma yapılması için oralarda isim belirleme işleminin öne çekileceğini belirteyim.
Kılıçdaroğlu’nun bazı illere iki kez gitmesi de yüksek olasılık.
Seçim gezileri olsa da her ilde sivil toplumla temasa özel önem verilecek.
Çünkü, Kılıçdaroğlu bu temasları çok önemsiyor ve esnaf örgütlerini, ticaret ve sanayi odalarını, sendikaları bir adım öne koyuyor.
Bu örgütlere en çok, “Yeni CHP’den ne bekliyorsunuz” diye sorulacak.
Örneğin işveren örgütlerine, “Sizin yolunuzu açacağız, ayrım yapmayacağız. İstihdam ve üretim sizin işiniz” denilirken, sendikalara mesaj şu olacak:
“Sendikacılık öldürüldü, iktidarımızda yeniden güç kazanacak, taşeronluk yok edilecek. Ancak ücret sendikacılığı anlayışının yanlışlığı da ortada. Esas olan şirketlerin yaşamasıdır. Tamam, sonuna kadar örgütlü toplum, ama örgütler, kendi kendilerini yok eden yollara da girmemeli.”
ABD GEZİSİ ZOR
Esnafın AVM sıkıntısının boyutunu önemseyen çözüm sözü de verecek olan Kılıçdaroğlu, en çok da kurultayda sıraladığı vaatlerinin ilgili kesimlere ulaştırılmasına özel ağırlık veriyor.
Bu nedenle, toplumun alt gelirli ve yoksul kesimlerini ilgilendiren, çoğu parasal kaynaklı vaatleri özetleyen broşürler, milyonlarca bastırılacak, evlere dağıtılması için CHP örgütlerine en kısa zamanda ulaştırılacak.
AKP’nin AB hedefini boşladığı düşüncesiyle AB’ye destek veren kesimlere, sık sık “AB kriterleriyle hedefini gerçekleştirecek tek parti CHP” denilecek.
Son olarak, dün bazı gazetelerde gördüğümü aktarmak istedim.
Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi kesin değil, ilk izlenimim ‘Bu gezi olmayacak’ yönünde, ama CHP’de şu noktalar üzerinde kafa yorulduğunu belirteyim:
Sosyal demokrat yönünü öne çıkaran bir liderin, seçim öncesi ABD’ye gitmesi farklı, daha çok da olumsuz algılamalara neden olabilir.
Gezi, Başkan Obama ile temas olacaksa anlam kazanır, eğer o temas yoksa en fazla, Washington’suz, üniversitelerle sınırlı bir program gerçekleştirilebilir.
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2011
PERŞEMBE günü, tutuklu bazı ülkücülerin cezaevinden çıkması için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘çalışma yapılsın’ dediğini yazmıştım. Malum konuyu Erdoğan’a, muhalif MHP’li Ramiz Ongun açmış, “Ülkücü camianın sizden ilk beklentisi bu haksızlığı düzeltmek” demişti.
Ongun’un çalışma arkadaşları arayıp “Başbakan’la Ramiz Bey, Adana’da değil Tarsus’ta görüştü” düzeltmesini yapıp şu bilgiyi verdiler:
“O görüşmenin ışığında, ülkücülere yönelik adaletsizliğin kalkmasını sağlayacak bir yasa düzenlemesini hazırlayıp Başbakan’a ulaştırdık.”
Erdoğan’a, “Devlet Bahçeli’nin iktidarken gidermediği bu adaletsizliği ortadan ben kaldırdım” deme yolu açacak, 6-7 ülkücü ile ilgili bu düzenlemenin akıbetini izleyeceğiz; ama MHP’de başka hesaplar yapılıyor.
LİMON 30, MAZOT 300 KURUŞ
MHP Grup Başkanvekili ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır bu tartışmada önemli bir isim; çünkü Ramiz Ongun seçimlerde AKP’den onun rakibi olabilir.
Şandır, her partinin seçimi kazanmak için diğerleri üzerinde hesapları olabileceğini belirttikten sonra, “Biz de biliyoruz AKP’nin hesaplarını; ama önemsemiyoruz, bizim de hesabımız var ve yürüyüp gidiyoruz” dedi.
Şandır, “Sizin hesabınız ne” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Kaç gündür Mersin’de dolaşıyorum. Herkes aynı hesabı yapıyor. AKP iktidar olduğunda 1 kilo limon da 1 litre mazot da 1 liraydı. Bugün limon 30, mazot 300 kuruş. Parası olup ürününü depoya koyabilen limonu kesiyor, diğeri dalda bırakıyor. Başbakan istediği kadar gündem saptırsın, halk ne heykellerle ne de dizilerle meşgul; bizim gibi onlar da bu hesabı yapıyor.”
Halkın öfkeli olduğunu ileri süren Şandır, iddiasını Arena Stadı’nın açılışında Başbakan’a gösterilen tepkiyi şu farklı yoruma tabi tutarak destekledi:
“Bugün halk öfkesini bireysel olarak ortaya koyamıyor; çünkü özellikle küçük yerlerde ekmek yemek için AKP’ye laf etmemek, hatta AKP’li görünmen gerek. Bireysel çıkış topyekûn saldırı altında kalmak demek. İşte o nedenle vatandaş öfkesini, Arena stadında olduğu gibi toplu mekanlarda gösteriyor. Bu öfke, sandığa da yansıyacak. Başbakan’ın korkusu bundan. Çünkü iktidardan düştüğü an AKP darmadağın olacak.”
AÇILIM İHTİLAFLILARDAN BAŞLIYOR
MHP, 28 Ocak’ta seçim beyannamesini açıklayan ilk parti olacak.
Bahçeli, bu açıklamaya çok önem veriyor; çünkü bildirge 2023’e kadarki MHP hedeflerini ortaya koyacak.
O gün, bizzat Bahçeli’nin belirlediği yeni yüzlerle de desteklenecek.
Bahçeli, “İşe benimle ihtilaflı olanlardan başlayacağım” dediği için akla ilk isimler Koray Aydın, Ümit Özdağ, Ozan Arif, Azmi Karamahmutoğlu geliyor.
Referandum öncesi AKP’den istifa eden Murat Başesgioğlu da kesin gibi.
Yerel bazda oy potansiyeli yüksek merkez sağdaki bazı isimlerin de o gün Bahçeli’nin yanında yer alacağını söyleyebiliriz.
NOT: Geçen pazartesi, Kars’ta tartışmalı heykeli diktiren Naif Alibeyoğlu’nun, belediye işçileri DİSK’ten Hak İş’e geçsin, diye baskı gördüğünü yazdım. Hak-İş Başkanı Sami Uslu aramış. İtiraf edip özür diliyorum, geri dönmeyi unuttum. Sonra da açıklama yollayınca gerek kalmadığını düşündüm. Uslu, işçilere tersine, DİSK’e geçmesi için baskı yapıldığını belirtip, “Baskı doğru değil” diyor. Ben, “Baskıyı Hak-İş yaptı” demedim ki, baskının AKP’den geldiğini yazdım. Uslu, açıp Alibeyoğlu’na sorabilir, baskıyı hangi AKP’li yapmış, diye.
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ve AKP’nin, gelecek seçimdeki ilk hedefinin, MHP’yi mümkünse baraj altına itmek olacağı anlaşılıyor. Bunu, daha mütevazı bir ifadeyle, referandumda MHP’den geldiği öngörülen ‘Evet’ oylarını AKP’ye kanalize etme, orada tutma çabası diye de okuyabiliriz.
Çünkü, TBMM’de 367’yi geçmenin en kolay yolunun bu olduğu varsayılıyor.
İktidar ve başta medya olmak üzere, iktidarı destekleyen tüm çevrelerin bu amaçla yoğun çaba içine gireceği daha şimdiden görülüyor.
Amacın gerçekleşmesi için AKP’nin neler yapabileceği, MHP’nin bunlara ne karşılıklar vereceği merak edildiğinden biraz açmaya çalışalım.
BAHÇELİ’YE GOL ATMA
Referandumda yaşadığımız gibi ilk planda, MHP’nin yine, Devlet Bahçeli ile sorunu olan ülkücüler üzerinden vurulması olacak.
Başbakan Erdoğan’ın, Bahçeli ile kanlı bıçaklı hale gelmiş, yakında MHP’den ihraç kararı alınması beklenen Ramiz Ongun’la, referandumdan bir hafta önce Adana’da yaptığı görüşmenin içeriği bu planın parçası diye görülüyor.
O görüşmede bir pazarlık falan söz konusu değil, ama Ongun’un, çerçevesi aşağı yukarı şu şekilde çizebileceğimiz sözlerine ‘dikkat’ deniyor:
“Sayın Başbakan, bu ülkede solcular ve PKK’lılar devleti yıkmaktan yargılanıp birer kez idam cezası aldığı gerekçesiyle cezaevlerinden çıkarılırdı. Ülkücüler ise birden çok idam cezası aldı diye, içeride tutuldu. Ülkücülere büyük haksızlık bu, adaletsizlik. Bahçeli, Rahşan affı da dahil tüm yasal düzenlemelerde bu sorunu çözmedi. Bu adaletsizliği yok etmeniz ülkücü camiamıza en büyük saygı olur. Sizden tek isteğim budur.”
Erdoğan’ın ise ‘Bilmiyordum’ dediği bu durumu anlayışla karşıladığı, çözüm için çalışma yaptırma işareti verdiği bilgisini birkaç kanaldan teyit ettim.
Anlayacağınız, az sayıda ülkücüyü ilgilendirse de sorun çözülürse, alanlarda Bahçeli’ye karşı psikolojik dozu çok yüksek bir koz ele geçirilmiş olunacak.
Ancak, MHP’nin içinde olduğu koalisyon döneminde, sorunu aşmak için epey çaba gösterilmesine rağmen hukuki sıkıntıların aşılamadığını anımsatalım.
Bahçeli’ye muhalif ülkücülerin AKP’den aday gösterilmesi, böylesi isimlerin iktidara destek veren medyada sık sık boy göstermesi ise sıradan beklenti.
MHP ARMUT MU TOPLAYACAK
Peki, iktidarın bu planları MHP’de bilinmiyor mu, bir önlem alınacak mı?
MHP, bu stratejiyi görmüş, özel bir çalışma grubu oluşturmuş dahi.
Bahçeli’nin küskünlere yaptığı ‘Dönün’ çağrısı bu çerçevede görülüyor.
28 Ocak’taki katılım töreninde çok sayıda küskün ve ülkücü camiada saygı gören akademisyenin MHP’ye katılacak olması da bu nedenle önemseniyor.
Koray Aydın, Ümit Özdağ, Azmi Karamahmutoğlu gibi isimlerin MHP’ye dönüşüne dikkat çeken MHP kurmayları, “Bu isimlerden sadece biri dahi, Ongun’un yaratmak istediği tahribatı yok eder” iddiasında bulundular.
Aday listelerinde, ‘MHP’nin kimseye borcu kalmadı’ teziyle bazı isimlerle yollar ayrılırken, çok sayıda yeni isim öne çıkarılacak.
‘Camiada saygın ve sadık bilinme’ kriterleri adaylıkta ilk sıraya çekilecek. Hazirandaki seçim hayati önemde görüldüğü için hem seçim bildirgesini ilk açıklayan parti olunacak, hem de yola tez zamanda çıkılacak.
İlginç bir not da Gülen Cemaati ile ilgili, cemaate yakın medyada çıkan tüm haberler tarandı, “MHP’ye bakışları düşmanca” sonucu çıkarıldı ve Gülen’e doğrudan Bahçeli’nin ağzından net, açık, köprüleri yakan bir mesaj iletildi.
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı ‘ucube’ diye niteleyip yıkılacağı işaretini verince, çok önceden duyduğum bazı bilgileri dün yeniden teyit ederek yazma gereği duydum. Heykeli diken Naif Alibeyoğlu, 1999’da ANAP’tan belediye başkanlığına seçildi, 2003’te Melih Gökçek’in de aralarında bulunduğu pek çok belediye başkanı ile birlikte, ‘davet üzerine’ katıldığı AKP’den 2009’da ayrıldı.
Alibeyoğlu, iki dönem görev yaptı; ama en çok da heykel tartışmalarından çekti.
Avrupa’daki kardeş belediyelerden, Azerbaycan’dan edindiği hibe heykellerle şehri süslemeye kalkıştığında başlayan tartışmalarda bakın neleri yaşadı?
BELEDİYEYE UĞRAMAYAN BAŞBAKAN
Belediye kapısına giyinik iki kadın heykeli koydu; yaşlı olanı gelenleri elinde çiçekle karşılamayı, genç olanı ise kucağındaki kuzu ile doğa sevgisini simgeliyordu; ama heykeller kimileri için müstehcendi. (Sonunda kaldırıldı.)
Kendi görüşleri doğrultusunda Kars’ın değerlerini korumaya niyetlenen Alibeyoğlu, ne hemşerisi aşıklar Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Aşık Şenlik’i ne de şehrin sembolü olan atla kazı unuttu; hepsini anıtlaştırdı.
Çevre düzenlemeleriyle desteklenen bu heykelleri şehrin değişik bölgelerine koyduran Alibeyoğlu’nun bu yaptıklarını beğenmeyenler de vardı.
Onların konuyu Başbakan Erdoğan’a da aktardığı ilk 2006’da anlaşıldı.
Erdoğan, o yıl da Sarıkamış şehitlerini anma etkinlikleri çerçevesinde Kars’a gitti, bir yemek sırasında Alibeyoğlu ile sohbet olanağı doğdu.
İnsanlık Anıtı’nın değil de diğer heykellerin tartışıldığı günlerdi ve Erdoğan, onları ima ederek, bu tür eserleri doğru bulmadığını söyledi.
Alibeyoğlu, ne kadar “Şehri güzelleştirmeyi amaçlıyorum”, “Bazılarının önyargılarını yıkalım Sayın Başbakanım” dese de ikna edici olmadı.
Çünkü Erdoğan, o gün, “Senden 2007 seçimlerinde çok şey bekliyorum” dese de belediyeyi ziyaret etmeden Kars’tan ayrılarak net tavrını gösterdi.
Sonrasında da Alibeyoğlu için artık çok şey zorlaşmaya başlamıştı.
ANADOLU ATEŞİ SİTEMİ
İşçilerin DİSK’ten Hak İş’e geçmesi için baskı görse de aldırmadı.
Heykellerin kaldırılması yönünde gelen taleplere direnişini sürdürdü.
O günlerde şöylesi ilginç bir olay da başından geçti:
İktidarın o günlerdeki en güçlü isimlerinden birine, bir şenlik davetiyesini verirken, “Şenliğe hangi sanatçıları çağırdın?” sorusuyla karşılaştı.
“Efendim, Sezen Aksu ile Anadolu Ateşi grubu katılacak” dedi.
Yanıt, “Ya başkan, Sezen Aksu iyi de Anadolu Ateşi’ni Başbakan pek beğenmiyor. Dansçılar da çok açık değil mi? Keşke çağırmasaydın” oldu.
Ne diyeceğini şaşırdı, sessiz kalmakla yetindi.
Şimdilerde çoğu heykeli kaldırılan, beğenilmeyen (!) kaz heykeli için, (bir sanat eserine bu yapılır mı, denmeden) ‘Boyanacak’ kararı verilen Kars’a son gidişinde belli ki Başbakan Erdoğan’a yeni bilgiler iletilmiş.
Ancak ‘İnsanlık Anıtı’ için şu bilgiler de verilmiş midir, bilemiyorum:
Anıt için Kayseri Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’nin başkanı olduğu Tarihi Kentler Birliği encümeninden “Fevkalade” kararı alındı.
Halen elleri dahil pek çok eksiği bulunan ve çevre düzeni yapılmamış olan anıtı, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da 2008’de gezip beğendi, Erzurum Anıtlar Kurulu’nun, verdiği ‘Olur’ kararını 3 yıl sonra bozmasını ‘politik’ gördü.
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2011
SALI günü yapılan partilerin yeni yıldaki ilk grup toplantıları, tahminlere uygun olarak Türkiye’nin seçim atmosferine girmeye başladığını gösterdi. Artık Başbakan Tayyip Erdoğan’dan, döneminin başarılı icraatlarını daha çok dinleyeceğiz, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ısrarla alt gelir gruplarına, “Bize oy verin, size devlet desteğini artıralım. Bunu da yardım paketleriyle değil doğrudan para aktararak yapacağız” demesine alışacağız.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Kürt sorunu ve ülke bütünlüğü konusundaki söylemlerini sertleştirerek sürdürmesini de beklemeli.
TAKİBE DEVAM
AKP Grup toplantısına Roman çıkarması da seçim amaçlıydı, ancak yine de gülümsemeden edemedim. Çünkü 29 Aralık’ta, Kılıçdaroğlu’nun, yılbaşı gecesi Zonguldak yerine neden Soma’ya gitmek zorunda kaldığını yazmıştım.
Enerji Bakanı Taner Yıldız ile Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in ‘ani Karadon Maden Ocağı ziyareti’ kararı üzerine Kılıçdaroğlu, rotayı Soma’ya çevirmişti.
(Bugün, o ‘ani ziyaretin’ Kılıçdaroğlu ile olan bağına daha çok inanıyorum.)
Bu gelişmeleri aktardıktan sonra yazımın o bölümünü şu satırla bitirdim:
“Yılın başında Roman sivil toplum örgütleriyle buluşacağını da bildirelim.”
Emin olun, bu cümleyi özellikle yazdım, iktidarın Kılıçdaroğlu’nun bu girişimine de bir karşılık vereceğini düşündüm, öyle de oldu.
AKP Grubu’ndaki o manzara ardından yaptığımız sohbette, “İddia ediyorum, daha başka etkinliklerimizde de AKP aynı şeyi yapacak” diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, dün aradı ve gülerek şunları söyledi:
“Malum, Kemal Bey 20 Ocak’ta Erzurum’a gidecek. Bunu geçen hafta ilan ettik. Başbakan da bugün Erzurum programı yapmış. AKP’li bir arkadaşım aradı o haber verdi. ‘Biz istemiştik, ama bir türlü olamadı, sayenizde Başbakanımızı Erzurum’a getiriyoruz’ diye bana takıldı.”
Tekin, doğrusu bu durumdan çok da hoşnut kalmış göründü, çünkü, “Kemal Bey yakında en az oy aldığımız illerden olan Sakarya’da muhtarlarla buluşacak, AKP’ye şimdiden haber vereyim” derken de gülüyordu.
REKABETİN ZORLAŞTIĞI ALANLAR
Muhalefet, iktidarın bu tür ataklarını bir şekilde karşılayabilir, ama adalet duygusunu derinden sarsan son tahliye kararları da gösterdi ki çok daha zorlu alanlar söz konusu.
AKP, 8 yıldır yaşanan her olumsuz gelişmeyi başkalarına bağlamada başarılı oldu, örneğin terör arttığında adres TSK’ydı, işsizlik artığında TOBB’du.
Bugün de aynı şey yaşanıyor, tahliyeleri, kötülüklerin anası yargı yaptı!
Oysa iktidarın, yasa maddesini sorunlu yazmasını geçsek dahi, yargının hızlanması için atılmayan adımların sorumlusu kim, diye sormayacak mıyız?
Gayet basit şu örneği de vermemiz gerekmiyor mu?
İstinaf Mahkemeleri Yasası ta 2005’te çıktı, iki yıl hazırlık süresi kondu.
O iki yılda binalar yapılacak, yargı elemanları atanacaktı.
Ardından da 2007 yılında mahkemeler çalışmaya başlayacaktı.
Hem de AB fonlarından destek alındığı halde o binalar bir türlü bitirilemediği için tam da Başbakan’ın, haklı olarak, duble yollarla övündüğü günde Türkiye vicdanları sızlatan bu tatsız tahliyelerle yüzleşti.
Oysa kimseyi kandırmayalım, bu ülke o binaları çoktan yapardı yapmasına da öncelikle ‘HSYK’nın istenen düzene’ sokulması gerekiyordu, olan da bu.
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2011
YENİ yılın ülkemize mutluluk getirmesini dilerken, 2010’un en önemli olayının Anayasa değişikliği olduğuna şüphe yok. Paketin özünde yargı düzenlemesinin yattığı artık apaçık; çünkü diğer maddelerle ilgili ilerleme söz konusu değilken, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) konusunda çok mesafe alındı.
AYM’ye atanan bazı yeni üyeler, ‘hukuka sorunlu bakıyor’ eleştirisi alırken, HSYK düzenlemesinin AB normlarına uymadığını savunanlar hiç de az değil.
AB, Adalet Bakanı ile müsteşarının kurul üyesi olmasına itiraz ederken, bugün bu iki ismin yanına, bakanlıktan iki de müsteşar yardımcısı eklendi.
Bu durumun, “Yetmez; ama evet” diyenlerle AB çevrelerinde nasıl bir etki yarattığı; hâlâ pakete reform diye bakıp bakmadıkları merak edilse de 2011’de en yakından izlenmesi gereken iki kurumun AYM ve HSYK olacağı kesin.
İLERLEME DEĞİL GERİLEME RAPORLARI
Doğrusu Egemen Bağış Başmüzakereci atandığında, AB’yi destekleyen herkes 2005’ten beri uyutulan bu konuda ciddi ilerleme yaşanacağına inandı.
Şimdi durum ne diye bakıldığında ise ciddi bir hayal kırıklığı söz konusu.
Ankara’da AB ile ilgili yerli/yabancı kimle konuşsanız söylenen şu:
“Bağış, örneğin, ‘Rekabet başlığının’ müzakereye açılması için masaya oturduğunda kurmaylarının verdiği, ‘Türkiye her şeyi tamamladı’ bilgisine inanmıştı; oysa AB tarafı eksikleri tek tek sayınca sadece şaşırdı.”
Bağış’ın, AB konusunda beklenen önderliği gösteremediği çoğu çevrede kabul bulan bir gerçek olmaya başladı; ama daha kötüsü AB merkezlerindeki bakış.
Bağış’ın, referandum sırasında, “Hayır diyenlerin aklına şaşarım” ve “Öğrenciler, polise karşı orantısız güç kullandı” dediğinde bu sözlerin AB çevrelerinde alkışlandığını kimse sanmasın; hatta aksi daha doğru.
Demek istiyorum ki 2011’de, AB’ye çok yakından bakılsın; çünkü artık ilerleme değil gerileme raporlarından söz etmek daha doğru bir yaklaşım.
ARKASINDA DURULAN GENEL BAŞKAN
Yakından izlenecek çok konu var; ama birine daha değinip DP’ye geçeceğim.
Sekiz yıldır muhalefetlerini, sadece muhalefete karşı gösteren ‘muhafazakâr’ ve ‘liberal’ aydınların, ilerki yıllarda McCarthy dönemini anımsatmada kullanılabilecek çizgilerini değiştirip değiştirmeyeceklerine de bakmalı.
Örneğin iki sözcüklerinden biri ‘AB’ olan ‘liberaller’, AKP’yi en azından bu alanda uyarmaya başlayacaklar mı, iki konuda da umutsuzum, ama görelim.
DP’yle ilgili perşembe günkü yazım üzerine arayan çok oldu.
O konuşmalar ışığında, kongresine 13 gün kala, DP’de son durum şöyle:
İlhan Kesici’ye DYP kanadından gelen muhalefet Hüsamettin Cindoruk’tan çok daha derinden geliyormuş; çünkü Cindoruk, Kesici’yi arayıp “Gel” demiş.
Tabii işin Kesici tarafı da var; “Zaman kısa, şimdi yola çıktığımda başarısız kalırsam yük üzerime yıkılır” diye düşünüyor; ancak, “Yola şimdi çıkmayacaksın da ne zaman çıkacaksın?” sorusunu yanıtlamakta zorlanıyor.
Aslında lider işi çok da zor değil; çünkü tabanın bir isim ısrarı yok.
Tek beklentilerini; “DYP ve ANAP’ta genel başkanlık yapmış tüm lider kadronun arkasında durduğu bir isim bize yeterli” diye özetleyebiliriz. Önerilen formül ise ittifak ve ona ilaveten her ilde, partisine bakmadan, oy potansiyeli yüksek isimlerin, DP listesinden milletvekili adayı yapılması.
İlginç bir öneri doğrusu; ama mevcut yapının gitmeyeceği açık seçik ortada olduğuna göre, ilk yapılacak şey kongreden yeni bir genel başkanla çıkmak.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2010
BUGÜN sadece Meclis dışındaki sağ partilerin durumuna değinecektim; ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yılbaşı programıyla ilgili yaşanan bir rastlantı üzerine o konuya da özetle girmek istedim. Kılıçdaroğlu, geçen hafta içinde, yılbaşı gecesini Karadon maden ocağında geçirme kararı aldı ve durum bu salı günü Zonguldak’a bildirildi.
İlginçtir aynı salı akşamı Enerji Bakanlığı’ndan, “Bakanımız Taner Yıldız yılbaşı gecesi Karadon’da incelemelerde bulunacak” açıklaması yapıldı.
Haberi dün Hürriyet’te okuyan Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi şaşırdı kaldı.
Ayrıntıya girmeyeyim, ama bakanın bu kararına CHP’de, ‘Kılıçdaroğlu’nun programının önünü kesmeye yönelik bir girişim’ kuşkusu ile yaklaşıldı.
“AKP, Genel Başkanımızın sadece söylemlerini değil, programını da önceden öğrenip sabote etmeye çalışıyor, bu şık değil” değerlendirmeleri de yapıldı ve bilgi akışıyla ilgili bazı şüpheler üzerinde duruldu.
CHP’nin elinde somut bilgi olmadığı için şimdilik sessiz kalınıyor, ama Kılıçdaroğlu’nun programı aynen uygulanacak, sadece rota değiştirildi.
Kılıçdaroğlu, madencilerle yılbaşı gecesi Karadon’da değil Manisa Soma’da buluşacak; tabii oraya da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gitmek istemezse.
Yılın başında Roman sivil toplum örgütleriyle buluşacağını da bildirelim.
NE OLACAK ŞU DP’NİN HALİ
Hani klasik söylemle merkez sağın durumuna gelince, DP’deki gelişmeler en azından şimdilik, bu partiyi ileri bir noktaya taşıyacak gibi değil.
15 Ocak’ta yapılacak kongre ne kadar yaklaşsa da yeni bir aday üzerinde uzlaşma sağlanmış değil ve ANAP kanadı ile DYP kanadı suçu birbirine atıyor. Anladığım, Süleyman Demirel’in önünde yapılan Hüsamettin Cindoruk-Mesut Yılmaz zirvesinde bir uzlaşma sağlanmış gibi, ama icraat yok.
Uzlaşma, “Yeni ve genç bir isme hep birlikte destek verelim” temelinde olmuşsa da ortaya atılan hiçbir isim gereken desteği bulamamış.
İlginç yaklaşımlar da var, örneğin, bir süre önce CHP’den istifa eden İlhan Kesici’yi teşvik eden ANAP kanadı, soğuk bakan ise DYP kanadı.
Bir başka detay daha, DYP kanadı tüm hesapları ittifaklar üzerine kuruyor.
Bu ittifak arayışlarında CHP veya MHP ilk sıralarda, ama bu çok zor gibi.
O nedenle, Necmettin Erbakan’ın başında olduğu SP dahil Meclis dışı geniş bir platform oluşturulmak isteniyor.
EN ARZULUSU ŞENER
Aslına bakılırsa, bu ittifak arayışında en büyük çabayı Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener’in harcadığını söylemek daha doğru olur.
Şener, AKP’yi birlikte kurdukları bugünkü kadrolara karşı çok bilenmiş.
Yolsuzluk temelindeki çıkışları zaten biliniyor, ancak başka tespitleri de var.
“Türkiye’de tehlikeli başka şeyler de oluyor. Algılar Tayyipleşiyor. Muhalif düşünceler özde sivil toplum örgütleri eliyle gelir, ama bu örgütler iktidar sopası ile yağ çeker hale getirildi” sözleri bunlardan biri.
Bazı aydınların da ‘Tayyip algısına’ zemin hazırladığını ileri süren Şener, HAS Parti ile BBP’nin bir şekilde AKP ile seçime ortak gireceği düşüncesinde.
Şener’le yaptığımız sohbetten şu sözlerini de aktarmak isterim:
“Sonuç alacak, Meclis’e girecek güçte bir ittifak olmalı. Bunu sağlayacak elimden gelen her şeyi yapacağım. Çünkü, TBMM’ye ülkeye çok zarar veren bu kadroyu, Tayyip’i indirerek girmeliyim; yoksa anlamı da keyfi de olmaz.”
Yazının Devamını Oku