Şükrü Küçükşahin
Şükrü Küçükşahin
Şükrü KüçükşahinYazarın Tüm Yazıları

Ankaralı gazetecinin İstanbul günlüğü

İSTANBUL’da büyümüş biri olarak, bu kente özlemimi, bulduğum her fırsatta sokaklarını defalarca keşfederek gidermeye çalışıyorum.

Bayram tatilinde de aynı şeyi yaptım; geçen pazar, arkadaşım Memet Güney ile birlikte, Süleymaniye Camii ve çevresini yeniden gezelim, dedik. Restorasyon çalışması nedeniyle camiye girememe talihsizliği yaşayınca çevre turuyla yetindik, tabii ki Mimar Sinan’ın kabrini unutmadık.

Akşamüzeriydi, ışıklandırılmadığı için çoğu İstanbul’a miras kalmış 495 şaheserin mimarının kabri karanlıktı; ama asıl, az ötede, neredeyse tabelasından daha küçük, bakımsız ‘Mimar Sinan Parkı’nı görünce utandım.

ÖNCE CAMİ SONRA KİLİSE


Cihangir’deki kahve molasının ardından Galatasaray-Manisaspor maçına gittim, Ali Sami Yen’den kös kös, koyu Fenerli TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’un skorla ilgili esprilerine katlanacağım randevuya geçtim.

Ulusoy, Süleymaniye turumuzu anlatınca gülerek, “Öyle mekânları benden izinsiz gidersen böyle olur” dedi ve üstüne atladığım şu öneriyi yaptı:

“Restorasyonu bizim Hasan Gürsoy yapıyor. Sabah sekizde ona kahvaltıya konuk olalım. Sonra sizi Hasan’a teslim eder dönerim.”

Bu kez eşim ve kızımla gittiğim caminin şantiyesindeki kahvaltıda Ulusoy, “Başka nereyi gezmek istersiniz” diye sorunca, cebimdeki listeyi uzattım. Uzun listeye baktı; “Camiden sonra Fener Rum Patrikhanesi. Öğlen yemeği bizim evde, sonra Pera’ya gidersiniz. Daha fazlası olmaz” deyip ayrıldı.

Ertesi günü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katılacağı bayram namazı ile ibadete yeniden açılacağından hummalı bir çalışmanın sürdüğü o muhteşem eseri Gürsoy rehberliğinde yeniden keşfettik, bilgi tazeledik.

Gürsoy’a Sinan’ın kabrinden söz ettim, “Haklısın, oranın restorasyonunu kendim üstlendim, bir dahaki sefere beğeneceksin” yanıtı alınca sevindim.

SOKAK ADINDAKİ MESAJ


Patrikhane’de, rehberliğini kütüphane görevlisi Yorgo’nun yaptığı tura Aya Yorgi Kilisesi ile başladık, diğer binalar ve Mora İsyanı sonrası Sadrazam Ali Paşa’nın idam ettiği Patrik Gregorius’un cesedi asılı tutulduğu için o günden beri kilit vurulan kapıyla tamamladık.

Yorgo’ya “Karşı yakanın, Piri Paşa’nın çocuğuyum. Evimizden en iyi görünen yapılardın biri Kırmızı Okul’dur. Orayı iki kez gezmek istedim, ikisinde de açık değildi. Bu kez olur mu?” diye sordum.

Yorgo’nun çabasıyla bu kez gezme şansı edindiğim okulun dış cephesini içinden daha çok beğendim; dersliklerine ise hayran kaldım.

Ayrılırken Patrikhane duvarındaki “Sadık Ahmet Sokağı” tabelasını görünce, Yorgo’ya “Neden Sadık Ahmet?” diye sordum, aldığım yanıt şu oldu:

“1994’e kadar sokağın adı Sadrazam Ali Paşa’ydı. Onu kaldıralım, dediler, Sadık Ahmet adını koydular. Ne diyeyim, böyle uygun görüldü...”
Patrikhane’ye Sadık Ahmet üzerinden mesaj mı veriliyor bilmiyorum; ama o isim daha büyük bir caddede yaşatılamaz mı diye düşünerek Şadiye Hanım’ın müthiş koleksiyonuyla zenginleştirdiği Ulusoylar’ın konağına yol aldık; hem güzel bir öğlen yemeği yedik, hem de İstanbul sohbeti yaptık.

Pera Palas’ı da Demet Şahbaz rehberliğinde yeniden keşfederken, kaldığı odasında Atatürk üzerine güzel bir sohbet olanağı bulduk.

Ara (Gürel) Cafe’ye uğradıktan sonra Tünel’de Nuray Babacan-Uğur Ergan çiftiyle buluştuk, iki aile Canan-Sedat Ergin çiftine teslim olduk.

Sedat Ergin, “Önce Asmalımescit’in ilk müessesesi Refik’e gidiyoruz” deyince kendimizi güzel mezelerle donanmış balık sofrasında bulduk.

Tabii, Sedat Ergin cazsız program yapmayacağından günü, Nublu’da Amerikalı caz ustası Wallace Roney dinleyerek tamamlama zevkine ulaştık.
Yazarın Tüm Yazıları