Şu son 30 yılda başbakanların çevresinde anlı-şanlı ne işadamları gördüm ki bugün esamileri okunmuyor; anımsatıp geçiyorum.
Ama bütün bunları bilip, yaşamış, hatta hapse girmiş dev işadamlarının, şirketlerinin geleceği ile kendi onurlarını hâlâ güç sahibi siyasilerin dudakları arasına bırakmış olmasını anlamıyorum, geçemiyorum.
Aralarında en az 30 yıldır yakından tanıdığım, dost olduklarım var.
Bırakın arkadaşlık dostluk bağını, o iddialar eğer doğruysa, bu ülkenin her vatandaşı, tarihin dahi tekerrür ettiremeyeceği bir medya grubunun el değiştirme operasyonunda yaşananları öğrendikçe kahroluyordur.
PARA MİLLETTEN KÜFÜR DE MİLLETE
Hele hele bu işlerin içinde bir işveren kuruluşunun başkanı da en önlerde yer alıyor ve hâlâ o koltukta oturuyorsa kahrolmak da yetmiyor.
Malum, iktidar çevreleri CHP’nin Cemaat ile ittifak yaptığını ileri sürüyor.
Kılıçdaroğlu’na “Var mı bir ittifak” diye sorunca önce güldü sonra, Başbakan Erdoğan’a atıfla, “Bunu suçlama olarak yönelten de ‘Ne istediler de vermedik’ diyen, değil mi?” anımsatması yaptı.
Başbakan’a, “11 yıldır beraber çalışmıyor muydunuz” diye seslenen, ortada bir paralel devlet varsa, bu nedenle sorumlusunun da Erdoğan olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, gülmesinin gerekçesini böyle aktardı.
BAŞKA ADRESE BAKTIRMAK
KILIÇDAROĞLU’na göre, Başbakan “CHP, Cemaat ile ittifak yaptı” demeden önce Cemaat’e ne verdiğini açıklamak zorunda; çünkü kamuoyu bunu mutlaka bilmeli.
Başbakan’ın ittifak iddiasına gelince, Kılıçdaroğlu’nun açıklaması şu:
Tutmasında hiç sakınca yok; ama bir başbakana, “O iddialarla ilgili neden 11 yıl işlem yapmadın” diye de herkesin sorması şart.
O da yetmez; örneğin bir başbakanın, kendi arkadaşlarını zan altında bırakan iddialar hakkında bilgi alıp almadığı da çok önemlidir.
Bu önemi, yolsuzluk imasına bağlamaya falan da gerek yok.
İstanbul’un nasıl yönetildiğini, seçilmiş belediye meclisi ve başkanının nasıl devre dışı bırakıldığını görmek, ciddi bir vicdan muhasebesi yapmak yeterli.
Bunun için Başbakan gibi yasadışı dinlemelerden yararlanmaya hiç gerek yok, ortadaki bilgiler fazlasıyla yeterli zaten.
AHBAP-EVLAT PARALEL DEVLETİ
Özellikle söz konusu İstanbul ise 11 yıldır, ilgili bakanlıklar ahbap-çavuş, baba-evlat ilişkileri içinde yönetiliyorsa ortada büyük sorun var demektir.
On yıldır, “Sahte mektup, mail ve delillerle insanlar dört duvar arasına tıkılıyor; emir veren ile emir kulu arasında fark gözetilmiyor, haksızlıklar intiharlara, ölümlere neden oluyor, özel yaşamlar deşifre ediliyor, vicdanlar sızlıyor, adalet yok sayılıyor” deyip durduk.
Karşılığı, en hafifinden ‘askerci, Ergenekoncu, postal yalayıcı, AKP düşmanı’ ilan edilmek, hedef yapılmak, baskılanmak, korkutulmak oldu.
Kimileri salınan korkudan etkilenip kurtuluşu, -ki hâlâ aynı yolda yürüyen var- iktidarı eleştiriden muaf tutmakta gördü, bu haksızlıklara kulak tıkadı.
KUZULAR ÇEVİRME YAPILDI
Oysa, Fırat kenarında kaybolan kuzudan ülkeyi yöneten sorumlu değil mi?
Biz de ‘Fırat kenarında bir değil binlerce kuzu kayboldu’ diye seslenip durduk.
Zarrab’ın avukatı Şeyda Yıldırım aradı, “O söz müvekkilime ait değil. Kendisi varlıklı, ama asla şımarık denecek biri değil” dedi.
Araştırdım, Yıldırım haklıydı, hata benim yanlış anlamamdan.
O sözü Zarrab değil, bir siyasinin akrabası da olan arkadaşı söylüyor.
Zarrab’dan özür diliyorum; bu fırsatla operasyon dosyasındaki bazı ayrıntıları, takdiri için, okura sunmaya bugün de devam ediyorum.
YOLU HEP AÇILDI
Böylesi olaylarda öncelikle siyasileri eleştirdiğimi anımsatmama sanırım gerek yok; o nedenle bugün de “İlk muhatabım Zarrab değil” diyorum.
Bu anlayışla, dosyadaki iddiaların (yine altını çizeyim) bazılarını aktarayım.
“İyi de bu sıfatları uygun gördüğünüz kişi/grupları devlete yerleştiren siz değil misiniz, bu ‘saflığın’ zaafı nasıl giderilir?”En az bu sorular kadar önemli konu da ortadaki yolsuzluk, rüşvet iddiaları.
Yenilir yutulur değil bu iddialar; o nedenle devleti yönetmiş veya yönetmeyi sürdürenlerin bu iddialardan arındırılması siyasetin ilk görevi olmalı.
Dört eski bakanla ilgili fezlekelerin hemen TBMM’ye sunulması, siyasilerle iddia sahiplerinin töhmet altında kalmaktan kurtarılması bu açıdan yaşamsal.
SANKİ FİLM ÇEKİLMİŞ
Derdimi, yolsuzluk operasyonundaki yazılan-çizilen bazı iddiaları, (Altını çizeyim, ‘iddialar’) adalet, vicdan, etik adına derleyerek anlatmak istiyorum.
Bakanlar, polis baskınını öğrenip bürokratlara “Kaçabiliyorsan kaç” demiş.
Kentleri mahveden imara aykırı uygulamalar, talimatlarla yapılmış.
Demokrasilerde milli iradenin en saygın temsil makamı parlamentolardır.
Gelin görün Türkiye’de, TBMM’nin saygınlığı giderek dip yapıyor.
‘Milletin vekilliği’ onurunu elde edenlerin, daha 2 yıla yakın süre varken, belediye başkanlığını tercih eder olması dahi bunun örneklerinden biridir.
Milletvekilliğine sıçrama makamı olan belediye başkanlıkları artık tam tersi özellik kazandı ve şimdilik, 21 vekil bu amaçla yola çıktı.
YASAMANIN CAZİBESİ YOK
AKP, ikisi kabinenin en önemli isimleri olmak üzere 10; CHP, hem de biri ilçe düzeyinde 4; MHP ve BDP 3’er; HDP de 1 milletvekilini aday yaptı.
Yenileri de çıkabilir, ama ilginç olan bu gidişatın sorgulanmaması.
MİT’in daha 18 Nisan’da, Reza Zarrab’ın bazı bakanlarla ilişkisini belgeleyen, “Bu ilişki ortaya çıkarsa hükümet aleyhine kullanılabilir” uyarısı yapılan ve doğrudan Başbakan Erdoğan’a yazıldığı anlaşılan raporu bunlardan biri.
Rapor dikkate alınmamış olmalı ki Başbakan, ne rahatsızlık hissetmiş ne de ortaya çıkacak tablonun bir olumsuzluk yaratacağına inanmış görünüyor.
Özgüven yüksekliği bir rehavete neden olmuş da olabilir.
Rapor, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler açısından da dikkate değerdir.
ŞİMŞEK ÇOK BOZULDU
Çünkü, Başbakan’ın bu rapordan Güler’i haberdar edip etmediği ilk soru.
Rapordan haberliyse, oğluna ‘Telefonda dikkatli konuş’ uyarısı yapmayı ve onun takip edildiğini ortaya çıkarmak için polis görevlendirmeyi neden 6 ay sonra düşündüğü, ikinci soru.