Mandela’yı saygı ile anıp, o devrimci liderin toplumu nasıl kaynaştırdığını anlamak isteyenlere “Yenilmez” filmini izlemeyi önermekle yetineceğim.
Keşke filmi, öncelikle de iktidar temsilcileri ile sözcüleri izlese.
Hele de Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ile AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Siyasette karşınızdaki DÜŞMAN değil RAKİPTİR” demişken.
Çelik ve Akdoğan’ın bunu demesini şu nedenle çok önemsiyorum:
Başbakan’ın, Gezi gösterilerinden bu yana, -tespitlerime göre en az 5 kez- çeşitli toplum kesimleri ve muhalefeti ‘düşman’ sözcüğü ile eleştirdiğini bu köşede defalarca yazıp, “Bu çok tehlikeli bir söylem” dedim.
Umarım, Çelik ve Akdoğan’ın bu sözleri ilk önce Erdoğan için geçerli olur.
İLKÖĞRETİM ANKETİNDE DE AYNI SORU
Çünkü, ülkeyi yönetenler, birilerini
Bu eleştiriye, ‘Yetmez, ama evet’ çerçevesinde katıldığımı; muhalefet, adaylarını neden en az 6 ay önceden açıklamaz, pek anlamadığımı söylemeliyim.
Neyse diyerek, CHP’deki bazı değişimlerden hareketle ‘Yetmez, ama evet’in gerekçelerini aktarayım.
CHP, 29 Mart 2009 seçiminde adaylık başvuru sürecini 21 Aralık’ta başlattı, 2-15 Şubat arasında da isimleri belirledi.
Bu yıl ise aday olmak isteyen il ve ilçe başkanlarının istifa süreci erkenden, 15 Temmuz’da başlatıldı; böylece an itibariyle örgüt karmaşasının önüne geçildi.
300 YENİ İSİM 18 ARALIK’TA Adaylık başvuruları 2 Eylül’de başladı ve bugüne dek 300 aday kesinleşti.
200 merkezde anketler yapılırken 100 bin üyenin eğilim yoklamasına katıldığı ve sandıkların oylama merkezinde açıldığı tek parti de CHP oldu.
Gerçi medyanın büyük kısmı o ayaklanmayı duymadı; ama sanatçılar cumartesi de Genco Erkal’ın açıkladığı bir metinle gerekçelerini açıkladılar.
Sorun sadece muhalif tiyatroların ‘sıfır’ çekmesi de değildi.
Bu yıl sözleşmelere bir de, “Oyun genel ahlaka uygun görülmezse verilen destek 15 günde geri alınır” maddesi konmuştu.
Konuyu CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka da soru önergeleri ile TBMM’ye taşıdılar.
Ben ise bu sanatçılarımızla siyasetçilerimize hafiften gülümsüyorum!
7. KATTAKİ IŞIĞIN ALAMETİ
Bunun nedenini açıklamadan önce Ankara’daki yaygın bir kulisi aktarayım.
Bu davanın merkezinde yer alan kişi, 53 yıl ceza alan, BOTAŞ’a bekçi olarak girip, sonradan Ankara’nın lüks caddesinde büro açıp siyasetle çok sıkı fıkı ilişki kuran, küfürsüz konuşmayan bir iş takipçisiydi.
Aynı şirket ve isim odaklı ‘Beyaz Enerji’ davasında da yine pek çok işadamı ve bürokrat mahkûm oldu.
‘Beyaz Enerji’nin aksine ‘Mavi Hat’ta cezaların, ‘cebir ve şiddet’ kullanıldığı anlamına gelecek şekilde üst sınırdan verilmesi gibi hukuki tartışmaları Yargıtay aşamasının önemine işaret ederek bir kenara koyuyorum. Ancak 2005 yılından beri bu operasyonları pek çok kez bu köşeye taşımış bir gazeteci olarak, bugün konunun farklı bir yanına, siyasi boyutuna eğileceğim.
İsim vermeyeceğim, çünkü sorun isim değil zihniyette.
BAKANLARIN VİCDAN HESAPLAŞMASI
O yazılarımda, ülkenin önemli işadamlarının -ki aralarında çok önceden ve sonradan yakından tanıdıklarım da var- böylesi bir iş takipçisiyle ilişkiye geçmesini çok yadırgadığımı da belirttim; hâlâ da aynı inançtayım.
Tamam, hepimiz bu iş takipçisine kızıp işadamlarını yadırgamaya devam edelim, ama böylesi bir ilişki ağının kurulmasında köprü olanlar ne olacak?
CHP ise aday adayı çok, konuşmak da kolay olunca her tür spekülasyon ve olasılığı dillendirmeye uygun bir parti.
Ancak daha önce de yazdığım gibi CHP bu kez sanki fark yaratacak.
Tamam eski alışkanlıklar hepten bitmiş değil, ama en azından “Genel Merkez’de adamım var, Genel Başkan söz verdi, Genel Sekreter arkamda” gibi lafların getirisi olmadığı, oy kapasitesinin önde tutulduğu görüldü.
TEKİN-SARIGÜL KAPIŞTIRILAMADI
CHP’de önemli bir değişim de aday adayları arasındaki yarışta belli bir nezaketin yakalanmış olması.
Somut örneği de en öndeki isimler Mustafa Sarıgül ile Gürsel Tekin.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek de, “Gelin bu toplantıları miting havasından çıkaralım” çağrısı yapmaktan yoruldu.
Uyarılar boşa çıkınca sonunda TBMM çatısı altında ilk kez bir başbakan, ülkesinin (beğen-beğenme) bazı sanatçılarına öfkesini ‘ulan’ diyerek gösterdi.
Erdoğan’ın bu öfkesi, 1999’da Ahmet Kaya’ya saldırı gerçekleşirken orada bulunup da sessiz kalan sanatçılaraydı.
Ancak ne ilginç ki, ‘O sırada dışarı çıkmıştım’, ‘Tuvalete gitmiştim’ gerekçesine sığınan o sanatçılar arasında, Başbakan’ın Diyarbakır çıkarmasına bizzat davet ettiği İbrahim Tatlıses ile ‘akil insan’ seçtiği Kadir İnanır da varmış. Başbakan’ın sempati gösterdiği diğer bazı sanatçıları ise geçiyorum.
SIFIR KOMŞUDAN DÖNÜLÜRKEN
Neyse, asıl derdimiz Başbakan’ın ‘siyaset sanatı’ diye gördüğü ‘öfke dilinin’ siyasetten kovulması.
Dediği gibi silahlar susacak, cezaevleri boşalacaksa sonuçta Türkiye güleceği için Erdoğan’ın gülümsemesi önemli ve haklı.
Erdoğan’ın, çok titiz hazırlandığı söylenen konuşması da kimi çevrelerde, bir kez daha ‘çözüm sürecinde sona yaklaşıldı’ algısına tepe yaptırdı.
Ne diyelim; bugüne kadar günü ve seçimi kurtarma konusunda iyi sınavlar vermiş, ancak uzun dönemde bu coğrafyada Türkiye’yi büyük çıkmazların içine sokmuş olan politikalar, umalım bu kez bizi şaşırtır.
Yine de biz Barzani’nin ziyaretine biraz farklı bakış getirelim.
KÜRDİSTAN SÖZCÜĞÜNE MEŞRUİYET Erdoğan ile Barzani buluşmasının Diyarbakır’da olması kimi kafalarda soru işareti yarattı. Oysa bunda bir gariplik yok, çünkü orası da Türkiye toprağı.
Nedeni basit, Barzani Diyarbakır’a gelmek istedi hükümet de kabul etti.
Erdoğan’ın, ‘öteki’ gördüğü kimi kesimler için ‘düşman’ sıfatını kullandığını, bir başbakanın halkını asla böyle tanımlayamayacağını ve bunun tehlikeli bir üslup olduğunu daha önce de yazdım. Değişen bir şey olmadığı, tehlike sürdüğü için artık aklıselim herkesin bu konuda ses çıkarması şart oldu.
Adana Valisi’nin devlet ve siyaset geleneğine uymayan tutum ve söylemlerini de mayıs ayında bu köşede iki kez gündeme taşıdım.
Başbakan’ın, “Valiyi yedirtmem” sözü gösterdi ki, o alanda da yenilik yok.
Ancak bilinsin ki, devletin ceberut yüzü göründüğü her yerde artık AKP aleyhine işlemeye başladı ve halk, eski devleti arar hale geldi.
AÇLARIN TOPRAKLARI DA GİDİYORBu iki konuyu işlemiş olmanın rahatlığı ile farklı bir alana bakacağım bugün. İlkini de izlediğim Türkiye Gıda Dernekleri Federasyonu’nun düzenlediği 2. Gıda Kongresi’nde, iki gündür kamu ve özel sektör temsilcilerini dinliyorum. Yerli-yabancı uzmanların sözlerine bakarak bir özet yapmaya çalışacağım. Enerji, su ve gıdanın stratejik üçlü haline geldiği; Türkiye’nin üç alanda da en azından, sınıf geçecek kaynaklara sahip olduğu ortak görüş.
Dünya, gıda kullanımında hâlâ adaletten çok uzakta, yılda 10 milyon kişi açlıktan ölürken, yatağa 900 milyon kişi aç, 1 milyar kişi de aşırı tok giriyor.