Paylaş
On yıldır, “Sahte mektup, mail ve delillerle insanlar dört duvar arasına tıkılıyor; emir veren ile emir kulu arasında fark gözetilmiyor, haksızlıklar intiharlara, ölümlere neden oluyor, özel yaşamlar deşifre ediliyor, vicdanlar sızlıyor, adalet yok sayılıyor” deyip durduk.
Karşılığı, en hafifinden ‘askerci, Ergenekoncu, postal yalayıcı, AKP düşmanı’ ilan edilmek, hedef yapılmak, baskılanmak, korkutulmak oldu.
Kimileri salınan korkudan etkilenip kurtuluşu, -ki hâlâ aynı yolda yürüyen var- iktidarı eleştiriden muaf tutmakta gördü, bu haksızlıklara kulak tıkadı.
KUZULAR ÇEVİRME YAPILDI
Oysa, Fırat kenarında kaybolan kuzudan ülkeyi yöneten sorumlu değil mi?
Biz de ‘Fırat kenarında bir değil binlerce kuzu kayboldu’ diye seslenip durduk.
Yönetenler, şişlere geçirilip önlerine konan çevirmelerin o kuzular olduğunu bile bile görmezden geldi, maalesef çok sayıda aydın dahil, bazıları da uzatılan tabaklardaki küçük et parçalarını keyifle sindirdi.
Hadi şimdi, bütün bunlar unutulsun ve bugün, “Günahsız insanlar içeride” diyenlere bu mağduriyeti gidermeleri için her destek verilsin.
Ancak, muz cumhuriyetlerinde dahi devletin, ‘paralel yapılarla’ paylaşılamayacağını anlatmadan, adında ‘Adalet’ olan bir parti, 11 yıl sonra adaletsizlikleri anlata anlata bitiremiyorsa, en azından, ‘Sana insaf yahu’ demeden olmaz. Hele hele ‘günahsızları’ cezaevinden çıkarmaktan söz edenler, hemen ardından, kendisini savcı/yargıç yerine koyuyorsa bin kere düşünmeli.
(Örnek: “28 Şubat’ın medya ve sermaye ayağı gündeme gelmedi, o da gelecek”, “Yetkim olsa HSYK’yı yargılarım” demenin anlamı ne?)
O nedenle, 11 yıllık uygulamalara da bakıldığında rahatlıkla, “İçerideki günahsızlar söylemi, ‘dönemsel’ kalabilir” denebilir.
Söylemin kalıcılığı, hukuk ve adaletin üstünlüğü için samimiyet şart.
“AKP’li de olsa kimse yolsuzluk/hırsızlıktan muaf değil” ile başlanabilir.
YİNE ERDOĞAN’IN O SÖZÜ
Dün yanılmış olanlar bugünkü parlak söylemlere de aldanırsa tehlikedeler.
Bakın, Cemaat çevreleri bugün, 28 Şubat’ı arar hale geldiklerini, karalamanın böylesine hiç tanık olmadıklarını, en büyük zulme uğradıklarını keşfettiler.
Tamam, bugünkü her olumsuzlukta muhatap, ülkeyi yöneten siyaset kurumudur, ancak Cemaat de ‘kendi payını’ görmeli, hesabını vermeli.
Neden mi, kendimin, en fazla 1.5 yıl önce yaşadığı bir örnekle anlatayım.
Bir TV kanalındaki programa o camiadan bir arkadaşımızla katılmıştım.
Çıkışta, özetle hükümetin ‘ötekileştirici’, ‘otoriter’ eğilimlerine dikkat çekip, bu gidişatın eleştirilmemesinin herkese zarar vereceğini ifade ettim.
O arkadaşım, sırtıma hafif hafif vurarak, “Şükrücüğüm, biz 85 yıl bekledik, bir 85 yıl da siz bekleyin” demişti.
“Biz kimiz, siz kimsiniz” diye sormamın hiç âlemi yoktu, sadece üzüldüm.
Şimdi, ‘85 yıl beklerken 2 yıl dahi sürmedi’ demekten zerre haz almıyorum.
Sadece, ‘Samimiyete bakın’ deyip Başbakan’ın sık sık anımsattığı, “Allah’ın da bir tuzağı var” sözünü Erdoğan da dahil, herkese yeniden anımsatacağım.
Paylaş