Mahkeme kararıyla yapılmış Başbakan ve bazı bakanlarla ilgili ortalıkta dolaşan sayısız dinleme kaydıyla ilgili tavrım da aynı oldu.
İktidarın her sözcüsü, yolsuzluk iddialarını ‘hükümete darbe’ diye nitelese de tavrım böyle, çünkü iddiaların göz ardı edilir yanı hiç yok.
Hem de bilerek yol verilen ‘paralel yapı’, ‘Ülkeyi yanlış yönettik’ itirafıdır.
Perşembe günü, ‘konuşmalı’ diye yazdığım eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in dolaylı konuşması da bunun açık kanıtıdır.
ERGİN’DEN İTİRAF
Ahmet Taşgetiren’in cuma günkü yazısında okuduk ki Ergin, HSYK listesi oluştuğunda Başbakan’a gitmiş, “21 üyenin 13’ü Cemaat’ten olacak” uyarısı yapmış, Başbakan ona rağmen listede ısrar etmiş. Bildiğim, emniyet müdürleri konusunda da Başbakan’a benzer uyarı yapılmış.
Yani tüm uyarılara rağmen bugün sızlanan Başbakan, bile bile ‘lades’ demiş.
İşin en komik tarafı ise bu ‘paralel yapıyı’ itiraf edenin de ona savaş açanın da 11 yıldır o yapıyla mutlu mutlu yürümüş, AKP iktidarının bizzat kendisi.
Sonuçta AKP, Cemaat’le çok sert geçen bir savaşa girdi; ama dikkatinizi çekerim, çoook önemli bir isim bu savaşta tek kelime dahi etmiyor.
O isim, 2010 referandumunun, HSYK seçimlerinin mimarı, ‘paralel yapı’nın yargıyı ‘ele geçirdiği’ süreci yönetmiş, şu anda Hatay Belediye Başkanı olmaya çalışan eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’dir.
HALK DOĞRUYU ÖĞRENMELİ
Ergin, tüm kritik gelişmelerin yaşandığı son 4.5 yılı o makamda geçirdi; yargıyı ne kadar tarafsız ve bağımsız yaptıklarını övünerek anlatıp durdu.
Şimdi ise, “Yerine gelen arkadaşı, Ergin’in ilmik ilmik ördüğü bakanlık teşkilatını ve HSYK’yı yerle bir ediyor” dense yeri.
Bütün yaşananlar karşısında, ülkenin en saygın tutulması gereken o makamında 4.5 yıl geçirmiş bir siyasi, “Bana bir misyon/görev verildi, onu yerine getirdim”, “Benim dönemimde kimsenin çıtı çıkmıyordu” gibi gerekçelerle kenara çekilip sessizliğe gömüldüğünde vicdanı rahatlar mı?
Ergenekon’un ‘saflık’ döneminin eseri olduğunu unutmuş, ama geçelim.
Bir gazeteci olarak doğrusu, ‘yüzde 50’nin medyası’ ifadesine hiç haklılık veremiyorum; medya, halkın tümüne hitap eder, tümünün çıkarını korur.
Hadi bunu geçelim, ama gelin o medyanın nereden beslendiğine bakalım ki, sözünü ettikleri yüzde 50’ye de nasıl haksızlık yapıp, yük oldukları görülsün.
ÇIK BAKANA KAP DESTEĞİ
AKP ile Cemaat arasındaki 11 yıllık ‘samanlıkların seyran olduğu’ evlilik kavgalı bir ayrılıkla noktalanınca, malum yolsuzluk iddiaları da aldı başını gitti.
Bu iddialara göre, örneğin, yukarıdaki sözlerin sahibi medya yöneticisi, bir kamu bankasının genel müdürüne telefon açıp destursuz, “Maaş ödeyemiyorum, 2 milyon gönder, ben sana bir reklam faturası yollarım” diyebiliyor.
Aynı medya grubunun TV kanalı da var; sahibi, eski bir bakana gidiyor.
Dün bu konuyu konuştuğum Kemal Kılıçdaroğlu’nun da dikkat çektiği gibi DSP’ye gidenlerin hemen tamamı, CHP’nin güçlü olduğu merkezlerde.
CHP’nin ilk kez bütün büyük illerde potaya girdiği ve tabanının da bu seçime, AKP ile hesaplaşmak için büyük değer biçtiği ortada.
Buna rağmen dikkatinizi çekmiş olmalı, istifa eden veya başka partilere gidenlere kızgınlık çok büyük olsa da kimseye, “hain” denmiyor.
Kılıçdaroğlu da aynı şeyi yaptı; çok üzgün olduğunu belirtti, “Hani ağzıma almak istemiyorum, ama kişilikli insanlar değil diyeceğim” demekle yetindi.
TEŞEKKÜR EDİLEN DE VAR
“Bakıyorsunuz bu işin içerisinde, ne yazık ki, şu anda siyasetin içinde olanlarla da bağlantılı. Bunların hepsini ifşa edeceğiz, açıklayacağız. Hem ‘siyaset yapıyorum’, hem ‘demokrasi mücadelesi’ diyeceksin, öbür tarafta esrar, eroin, insan kaçırmaya kadar bunları da yapacaksın. Buna müsaade etmek, onları görmemek bizi suçlu durumuna düşürmez mi? Müsaade edemeyiz.” Şüphesiz Başbakan çok haklıydı, buna müsaade edilemez.
MOBESE KAYITLARI ELDEYDİ
İyi de aradan 7.5 ay geçti ve o siyasetçiler, -ki kimlerin kastedildiği malum- hâlâ koltuklarında oturuyor; ne isimler ifşa edildi, ne bir işlem yapıldı. Şahsen, özellikle Gezi gösterilerinden sonra Başbakan, “Zamanı, yeri geldiğinde açıklayacağız” dediği iddialarına hep şüpheli bakar oldum.O nedenle, ‘eroin baronları ile bağlantılı siyasetçiler’, ‘camide içki’, ‘başörtülü kadına saldırı’ iddialarının kanıtları nerede, diye çok yazdım. Başbakan’ın, “Görüntüleri cuma günü açıklayacağız” demesinin üzerinden 35 cuma geçti; içki ve saldırı görüntüleri bir türlü ortaya çıkarılamadı. Tam tersine, hem ‘camide içki’ hem ‘bebekli kadına saldırı’ iddialarını boşa çıkaran görüntüler boy gösterdi.Türkiye’nin hassas günlerinde, toplumda büyük nefret/kin/öfke nedeni olabilecek bu tür iddiaları dillendirenler, eğer onları doğrulayan görüntülere ulaşsaydı, sokak sokak kuracakları ekranlarla o görüntüleri halka göstermekten kaçınacakları düşünülemezdi. Aksine, tüm MOBESE kayıtları ellerindeydi ve iki iddianın da gerçek olmadığını gördükleri için kayıtları saklayıp durdular, demek ise çok olası.Ancak unuttukları bir şey var ki, devletin kayıtlarına geçmiş her belge/bilgi gün gelir bir yerden sızar; bu kez de böyle oldu, yarın da öyle olacak.
SORUN ZD DEĞİL SİYASETÇİ
Tüm bu gerçeklere karşın, iktidar sözcülerinin halktan özür dilemek, ‘Yanlış yaptık’ demek yerine hâlâ Adli Tıp raporlarına atıf yapması çok manidar. Dün Yavuz Semerci’nin köşesinde okuduk; olaydan 10 gün sonra ZD’yi gören gazeteci Balçiçek İlter, “Kadının kollarında morluklar vardı” diyor. Semerci de haklı olarak, “Peki, o morluklar neden Adlı Tıp raporunda yok” diye soruyor; ama soru da sorun da ne ZD’nin çelişkili sözleri ne de içinde bulunduğu psikolojik durumu. Sorun, gerçeği bilen siyasetçilerin, günlerce bıkmadan usanmadan, meydan meydan o asılsız iddiaları halka aktarmasıdır.Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun bir siyasetçinin, böylesine nefret kaynağı sözleri boş çıkar, o siyasetçi mertçe çıkar gerçeği ikrar eder.
Asla ve kat’a bunu yapmayacak bir siyasi kadronun, eroin baronlarıyla bağlantılı siyasileri ifşa etmesi de boş beklenti. Ama bakın işte Gülden Aydın’ın haberinde görüldüğü gibi, o baronlar anaları ağlatmaya devam ediyor; hiç değilse o analar hatırına ‘insaf yahu’ desek. Bu iddiaları sorgulamadan yayan gazetecileri unuttuğumuz ise sanılmasın. Kendilerine de mesleğimize de yazık ettiler, demekle yetineyim.
Bol aday adaylı bu merkezlerde hangi aday çıkarsa çıksın tepkilerin, isyanların yaşanacağı gün gibi ortadaydı.
Tepkiler geçmişe oranla daha sınırlı kalsa da CHP yönetimi, aday listesini geciktirerek tansiyonun yükselmesine katkı sağladı.
CHP’nin, yüzde 50 düzeyinde oy aldığı illerde milletvekillerini aday yapması da bir başka yanlışı oluşturdu ve tepkiyi artırdı.
Yükselen tüm eleştiriler haklı bulunsa dahi çıkardığı liste ile CHP, ilk kez bütün önemli merkezlerde potaya girmeyi başardı.
KADIN YİNE YOK GİBİ
Sonuçta başarı veya başarısızlık seçim sonucuna göre değerlendirilecek.
Kimi iktidar temsilcilerinin gün boyu medya kuruluşlarına, “Beyefendi şu haberinizi beğenmedi” uyarı telefonları açtığı da ayrı bir konu.
Bu baskı sürecini alın akıyla geçenler ortada, diğerlerinin ne acı ki tasası yok.
Aslında ‘Alo Fatih’ örneklerine de gerek yok; çünkü bu ülkede, Başbakan’a henüz sorulmamış olan şu soru da her şeyi açıklıyor:
“Sayın Başbakan, sizin talimatınızla bir bakanın, bazı işadamlarından para toplayarak, bir medya grubunun el değiştirmesini sağladığı; o işadamlarının Türkiye’nin en büyük ihaleleri alanlar arasından seçildiği ve bazılarının havuza konacak parayı bir kamu bankasından kredi olarak çektiği iddia ediliyor. Bu iddialar doğru mu, yanlış mı?”
YA CHP/MHP’YE YAKIN OLSALARDI
Birileri, “Canım tape’ler soruldu, Başbakan da ‘Kemal Kılıçdaroğlu SSK’nın hesabını versin’ diye yanıtladı” demeye kalkmasın; çünkü komik kaçar.
Gerçi yaşananlar, ortalığa saçılanlar komiklik ötesi ve yazık ki bu durum, siyaseti/iş dünyası/medyasıyla Türkiye’yi kemirip yiyor.
Şimdi ise ‘liderinden özür dileyerek’ istifasını geri aldı, hayırlı olsun.
Ancak, güzelim kentin, nasıl ranta teslim edildiğini gösteren ifade tutanaklarına bakarak hiç değilse bir özrü de İstanbullulardan esirgemese ne güzel olur.
İstanbul’un tabiat varlığını, güzelliklerini gelecek nesillere aktarmakla görevli koruma kurullarının bazı kararları dahi bu özür için yeter de artar.
BASKI DEĞİL TAVSİYEYMİŞ
Çok özet aktarmak gerekirse sistemin işleyişi basit.
İşe, bakan sözünden çıkmayan birini, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’ndan sorumlu ‘bakanlık müşaviri’ olarak atamakla başlanıyor.