25 Ekim 2004
<B>ARALIK </B>ayında Türkiye’ye müzakere tarihi verileceğinin kesin görülmesi, durumdan vazife çıkarması gerekenleri de hareketlendiriyor. Harekete geçen ilk isimlerden biri, müzakerelerdeki 31 konu başlığından 24’ünün ekonomi olduğunu belirten TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu.
Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin ihracatının yüzde 55’inin AB ülkelerine olduğunu vurgulayarak, ‘Bunu bizim işadamımız yapıyor. Bu nedenle de AB’nin içinde olmak en çok bizi ilgilendiriyor. Bu işten Türk dünyası kazançlı çıkacak. Elini taşın altına sokacak olan asıl kesim biziz yani’ diyor.
Hisarcıklıoğlu oldukça iddialı da:
‘Bu 24 başlıkta 5 yılda hazır oluruz. 2014 bütçesinde yer almak için başka yol da yok. Kendimize güveniyoruz; ama eli taşın altına girecek olan biziz, bürokrat veya siyasiler değil. Bu nedenle müzakere heyetinde olmalıyız.’
‘RAPOR BAĞDAŞTIRMA ŞAHESERİ’
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger ise 31 başlığın tamamının Meclis’i ilgilendirdiğini belirterek harekete geçtiklerini açıklıyor.
AKP yönetiminin talebi doğrultusunda çalışma başlatan Dülger, muhtemelen önümüzdeki hafta grup toplantısında konuya siyasi çizgiden yaklaşacak.
Sonra AKP’li vekillere ‘Mesleğine göre 31 konudan biri seç’ denilecek.
Böylece hem gerekebilecek düzenlemelerin hızlı çıkması sağlanacak, hem de milletvekillerinin uygulamayı denetlemesi kolaylaştırılacak.
AB üyeliğini Cumhuriyet’in ilanı kadar önemli bulan Dülger, aynı çalışmanın CHP’den de isteneceğini ve ortak bir payda yaratılacağını söylüyor.
Dülger, her şeyden de çok umutlu; hani ‘Toz pembe bakıyor’ desek yeri.
İlerleme Raporu’nu, ‘Bağdaştırma şaheseri’ gören Dülger’in gerekçesi şöyle:
‘Türkiye, yüzde 70’iyle AB’yi istiyor. Karşı taraf ise bilmediği ve önyargılı olduğu için eskiden beri Türkiye’ye sıcak bakmayan bir kamouyu. İşte rapor, bu iki tarafın beklentilerini bağdaştırma becerisi gösteriyor.’
FRANSIZ ‘MAİSOUİ’ DER
Dülger, Avrupa kamuoyunun baskısını önemsiyor; ama bir AB ülkesinin Ankara Büyükelçisi’nin söylediği şu söze de değer veriyor:
‘Avrupa liderleri her zaman kamuoylarının ilerisinde ve cesur kararlar vermişlerdir. AB çok büyük bir adım atacak, başka türlü olamaz. It’s obvious (besbelli). İşin çekirdeği önemli, o da müzakeredir. Siz ona yoğunlaşın.’
Fransa’dan gelen haberler de Dülger’i telaşlandırmıyor.
Yıllarca Fransa’da yaşayan Dülger, ‘Fransız her şeye ‘Maisoui’ der. ‘Mais’, fakat; ‘oui’, evet demektir. Yemeğe davet ettiğinizde de böyle söylerler. Çünkü onlar empoze edilmeyi sevmezler, ikna edilmek isterler’ diyor.
Dülger, bütün bunlara rağmen, raporda düzelmesi gereken yönler olduğunu da söylüyor; ama orada da şöyle bir uyarı yapıyor:
‘Evin içindeki havayı değiştirmek için pencereyi açmışsınız; dışardan mis gibi temiz hava geliyor. Ancak arı da sinek de girebilir; sizi sokabilir de. Bunu beklersin; ama yine de temiz havadan vazgeçmezsin. Ayrıca, unutmayalım ki, 17 Aralık’tan sonra AB bizim dış değil, iç işimiz oluyor. Onların da sosyal normları var, senin de. Sen de git onlara karış, onları ikna et.’
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2004
<B>KOMİSYON </B>üye ve başkanlarının da belirlenmesinden sonra AKP’nin Meclis seçimleri tamamlandı. TBMM Başkanlık Divanı ve AKP Grup seçimleri ile ilgili geçen haftaki tahlilimize Milli Görüş dışında kalan gruplardan küçük bir uyarı geldi:
‘Beş grup başkanvekilinin üçü değil, tamamı imam hatip kökenli.’
Bu uyarıyı geçerek, AKP Grubu’nun seçimlerinin tümü üzerinden bir tahlile yönelecek olursak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘en küçük bölünme bile olmasın’ anlayışı ile hareket ettiğini ve bu anlayışının temelinde önemli bir hedefin, cumhurbaşkanlığı seçiminin yattığını söylemek mümkün.
MUHALİFLERE İLTİFAT BİLE VAR
Biraz detaya inecek olursak, Erdoğan, AKP’nin TBMM’deki vitrininde bazı düzenlemeler yapmak istedi; ancak hızlı organize olma ve ciddi defans yapma özelliklerine sahip Milli Görüşçüler kendisine yeterince yardımcı olmadı.
Erdoğan, buna rağmen sonuçları kabullendi; ama bir tek Sadık Yakut’un yeniden Meclis Başkanvekilliği’ne seçilmesini pek de içine sindiremedi.
Yakut’u eski DEP’lilerin salıverilmesi sonrası bildiri yayınlayan on bir AKP’linin elebaşısı olarak gören Erdoğan, Yakut ile Atilla Koç’un yarıştığı üçüncü turda tavrını hem ‘Hadi bakalım bizim de bir oy hakkımız var kullanalım’ diyerek, hem de yerinden kalkıp sayım bölgesine giderek koydu.
Seçime ve sonucuna ilgisinin Yakut için olduğunu söylemek olası mı?
Erdoğan, bunun dışında imzacı Vahit Erdem’i komisyon başkanlığında tutarken, daha az etkili komisyonlardaki üç imzacıyı da İçişleri Komisyonu’na alarak küçük bir iltifatta bulundu.
Bu komisyondaki imzacı sayısını beşe çıkarmaktan bile çekinmedi.
Ayrıca bu isimlerden bazıları Kızılcahamam’daki kampta, Erdoğan’a, ‘Bildiri sonrası bize eleştiriniz haksızdı. Komisyonlara sırf aile içi isim diye ehliyetsiz kişileri başkan yaptınız’ eleştirisi de yöneltmişti.
(Erdoğan’ın soruya, ‘Bu doğru değil, öyle aile içi isim yok. Komisyon seçimlerinden haberim bile olmadı’ diye yanıt vermesi de ilginç bulunsa gerek.)
Önemli bir başka muhalif Mehmet Dülger’i de Dışişleri Komisyonu’nun başından almayan Erdoğan, belki de en çok kızdığı diğer sivri dilli muhalif Ertuğrul Yalçınbayır’ı prestiji yüksek olan AB Komisyonu’na üye yaptı.
YENİ CUMHURBAŞKANINI SEÇMELİYİZ
Erdoğan’ın muhaliflere bu toleranslı tavrının altında yatan gerçeğin ipuçlarını ise yine Kızılcahamam’daki kampta aramak gerekiyor.
Kampta Erdoğan milletvekilleriyle küçük gruplar halinde görüşmüştü.
Bu görüşmelerin birinde, imzacı milletvekillerinin Erdoğan’a yönelik eleştirileri oluyor.
Bunun üzerine parti bütünlüğü ve disiplini korumanın önemine işaret eden Erdoğan, iki elinin avuç içlerini hafif hafif masaya vurarak şöyle diyor:
‘Arkadaşlar, 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sıkı durmalı, birliğimizi korumalı, bölünmemeliyiz. Eğer yeni cumhurbaşkanını bu parlamento seçerse, gireceğimiz ikinci seçimde de iktidar çıkarız.’
Gündemin çabuk değiştiği, 1980’den beri her seçimin en az bir yıl erken yapıldığı Türkiye’de, üç yıl sonrasına yönelik Erdoğan’ın bu hedefinin tutup tutmayacağını tahmin etmek zor; ama bazı AKP’lilerin tahminini aktaralım:
‘Cumhurbaşkanını biz seçsek bile iki şey olacak. Birincisi, Erdoğan aday olmayacak, Özal tipinde biri seçilecek. İkincisi, seçim sonrasında başkanlık sistemine geçişin yolları aranacak. İşte Erdoğan’a sıra o zaman gelecek.’
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2004
TÜRKİYE, AB normlarına yaklaştıkça, hayal kırıklığına uğrayan Avrupalı bazı siyasetçiler, çifte standartlarını ortaya çıkarmaya, Türkiye’ye karşı ayrımcı davranmaya başladılar. Bu siyasilerin aksine, bazı Avrupa kurumları ise Türkiye’nin sağladığı ilerlemeyi Avrupa’ya örnek göstermeye başladı.Düne kadar, Türkiye’yi AB içinde görmek istemeyen Avrupalıların en önemli kozu işkenceydi. Türkiye, bu alanda Avrupa’nın en saygın kuruluşu olan ve Avrupa Konseyi’ne (AK) bağlı çalışan Avrupa İşkence Önleme Komitesi’nin (AİÖK) hedefiydi. Özellikle 1990’larda Komite’nin tüm raporlarında en geniş yeri tutan Türkiye, en ağır işkence eleştirileriyle de karşı karşıya kalıyordu. ZANA BİLE KABUL ETTİLeyla Zana gibi bir siyasinin dahi, Avrupa Konseyi’ndeki konuşmasında ‘Türkiye’de sistematik işkence yok’ dediği saatlerde AİÖK’ün son raporu yayınlanıyordu. Avrupa basınının daha çok bu sözlerini öne çıkardığı Zana’nın, rapordan haberi var mıydı bilinmez; ama raporda şu iki çarpıcı ifade yer alıyordu: - Türkiye’de sistematik işkence yoktur.- Türkiye, öyle reformlar gerçekleştirdi ki, işkenceyi önlemede mevzuatını Avrupa’nın en ileri noktasına getiren ülke oldu. Raporu, AK Daimi Temsilcimiz Büyükelçi Daryal Batıbay da doğruladı. Batıbay, ‘Artık raporlarda birkaç cümleyle yer alıyoruz; onlar da bizi son derece mutlu eden cümleler. 1990’larda yayınlanan raporlardaki yerimizi şimdi Rusya almış durumda. Yaşanan gelişme ülkemizin büyük başarısıdır’ değerlendirmesini de yaptı. Rapor, ‘Sizi AB içinde görmek istemiyoruz’ diyen Avrupalılara karşı, aralık ayına giden süreçte Türkiye’nin elini güçlendiriyor, koz veriyor. TÜRKİYE’NİN ÖNCELİKLERİAB İlerleme Raporu’nu detaylı inceleyen ANAP Genel Başkanı Nesrin Nas da hükümetin hedefe bu tür kozlarla yönelmesi gerektiği görüşünde. Nas, hükümete, sözcükler üzerinde durmak yerine müzakere sürecini ve şeklini açıklığa kavuşturacak çabalara girmeyi öneriyor. Azınlık tartışmasına takılıp kalınması halinde müzakere sürecinde kaybedileceği görüşünü savunan Nas, ‘Bizi istemeyenlerin tercihi de bu. Oysa raporun müzakere sürecini açık tutacağı önceden görülmeliydi, asıl hedef bu cümlelerin değiştirilmesine yöneltilmeliydi’ diyor.Nas, çoğu AB kurumu Türkiye ile ilgili olumlu raporlar yayınlıyorken, hükümetin de 17 Aralık öncesi tüm yoğunluğunu tam üyelik garantisi almaya yöneltmesini, bu amaçla topyekûn bir atak başlatmasını bekliyor. Bu noktada Nas bir öneri de yaparak sivil toplum örgütlerinin AB nezdindeki çalışmalarının TOBB, TÜSİAD, İKV sınırı dışına taşınması; sendikalar, Türk Tabipler Birliği, Türkiye Barolar Birliği, kadın dernekleri başta olmak üzere çeşitlendirmeye gidilmesi gerektiğini söylüyor. Nas, ‘Çünkü, sektörler masaya yatırılınca, Türkiye içinde de çıkar çekişmeleri başlayacak. AB’ye girmek için bugün sağlanan ittifak o gün sağlanamayacak’ uyarısı yapıyor.
button
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2004
<B>AKP </B>Grubu, partinin ilk genel seçimlere kadar TBMM’de vitrini olacak isimlerini belirledi. AKP’deki seçimin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki planları hayata tam olarak geçirmesine olanak vermeyecek; ancak partide sıkıntı doğmasına da zemin yaratmayacak şekilde sonuçlandığını söylemek mümkün.
Bunda, Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün de katkısı söz konusu.
Çünkü, Erdoğan’ın, koltuk sayısı kadar ismi gruba empoze etme düşüncesini Gül’ün, ‘Buna tepki oluşabilir. Listede tek delik dahi olsa büyütülebilir. En iyisi eskilerle birlikte iki katı aday önerelim, grup kendi seçimini yapsın’ uyarısı üzerine hayata geçiremediği belirtiliyor.
Böylece, en önemli koltuklar olan TBMM ve grup başkanvekillikleri için iki katı aday gösterilirken, diğer makamlara seçimde grup serbest bırakıldı.
KADINA YİNE GEÇİT YOK
Erdoğan, TBMM Başkanvekilliği için hukukçular İsmail Alptekin, Sadık Yakut ile ilahiyatçı Nevzat Pakdil’in yanı sıra eski vali Atilla Koç, ‘AKP pişmemiş aşure’ diyen muhalif Mehmet Dülger ile Halide İncekara’yı da aday gösterdi.
Bir kadının Meclis Başkanvekilliği koltuğunda oturması AKP vitrini açısından ilginç olacaktı; ancak ciddi bir oy toplayamayan İncekara, aynı akıbetle karşılaşan Dülger gibi üçüncü turda çekilme yoluna gitti.
İncekara ile ilgili tercihi AKP Grubu’nun eğilimine mi, Erdoğan’ın, adayının arkasında güçlü durmamasına mı bağlamak yoruma tabi; ama Başbakan’ın, Dülger’e, ‘Bak arkanda destek yok’ dediğini söylemek mümkün.
Bu seçimin altı adayından sadece ikisi, Alptekin ve Pakdil, milli görüş geleneğinden geliyordu ve daha ilk turda seçildiler.
Dülger ve İncekara da üçüncü turda çekilince geriye, Koç ile dört eski DEP’linin salıverilmesini protesto amacıyla bildiri yayınlayan on bir AKP’li arasında yer aldığı için Erdoğan’ın şimşeklerini çeken Yakut kalmıştı.
Yakut’un seçilmesi için 20 oya ihtiyacı vardı ve bir tesadüf(!) oldu.
İkinci turda da Dülger’in arkasında duran 19 AKP’li, blok hareket ederek hem Yakut’u seçtirdi hem de Erdoğan’a karşı mesaj verme şansı buldular.
AKP, İLAHİYATÇI SEVER
Grup Başkanvekilliği’nde ise Faruk Çelik, Salih Kapusuz, Sadullah Ergin ve Eyüp Fatsa yerlerini korurken aralarına yeni olarak İrfan Gündüz katıldı.
Bu isimlerden Çelik, Gündüz, Fatsa Milli Görüş kökenli ve ilahiyatçı.
Seçilemeyen tek eski isim olan Haluk İpek ise hukukçu ve BBP kökenliydi.
Diğer hukuk kökenli Ergin ise yerini mecburen korudu.
Çünkü, son turda yarıştığı Musa Uzunkaya da ilahiyat ve Milli Görüş kökenli olunca, ‘Aman, hiç değilse bir hukukçu kalsın’ denildi.
Yoksa, TBMM İdari Amirliği ve kátip üyelikleri ile AKP Grup Yönetim, Disiplin ve Denetim kurulları da dahil biri kadın 46 isim seçen AKP Grubu için hálá şu değerlendirmeyi yapmak mümkün görünebiliyor:
- AKP Grubu ilahiyatçıları biraz fazla, kadınları ise oldukça az sever.
- Grupta Milli Görüş’ün azametli ağırlığını hissetmemek mümkün değil.
- Erdoğan’ın grup üzerindeki hákimiyeti kesin; ama ‘Bana yeterince yardımcı olmuyorlar’ dediği Milli Görüşçü’lerle ilişkileri biraz limoni.
- Sayıları az olan milliyetçiler ile liberaller ise fırsatını bulunca Erdoğan’a gol atmaya bayılıyorlar.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, </B>6 Eylül günü Strasbourg’a yaptığı ziyaret sırasında Türkiye’nin binlerce dava ile boğuştuğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı <B>Luzius Wildhaber’</B>le de görüştü. Görüşme, AİHM’nin türban kararı nedeniyle de oldukça ilginç geçmeye adaydı.
Başbakan, mahkemenin türban kararına hiçbir atıf yapmaksızın, Wildhaber’e, ‘Sizin kararlarınız bizim için yol gösterici, aydınlatıcı’ diyerek iltifatta bulundu.
Wildhaber de bu samimi girişten etkilenmiş olsa gerek, Türkiye için yine yol gösterici olabilecek bir konuşma yaptı.
Başkan, AİHM’de Türkiye aleyhine açılan yüksek sayıdaki işkence, kötü muamele ve istimlak davalarında neredeyse sıfıra inildiğini söyledi.
‘AMAN BU DAVALARA DİKKAT’
Wildhaber bu girişin ardından sözü, Türkiye’nin başını ağrıtmakta olan yeni davalara getirdi:
- Kıbrıs’tan yapılan başvuruların akıbeti henüz belli değil. Bu davaların sayısı 2 bini aşmış durumda. (Başkanın işaret ettiği bu davalardan sadece birinde, Louzidu davasında Türkiye 1 milyon Euro tazminata mahkûm oldu.)
- Terörden zarar gören vatandaşlarınızın başvuruları çuval çuval geliyor. Şu anda dava sayısı bini aşmış durumda; bunu içeride çözmeniz büyük yarar sağlar.
- Azınlık vatandaşlarınızın gayrıimenkulleriyle ilgili davalar da sizin için sorun olur.
Wildhaber’in, Türkiye’yi milyarlarca dolar ödemeye mahkûm edebilecek bu üç konudaki davalarla ilgili uyarılarını ciddiyetle ele alacaklarını belirten Erdoğan, Türk tarafının Kıbrıs’ta üstüne düşeni yaptığını vurguladı. Erdoğan, bu konudaki davaların Ada’da sonuçlanması için Annan Planı’nın gereğinin yerine getirilmesine işaret etti.
Azınlık gayrimenkulleriyle ilgili sorunların ise çözüleceğini anlatan Erdoğan, terör zararlarının tazmini için temmuz ayında yasa çıkardıklarını belirtti.
Erdoğan, ‘Bu alanda en kısa sürede yol alınacak’ sözü de verdi.
Görüştüğümüz İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da Erdoğan’ı destekleyen açıklamalarda bulundu.
Hızlı hareket ettiklerini söyleyen Aksu, yasayla ilgili yönetmeliği hazırlayıp 20 Eylül’de Başbakanlığa gönderdiklerini açıkladı.
Aksu, ‘Yönetmelik bugünlerde çıkar. Hemen illerde komisyonlar oluşturulup, başvurular karara bağlanacak. Bu konuda zaman kaybı olmayacak’ dedi.
AKP’DEN TÜRBAN SİTEMİ
Görüşmenin en ilginç anlarından biri, Erdoğan’a eşlik eden AKPM Türk Grubu Başkanı ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Murat Mercan söz alınca yaşandı.
Mercan, türban nedeniyle okuldan uzaklaştırılan Leyla Şahin’in başvurusunu olumsuz sonuçlandırarak üniversitelerde türban yasağı konmasına onay veren AİHM kararını eleştirdi.
Mercan’ın, ‘Kız çocuklarının, dini gerekleri yerine getirmekle eğitim özgürlüklerini kullanma arasında tercih yapmak durumunda bırakılması AİHM’nin temel felsefesi ile çelişiyor. Bir AKPM üyesi olarak, AKPM’ye bağlı bir organın bu kararını içime sindiremiyorum’ dedi.
Wildhaber’in, ‘Bu konuda farklı görüşler var, sizinki de öyle’ diyerek yanıtladığı Mercan’ın sözlerinin Erdoğan’ın bilgisi dışında olduğunu söylemek olası değil.
Anlaşılan, AİHM’de işbölümüne gidilmiş.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2004
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan,</B> başta kendisi olmak üzere hükümetinin büyük emekler verdiği Türkiye’nin Avrupa Birliği projesinde en önemli virajlardan birinin daha alınmasından son derece memnun. Son virajlara yaklaşırken, zaman zaman kendisinin de çabaları ile sıkıntılı süreçlere giren Türkiye-AB ilişkilerini, yine kendisinin özel çabaları ile rayına geri döndürmeyi başaran Erdoğan’ın bu halini en iyi bir kurmayının şu sözleri ifade ediyor:
‘Bir geziye yaslı gitsek bile, şen dönmediğimiz oldu mu? Brüksel’e giderken durum sanki buydu, ama dönüşteki havayı hep birlikte gördük.’
Anlaşılıyor ki Erdoğan, zina tartışmaları ardından çıktığı Brüksel gezisine tahminlerden de öte bir sıkıntılı atmosferde çıkmış.
DEMOKRASİ JESTİ
Aynı Erdoğan, Strasbourg seferine ise bazı olumsuz haberlere rağmen neşeli başlıyordu ve neşesinde Brüksel’den dönüşün etkileri yok değildi.
Strasbourg’daki Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi AB’ye giden yolun açıldığı, ülkelerin demokrasi ve insan hakları sınavından geçirildiği bir yer.
AB’nin teknik işlerinin görüldüğü merkez Brüksel’dir, siyasi merkez ise Strasbourg.
Teknik yeterliliğinden çok, insan hakları ve demokrasi alanında gösterdiği büyük ilerleme nedeniyle AB’nin kapılarını zorlayan Türkiye adına, teknik merkezin raporuna karşılık vermek için Strasbourg’dan daha iyi bir merkez de olamazdı.
Üstelik Erdoğan, Brüksel’e, son anda Türkiye’ye karşı çıkışlar yapan Fransa topraklarından yanıt verme şansı da yakalıyordu.
Bülent Ecevit, Turgut Özal ve Abdullah Gül’den sonra AKPM’ye seslenen dördüncü Başbakan olan Erdoğan, bu seslenişini AKPM’nin Türkiye’yi izlemeden çıkardığı tarihin ardındaki ilk oturumda yapıyordu.
AKPM, Gül’e, yıllarca üyesi olarak hizmet verdiği için jest yaptı, denebilir.
Ancak aynı AKPM, Erdoğan’a dün kapılarını ülkesini demokrasi ve insan hakları konusunda ileri götürdüğü gerekçesiyle açıyordu.
Bu konumu da Erdoğan’ın Strasbourg’dan Brüksel’e seslenişine güç katıyordu.
KEBAPLA ENTEGRASYON
Strasbourg, yoğun Türk nüfusu nedeniyle de önemli bir merkezdi.
Bu fırsatı da iyi değerlendiren Erdoğan, Strasbourg’a ayak basar basmaz burada yaşayan Türklerin önüne çıkarak onlara, ‘Buraya entegre olun’ diye seslendi.
Avrupa’nın çekindiği bu Türklere entegrasyon için ilginç taktikler de veren Erdoğan, onlardan Fransız komşuları ile sık sık görüşmelerini istedi.
Ardından da ‘Eğer Güneydoğulu iseniz beraberinizde kebap, Karadenizli iseniz karalahana yemeği götürmeyi ihmal etmeyin’ tavsiyesinde bulundu.
Diğer yörelerden gelenlere de gözlemeyi tavsiye eden Erdoğan, sonra döndü Fransızlara, ‘Bizi anlamakta zorlanmayın’ çağrısı yaptı.
Fransızların bizi anlamakta zorlanmaması için kebap, karalahana ve gözlemenin ne kadar katkısı olacağını ileride göreceğiz; ama Erdoğan’ın üstüne düşeni yaptığını ise rahatlıkla söylemek mümkün.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2004
<B>AVRUPA </B>Birliği'nin Türkiye ile ilgili raporlarında azınlıkların dini özgürlükleri ile ilgili olumsuz ifadeler sık sık yer alıyor. Çarşamba günü açıklanacak olan İlerleme Raporu'nda da bu konuda daha fazla olumsuz ifadelerin yer almaması için bürokratların kayda değer çabaları oldu.
Sessiz sedasız yürütülen bu çalışmalarda, bir önemli eşik de kısa süre önce aşılabildi.
Türkiye'de faaliyete gösterecek olan kiliselerin dernekleri ile yapılan uzun görüşmeler anlaşmayla sonuçlandı.
Kilise derneklerinin tüzüklerindeki, Türkiye'nin laiklik anlayışı ile çelişkili durumlar doğurabilecek, emsal oluşturabilecek bazı maddeler her iki tarafın da uzlaşmacı çabalarıyla ortadan kaldırıldı.
'HIRİSTİYANLIĞI YAYMA' SORUNU
Sorun daha çok Antalya'da hizmete girecek olan Almanca konuşanlara hizmet verecek Aziz Nikolaus Kilisesi ve yoğun olarak Amerikalıların desteğini alan Aziz Saint Paul Kilisesi ile ilgiliydi.
Turistler ve Türkiye'de yerleşik yabancılara yönelik, hastane ve cezaevlerinde ruhani destek vermek, kurallara uygun defnedilmeyi sağlamak; Tanrı'yı yüceltmek, Hıristiyan inancını büyütmek, İsa'ya şükran dolu bağlılıkla insanlığa hizmet etmek amaçlarıyla kurulan derneklerin adları, "Aziz Saint Paul Kilise Derneği" ve "Aziz Nikolaus Kilisesi Derneği" diye konunca ilk sorun ortaya çıktı.
Devlet, eşdeğer Türk derneklerinin "Cami yapma ve yaşatma dernekleri" adıyla hizmet ettiğini belirterek isimlerin böyle düzenlenmesini istedi.
Ancak, daha sonra bu itirazdan vazgeçildi.
Asıl itiraz derneklerin tüzüklerindeki iki maddeye yapıldı, bu nedenle de ilk tüzükler kabul edilmedi.
Maddelerin ilki "Hıristiyan dinini yayma" amacıyla ilgiliydi.
Bunun Türkiye'nin laik sistemi ve Dernekler Kanunu'nun "Din ve mezhep farklılığına dayalı dernek kurulamaz" şeklindeki 5'inci maddesiyle çeliştiği anımsatılarak cami derneklerine de bu hakkın tanınmadığı anlatıldı.
Dernek yönetimleri ise, "Dünyadaki bütün kilise derneklerinin bu amacı vardır" gerekçesiyle geri adım atma konusunda direniş gösterdiler.
Ancak, uzun görüşmelerin ardından, dernek yöneticileri ikna edilebildi.
PAPAZA NİKAH HAKKI
İkinci sorun da en az birincisi kadar tartışmalı oldu.
Tüzükler kiliselerde medeni nikah kıyılmasına da olanak veriyordu.
Bürokratlar Türkiye'nin bu konudaki hassasiyetlerini anlatmak için çok büyük zaman ve emek harcadılar.
Dernekler ise kilisenin ana hizmetlerinden biri olan nikah törenlerinden vazgeçmesinin düşünülemeyeceğinde ısrar ettiler.
Oysa bu maddenin kabulü, imam nikahının da kabulü anlamına geliyordu.
Karşılıklı görüşme ve yazışmalar ancak yakın zamanda bitirilebildi.
Burada dernek yöneticilerinin anlayışlı tutumu etkili oldu.
Görüşmeleri yürüten bürokratlar da bu hakkı teslim ediyor.
Böylece kendilerine bağlı şube kiliseler açma hakkına da sahip olan her iki kilise yakında hizmete girme şansını yakalarken, cami imamına verilmeyen hak, kilise papazına da tanınmadı.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2004
<B>ERZİNCAN </B>İl Sağlık Müdürlüğü'ne eski bir imamın atanmasıyla ilgili 23 Ağustos günlü yazımız üzerine, pek çok mail ve mektup aldık. Mail ve mektuplar gösteriyor ki, AKP iktidarında imamlar kıymete binmiş.
Anlaşılan Sağlık Bakanlığı imamlara en çok ilgiyi gösteren kurum.
Geçmiş iktidar döneminde il sağlık müdürlüklerinde, idari ve mali işlerden sorumlu müdür yardımcılığı koltuğu ihdas edilmesi en çok da Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın döneminde işe yaramış.
Belki de tamamen bir tesadüf; ama Akdağ döneminde, geçmişte imamlık görevinde bulunmuş kişilerin ayrıcalıklı olduğu gözleniyor.
ORDU ÖRNEĞİ
Bunun en belirgin örneklerinden biri Ordu'da yaşanıyor.
Ordu'dan gelen bir mektup, "Bu kadar da değildir" dedirtecek türdendi; ama birkaç koldan yaptığımız araştırma, mektuptaki bilgileri doğruladı.
Gerçi bu kez, Erzincan'daki atamadan küçük bir fark vardı.
Ordu'da makam sahibi yapılan eski imamların bir bölümü, sağlık memurluğuna önceki iktidar döneminde transfer olmuşlardı.
Sonuçta da, Recep Akdağ veya bu isimleri önerenlerin titiz çalışması sonucu, Ordu'da neredeyse her hastaneye bir eski imam ataması yapılmış.
Eski imamların birkaçını ve yeni görevlerini şöyle sıralayalım:
Ordu İl Sağlık Müdürlüğü Personel Müdürü olan Fahri Poyraz'ın ataması 14 Ağustos 2004 günü yapıldı.
Rize'den Ordu'ya atanan eski imam Hayri Bayrak'ın Ordu Doğumevi Müdür Yardımcılığı'na başlama tarihi 28 Şubat 2004.
Arif Emre Baytar'ın Sağlık Müdürlüğü İdari İşler Şube Müdürlüğü'ne atanması biraz daha eskiye dayanıyor; 11 Kasım 2003.
Erdal Çıtak'ın Doğumevi Müdür Yardımcısı olduğu tarih de 15 Temmuz 2004.
Gündüz Kovancı'nın Devlet Hastenesi Müdür Yardımcılığı'na, Selim Öztürk'ün de Diş Hastanesi Müdür Yardımcılığı'na atanma tarihlerini ise belirleyemedik.
Ordu'daki hastanelere yapılan müdür yardımcısı atamalarında, lise mezunlarına görev verilmesi de dikkat çekici başka bir noktayı oluşturuyor.
HA DİN KÜLTÜRÜ HA KÜLTÜR MÜDÜRÜ
Ordu'da atamalar hangi kıstaslar veya tavsiyeler üzerine yapılıyor bilemeyiz; ama atananların din kültürü ile iyi yoğruldukları anlaşılıyor.
İlçelerdeki tablonun da il merkezine benzediği bilgileri gelirken, Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne geçtiğimiz ay içinde Utku Acun Lisesi eski Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Muzzaffer Günay getiriliyor.
İldeki atamaların niteliği memur sendikalarının da dikkatini çekiyor.
Sendikaların protesto girişimi, ilin AKP milletvekillerinin araya girmesi ve "Düzeltiriz" demesi üzerine gerçekleştirilmiyor.
Ancak, bugüne kadar değişen bir şey olmuyor.
Şimdi konuya muhalefet el koyuyor.
CHP'nin Ordu Milletvekili Sami Tandoğdu, kendisi de bir tıp doktoru olduğu için konuyla yakından ilgileniyor.
"Konu bana geldiğinde, ben de ilk başta inanamadım; ama araştırınca hepsinin doğruluğu karşısında şaşırdım. Demek ki, yıllardır sağlık sektöründe dirsek çürüten arkadaşlarımız başarısızdı; eski imam arkadaşlarımız eksikliği dolduracak! Atamalarda nitelik sorunu var. Yanlış bir tasarrufa sessiz kalamayız" diyen Tandoğdu, atamaları Meclis'e taşıyacağını söylüyor.
Yazının Devamını Oku