Şükrü Küçükşahin

Baykal: Hükümetin elini güçlendirmek istedim

20 Aralık 2004
<B>CHP </B>Genel Başkanı <B>Deniz Baykal, </B>Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan,</B> Brüksel’de AB liderleriyle pazarlık halindeyken Ankara’da basın toplantısı yaptı. Baykal, bu basın toplantısını neden düzenlediğini şöyle açıklıyor:

‘O saate kadar gördüm ki, hükümetin ciddi bir gayreti var. Bizim de üzerinde hassasiyet gösterdiğimiz konularda bir direnişe geçilmiş. Onlara buradan yardımcı olmam gerekirdi. İlerleme sağlansın, hükümetin eli güçlensin diye yaptım bunu. Desteğimizin yanında olduğunu da söyledik.’

Ancak Baykal, bugün ise hayal kırıklığı içinde görünüyor.

Baykal,
hayal kırıklığını da, ‘Keşke faydamız olsaydı. Ama anlaşıldı ki hükümet bununla ilgili değilmiş. Çünkü o direndiklerini sandığımız metinle akşamki metin arasında değişen bir şey yok’ sözleriyle ortaya koyuyor.

MECLİS’E GETİRMELİLER

Basın toplantısının ardından nihai metin ortaya çıkana kadar ağzını açmadığını anımsatan Baykal, hükümeti, metinle ilgili doğru bir teşhis yapmadan, Türkiye’yi sirk ortamına döndürmekle eleştiriyor.

Bayram yapmanın, ilerde Türkiye’nin haklı tepkilerinin önünü kesmesi sonucunu vermesinden çekinen Baykal, şöyle konuşuyor:

‘İlerleme Raporu’nu da olumlu gördük; sonra itiraz ettik. Böyle olunca da istediğimiz değişikliği yaptıramadık. ‘Bırakıp geliyordu’, ‘Panik yarattı’ da ne olmuş, ne değişmiş? Olayın özüne yönelik tek bir değişiklik yok.’

Tüm üyelere ortak bir hukuk temelinde yaklaşan AB’nin, 23’üncü maddeye göre müzakere yolunu ilk kez Türkiye için açması üzerinde özenle duran Baykal, bunu Kıbrıs konusundan da daha önemli görüyor.

Türkiye’ye böylece AB içinde ikinci çemberde yer alma yolu açıldığına inanan CHP lideri, bunu anlamadığı gerekçesiyle hükümete yükleniyor:

‘Bunu anlamış olsalardı gündüz vakti Kızılay’da havai fişek atarak kutlama yapmazlardı. Bu ciddiyetsiz bir manzara. Sevinç için, ya bilgisiz olmalı, ya da onun ötesinde zaafa ihtiyaç var.’

Kalıcı korumalar, mali avantajlarla ilgili statü, ucu açık müzakere anlayışı ve Kıbrıs’ta Türkiye lehine tek gelişme sağlanamadığını düşünen Baykal, konunun mutlaka Meclis’e getirilmesi gerektiği görüşünde.

Baykal, ‘Kıbrıs mutlaka getirilmeli. Çünkü anlaşmalarda değişikliğe gidiliyor’ sözleriyle de hükümete, ‘TBMM’de işin hiç de kolay değil’ mesajı gönderiyor.

DEĞİŞTİRME OLANAĞI VAR

Türkiye’ye 10 yıl sonra adaylık garantisi verilmediğini, 3 Ekim’in de müzakere tarihi değil, ‘Dediklerimi yap da gel’ tarihi olduğunu savunurken de Baykal, Türkiye’nin hiçbir şey almadığı gibi, gümrük birliği ve 2.8 milyar dolarlık uçak alımı ile büyük bir yükün altına girdiğini aktarıyor.

Baykal, AB’nin Türkiye’yi mutlaka elinin altında tutmak istediğini; çünkü büyük bir ülke olduğunu bildiğini dile getirerek, ‘Ama ne yazık ki hükümet bu büyüklüğün farkında değil’eleştirisini yapıyor.

Baykal, son olarak şuna dikkat çekiyor:

‘10 yıl sonra garanti yok. Ayrıca Fransa önce, ‘Jean’a, Pierre’e sorarım’ diyor. Avusturya, ‘Ben de sorarım’ diyor. Şimdilik iki. Ortalığı karıştırma, yürüyün diyenler var. 6 Ekim’de yürüdünüz; işte buraya geldik. Bu kez öyle olmasın. Yanlışları değiştirme olanağı var.’
Yazının Devamını Oku

Müzakere AB ile değil başmüzakereci ile Türkiye arasında olacak

16 Aralık 2004
<B>BEKLENMEDİK </B>bir gelişme olmazsa, yarın, 1987 yılında tarihi başvuruyu yapan Başbakan <B>Turgut Özal</B>’ın <B>‘uzun ince bir yol’ </B>diye ifade ettiği Avrupa Birliği yolculuğunun en önemli kavşağı geride bırakılıyor. Yarından sonra Türkiye, siyasetten ekonomiye, çevreden yargıya, sağlıktan tarıma akla gelebilecek her alanda kendini dönüştürecek, yeni yapılanmalara girecek; büyük, köklü ve sancılı değişimlere sahne olacak.

Yaklaşık on yıla yayılması beklenen müzakere sürecinde hem kamuda hem sivil alanda Türkiye’nin bütün kurumları kendileri için yeni kararlar almak zorunda kalacak.

Bu sürece en belirleyici damgayı ise bir kişi vuracak: Bay başmüzakereci.

AB İLE DEĞİL TÜRKİYE İLE MÜZAKERE

Üye olan diğer ülkelerde yaşanan süreç şu çarpıcı gerçeği gösteriyor:

Müzakerelerin yüzde 90’ı başmüzakereci ile AB arasında değil, bu aktör ile kendi ülkesinin kurumları arasında geçiyor.

Bu nedenle seçilecek kişi, kurumlar, siyasi kadrolar ve de 31 müzakere başlığından 24’ünün tarafı olan iş dünyasıyla sıkı mücadeleye girecek.

Bir benzetme gerekirse, başmüzakerecinin önceki koalisyon hükümetinin ortakları ile sık sık karşı karşıya gelen, pazarlık yapan; ancak sonunda istediğini koparmayı başarabilen Kemal Derviş gibi dişli bir şahsiyet olması gerekiyor.

Çünkü süreç hiç kolay olmayacak, başmüzakereci Bürüksel’den Türkiye’ye döndüğünde masaya, ‘Şu alanda şu kaynak gerek; çare de şu sektörü öldürmek’ gibi çok acı reçeteler koyabilecek.

Bugünkü tahminlerde bu makama en yakın isim olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün desteğine sahip Devlet Bakanı Ali Babacan yakıştırılıyor.

İşi götürecek bürokrat ve diplomatlar da IMF ile yaşadığı deneyim, ekonomi bilgisi ve güçlü İngilizcesi nedenleriyle Babacan’a sıcak bakıyor.

YETKİLİ BİRİM BELİRSİZ

Tabii güçlü bir kadroya da ihtiyaç var; ama kadroların nerede toplanacağı bile henüz belli değil.

Daha bu süreçten geçen ülkelerde örneği yok, ama süreci kendisi götürmek için Devlet Planlama Teşkilatı bütün ağırlığını koyuyor.

Bir seçenek de bugüne dek görevini başarıyla yürüten, güçlü bir kadroya sahip olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin (ABGS) genişletilmesi.

Ancak, ABGS’nin yeniden yapılanması için hazırlanan yasa taslağı Abdullah Gül’ü bile ikna etmediği için masasında bekliyor.

Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir yapılanma da gözden uzak tutulmuyor.

Süreç uzun olsa da, yakın zamanda atılması gereken başka adımlar da var.

Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun hiç değilse, Adalet Bakanlığı binası dışına çıkarılması, özerk mali yapıya kavuşması adımlardan biri olabilir.

AB’nin önemle izleyeceği işkence ve kötü muamele konularında, denetleme görevi devlete ait, istatistikleri de devlet tutuyor. Bu görevlerin özerk bir birime bırakılması da sürpriz olmayabilir.

Yakın süreçten siyaset kurumunun da nasibini alması son derece olağan.

Siyasi etik yasası, dokunulmazlıkların kaldırılması, yüzde 10 barajının düşürülmesi ilk akla gelen başlıklar.

Görüleceği gibi yarından sonra, ‘uzun ve ince yolda’ Türkiye’deki bütün kurumları sarsacak yeni kilometrelere giriliyor.
Yazının Devamını Oku

Putin’in özrünün arkasında ‘Bush’un yapmadığını yap’ önerisi yatıyor

13 Aralık 2004
<B>RUSYA </B>Federasyonu Devlet Başkanı <B>Vladimir Putin, </B>6 Aralık’taki ziyaretinde, alınan güvenlik önlemleri nedeniyle sıkıntılı saatler geçiren Ankaralılardan özür dilemeyi, onların gönlünü almayı ihmal etmedi. Bu özrün perde arkasında, hem tarihi Rus-ABD çekişmesi, hem de iyi bir halkla ilişkiler manevrası yatıyor.

Malum, ABD Devlet Başkanı George W. Bush da mayıs ayında Türkiye’yi ziyaretinde, güvenlik önlemleri hem İstanbul’da hem de Ankara’da halkın hayatını oldukça zorlaştırdığı için büyük tepki almıştı.

Tepki, Rusya’nın Ankara Büyükelçiliği görevlilerinin gözünden kaçmıyor.

Büyükelçi Petr V. Stegniy, Putin’e, ‘Bush’un yapmadığını siz yapın; Ankara halkından özür dileyin’ önerisini götürüyor.

Öneriyi kabul eden Putin, sorumluluk payını bir nebze daha hafifletmek için Türk güvenlik birimlerinin rolüne atıf yapmaktan da kaçınmıyor.

KIZILDERİLİ’Yİ BİLE RUS YAPARLAR

Kısa gezisi süresince Putin’in bu tür manevralarının başka renkli ve ilginç örnekleri de yaşanıyor.

Putin, baş başa görüşmelerinde Çeçen teröristler arasında bazı Türklerin varlığını dile getirip, bunlarla ilgili bilgileri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a veriyor.

Erdoğan da, ‘Bazı Ruslar da PKK’lı teröristlerle birlikte. Bakın daha geçen gün, Suriye sınırında 5 PKK’lı yakalandı, biri de Rus vatandaşı’ diyerek bu Rusla ilgili belgeleri Putin’e gösteriyor.

Putin, konuyu gülerek dile getirdiği espriyle geçiştirme yoluna gidiyor.

‘Sayın Erdoğan, ben 20 yıl istihbaratçılık yaptım. Bu işleri çok iyi bilirim. İstihbaratçılar bir Kızılderili’ye bile ‘Ben Rusum’ dedirtirler.’

Putin
bu geçiştirmedeki kıvraklığının bir benzerini Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile baş başa yaptığı görüşmede de sergiliyor.

Sezer, Kıbrıs konusunu dile getirirken, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde Annan Planı’nı konu alan kararı veto edişini dile getirerek, vetoyu kaldırmasını talep ediyor.

Putin’in yanıtı, Rusya olarak, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çabalarını ne kadar destekledikleri yönünde oluyor.

Sezer, görüşlerinde ısrar edince Putin, salondaki bir telefonu eliyle göstererek, ‘Buyrun hemen şimdi, Annan’ı şu telefondan arayalım, kendisine ne kadar destek verdiğimizi onun ağzından dinleyelim’ diyerek Sezer’in hareket alanını kısıtlama yoluna gidiyor.

MOY DRUG RECEP MOSKOVA’YA GEL

Rus yetkililerin ifadesine göre, TOBB ziyareti sonrası, kendi güvenlik elemanlarının itirazlarına rağmen Erdoğan’ın makam aracına binen Putin, böylece yurtdışında ilk kez başka bir makam aracına biniyor.

Putin, Erdoğan’la samimiyetini sergilemek için bu gösteriyle yetinmiyor.

Zaman zaman Erdoğan’a adıyla hitap eden Putin, telaffuzu kolayına geldiği için, ‘Moy drug (dostum) Recep’ demeyi yeğliyor.

Erdoğan’ı Moskova’ya davet ederken de, ‘Dostum Recep, 15 Ocak’ta Türk Ticaret Merkezi’ni açıyoruz, gelin birlikte olalım. Mayıs ayında da İkinci Dünya Savaşı’nın 60’ıncı zafer yılını kutluyoruz. Bu törene de mutlaka geliniz’ diye konuşunca Erdoğan’a ‘Gelirim’ dışında seçenek kalmıyor.
Yazının Devamını Oku

Hükümetten ABD’ye ‘Vitrinlere bakın’ uyarısı

9 Aralık 2004
<B>ABD </B>ile Türkiye ilişkilerinde, dozu bir türlü düşürülemeyen gerginlik yaşanıyor. Gerginlik iki taraf yetkililerin açıklamalarıyla kamuoyuna da yansıyor.

Karşılıklı görüşmelerde de havanın farklı olduğunu söylemek mümkün değil.

Türkiye’den ABD’ye üst düzey en son ziyaret Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin tarafından geçen hafta gerçekleştirildi.

ABD’ye acil müdahale merkezi konusunda incelemelerde bulunmak amacıyla gitmiş olmasına karşın, ilişkilerde yaşanan sıkıntıların Şahin’in temaslarına damgasını vurduğu söylenebilir.

‘RAHATSIZLAR’

Geziyle ilgili izlenimlerini bizimle paylaşan Şahin, ABD’de, Federal Acil Durum Yönetim Merkezi’nden sorumlu İç Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Michael Broun, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Marc Grossman, Başkan George W. Bush’un İçgüvenlik Danışmanı Frances Townsent ile görüşüyor.

Son iki isimle daha çok iki ülke ilişkileri ve Irak konuşuluyor.

Grossman ve Townsent, Irak’ta yaşananlar konusunda Türkiye’de yükselen tepkilerden ve bazı AKP temsilcilerinin soykırımdan söz edip Hitler, Mussolini benzetmesinde bulunmasından duyulan rahatsızlığı Şahin’e iletiyorlar.

Şahin’in yanıtı ise şöyle oluyor:

‘Önemli olan hükümetin görüşleridir. Maksadı aşan kişisel açıklamalar olmuştur. (Şahin, isim vermese de TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış’ın açıklamalarına atıf yapıyor). Ancak, bir dost olarak söylüyoruz ki, Irak’taki uygulamaların kontrol edilmesi gerekiyor. Sivil halkın uğradığı kayıplar, Felluce’deki o görüntüler yaşanmamalıydı.

ABD tarafı da bu görüntülerden rahatsızlık duyduğunu belirtince Şahin, ‘Irak’a geliş amacınız demokrasiyi tesis etmekti. Yapmanız gereken budur’diyerek konuyu kapatıyor.

PERVASIZLIK TERS TEPER

Şahin
’e sokakta da ABD’ye karşı bir tepkinin oluştuğunu, bazı dükkánların vitrinlerine, ‘Amerikalılar alışveriş yapamaz’ yazılarının asıldığını, Amerikalıların bundan da rahatsızlık duyduğunu anımsatıyoruz.

Şahin, önce bu konunun görüşmelerde gündeme gelmediğini söylüyor.

Sonra da Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu, bazı kişi ve kurumların çeşitli konularda görüş açıklamalarının doğal olduğunu Amerikan tarafına söylediğini belirterek şu çarpıcı ifadeleri kullanıyor:

‘Eğer bazı vatandaşlarımız bunu yapmışlarsa, o da bir tepki.Amerikalılar bundan ders çıkarsınlar. Öyle pervasızca, her istediğini, dünyanın her yerinde yaparım anlayışı ters teper. Bu bir gerçek.’

Hükümetin en önemli temsilcilerinden birinin bu eleştirel sözlerinin Amerikan tarafınca dikkatle ‘not edileceğini’ tahmin etmek hiç de güç değil.

Aslında Şahin’in bu sözleri, ilişkilerdeki rahatsızlığın çarpıcı bir ifadesi olarak da alınabilir.

Şahin’in sözlerinin ilişkileri ne yönde etkileyeceği gözlenecektir; ama Grossman’ın, ‘Heybeliada Ruhban Okulu açılsa iyi olur’ dediğini; Şahin’in de onu pek mutlu etmeyen bir yanıt verdiğini de hatırlatalım.
Yazının Devamını Oku

Takip Kurulu’na asker tavrı

6 Aralık 2004
<B>SEDAT Ergin, </B>çarşamba günü Yüksek Askeri Şûra’nın (YAŞ), son bildirisinde irtica tehdidi ile mücadeleye vurgu yapılmasına dikkat çekmişti. Ergin’in yazısından bir gün sonra Hürriyet’in deneyimli muhabiri Uğur Ergan’ın, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) çalışmalarından askerin duyduğu rahatsızlığı dile getiren haberi çıktı. BUTKK Başkanı, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in kurul çalışmalarıyla ilgili Milli Güvenlik Kurulu’na bilgi vermesinin yolunun kapanmasının üzerinden neredeyse yıl geçmekte olduğunu da ayrıca anımsatmak gerekiyor.

KORGENERALDEN TUĞGENERALE

Ortada bir uyumsuzluk bulunduğunun en somut göstergesi BUTKK’da yaşanıyor.

BUTKK’da askerler, ilk toplantısından AKP iktidarının birinci yılına kadar oldukça üst düzeyde temsil edildiler.

Temsil en az bir korgeneral, bir tümgeneral, bir tuğgeneral düzeyindeydi.

AKP iktidarının ilk Başbakanlık Müsteşarı Fikret Üçcan’ın başkanlık yaptığı dönemde de kurulda, askerler aynı hiyerarşi içinde temsil edildiler.

Üçcan’ın ilk yılı biterken temsil tümgeneralden, tuğgeneral düzeyine çekildi.

Kurulda yaşanan bazı tartışmaların buna neden olduğu söylenebilir.

Üçcan’ın, kurul üyelerinin birbirlerini başkan aracılığıyla muhatap almalarını, kurula getirilen belge ve bilgilerin bir formaliteye tabi tutulmasını istemesi, tartışmaların basit örneklerindendi.

Başbakan olmasından sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın kurula, ‘İmam hatip liseleri ve bu okul kökenlilerle uğraşılmasın’ mesajı iletmesi; kurula taşınan bazı konuların gereğinin yapılmaması veya geciktirilmesi rahatsızlığı artırdı.

KALDIRMAK VEYA ETKİNLEŞTİRMEK

Üçcan
’ın ardından başkanlık müsteşarlığı görevini devralan Ömer Dinçer döneminde ise kurulun yaklaşımında yeni değişiklikler gözlendi.

Kurulda, geçmişte haklarında soruşturma yapılan kamu görevlilerinin aslında irticai faaliyetlerde bulunmadığına dair yazışmalar öne geçti.

Başbakanlığın sadece müsteşarla temsil edildiği kurula Başbakanlık Güvenlik Daire Başkanı da üye yapıldı.

Dinçer’in, ‘Kurul etkin bir şekilde çalışıyor’ açıklamalarına karşın kurul için, ‘Çay-kahve içme toplantıları’ denilmeye başlandı.

Sonuçta, askerin de temsil düzeyi tuğgeneral seviyesine indirilirken bazı toplantılarda tuğgeneralleri albaylarların temsil ettiği de oldu.

Gelinen noktada kurulun bir sıkıntıya yol açtığını, bu sıkıntının daha Üçcan, AKP iktidarı ardından Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na çağrıldığında kendini göstermeye başladığını belirtmeli.

AKP’liler kurulun kaldırılmasını ima etmiş, Üçcan ise ‘Bu ihtiyaç var ki bu kurul kuruldu ve bugün de devam ediyor. Eğer ihtiyaç yoksa, takdiri siyasidir; karar sizlerin elindedir, bizler memuruz’ yanıtını vermişti.

Üçcan
’ın dediği gibi, ihtiyaç kalmamışsa kurulun dağıtılması gerekiyor.

Aksi durum söz konusu ise, o zaman da, kurulun etkinleştirilmesi şart.

Yoksa, irticanın YAŞ bildirilerine girmesine sürpriz olarak bakmamalı.

Üstelik etkinliğin, geçmişte yaşanan, komik denebilecek bazı uygulamalarla değil hukuk çerçevesinde yapılmasına askerin itirazı da söz konusu edilmiyor.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan’dan CEO’lara 17 Aralık ev ödevi

2 Aralık 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, </B>pazartesi akşamı Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası (ERT) üyelerine bir yemek verdi. Yemekte, Unilever CEO’su Antony Burgmans başkanlığındaki işadamları arasında Carlsberg, Volvo, Tuborg, Marshall, BP, Phillips, Lafarge, Fiat, Siemens, Pirelli, Tofaş, Delta ve Roche’un başkan ve CEO’lar vardı.

Yemeğe, ERT’nin Türkiye temsilcisi Bülent Eczacıbaşı da katıldı.

Erdoğan, Avrupa’nın devlerini bir arada bulunca ağırlığı AB konusuna verdi.

Başbakan, ekonomik göstergelerdeki iyileşmeleri aktarıp işadamlarına, Avrupa kamuoyunu rahatlatacak bilgiler verme yoluna gitti.

70 MİLYON SADECE ENDİŞE KAYNAĞI MI?

Erdoğan,
serbest dolaşım ve göç konusunda Avrupa’da yaratılan korkuya üzüldüğünü belirtirken, ‘Türkiye’nin 70 milyonluk nüfusu AB için sadece ve sadece bir endişe kaynağı mı olmalı?’ sorusunu yönetti.

Ardından da AB’nin gelecekteki insan gücü açığını kapatmada Türkiye’nin çok önemli bir rol oynayacağını anlatıp, ‘Şunu çok samimi söylüyorum; bu sefer beden değil, beyin gücüyle katkı sağlayacağız’ iddiasını dile getirdi.

Erdoğan, göç endişesine de ilginç bir örnekle yanıt verdi:

‘AB ülkelerinde yaşayan pek çok vatandaşımız, burada gerekli imkanları temin ettiği anda, kesinlikle Türkiye’ye döneceklerdir. Sağlayanlar zaten dönüyor. Almanya’dan kesin dönüş yapanlarla şu anda orada yaşayanların aynı sayıda olduğu hesaplanmaktadır. Yani 2.5 milyon kişi. Böyle bir sirkülasyon söz konusu. Yaşanacağı söylenen göç hareketi beklendiği kadar korkunç olmaz.’

VERGİ AFFI YANLIŞ

Türkiye’nin gerekli standartlara ulaşmadığını söyleyenlere ‘fantezi üreticileri’ eleştirisi yapan Erdoğan, ‘Türkiye AB’ye bir el uzatmıştır’ dedikten sonra çok sevdiği şarkının bir dizesini okur gibi konuştu:

‘Aynı çatı altında beraberce geleceğe yürümek istiyoruz.’

Erdoğan
finalde, ‘Şimdi tek beklentimiz, Helsinki Zirvesi’ndeki ‘gecikmeksizin müzakerelere başlanır’ ibaresinin 2005’in ilk yarısında gerçekleşmesidir’ diyerek gönlündeki tarihi söyledi.

Sözlerine noktayı, ‘Biz ödevimizi yaptık. Şimdi sıra Avrupa’da’ cümlesiyle koyan Erdoğan, konuklarına dönerek, ‘Bu konuda desteğinizin sürmesini bekliyoruz. Bu da benim size ev ödevim’ esprisini yaptı.

Başkan Burgmans’ın, ‘Türkiye’de bir sessiz devrim yaptınız. Üyeliğinizi desteklemeyi sürdüreceğiz’ sözleriyle ödevi kabulü Erdoğan’ı mutlu etti.

Yemekte yabancı sermaye konusu da gündeme gelince Başbakan aldıkları kararları sıralayıp teşvik tedbirlerine değindi.

Burgmans ise aradıklarının teşvik değil, istikrarlı ekonomi ve dinamik pazar olduğuna belirterek, ‘Türkiye’de vergi oranları yüksek’ diye yakındı.

Erdoğan, bu yakınmaya Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a, ‘Ne dersin Sayın Bakan, artık vergi hiç almayalım’ esprisi yaparak yanıt verdi.

Burgmans bu espriyi, ‘Yapılan vergi afları yanlış’ diye karşılasa da yemeğin soğuk değil, sıcak bir atmosferde tamamlandığını söylemeliyiz.
Yazının Devamını Oku

MGSB’de mezhep hassasiyeti

29 Kasım 2004
MİLLİ Güvenlik Siyaset Belgesi’ni (MGSB) 1997’de yazdığımızda, o günün koşullarında, kaynağımızın ricası üzerine bir maddeyi, ‘Hassasiyet yaratan karar olması nedeniyle yazmadık’ diye geçtik.Bugün ise Avrupa Birliği yolunda çok önemli reformlar gerçekleştirmiş bir Türkiye için bu hassasiyet rahatsız edici olmaktan çıktı. O madde Türkiye’nin ‘mezhepler gerçeğini konu alıyordu’ ve MGSB’de ilk kez bu ölçüde geniş yer buluyordu. Sivas ve Gazi Mahallesi olayları ardından oluşan hassasiyetle yazılan maddede, laiklikle ilgili kaygının rolü de çok büyüktü. Madde; ‘mezhep ayrımcılığına müsaade edilmemesi’, ‘kimliğe hürmet’, ‘kimlik nedeniyle ayrışmaya yol açmama’, ‘kimlik nedeniyle hüküm vermeme’, ‘kimlik nedeniyle bir kavgaya yol açmama’ ibareleriyle kaleme alınmıştı. PKK ile mücadeleyi ülkede Türk-Kürt çatışması yaratılmadan yürüten devlet, belki de daha tehlikeli olabilecek bir konuda önlem alma gereği duymuştu. MADDE KORUNUR DA...O tarihten sonra, cemevleri gerçeğinin kabul görmeye başlaması ve devlet büyüklerinin Alevilere yönelik mesajlarının artması dikkate alındığında, maddenin Aleviliğe gönderme yaptığını, onların hareket alanını genişletmeye yönelik olduğunu söylemek rahatlıkla mümkün. Şimdi bu madde ile ilgili hassasiyet yine önem taşıyacak. Önem; dini motifi ağır basan, ancak içinde Alevileri barındırmayan AKP’nin iktidarda olması nedeniyle daha bir hassasiyet kazanıyor. Maddeye, yukarıda yazdığımız ibarelerle AKP’nin karşı çıkmasını beklemek yanlış olacağından, maddenin yerini korumasına kesin gözüyle bakılabilir. Ancak, şunu da kayda geçirmeli ki, MGSB’deki bazı maddeler konjonktürel veya hükümet politikaları nedeniyle işlevlerini yitirebiliyor. İşte bu noktada AKP’nin, uygulamada bu maddeyi eskisi kadar hayata geçirip geçiremeyeceği dikkatle izlenecektir. Bu arada, MGSB’nin uygulanmamasının her zaman rahatsızlık yarattığını; bürokrasi ve askerin hükümetlere güven yitirmesine neden olduğunu, MGK toplantılarının sorunlu geçmesi sonucunu doğurduğunu anımsatmalı. ÇAĞDAŞ REFLEKSLER VE ‘ILIMLI İSLAM’ Üzerinde çalışılan MGSB’de, ardına Kuzey Irak gerçeği ile bağlantılı iç güvenlik maddesi eklense de ilk iki maddenin yine, ‘rejimin laik karakteri’ ve ‘devletin bütünlüğü’ olacağını belirtmekte hiç sakınca yok. Bununla birlikte uygulamada hassas değişikliklere gidilmekte. Devlet artık kendini, eskisi gibi İstiklal Mahkemeleri, sansür-sürgün kararnameleri, 141-142-163 gibi TCK maddeleriyle koruyamayacağı gerçeğini kabul etmiş durumda. Korumada, AB üyesi bir ülke olma gerçeği ve çağdaş refleksler öne geçiyor. Rejimin, sadece askerlerin sigorta görevi ile korunamayacağı, dünyadaki en üst standartlara ve hukukun üstünlüğüne gereksinim duyulduğu görülüyor. Bu değerlendirmeler, son yıllarda sıkça yapıldı ve genel kabul buldu. O tartışmaların içinde yer alan komutanlar da bugün tepe noktalarda. Yine de tartışmalı bir durum olduğu bilgilerini alıyoruz. AKP kadrolarının ve hükümetin bir bölümü, teröre başvuran İslami akımlarla mücadeleyi samimi olarak isterken, diğer İslami akımlara hoşgörüden yana. Söylemde karşı çıksalar da fiiliyatta bunun ‘Ilımlı İslam’ diye tanımlanmasından rahatsız olmayan bu kesimin, özellikle askerle çelişki/çatışma içine girmesi son derece muhtemel.Ancak, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in, MGK’ya vereceği Başbakanlık Takip Kurulu çalışmalarıyla ilgili brifing yolunun kapatıldığı günden bu yana, ‘Ilımlı İslam’a da bakışın netleştirildiği unutulmamalı. O brifing bugüne kadar da verilemediğine göre, bu tartışmanın sonucunu kestirmek hiç güç olmasa gerek.
Yazının Devamını Oku

28 Şubat ‘mağdurlarına’ dolaylı af

25 Kasım 2004
<B>PAZARTESİ </B>günkü <B>‘28 Şubat’ın Rövanşı Alınıyor’ </B>başlıklı yazımızda TEDAŞ müfettişleri hakkında açılan soruşturmayla, irtica kavramına yeni bir yaklaşım getirilmek istendiğini ortaya koymaya çalışmıştık. Soruşturma, irticanın kanıtlanamayacağı, bu nedenle böyle bir konunun araştırmasının dahi yapılamayacağı gerekçesine dayanıyor.

Müfettişler soruşturulurken, onların MGK kararları, dönemin başbakanları Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’in genelgeleri ile Başbakanlık Takip Kurulu’nun(BTK) talepleri sonucu ve yazılı talimatla harekete geçtikleri görmezlikten geliniyor.

Bu durum bir kenara; ilginçtir, soruşturulan müfettişler, raporlarında irticai suçlamaya ve duyumlara yer vermeyen, en fazla BTK raporlarından alıntı yapan müfettişler.

‘İZLEYİN’ DİYEN TEMİZ

Oysa raporlarında irticai suçlamaya yer vererek, kişilerle ilgili yaptırım öneren müfettişlerin raporları ‘temiz’ damgası yemiş.

Soruşturma gerekçesinde yer aldığı gibi, ‘temiz’ görülen raporlardan biri de müfettiş arkadaşlarıyla ilgili soruşturmanın altında imzası olan, AKP döneminde Teftiş Kurulu Başkanvekili yapılan Mustafa Girgin’e ait.

Girgin’in, Kenan Ç. hakkındaki 48 numaralı raporunda, hem irticai bağlantıya işaret edildiği, hem de yaptırım önerildiği görülmekte.

Girgin’in yardımcılığına getirilen Cengiz Bulmuş’un 79 numaralı Abdulgaffur C., Memduh U., Sait Ö. haklarındaki raporunda ise irtica suçlaması ve yaptırım önerisiyle yetinilmiyor, kişilerin izlenmesi de talep ediliyor.

Bu iki müfettişin ‘her döneme uygun rapor yazarlar’ diye ödüllendirildiği söylenemez; ama bir gerçek var ki istihbari rapor yazmayan, belgeleri ortaya koyan, izleme önermeyen müfettişler soruşturmaya uğruyor.

Bunu, müfettişlerin soruşturdukları kişilerin hem idari yargı ve Danıştay’da açtıkları davaları kaybetmelerine, hem de AKP döneminde hazırlanan atama kararlarının Cumhurbaşkanlığı’ndan dönmesine dayanarak söylemek mümkün.

ÖYLE DEĞİLSE BÖYLE RÖVANŞ

Soruşturmayla açılmak istenen yol da mahkeme kararlarını ortadan kaldırmaya, Cumhurbaşkanlığı engelini aşmaya yönelik.

Girgin’in imzasını taşıyan soruşturma raporundaki, ‘Soruşturmaya uğrayan kamu görevlilerinin irticai faaliyetlerle ilgisi olduğuna dair tespitin ve kanıtın olmadığı hususunda Başbakanlık Takip Kurulu’na bilgi verilmesi’ önerisini böyle okumak yanlış olmayacak.

Bu öneri, yargı kararlarının idari tasarrufla ortadan kaldırılması, böylece dolaylı bir affın çıkarılması anlamına da geliyor.

Oysa Anayasa, yargı kararlarının idari tasarrufla kaldırılamayacağına hükmettiğinden yapılması gereken, yasal bir düzenlemeye gitmektir.

Bunun yaratacağı tartışmadan kaçınarak, ‘Öyle olmazsa böyle de rövanş olur’ mantığı hayata geçirilerek fatura müfettişlere kesilmek isteniyor.

Başbakanlık genelgeleri, MGK tavsiye kararları ortada dururken; BTK Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer başkanlığında faaliyetini sürdürürken, haklarını yargıda arayıp sonuç alamayanların ‘Bizi bunlar mağdur ettiler’ gerekçesine dayanarak müfettişleri soruşturmanın başka ifadesi olabilir mi?
Yazının Devamını Oku