23 Eylül 2004
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türk Ceza Kanunu Tasarısı (TCK) ile ilgili performansı AKP içinde de liderlik yetilerini tartışmaya açtı.AKP'liler ilk kez Erdoğan'ın tutumunu anlamakta "güçlük çekiyorlar". "Güçlük çekmek", Erdoğan'ın hatasının nazik ifadesinden öte bir şey değil. Şimdi AKP kurmayları, Erdoğan'a geri dönüş zemini hazırlamaya çalışıyorlar. "TCK'nın AB ile 'son şart' pazarlığı olacak", "Ruhban Okulu'na karşı koz tutulacak" gibi gerekçeler de bu zemin hazırlığı için. Yoksa, Brüksel'den yeni dönen Türk heyetine, ne Ruhban Okulu konusu soruldu ne de yeni şartlardan söz edildi; sadece güzel mesajlar verildi. CEMAATLERİN ASIL MESAJIZina konusunu hálá şahsi sorunu olmaktan öteye geçiremeyen Erdoğan, bütün ısrarına rağmen, cemaatlerle AKP'nin tamamını yanına çekmeyi de başaramadı. Çünkü, bu iki kesimin de derdi TCK'ya zina suçu koymak değildi. Sanılanın aksine; cemaatler, Erdoğan'a, zina değil, "TCK eski 163'ü yeniden diriltiyor. Bunu yapmak size nasıl yakışır mı?" mesajı gönderdi.Erdoğan, mesajın haklılığına ikna oldu; ama zinada kendini bağlamıştı. Bir fatura çıkarması gerekiyordu; onu da "Bu detayları nasıl atladılar" diye Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül başta olmak üzere siyasi kadrolara kesmeyi uygun gördü. Kimse, Gül ile Çiçek'in safdışı edilmesini beklememeli; ama ortada bir kırgınlık olduğu da gerçek.Ancak Erdoğan'ın, kendisine destek bir yana, "Zinaya ceza uygulanması yanlış olur" diyen başta Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu olmak üzere bazı bakanları dikkatle not etmiş olmalı. Çünkü Erdoğan, "zina yalnızlığı" için üzgün, kırgın ve çok sinirli. Bu ruh haliyle siyasi kadroları değil; danışman kadrolarını dinlemeyi yeğleyen Erdoğan, yol haritasını öyle çizdi ki, hem kendisini daha yalnızlaştırdı, hem de hatalarını iyi bir fırsat olarak değerlendiren CHP'ye ve Deniz Baykal'a çıkış için zemin hazırladı. 'BURASI AVRUPA' DESEYDİ Erdoğan'ın kırgınlığını atması, kendisine sorunun çözümü için uygun zemin yaratmaya çalışan parti yönetimini de rahatlatacak gibi. Aksi takdirde, Erdoğan'ın yeni çıkışlar yapması sürpriz olmayabilir. Bunu da şu örnekten dolayı ileri sürüyoruz: TCK'yı Adalet Komisyonu'na geri çekme kararı sonrası, AKP'nin etkin isimlerinden biri Erdoğan'a giderek, "Avrupa'nın da tepkisi beklenenin ötesine geçti; onları yumuşatacak bir şeyler söylemeli" önerisinde bulundu. Erdoğan, öyle sinirliydi ki, bunları hiç duymamış gibi, birkaç dakika sonra, Türkiye'ye destek veren AB diplomatlar üzerinde büyük şok yaratan "Burası Türkiye; biz Türküz" çıkışını gerçekleştirdi. Erdoğan'la ilgili ilk kez kuşkucu ifadeler kullanan bu diplomatlardan birinin bize söylediği şu sözler de bunu ortaya koyuyor: "Erdoğan'ın bu açıklaması bizim için TCK'dan daha büyük hayal kırıklığı oldu. Çünkü, biz artık Erdoğan'dan 'Burası Avrupa' demesini bekliyorduk." Bu hayal kırıklığını yaşayan diplomatlar, Brüksel'de de Erdoğan'a, "Burası Avrupa" anımsatması yapılacağı kanısındalar.
button
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2004
<B>BİR </B>önceki yazımızı, <B>"Başbakan anketlere bakarak, çok güçlü bir yeni oy potansiyeli kazanacağına ilk kez bu kadar inanıyor. O nedenle bu kez ne olacağını görmek için son ana kadar beklemek gerekecek" </B>diye bitirmiştik.<B> 'Son an'da bir şeyler oldu; TCK Tasarısı TBMM Adalet Komisyonu'na çekildi.
Ancak ilginçtir, zinayı TCK'ya yerleştirme girişimi gibi, bu ani çekme kararının nereden kaynaklandığı da belirsizlik içerisinde kaldı.
"CMUK ve İstinaf Mahkemeleri ile birlikte çıkarılacak" açıklaması başta olmak üzere AKP kaynaklı tüm gerekçeler inandırıcı olamadı.
Geriye, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın irdelemeye çalışacağımız şahsi ısrarı kalıyor.
MİLLETVEKİLİNİN DERDİ ZİNA DEĞİLDİ
Oylama süresince AKP kulislerini yakından gözlemeye çalışmış biri olarak, bazılarının aksine, AKP miletvekillerinin zinanın suç sayılıp sayılmaması ile çok da ilgilenmediklerini düşünüyoruz.
Milletvekillerinin de, cemaatlerin de duyarlılığı, imamlara siyaset yasağı, yasa dışı eğitim, düşünce suçları ve türbanla ilgili maddeler üzerindeydi.
Zina ile ilgili görülen maddelerin sessiz sedasız geçmesi, bu maddelerde AKP'den ret oyu veren çıkmaması da bunun ilk göstergesi.
Oysa diğer maddeler, yumuşamalar yapılmasına rağmen, infial yarattı.
Örneğin; imamlara siyaset yasağı ile ilgili maddeye 'ret' oyu veren AKP milletvekilleri kızgınlıklarını kuliste de yüksek sesle dile getirdi.
"Bu maddenin kabulu, ihanettir, delalettir, millete hakarettir" diyen Adıyaman Milletvekili, Refah ve Fazilet partilerinin kurucu üyelerindenMehmet Özyol, bu milletvekillerinden 'sadece' biriydi.
Zina ile ilgili maddeler geçtikten sonra ise böyle bir tepki görülmedi.
Çünkü, cemaatler de, milletvekilleri de TCK üzerindeki eleştirilerini uzun süredir dillendirirken zina gündemlerinde olmamıştı.
ERDOĞAN ÇOK ALINDI
Zina konusunun gündeme aniden girdiğinin kanıtı da var.
Başbakan Erdoğan, iki hafta kadar önce, TCK'yı görüşmek üzere, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan'la bir araya geldiğinde zina suçu ile ilgili tek bir kelime etmiyor.
Ancak, daha sonra konu Erdoğan'ın talebiyle gündeme geliyor.
Başbakan, Bakanlar Kurulu ve AKP yönetiminden gelen uyarılara rağmen, keskin ifadelerle konuyu sahiplenmekte de sakınca görmüyor.
Başlangıçta destek verenler biraz kenarda kalmayı yeğleyince Erdoğan, 'zücaciye dükkanına giren fil' konumuna düşürülüyor.
Erdoğan buna rağmen, ısrarını AB'ye kafa tutacak düzeye çekip, imzasını taşıyan, çoğu da iç iş sayılacak düzenlemeleri unutup Türklüğü anımsıyor.
Peki; Erdoğan'ın, bu tavrının nedeni nedir?
İzlenimlerimize göre Başbakan'ın ilk nedeni, AB çevrelerinde ve Türkiye'de oluşan güven kırıklığına rağmen, konunun AKP'ye oy getireceğine olan inancı.
İkincisi ise kenara çekilen arkadaşlarının tutumu ve 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Hasan Cemal'e "Erdoğan karar verirken de kararından dönerken de çok cesur" diye zekice; ama alay da kokan değerlendirmesinin Başbakan üzerinde büyük bir duygusal tepki yaratması.
Bakalım duygusal tepki Erdoğan'ı ve Türkiye'yi nereye götürecek?
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2004
<B>ZİNAYI </B>suç sayarak Türk Ceza Kanunu’na koyma girişiminin, geçen çarşamba günkü Bakanlar Kurulu’nda da gündeme geldiği biliniyor. Toplantının içine bakıldığında çok sayıda bakanın kafasını, ‘Bu iş nereden çıktı?’ sorusunun işgal ettiği görülüyor.
Zinayı suç sayma girişimini yanlış bulduğunu Hürriyet’e açıklayan liberal kökenden gelen Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu ile düzenlemeye soğuk bakan muhafazakár eğilimli Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın katılmadığı toplantıda görüş açıklayan bazı bakanların ilginç tespitleri oluyor.
Toplantıda zinanın suç sayılmasını en ısrarcı savunan isim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olunca, aynı görüşteki diğer bakanlar pek söz almıyor; ancak Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit de bir kadın olarak Başbakan’a destek veriyor.
‘BU BİR TUZAK BAŞBAKANIM’
Erdoğan’ın ısrarının altında, yaptırdığı anketler yatıyor.
AKP teşkilatı ile kamuoyu anketlerinden zinanın suç sayılmasına yüzde 70-80 destek geldiğinin altını çizen Erdoğan, Türkiye’de aile kurumunun ciddi bir tehdit altında olduğunu, gücünü yitirdiğini; örf, ádet ve geleneklerin yok olma tehdidiyle karşı karşıya kaldığını anlatıyor.
Ekonomik zorluklarla bir araya gelen bu tablonun suçla kötü alışkanlıkları özendirdiği düşüncesindeki Başbakan, bunun önüne geçmenin görevleri olduğunu belirtiyor, yasanın çıkmasını istiyor.
Başbakan’ın güçlü vurgularına rağmen kendisine en yakın isimlerden olan Devlet Bakanı Beşir Atalay bile, ‘Üzerinde dikkatli düşünmek gerek’ diyor.
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ise keskin ifadeler kullanmayı yeğliyor.
Başbakan’ın sözlerine atıfla, Türk örf, ádet ve geleneklerinin bir maddelik düzenlemeyle kurtarılamayacağını belirterek devam ediyor:
‘Sayın Başbakanım, ben bu işin altında tuzak buluyorum. Enerjimizi, çabamızı bu işle harcamayalım. Zamanı da zemini de yanlış diye düşünüyorum.’
Konuya Ceza Kanunu değil, Medeni Kanun çerçevesinde bakılmasını öneren Tüzmen, ısrarın sürmesi halinde öngörülerini de sıralıyor.
Karşı çıkışların güçlü olacağını, geri adım atılması halinde de zorluklar yaşanacağını ifade ediyor.
‘GÜNDEMİ Mİ DEĞİŞTİRİYORUZ?’
Tüzmen’i destekleyen bir çıkış da, çıplak reklam panolarına bile savaş açan Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’dan geliyor.
Coşkun da girişimi zaman ve zemin açısından yanlış bulurken, Başbakan’a oldukça ilginç bir soru da yöneltiyor:
‘Yoksa biz gündemi değiştirmek mi istiyoruz?’
Başbakan Erdoğan, Bakanlar Kurulu’ndan sonra katıldığı AKP Merkez Yürütme Kurulu toplantısında da neredeyse üyelerin yarısının olumsuz bakışıyla karşılaşıyor; buna rağmen ısrarından vazgeçmiyor.
Gelinen noktada bazı geri adım işaretleri görünse de Başbakan’ın ısrarı nedeniyle AKP’nin ne yapacağı hálá netlik kazanmış değil; ancak konu Avrupa basınında ve siyaset dünyasında da geniş tepki ve ilgi çekmeye devam ediyor.
Buna rağmen, ‘Başbakan her seferinde olmazı gördükten sonra ısrarından vazgeçiyor’ diyenler bile, ‘Ama anketlere bakarak çok güçlü bir yeni oy potansiyeli kazanacağına da ilk kez bu kadar inanıyor. O nedenle bu kez ne olacağını görmek için son ana kadar beklemek gerekecek’ uyarısını yapıyor.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2004
<B>GERİ </B>kalmış illerin kalkınması için teşvikler getiren yasa, Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>’ın da her fırsatta övündüğü bir hükümet kararı. Ancak, bazı illerin yönetici ve işadamları, kendilerini haksız rekabetle karşı karşıya bıraktığı gerekçesiyle yasayı eleştiriyor.
Bu eleştirinin yapıldığı illerden biri de Isparta.
Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun oğlu Mehmet Ali’nin sünnet düğünü nedeniyle 7 Ağustos’ta Isparta’ya giden Erdoğan, AKP’li Belediye Başkanı Hasan Balaban’ın buluşturduğu işadamlarından da aynı sorunu dinliyor.
Toplantıda, Isparta Ticaret ve Sanayi Odası’nı (ISTO), Başkan Eyüp Avcılar ve Yardımcısı Hasan Aslan temsil ediyor.
Eski Başkan ve Isparta’nın en önemli işadamı Şevket Demirel de orada.
İŞADAMI MİLLİYETÇİ OLSUN
Erdoğan, açış konuşmasında, ‘Hortumcularda 46 milyar dolar para var. Bu parayı tahsil etmedikçe işlerin düzelmesi zor; çabamız bu’ diyor.
Bu sözler, batık Ege Bank’ın sahibi Murat Demirel’in babası Şevket Demirel’e bir dokundurma gibi de düşünülüyor; ama üstünde durulmuyor.
Ardından Avcılar söz alarak, sorunları yardımcısı Aslan’ın aktaracağını, kendisinin ise bir yatırım üzerinde duracağını söylüyor.
Avcılar, Isparta Organize Sanayi Bölgesi’nde panel radyatör üretecek bir fabrika kurmak için Almanlarla ekipman anlaşması yapıldığını belirterek, ‘Ama 10 dolarla teşvik kapsamı dışında kalınca yatırımcı arkadaşlar, maliyet yüzde 20 daha düşük olacak diye fabrikayı Afyon’a kaydırmayı düşünmeye başladı. Diğer iller için de düzenleme yapılacağını söylediniz. Bu arkadaşlarımızı eylüle kadar durdurabilir miyim?’ diye sordu.
Erdoğan’ın yanıtı, ‘Milliyetçi olsunlar; Ispartalı ise Isparta’ya yatırım yapsınlar. Sanki Kayseri’de teşvik mi vardı? 140 fabrikanın birden temelini attık’ oldu.
Avcılar, bunun üzerine, ‘Kayseri sanayi bölgesi. Isparta’da ise tek yatırım için bin dil döküyoruz’ diyerek Başbakan’a, ‘Benim yerimde siz olsanız ne yaparsınız?’ sorusunu yöneltti.
BATTIK SAYIN BAŞBAKANIM
Erdoğan’ın bu seferki yanıtı da farklı bir yaklaşımı sergiliyordu:
‘Afyon başka ülkenin toprağı mı; bırak oraya gitsinler.’
Avcılar, bu yaklaşıma katılmadığını belirterek, sözü Aslan’a verdi.
ISTO Başkan Yardımcısı Aslan, ilin yatırım sorunlarını sıraladı ve sözünü, iki elini masaya koyarak, ‘Battık Sayın Başbakanım’ diye tamamladı.
Erdoğan, bu sözlere tepki vermeyince, Avcılar, yeniden devreye girdi, ‘Hasan Ağabey, 2000 çalışan 600’e düştü mü, düşmedi mi?’ diye sordu.
Aslan, ‘600’de de kalamayacağız, bu gidişle batacağız’ dokundurmasında bulununca Erdoğan muhataplarını yine şaşırttı:
‘Arkadaş, 5-10 işadamı batmış; önemli değil. Batan batar; önemli olan, Türkiye’nin kurtulmasıdır.’
Ardından da başını Şevket Demirel’den yana çevirerek, ‘Şevket Ağam, sen ne diyorsun bu işlere?’ sorusunu yöneltti.
Demirel’den, ‘Arkadaşlar doğru söylüyor; ama siz daha doğruyu söylüyorsunuz’ yanıtını alınca, ‘Sen doğru söylüyorsun, hadi kalkıp gidelim’ diyerek toplantıyı bitirmeyi tercih etti.
Ticaretten gelen biri olmakla övünen Erdoğan’ın bu yaklaşımını haklı bulan da, eleştiren de var; ama bu tavır iktidardaki yeni anlayışı da gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2004
<B>AVRUPA </B>Birliği ile ilişkileri yürüten hükümet çevreleri, Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri <B>Günter Verheugen</B>’in ziyaretini ‘<B>hayati önemde’ </B>görüyor, sonuçlanmasını merakla bekliyorlardı. Ancak, gezi daha başlar başlamaz, yüzlerin güldüğünü belirtmeliyiz.
Çünkü, karşılaşılan tablo bu kez çok farklıydı.
Önceki her görüşmede eksiklikleri sıralanan Türkiye’nin önüne ilk kez, ‘Daha yapacağınız şu kadar çok iş var’ denilerek bir liste konmuyordu.
Aksine; Verheugen’in verdiği mesajlar ve sivil toplum önderleri(STÖ) ile yaptığı görüşmelerde sergilediği tablo, Türk tarafının beklentilerini de aşacak düzeyde gerçekleşiyordu.
‘ONU DA TÜRKLEŞTİRDİK’
Daha önceki ziyaretlerinde Türkiye’nin eksikliklerini, hatalarını ortaya koyan konuşmacıları dinlerken kulaklarını daha fazla açan, bu konuşmacılara daha büyük ilgi gösteren Verheugen, bu kez herkesi şaşırtıyordu.
Verheugen, Türkiye’nin artılarını öne çıkaranlarını dinlemekten daha büyük keyif alıyor; olumsuz şeyleri değil, olumlu şeyler duymak istediğini ortaya koyuyordu.
Bunun en somut örneği de İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Önen’in konuşmasında ortaya çıkıyor.
Önen, başlangıçta, Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren sözler söylüyor ve yaptıkları eleştirilerin siyasi karar süreci ile ilişkilendirilmemesini istiyor; ‘Tarih verecekseniz, verin’ demeye getiriyor.
Verheugen, bu sözleri gülümseyerek dinliyor; ancak Önen, işkence rakamlarını açıklayınca gülümseme gidiyor, asılmış bir surat ortaya çıkıyor.
Verheugen, rakamların hoşuna gitmediğini, ‘Bunlar geçen yıllardan kalmıştır. Ayrıca, bazı şeyler 2005 sonrası süreçte çözülür’ sözleriyle de ortaya koyuyor.
Bu tabloyu öğrenen Türk yetkilileri gülümseyerek espriyi patlatıyor:
‘Sonunda onu da Türkleştirdik.’
Buna karşın aynı Verheugen, ‘Türkiye’de olumlu gelişmeler var’ diye başlayan cümleleri hemen not alıyor; bu sözlerin sahiplerini içlerinden biri gibi gördüğünün işaretlerini veriyordu.
KADIN MESAJI
Bu noktada Verheugen, en çok da kadın STÖ’leri daha çok dinliyor.
Davet listesine çok sayıda kadın STÖ alarak bu konuya stratejik önem verdiğini ortaya koyuyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kabul etmese de Verheugen, zina başta olmak üzere kadının durumunu öne çıkarıyordu.
Bu alandaki gelişmeleri çok yakından izlemeye devam edeceklerini aktaran Verheugen’in, Türkiye ile müzakerelere başlama tarihi konusunda STÖ’lerde bıraktığı izlenim de dikkate değerdi.
STÖ’lere göre, Verheugen, 2005’in ilk altı ayında Türkiye ile müzakerelerin başlayacağı kanısında.
‘Artık sadece olumlu şeyler duymak istiyorum’izlenimi yaratmasının altında da zamanın daralmakta olduğu gerçeği ve ‘Bu noktaya gelişte benim büyük emeklerim oldu; bunun zarar görmesini istemiyorum’ mesajı yatıyor.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2004
<B>BAŞBAKAN </B>Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı <B>Abdullah Gül, </B>Vatan Gazetesi’nden <B>Ruşen Çakır</B>’ın, <B>‘Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması halinde başmüzakereci CHP’li </B>Kemal Derviş <B>olabilir mi?’</B> sorusunu, <B>‘Hayır; siyasi iktidar, işleri daha iyi götürmek için, kendi içinden birini muhakkak çıkaracaktır’</B> diye yanıtladı. İşin doğrusu, Derviş adının ortaya atılması da pek gerçekçi değildi.
Çünkü; başmüzakerecinin, Bakanlar Kurulu toplantılarına da katılacak, bakan sıfatı taşıyacak, gerektiğinde bu kurulda arkadaşlarıyla dişe diş tartışmalara girebilecek bir isim olmasında büyük yarar var.
AB’ye üye olan diğer ülkelerin uygulaması bu yönde olmuştu.
Bu hükümetin Bakanlar Kurulu’nda Kemal Derviş’i görmek ise AKP’nin, kendini inkárı ile eş anlamlı olabilirdi.
BİRİNCİ SEÇENEK BABACAN
Gül’ün sözleri açık mesaj içerince, başmüzakerecinin kimliği, AKP içinden aranmaya başlandı.
İş yoğunluğu dikkate alındığında, bu ismin Abdullah Gül olmasına olanak vermek hiç mümkün değil; ama konuyu Gül’den uzak tutmak da...
Hükümet çevrelerinde, ‘Gül’le birlikte çalışacak’ veya ‘onun altında’ bir pozisyonda olacak ikinci bir bakan olasılığı üzerinde duruluyor.
Bu noktada sürpriz bir ismin, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın adı telaffuz ediliyor.
Neden olarak da; Babacan’ın Gül ile uyumu, İngilizce’ye hákimiyeti, görüşmecilikteki yumuşak ama kararlı tutumu, hem teknik hem de siyasi kimlik taşıması, en aykırı sorulara bile nazik yanıtlar veren kimliği gösteriliyor.
Babacan ile ilgili sorun ise, başmüzakereci bakanlıkla ekonominin patronluğunun birlikte taşınamayacağı gerçeği.
Buna bağlı olarak da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, rayında gördüğü ekonominin başında bir değişikliğin riskini alıp almayacağı.
İKİNCİ SEÇENEK MEHMET AYDIN
Başmüzakerecilik için ikinci AKP’li isim ise, Gül’ün yetişemediği AB ile ilgili toplantılarda Türkiye’yi temsil eden Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın.
Aydın da, Gül ile son derece uyumlu çalışan, yumuşak üsluplu, İngilizce’nin yanı sıra Fransızca’ya hákim, Bakanlar Kurulu’nda da bir ağabey gibi görülen, sözü dinlenen bir isim.
Aydın, AB ile ilgili pek çok toplantıya katılmış, görüşmelerde bulunmuş bir isim olarak da öne çıkıyor.
İki isim de çekici bulunuyor; ancak diğer ülkelerin isimleri çok önceden belirlediğini anımsatan uzmanlar, Türkiye’nin geç kalmakta olduğu görüşündeler.
İsmin erken belirlenmesi; elmanın kabuğunun kalınlığından Ceza Yasası’nın herhangi bir maddesine kadar, her alanda, bilgi sahibi olması gereken o kişinin kendisini hazırlaması, kadrosunu kurması açısından önemseniyor.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde (ABGS) iyi yetişmiş bir kadro var; ancak bu kadronun genişletilmesi, bunun için de, Gül’ün önünde bekleyen ABGS ile ilgili yeni yasa taslağının Meclis’ten geçirilmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2004
<B>YAKIN </B>zamana kadar Avrupa Birliği çevrelerinden Türkiye’ye yönelen eleştirilerin başında <B>‘askerin konumu’ </B>geliyordu. Bugün, tümüyle ortadan kalkmış olmasa da, bu eleştirilerin yoğunluk derecesinin bir hayli aşağı indiği aşikár.
Ankara’da görev yapan AB ülkesi büyükelçilerinin, ‘AKP hükümetinin AB sürecindeki en büyük avantajlarından biri, Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral Hilmi Özkök’ün oturuyor olmasıdır’ dediğini önceki yazılarımızda dile getirmiştik.
Orgeneral Özkök, seleflerine kıyasla çok daha güç bir görevle karşı karşıya. Çünkü, Milli Görüş geleneğinden çıkıp gelen ve TBMM’de Anayasa değiştirebilecek çoğunluğa sahip bir hükümetle çalışmak durumunda.
Şahsen kendisinin ve başında bulunduğu kurumun, işbaşındaki AKP hükümetinin laiklik konusundaki tutumuna dönük ciddi çekinceleri var.
Orgeneral Özkök, bir yandan laiklikten bir sapma olmaması için sistem içinde belli bir caydırıcılığı korumaya çalışırken, diğer yandan AB sürecini tehlikeye düşürebilecek adımlardan da kaçınmak durumunda.
Orgeneral Özkök, bu konuda dikkatli bir tutum izlemekle birlikte, -ancak- ‘bıçağın kemiğe dayandığı noktada’ sesini yükseltiyor.
Geçen ilkbaharda hükümetin imam hatipler konusundaki ısrarı karşısında uzun bir süre sabırla bekleyip, sonunda muhalefetini kayda geçirmesi bu çerçevede hatırlatılabilir.
‘TSK’DAN BÜYÜK DESTEK’
Orgeneral Özkök’ün AB’ye tam üyelik sürecini olumsuz yönde etkilememek için sergilediği dikkatli tutumdan hükümetin de memnun olduğu görülüyor.
Koalisyon hükümeti döneminde AB sürecinin zorunlu kıldığı bazı demokratik açılımların dahi Genelkurmay’dan anında sert tepkiler aldığı anımsandığında, bugünkü hükümetin memnuniyetini anlamamak mümkün değil.
Bugün ise AB dosyasıyla yakından ilgilenen, açıklamalarıyla AB çevrelerini de rahatlatan bir Genelkurmay Başkanı var. Orgeneral Özkök’ün son 30 Ağustos mesajında AB vizyonunu kuvvetle vurgulamış olması, bunun son örneği.
Bu durumu en iyi tespit edenlerin başında doğal olarak, ‘Genelkurmay Başkanımızın konuşmaları dışarıda da yankılar yapıyor’ diyen Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül geliyor.
Gül, birçok reformu Silahlı Kuvvetler ile birlikte gerçekleştirdiklerini vurgulayarak, bu çerçevede Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ile ilgili düzenlemeyi örnek veriyor.
‘HER FIRSATTA AB’Yİ SORUYOR’
‘Bu büyük proje Silahlı Kuvvetlerimizce desteklendi; bunu iyi gördük’ diyen Gül, şu tespiti de yapıyor:
‘Türkiye kalkınmış, modern, gelişmiş ülkelerin bir parçası. Türk Silahlı Kuvvetleri de dünyadaki gelişmeleri en iyi takip eden bir kurumumuz. Dışişleri Bakanlığı’ndan sonra, en çok dış teması Silahlı Kuvvetler yapıyor. Dünyanın, Avrupa’nın gidişini en iyi şekilde takip ediyorlar. Genelkurmay dünyayı, geleceği okumada çok iyi.’
Gül, ardından da Orgeneral Özkök’le ilgili şu ilginç istihbaratı veriyor:
‘Genelkurmay Başkanımız, AB süreciyle çok yakından ilgileniyor. Arkadaşlar bana da aktarıyorlar; görüştüğü bütün diplomatlarımıza her fırsatta, AB işlerinin nasıl gittiğini, neler yapıldığını soruyor.’
Zaman zaman bazı komutanların farklı algılanabilecek açıklamaları olsa da TSK’nın bir numarasının bu yaklaşımının, aralık ayındaki zirveden olumsuz bir karar çıkmadığı sürece, bundan sonra da aynı şekilde devam etmesini bekleyebiliriz.
Tabii, hükümetin imam hatip dosyasını yeniden gündeme taşıması halinde bu durumun değişeceğini belirtmeye gerek yok.
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2004
<B>AVRUPA </B>Birliği ilerleme raporuyla ilgili çalışmalar devletin tüm birimlerinde son hızla devam ediyor. Ancak, raporun, dini özgürlüklerle ilgili bölümünde olumlu ifadelerin yer alması beklentisinin Türk tarafında bittiği rahatlıkla söylenebilir.
Diğer alanlarda AB’yi şaşırtma becerisi gösteren Türkiye’nin, dini özgürlükler alanında beklenen yolu kat etmemesinin çeşitli etkenleri var.
Hükümetin, dini özgürlükler başlığının; başta türban olmak üzere Müslümanlarla ilgili bazı sorunları da içerdiğini düşünmesi bu etkenlerden biriydi.
Sorunun sadece azınlıklarla ilgili olduğu gerçeğini ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban kararı sonrasında anlayan hükümet, harekete geçtiyse de bir gecikme ortadaydı.
MUHAFAZAKÁR GÖRÜNTÜLER DEVREDE
Diğer bir etken ise, bazı kurumların bu alandaki muhafazakárlığıydı.
Bunun bir örneği, Assompssion Rahipler Topluluğu’nun bürokrasi yoluyla çözülemeyen mülk sorununun, Bakanlar Kurulu kararı ile çözülmesidir.
Bakanlar Kurulu’nun haziran ayında aldığı bu kararının, İstanbul Vakıflar Müdürlüğü’ne ulaşması yaklaşık 1.5 ay sürdü.
Çünkü, ortadaki bir Bakanlar Kurulu olsa da bazı kurumlar, ortaya yeni sorular atınca ilave çalışmalar yapılması zorunluluğu doğdu.
Sonuçta sorun bir hal yoluna kondu; ama bu alandaki diğer sıkıntıların da çözülmesi için hükümet, yeni bir yasa çalışması başlatma kararı verdi.
Bu yasa, azınlıklara ait vakıfların bazı işlemlerini kolaylaştıracak, yabancılarla ilişkilerini rahatlatacak, faaliyet alanlarını genişletecek.
Hükümet, bununla da yetinmedi; yeni bir yaklaşıma yöneldi.
Muhafazakár kamuoyununa yönelik, azınlıklarla ilgili tereddütleri giderme ve kadın-erkek eşitliği başta olmak üzere bir AB çalışması başlattı.
Bu çalışmada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katkısıyla yüzlerce örgütün üst kuruluşu olan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın desteği sağlandı.
Vakfın öncülüğünde bu kesimin önderlerine konferenslar verildi, AB ile ilgili tüm sorular yanıtlandı ve ‘Ne isterseniz yapmaya hazırız’ karşılığı alındı.
İYİ Kİ CEZAEVİNDEN ÇIKTILAR
AB çevrelerinin kadının konumu ile ilgili kaygılarının, Meclis’in olağanüstü toplantıda kabul etmesi halinde yeni Türk Ceza Yasası ile kaybolacağından emin olan Türkiye, raporda bu alanda övgüler bekliyor.
Öte yandan DEP’li eski milletvekilleri Leyla Zana ve arkadaşlarının cezaevinden çıkmış olması da Türkiye’yi oldukça rahatlatmış görünüyor.
Daha da ötesi; Türkiye’nin, buradan kazanım elde ettiği görüşü egemen.
Çünkü, eski DEP’lilerin terör konusunda sergiledikleri tavır AB çevrelerini tatmin etmemiş ve bu durum beraberinde önemli bir prestij kaybı getirmiş.
Prestij kaybını tespit eden Türkiye, bir yandan AB tarafına, ‘Yıllarca mücadelesini yaptığınız bu insanların teröre tavır almadığını size anlattık; inanmadınız. İşte sonuç’ deme hakkını kendinde bulurken, diğer yandan Zana ve arkadaşlarının ‘sembol’ niteliğini yitirmesinin siyasi rahatlığını yaşıyor.
Yazının Devamını Oku