22 Kasım 2004
<B>BAŞBAKANLIK </B>makamının onayı ile TEDAŞ’ta, 6 müfettiş, iki teftiş kurul başkanı, bir refakat müfettişi, bir personel daire başkanı, dört eski genel müdür hakkında bir soruşturma yürütülüyor. Soruşturma, 28 Şubat sürecinde müfettiş raporuyla görevlerinden alınan, hemen hemen tamamının başvuruları da Danıştay ve idari yargıdan dönmüş olan bürokratların şikáyetleri üzerine başlatılıyor.
Soruşturma gerekçesi, ‘Türkiye çapında tanınan bazı kamu görevlileriyle ilgili irticai soruşturma yapılmış olması, bu kişiler hakkında Anayasa’ya, yasalara ve gerçeğe aykırı, yanlı ve müfettişlik ahlakı ile bağdaşmayan husus ve değerlendirme içeren raporlar düzenlenme’ diye kaleme alınıyor.
Hazırladıkları raporlar nedeniyle, müfettişler hakkında soruşturma açılması, çok aykırı örnekler dışında, kamuda bir ilki oluşturuyor.
Çünkü, müfettiş raporları görüş niteliği taşıyor, karar idareye kalıyor.
‘İRTİCAİ FAALİYET’ YOK
TEDAŞ Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın ‘İrtica konulu raporlar hakkındaki’ B.15.2.TED.0.60.00./ sayılı soruşturma gerekçesinde kişilerin özel hayatı, ailesi, ilişkileri, kılık-kıyafeti, kişilikleri değerlendirilerek görevden alınması veya disiplin işlemine tabi tutulması önerildiği belirtiliyor.
Ardından irtica konusuna yeni bir yaklaşım getiren sonuçlara varılıyor:
Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında irticai faaliyet adıyla bir tanım olmadığı gibi, kavram olarak da hiçbir kanunda böyle bir tanımlama yoktur.
İrticai faaliyet için bir illegal örgüte bağlantının kesin ve inandırıcı belgelerle kanıtlanması gerekir.
Böyle bir tespit yapılmaksızın, herhangi bir vatandaşın veya kamu görevlisinin dinine bağlı olduğu, inanışına göre ibadet yaptığı, eşinin veya aile fertlerinin sadece inanç dolayısıyla inancına uygun kıyafet giydiği, herhangi bir yakınının din adamı olduğu ve benzeri gerekçelerle irticai faaliyet yaptığı veya irticai faaliyet yanlısı olduğu iddia edilemeyeceği gibi; böyle bir araştırma dahi yapılamaz.
Böyle bir araştırma hem T.C. Anayasası’nın çok sayıda maddesine aykırılık teşkil eder, hem de vatandaşlar arasında bölücülük yapılması sonucunu doğurur.
BU BİR SKANDALDIR
Kişilerin zamanaşımına uğramış fiilleri de incelemeye tabi tutulmuş.
Asıl amaç, irticai faaliyetler hakkında bir hassasiyet veya kovuşturma yapmak olmayıp, sadece belirli kadroların bu iddia yoluyla tasfiye edilmesi olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Bu kamu görevlileri uzun yıllardır irticacı değillerdi de birdenbire mi irticacı oluverdiler? Elbette böyle bir şeyin kabul edilmesi mümkün değil. Aslında bu bir skandaldır.
Müfettişler adeta bir ideolojinin militanı tarzında hareket etmişler, müfettişlik mesleği ve ahlakıyla bağdaştırılmayacak raporlar yazmışlardır.
Raporlarda adı geçen kamu görevlilerinin irticai faaliyetlerle ilgisi olduğuna dair hiçbir tespitin ve kanıtın olmadığı hususunda Başbakanlık Takip Kurulu’na bilgi verilmesini teminen...
Bu soruşturmanın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar bilgisi dahilinde olduğunu bilmek mümkün değil; ancak soruşturmaların tamamı iki yıllık zamanaşımı geçildikten sonra açılıyor ve sanki hükümetin 28 Şubat’ın rövanşını alma amacı güttüğünü gösteriyor.
Bunun gerekçelerini de bir sonraki yazımızda aktarmaya çalışacağız.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2004
<B>ŞİŞLİ </B>Belediye Başkanı <B>Mustafa Sarıgül</B>’ün ihraç istemi ile CHP Disiplin Kurulu’na sevk edilmesi sonucunu doğuran, partili üç milletvekilince hazırlanan araştırma raporu, <B>‘rüşvet’ </B>ve<B> ‘mafya’ </B>suçlamalarını da içeriyor. Raporun ana dayanağını, ‘Rüşvetin kanıtı’ olarak görülen, bir binaya kaçak katlarına rağmen verildiği belirtilenen ‘Yapı Kullanma İzin Belgesi’ oluşturuyor.
CHP raporu, Sarıgül ve arkadaşlarını bu belge karşılığı 300 bin dolar rüşvet almakla suçluyor.
Söz konusu iddia eski Barolar Birliği Başkanı sıfatını taşıyan CHP Genel Sekreteri Önder Sav tarafından da açıklandı.
SARIGÜL ‘SAHTE’ DİYOR
Bu basın toplantısının hemen öncesinde Hürriyet Ankara Bürosu’nu ziyaret eden Sarıgül, Sav’ın iddialarını TV’den bizimle birlikte izledi.
Sav’ın açıklamalarını, Sarıgül, ‘Bu kadar da olmaz’ diye karşıladı.
Belgenin sahte olduğunu savunan Sarıgül, iddiasını, ‘Bu belge, ‘Getir belgeyi seni başkan yardımcısı yapalım’, sözü verilen belediyemizde çalışan bir mühendisin yarattığı sahte bir doküman’ diyerek güçlendirdi.
Suçlamasının dayanaklarını ise şöyle sıraladı:
‘Mülkiye müfettişinin bulamadığını bu arkadaşlar nasıl buldu? Böyle bir belge vermedim. Bu evrak kıymetlidir. Bunlar koçan halinde, seri numarası olan belgelerdir; yakıp, yok edemezsiniz. Etseniz bile iz bırakırsınız.’
Sarıgül, kullanma izninin, yapının tasdikli projesine uygun olduğunun bir raporla tescil edilmesi halinde verildiğini de anımsatarak ilave ediyor:
‘Ortada yedi ayrı döneme ait, ‘yapı tatil’ tutanağı var. Belediye meclisi bunlar ortadan kaldırılmadan hiç kimseye izin vermeye yetkili değil. Ayrıca yıkım kararları ve ihaleleri, idari para cezaları, Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusu, İSKİ ve TEDAŞ’a yazılmış yazıları var. Bunlar dururken, bir tek iskan belgesi imha edilecek! Bu mümkün değil.’
SONUÇLARI OLUR
CHP Genel Sekreteri belgenin arkasında dururken, Sav’ın hemen ardından basın toplantısı yapan Sarıgül’ün, ‘İddialar, yalan, mesnetsiz’ dışında belge ile ilgili ciddi bir vurgu yapmaması dikkat çekici.
Oysa Sarıgül’ün CHP raporunu geçersiz kılacak en önemli argümanı, ‘belge sahte’ iddiasıydı.
Sarıgül’ün konuyu geçiştirmesi gözden uzak tutulamaz.
Ortada ciddi bir durum var; belge Sarıgül’ün dediği gibi vaat karşılığı hazırlanmış sahte bir belge mi, yoksa gerçek mi?
Sorunun yanıtı her iki taraf için de önemli sonuçlar yaratacak cinsten.
Konunun üstüne gitmesi gereken kişi de ‘sahte’ diyen Sarıgül.
Aksi takdirde bize söylediği, ‘Bu bir siyasi linç, karalamadır. Bize atılmaya çalışılan bu çamurlar, halkımızın duvarına çarpacaktır. Ben zalimlerden mazlumun ahını alana kadar bu mücadeleyi sürdürürüm. Ne yaparlarsa yapsınlar yaptıklarını yanlarına bırakmayacağım. Çünkü veremeyeceğim hesabım yoktur’ sözlerinin geçerliliği de kalmayabilir.
Sarıgül’ün haklı çıkması halinde ise hem CHP, hem de ünlü bir hukukçu olan Önder Sav için ciddi bir durum doğacaktır.
Belge gerçekse İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişlerinin ne kadar ciddi çalıştığının da ayrıca sorgulanması gerekecek.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2004
<B>BAŞBAKAN </B>Yardımcısı ve Devlet Bakanı <B>Mehmet Ali Şahin, </B>devletin artık emniyet, eğitim, sağlık ve yargı gibi zorunluluk arz eden hizmetlerin dışında, hemen hemen hiç istihdam yaratmadığını söylüyor. Devletin personel politikasının tepesindeki isim olan Şahin, buna rağmen Kamu Personel Seçme Sınavı’na (KPSS) katılanların milyonu geçtiğini belirtiyor.
Bir önceki sınavın 1999 yılında yapıldığını, önceki hükümetin bunun süresini iki yıl uzattığını, yasa gereği yeni uzatma mümkün olmadığı için geçen yıl kendilerinin de sınav açtığını aktaran Şahin, sınav sonuçlarından pek de memnun değil; mutsuz demek de mümkün.
BEŞ BİNDE BİRLİK ORAN
Şahin, daha önce açıklanan sonuçlarla ilgili, çalışacak yaşa gelmiş insanın eğitim düzeyi ile ilgili düşündürücü ayrıntılar veriyor.
‘Biliyor musunuz yaklaşık bir milyon 660 bin katılımcı arasında 95-100 puan aralığını yakalayan kaç kişi var?’ diye soruyor ve üzüldüğü rakamları alt alta sıralıyor:
Lise mezunu 1 milyon 47 bin katılımcının sadece 169’u.
Önlisans sahibi 236 bin katılımcının 75’i.
371 bin lisanslının (4 yıllık üniversite mezunu) 56’sı.
Şahin, bir başka düşündürücü sonucu da 182 bin öğretmenden sadece 37’sinin bu üstün başarıya(!) ulaşmış olmasını açıklayarak veriyor.
Şahin bu rakamları verdikten sonra, ‘Bu aralıktaki başarı neredeyse beş binde bir. Son derece üzücü. Demek ki okuldan çıkınca okumadan da, kitaptan da bağımızı koparıyoruz. Maalesef, insanımızı iyi yetiştiremiyoruz’ diyor.
Şahin, mağdur olmamaları, beklentiye girmemeleri ve masraf yapmamaları için alınacak personel sayısının da düşüklüğü nedeniyle 85 puan altında kalanların tercih yapmamasını önererek, şöyle konuşuyor:
‘Herkes şunu çok iyi bilsin ki; artık, devlet kapısı ekmek kapısı olmaktan çıktı. Bu artan nüfusa devletin iş bulması mümkün değil. Devlet dil bilen, bilgisayarı iyi kullanan, mesleğinde iyi olan kalifiye elemen almak durumunda. Yani öyle geçmişteki gibi, ‘Ne olsa yaparım’ anlayışı devlette bile son buldu.’
KAMU REFORMU GELECEK YILA KALIYOR
İstihdam sorununun özel sektör eliyle çözülmek durumunda olduğunu, Türkiye’de son yıllarda yapılanın da bu olduğunu kaydeden Şahin, vatandaşın önündeki tek yolu devleti, özel sektörü geliştirecek politikalara ağırlık vermeye zorlaması diye görüyor.
Şahin, devletin de kendisini yeniden yapılandırmasının şart olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği Kamu Reformu Yasası’nı bu nedenle çok önemsediklerini söylüyor.
Yasanın yeniden ele alınması için 17 Aralık’taki AB zirvesini görmek gerektiğini anlatan Şahin, müzakere tarihi alınmasından sonra Anayasa’da bazı yeni değişiklikler yapmak gerekeceğini anımsatıyor.
Şahin, yasanın gelecek yıla kalacağının işaretini de şöyle veriyor:
‘Reformun hayata geçmesi için Anayasa’nın kamu hizmeti görevlileri ile ilgili 128 ve 129’uncu maddelerinde değişiklik yapılması gerektiği; aksi takdirde yasanın Anayasa Mahkemesi’nden dönebileceği belirtiliyor. Bu nedenle iki maddeyi AB için gerekli olanlarla birlikte değiştirip, Kamu Reformu Yasası’nı ondan sonra Meclis’te yeniden ele alırız.’
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2004
<B>MİLLİ </B>Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne Büyükelçi <B>Yiğit Alpogan’</B>ın atanmasının ardından sivil karakteri öne çıkan kurumda, eskiye göre farklılıklar da ortaya çıkmaya başladı. Anayasa değişikliği ve uyum yasaları ile yetkileri, önceki döneme oranla oldukça daraltılan MGK Genel Sekreterliği, kendisini iç gelişmelerden çok, ulusal güvenlikle ilgili dış gelişmeleri izlemeye ve yorumlamaya yöneltmiş, kurul üyelerine bu alanlarda bilgi aktarmaya ağırlık vermiş durumda.
Genel Sekreterlik, bu politikası gereği dış gelişmeleri ve bunların Türkiye’ye etkilerini oldukça yakından izlemeye koyuldu.
Böyle olunca da ayrıntılı raporlar, hem de güncel denebilecek yakınlıkta, MGK üyelerinin önüne konulmaya başladı.
RAPOR ÜSTÜNE RAPOR
Alpogan’ın göreve başlamasından bu yana yaklaşık 45 gün geçti.
Bu süreye, bir hafta öncesine kadar 4 rapor sığınca, MGK üyelerinin çantalarında, sürekli bir raporun yer alması olağan durum haline geldi.
Raporların başlıkları şöyle:
- Rusya Federasyonu’nda Meydana Gelen Son Terör Eylemi. (Beslan’daki ilkokula yapılan terör saldırısı.)
- 6 Ekim AB İlerleme Raporu Değerlendirmesi.
- Afganistan Devlet Başkanlığı Seçimi. (9 Ekim’de yapılan ve Karzai’nin bir kez daha Devlet Başkanı olduğu seçim.)
- Irak’taki Son Gelişmeler. (Felluce kuşatması başlamadan önce.)
Genel Sekreterlik tarafından bu süre zarfında iç gelişmelerle ilgili üyelere verilmiş herhangi bir rapor ise söz konusu değil.
Bu durum da yeni yapılanmada Türkiye’yi yakından ilgilendiren dış gelişmeleri izleme kararlılığının bir başka göstergesini oluşturuyor.
ALPOGAN’IN İLGİNÇ BİR ÖZELLİĞİ
Kurumda göze çarpan yenilikler bununla da sınırlı görünmüyor.
Yeni dönemde ‘Genel Sekreter sivilse yardımcısı asker olsun’ prensip kararı alınmıştı.
Halen Genel Sekreterliğin iki yardımcısı var: Başyardımcı Tümgeneral Emin Ünal, diğer yardımcı ise emekli bir Tümgeneral, Emin Ersan.
Alpogan’ın katıldığı ilk toplantı olan 27 Ekim’deki MGK toplantısında, yanında Tümgeneral Ünal da bulunuyordu.
Bu, yeni dönemin yeni bir özelliği mi, yoksa Alpogan’ın ilk toplantısı olmasından kaynaklanan geçici bir durum mu?
Sorunun yanıtı için ilerideki MGK toplantılarını beklemek gerekecek.
27 Ekim’deki toplantıda genel sunumun, bir Genel Sekreterlik görevlisi tarafından yapılmasının ilgi çekici bulunduğunu da kaydetmeli. Bu arada, Alpogan’ın bir özelliğine de değinmek şart.
Atina Olimpiyatları’nı yakından izleyen, Spordan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’e de bu süre zarfında sürekli eşlik eden Alpogan, daha önce pek ilgisini çekmemiş olan halter sporunu çok sevdi. Şahin’le birlikte taktiklerin verildiği odalara bile giren Alpogan, işi öyle ileri götürdü ki, kendisi de taktik geliştirmeye başladı.
Bunun bir sonucunun olması doğaldı.
Şu sıralar federasyonların seçimleri var.
Halter Federasyonu Başkanlığı seçiminde Alpogan, şimdiki başkan Kenan Nuhut’un Yönetim Kurulu listesinde yer alacak.
Seçilmesi kesin gibi olan ilk sivil MGK Genel Sekreteri Alpogan böylece, sporda da bir ilke damga vuracak.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2004
<B>CHP </B>Genel Başkanı <B>Deniz Baykal, </B>hükümetin ekonomik kararları, uygulamaları ve ekonominin önündeki tehlikeler konusunda kaygılı. Yaratılan havayla gerçeklerin farklı olduğunu savunan Baykal, örneklerini bir çırpıda sıralıyor:
Kamu çalışanı sayısı azalacaktı; son iki yılda 200 bine yakın artış var.
Lojmanları elden çıkarmak için yola düştüler, sayı 8 bin daha arttı.
Meclis lojmanlarının çürümeye terk edilmesi de cabası.
İç ve dış borç düşecekti; her ikisinde de tehlikeli yükseliş var.
Cari açıkla sosyal güvenlik açıkları patlama noktasında.
Yeni gelir yaratacaklardı, kayıt dışından tel koparamazken gidip kayıt altındakinin boğazına sarıldılar; vergi üstüne vergi koydular.
‘Babalar gibi satarız’ dedikleri her şey ellerinde kalıyor.
TAMAM, BİR GÜNLÜK İŞ DEĞİL
Hükümetin, sadece günü kurtarmaya yöneldiğini savunan Baykal, hükümetin yarın da değil, hemen bugün atması gereken ilk adımın kayıt dışı ekonomiye yönelmek olduğunu belirtiyor.
Baykal, ‘Tamam; bu bir günlük, bir kararnamelik iş değil. Ama hele bir başla; bugün hemen bir şey yap. Oysa koca iki yılı harcadılar’ diyor.
IMF’nin geçen yıl borç ertelemesinin aslında bir morotoryum olduğunu, ekonomi zarar görmesin diye bunun konuşulmadığını anlatan Baykal, ekliyor:
‘İyi de oldu, borç yükü hafifledi. Ama iş iyi götürülmedi. Üç yıllık uzatma alındı. Seneye yine borç erteleniyor. Yani IMF yardımı ile günü kurtarıyorlar.’
Baykal, enflasyondaki düşüşle büyüme oranındaki yüksekliği ise sevindirici buluyor; ancak her iki alandaki gelişmenin 2002 yılından itibaren düzenli gerçekleşmekte olduğunun da altını çiziyor.
‘Ekim ayı verileri bu alanda da ilk uyarıyı vermeye başladı’ diyen Baykal, TL’yi değerli tutarak enflasyonu düşürmenin riskli olduğunu anımsatıyor.
YOKSUL ZÜMRÜT, YAKUT MU ALIYOR?
Değerli TL politikası ile fiyatlar üzerinde baskı yapıldığı, böylece sıcak para girişinin teşvik edildiğini anlatan Baykal, sıcak paranın çıkışında yaşanabilecek tehlikelerden ise oldukça çekiniyor.
Baykal, bu politikanın ithalatı patlatıp, reel faizleri yükselterek ekonomide kırılganlık yaratmasına da işaret ediyor:
‘Türkiye, yarın aşırı değerli TL politikasını azıcık bile değiştirmek zorunda kalırsa, bunun enflasyon üzerinde ciddi yansımaları olur. Üstelik enflasyonla mücadelede bundan sonraki süreç daha da zor olacak. Bu nedenle hükümetin, daha dikkatli ve uyumlu olması şart.’
Baykal, memur maaşlarının Ramazan Bayramı öncesi ödenmesine bir diyecekleri olmadığı; ancak bunun Ekonomi Bakanı’ndan habersiz yapılmasının ekonomi çevrelerinde ciddi bir güven kırılması yarattığı kanısında.
Bu nedenle de, ‘Nasıl olur da Başbakan böyle bir kararı, bakanıyla önceden konuşmadan alır? Bunun ekonomi üzerindeki etkileri nasıl değerlendirilmez; anlaşılır gibi değil’ diyor ve ekliyor:
‘Zaten anlamakta güçlük çekilen başka kararlar da var. Örneğin; sanki bu ülkede yoksulun evine her gün, zümrüt, yakut giriyor gibi mücevherde KDV’yi sıfıra indirdiler. Takdirini millete bırakmalı. Bu niye yapıldı ki acaba?’
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, </B>salı günü, AKP Grubu’nda oldukça sinirliydi. Erdoğan, dağıtılan ‘grup gündemi’nde yer aldığı halde Denizli Milletvekili Mehmet Yüksektepe ile Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ü konuşturmadı.
Oysa iki milletvekili, parti kurallarına uygun davranıp AKP grup yönetimine başvurmuş ve konuşacakları konuları belirtmişlerdi.
Erdoğan’ın vekili sıfatıyla grup başkanvekilleri de bazı milletvekillerine söz vermezken, bu üç milletvekilini konuşturmakta bir sakınca bulmamışlardı.
Bu nedenle Erdoğan’ın konuşturmama eylemini, grup başkanvekillerine ‘Ne yaptığınızı bilmiyorsunuz’ mesajı gibi görmemek için neden yok.
OTUR YERİNE
Bazı AKP’liler, ‘O konular zaten Kızılcahamam kampında konuşulmuştu’ diyerek Erdoğan’ı savunma yoluna gitmekle birlikte, çoğu milletvekili Başbakan’ın davranış biçimini daha acıtıcı, kişilik kırıcı buluyor.
Erdoğan, ilk konuşmacı Denizli Milletvekili Mehmet Yüksektepe’ye söz vermezken, ‘Otur yerine, Allah selametini versin’ diyor.
Ancak, sözle yetinmiyor; elini ileri doğru uzatıyor, parmaklarını aşağı yukarı sallayarak ‘Otur, otur’ diyor.
Bunun anlık bir hata olduğu düşünülüyor; ama ikinci söz sahibi Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün de aynı davranışla karşılaşınca, milletvekilleri arasında ciddi bir üzüntü dalgası yayılıyor.
Yüksektepe ve Akgün’e yapılan muameleye rağmen, Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş, salonda el kaldırarak söz talebinde bulunuyor.
Uysal yapısını bilenlerin cesaretine hayret ettiği Aktaş, Erdoğan’ın, ‘Senin de ne konuşacağını biliyorum’ sözlerine, ‘Niyet okuyucu olmayın, diyen siz ne konuşacağımı nasıl okuyorsunuz?’ çıkışı yapıyor.
Aktaş’ın davranışı milletvekilleri arasındaki tansiyonu yansıtıyor.
OYLARI ‘İRECEB’ ALDI
Son konuşmacı Tokat Milletvekili Resul Tosun ise ilginç bir yöntem uyguluyor, ‘Fırça atmayacaksanız benim de söz hakkım var’ diyor.
Erdoğan söz verince fırça yemeden konuşacağı için teşekkür eden Tosun, Başbakan’a övgüler yağdırma yoluna giderken şunları da söylüyor:
‘Partinin adı, amblemi, biz Ahmetler-Mehmetler önemli değil, bu partiye verilen oylar Genel Başkanımızadır. O isterken partimi değil, liderimi sordular. ‘Sana değil, biz İrecebe oy veririz’ dediler.’
Erdoğan, bu konuşmayı ilgiyle izliyor ve Tosun’u, ‘Fırçadan nasibini almış, öğrenmişsin’ esprisiyle yerine davet ederken ekliyor:
‘Konuştuğumuz konuları yeniden buraya getiriyorsunuz. İllerinize gitmiyor, iftar sofralarına uğramıyor, sonra da Genel Başkan sinirlendi, diyorsunuz.’
Erdoğan böyle dese de, Milli Görüş geleneğinden gelen Tosun, ‘Genel Başkan dediğin böyle olur, gürler eser’ demeye getirse de salı günkü grup toplantısı AKP milletvekillerinin çoğunu oldukça üzüyor; bir kısmı salonu terk etme yoluna gidiyor.
Yaşanan tablo Erdoğan’ın, ‘Hakaret ediyorsunuz’ tepkisiyle karşıladığı Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’a ait ‘Fırçalı demokrasi uyguluyorsunuz’ tanımını da genişletiyor.
Yoksa, söz verilmeyen Mevlüt Akgün’ün yanımızda, arkadaşlarına, ‘Erbakan demokrasisinde dinlenir; ama dikkate alınmazdınız. Kasımpaşa demokrasisinde ise hem dinlenmez hem de fırça yersiniz’ demesi başka nasıl yorumlanabilir?
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, </B>dışarıda ne söylerlerse söylesinler, yüz yüze geldiği Avrupalı liderlerden Türkiye’nin üyeliği konusunda olumlu ve net işaretler alıyor. AB Anayasası imza töreni için gittiği Roma’da, Türkiye Büyükelçiği’nde düzenlediği basın toplantısında, ‘Medyada yer alanları değil, liderlerin bana söylediklerini esas alırım’ sözlerinin altında da bu gerçek yatıyor.
AB liderlerinin tutumu konusunda rahatlamış olan Erdoğan, bu liderlerin önündeki tek sorunun kendilerini siyaseten zorlayan ‘iç kamuoyu’ baskısı olduğunun da bilincinde.
Bu nedenle Erdoğan, bir yandan liderlerle sıcak teması sürdürmeye devam ederken, diğer yandan ‘iç kamuoyu’ engellerini aşmanın yollarını bulmaya yoğunlaşmış durumda.
SİYASİ İRADE KARARLILIK GÖSTERİRSE
Erdoğan, Roma’da görüştüğü liderlerle sohbetinde de bu konuları açıyor.
İspanya Başbakanı Rodriguez Zapatero ile yaptığı görüşmede Fransa kamuoyunun tutumu gündeme geliyor.
Zapatero, İspanya’daki durumun aynı olmadığını, hükümetinin ve İspanya halkının Türkiye’ye desteğinin süreceğini belirterek, Fransa konusunda ise sabırlı olmak gerektiğini anlatıyor.
Erdoğan, Jacques Chirac’ın olumlu çabalarını teslim etmekle birlikte, ‘iç kamuoyu’ sorunu yaşayan Avrupalı bütün liderlere kendi deneyimleri üzerinden mesaj gönderiyor:
‘Siyasi irade bir konuda kararlılık gösterirse kendi kamuoyunun tavrı da değişiyor. Benim partimin tabanında AB konusundaki destek yüzde 30 düzeyindeydi. Ciddi bir karşı bakış söz konusuydu. Ancak, ben ve arkadaşlarım bu konuda net tutum aldık. Konuyu kendilerine kararlılık içerisinde anlattık. Ondan sonra tabanın tavrı da değişti. Yüzde 30’luk destek yüzde 80’e yükseldi. Hem de, Türkiye genelindeki destek yüzde 70’teyken, bizim tabandaki destek bunun 10 puan üstünde oldu.’
VATİKAN’DAKİ DEĞİŞİM
Zapatero ise bu noktadaki sıkıntıların da aşılacağı inancını belirtiyor.
Erdoğan’a, Vatikan’ın tutumunda bir değişiklik olduğunu aktaran Zapatero, ‘Vatikan, artık eskisi gibi üyeliğe karşı çıkmıyor. Bazı görüşlerini korusa da Türkiye’nin AB üyeliğinin fayda getireceği kararına vardı’ diyor.
Zapatero, bu gelişmeyi son derece olumlu bulduğunu ortaya koyuyor.
Çünkü Zapatero, bazı Avrupa ülkelerindeki kamuoylarının Türkiye’ye karşı tutumunda, Vatikan’ın görüşlerinin etkili olduğunu ima ediyor.
Erdoğan, bu habere sevinmiyor değil; ama Zapatero’dan kararlı tavrının bundan sonra da sürmesini bir kez daha talep ediyor.
Liderleri boş bırakmayacağını İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile yaptığı görüşmede ‘Aman, desteğini arttır’ diyerek de ortaya koyan Erdoğan, muhatabından duyduğu şu sözlerin rahatlığı ile Roma’dan ayrılıyor:
‘İtalya’da hiçbir sıkıntı yok; ama Türkiye için çalışmaya devam edeceğim. 5 Kasım’da Brüksel’de ara zirve var. Orada olacağım. Eğer kulağına bir şey gelirse beni ara, bilgi ver. Bir şey olursa ben de sana bilgi veririm.’
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2004
<B>AB </B>İlerleme Raporu’nun yolsuzluklarla ilgili saptamaları AKP hükümetini memnun etmedi. Raporda yolsuzlukla mücadele alanında ‘ilerleme sağlandığı’ belirtiliyor, ancak hemen ardından ‘yolsuzlukların Türkiye’de çok ciddi bir sorun olarak devam ettiği’ vurgulanıyor.
Hükümet, parlamento ve diğer birimlerin yolsuzlukla mücadele alanındaki çalışmalarının AB raporunda ‘yetersiz’ ve ‘etkisiz’ bulunması, AKP çevrelerinde ciddi bir rahatsızlığa yol açmış bulunuyor.
AB Komisyonu, demokratikleşme alanında övgüler yağdırdığı hükümete, konu yolsuzluklar olduğunda aynı cömertliği göstermekten kaçınıyor.
Komisyon, raporunda iki somut öneri getiriyor:
- Yolsuzlukla mücadele alanında bağımsız bir otorite oluşturulmalı.
- Yolsuzlukla mücadele yasası çıkartılmalı.
Diplomatik çevrelere göre, AB’nin bu eleştirel bakışının gerisinde komisyonun yolsuzlukla mücadele alanında hükümetle birlikte oluşturmak istediği ortak eylem planının Başbakanlık’ta takılmasının da rolü var.
Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının olumlu görüş bildirdikleri bu çalışmanın Başbakanlığa gittikten sonra burada takılmış olması, Brüksel’de dikkatle not edilmiş ve tepki komisyon raporundaki eleştirel ifadelerle ortaya konulmuş.
YOLSUZLUK MAHKEMELERİ
AB Komisyonu’nun yaptığı uyarının ardından AKP hükümetinin mesajı aldığı ve ciddi bir hareketlenme içine girdiği gözleniyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, TBMM Genel Kurul gündeminin 24’üncü sırasında yer alan Yolsuzlukla Mücadele Yasa Tasarısı’nın, en kısa sürede yasalaşması için AKP grup yönetimiyle gelecek hafta görüşeceğini söyledi.
Tasarı, yolsuzluk davalarına ihtisas mahkemelerinin bakmasını sağlıyor.
Çiçek, ‘Bunun anlamı, hákim ve savcı konunun uzmanı olacak demek. Bugün bu davalardaki en önemli şikáyetlerden biri, iddianamelerin eksik olması. Yani, soruşturmaların eksik yapılması. Bunun önüne geçilecek’ diyor.
Yolsuzlukla mücadelede en önemli sorunu ‘imtiyazlar’ olarak dillendiren Çiçek, bu noktada bir sitemde bulunuyor:
‘İşe buradan başlamalı. Tamam, herkes bağırmasına bağırıyor; ama sonra‘Benim imtiyazım kalsın, diğerleri kalksın’ dışında bir laf etmiyor. O zaman da kimse soruşturulamıyor. Bunu aşmamız şart.’
TASLAK YENİLENİYOR
Türkiye’nin geçirdiği iki mali krizde en büyük rolü yolsuzlukların oynadığına inanan AB de ‘Program Against Corruption in Turkey’ (Türkiye’de Yolsuzlukla Mücadele Programı) başlıklı bir projeyi finanse etmeyi öneriyor.
AB, Başbakanlığa bağlı bağımsız bir kurul oluşturulmasını şart görüyor.
Bu çerçevede, bütün gözler yeniden Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ile AB Genel Sekreterliği tarafından hazırlanmış olan ve Başbakanlık’ta bekleyen taslağa çevrildi.
Bu çalışmayı yürütmekle görevli Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, taslağın yeni baştan ele alınmasını istedi. Dinçer, bu çalışma için, yolsuzluklar konusunda tecrübe kazanmış bir savcı, Emniyet Mali ve Örgütlü Suçlar birimlerinden birer temsilci ve bir Başbakanlık müfettişinin de içinde yer aldığı bir komisyon oluşturdu. Böylece; yolsuzluğun takibini sürekli yapacak, yapılan yolsuzlukları ve yöntemlerini inceleyecek, örgütlü mali suçları tespit edip kara para ile ilgili süreçleri izleyecek yeni bir kamu kurulu için düğmeye basılmış oldu.
Türkiye’deki üst kurullara bu kez bir de Yolsuzlukla Mücadele Kurulu katılıyor.
Yazının Devamını Oku