26 Ağustos 2004
<B>CHP’</B>de parti içi muhalefet hafta sonu yeni politikasını belirleyecek. Üç milletvekilinin CHP’den ihraç edilmesi bu kadarla kalacak gibi değil.
Karar, muhalefetin biraz daha hareketlenmesine, muhalif kanatların Deniz Baykal’a karşı bir araya gelmesine de yol açabilir.
İşin perde arkasına bakılacak olursa, ihraç kararı Baykal’ın bazı yakın arkadaşlarının da içine sinmiş değil.
Olağanüstü Kongre’de beyaz sayfa açan Baykal’ın, kongre sonrasında ‘daha uslu durmalarına’ rağmen üç muhalif milletvekiliyle ilgili ihraç kararına onay vermesi pek de kabul görmedi.
İhraç kararı, Baykal’ın, parti içi muhalefete onay vermediğinin yeni bir kanıtı, ‘Muhaliflerini yaşatmaz’ diyenlerin güçlü bir kozu oluyor.
Karar, Erdal İnönü’nün kendisine gösterdiği toleransı, Baykal’ın muhaliflerine göstermemesi iki genel başkanın demokratik olgunluğunun kıyaslanmasına da yol açtı.
ATEŞ TOPU’NDAN MAGAZİNE
İhraçlar, Baykal’ın CHP’de bayrak açan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e de tolerans göstermeyeceğini ortaya koyuyor.
CHP’ye katılım töreninde Sarıgül’e, ‘Ateş topu’, ‘Seçkin belediye başkanı’, ‘CHP Gençlik Kolları’nın yetiştirdiği fişek gibi adam’ tanımlarını uygun bulan Baykal’ın bugün ‘Magazinci’ tanımıyla yetinmesi bunun ilk göstergesiydi.
CHP’nin internet sitesinde, emniyet birimlerinin Şişli Belediyesi ile ilgili raporlarına yer veren yazıların aynen yayınlanması ise son göstergedir.
Bu yayın, iddiaların CHP yönetimi tarafından ciddiye alındığının itirafıdır.
Bu durumda CHP’nin yapması gereken, iddialarla ilgili disiplin işlemini başlatmak olması gerekmez mi?
Üstelik, Sarıgül’ün bu yolla ihracı hem liderlik şansını bitirir, hem de siyaseten Sarıgül’ü zayıflatabilir!..
Olmaz, olmaz denilmesin; bir muhalif de bu yolla safdışı kalabilir.
DAHA ÖNCE DE İHRAÇ EDİLMİŞTİ
Konuyu sorduğumuz Sarıgül, raporlardaki iddiaların kendisiyle ilgili olmadığını belirterek yoluna devam edeceğini söylüyor.
CHP Genel Başkanlığı için, ‘Kararı halk verecek, Sayın Baykal veya ben değil. Halk Baykal’ı istiyorsa onunla devam edecek, istemiyorsa başkasıyla’ diyor.
Bir kadro sorunu yaşamadığını, milletvekilleri ile bağlantıya ise onları sıkıntıya sokmamak için girmediğini anlatan Sarıgül, birlikte olduğu bazı isimleri açıkladığında herkesin şok geçireceğini ileri sürüyor.
Ancak, bugün yola yalnız çıktığı gerçeği hálá ortada duruyor.
Hedefinin CHP’nin 74-80 ruhunu yeniden canlandırmak olduğunu anlatan Sarıgül, CHP’nin kapısının herkese açık olmasını istiyor; bu çerçevede, üç milletvekilinin ihraç edilmesini antidemokratik ve yanlış buluyor.
Sarıgül, geçmişte kendisinin de ihraç edildiğini, bugün ise ‘başka partilere gitti’ diye eleştirildiğini anımsatarak, ‘CHP’li doğdum, CHP’li ölürüm. Partiden ihraç benim kusurum değildi; DYP’ye, MHP’ye de gitmedim. Bugün Sayın Baykal’ın en yakınları da DSP’den gelmedi mi?’ diye nükte yapıyor.
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2004
<B>İKTİDARA </B>geldikten sonra, <B>‘işi ehline teslim etme’ </B>sözü veren AKP hükümetinin bazı atamalarının bu iddiayı törpülediğini pek çok kez yazdık. Bürokraside özellikle, işle doğrudan bağlantılı ara kademe yönetici atamasında yeterli özenin gösterilmediğini gündeme getirdik.
Bu durumun pek çok önemli kurumda, can alıcı sıkıntılar yarattığı tren kazalarının ardından daha çok tartışılmaya başlandı.
Bu tartışmaları, ‘kendilerini yıpratmaya çalışanların çabası’olarak gören AKP kadrolarında ilginç atamalar devam ediyor.
Özellikle taşrada, ‘nasılsa gözlerden uzak’ düşüncesiyle yapılan bu atamaların bir örneğini sağlık alanında yaşıyoruz.
CAMİDEN SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ’NE
Erzincan Sağlık Müdürlüğü Yardımcılığı’na 17 Haziran 2004 günü atama yapıldı.
Atamayı, Bakan adına Müsteşar Prof. Dr. Necdet Ünüvar ile Bakanlık Personel Genel Müdürü Ali Yerlikaya imzaladılar.
Karar, Mehmet Ali Çelik adlı yeni sağlıkçıya 8 Temmuz’da tebliğ edildi.
Çelik, bu göreve nereden mi geldi?
Gaziantep Ş. Bircan Camii imamlığından.
Nasıl olduysa, 6/2 göstergeli imam Çelik, birdenbire beş kademe terfi ederek 1/1 dereceli Sağlık Müdür Yardımcısı oluverdi.
Çelik’in bu ataması 657 sayılı Devlet Memurluğu Yasası’nın 68/b, 71 ve 74’üncü maddeleri gereği yapıldı.
Devlette göreve 1993 yılında başlayan Çelik, 2001 yılında Açık Öğretim İşletme Bölümü’nden mezun olarak bugünkü atamanın yolunu açtı.
Doğan Haber Ajansı Erzincan Muhabiri Recep Demirci’nin önemli katkılarıyla da teyit ettiğimiz bu bilgileri, işin uzmanlarıyla da paylaştık.
ÖRNEĞİ YOK
Yasa ve yönetmelikler gereği sağlık müdürlerinin hekim olduğunu belirten eski bakan ve uzmanlar, yardımcıların da doktorlar arasından seçilmesinin teamül olduğunu söylediler.
Hukuki zorunluluk olmamasına rağmen, bu makamlara sağlıkçıların atanmasının nedenini de, ‘Yardımcılar da zaman zaman müdürlere vekalet eder, bu dönemde meydana gelebilecek olaylara müdahale etmek durumunda kalır; teftiş ve personelle ilgili değerlendirme yapar’ diye açıkladılar.
Bir imamın sağlık müdür yardımcılığına atanması örneğinin daha önceki dönemlerde yaşandığını anımsamayan bu uzmanlar, ‘Atananın o kurumda bir süre çalışması, şeflik sınavından geçmesi gerekir’ uyarısını da yaptılar.
Oysa Çelik, imamlık cübbesini bırakır bırakmaz, beyaz önlüğü giymişti.
Atamanın gerekçelerini Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, Müsteşar Ünivar ve Genel Müdür Yerlikaya’dan öğrenmek istedik.
Bu isimlerden değil, Bakanlık Basın Müşavikliği’nden arandık.
Sorularımızı aldılar ve bir süre sonra da yeniden aradılar; ‘Böyle bir atama yok’ deyince, biz ‘Hayır, var’ diye ısrar ettik.
Konuya bir kez daha bakacaklarını söyledilerse de bir daha ses çıkmadı; çünkü bu atama doğruydu.
Bakanlığın yanıtı bizde şöyle bir kuşkuya yol açmadı da değil:
Son günlerde Devlet Demiryolları yetkilileri, demiryollarına sabotaj yapıldığı ihtimalleri ile ilgili art arda açıklamalar yapıp duruyorlar.
Allah korusun; yoksa bu sabotajcılar(!) sağlık alanında da mı etkinlik göstermeye başladı!
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2004
<B>ÖZEL </B>hastanelerin 88 milyon liraya alabildiği bir ilaca SSK’nın 230 milyon lira ödemesi üzerine çıkan tartışmanın merkezinde doğal olarak SSK yer aldı. Ancak, işin diğer bir gerçeği, fiyatta sınırların Sağlık Bakanlığı’na bağlı İlaç Fiyatları Belirleme Komisyonu tarafından çizildiğidir.
SSK da alımlarda bu fiyatların göz önünde bulundurulduğunu belirtiyor.
O zaman konuya, ‘88 milyon liraya da alınabilen bir ilaca Komisyon, nasıl oluyor da 230 milyon lira fiyat biçebiliyor?’ diye yaklaşmak da olası.
Komite üyeleri arasında, kamunun ilaç piyasasındaki payının üçte ikisini temsil eden SSK’dan, en azından, tek temsilcinin bile bulunmaması da dikkat çekici.
YA ECZANEDEN ALIMA GEÇİLİRSE
Komisyonun fiyatları serbest eczaneler için de geçerli.
SSK’nın serbest eczanelerdan doğrudan alım yapması ile ilgili bir talep de gündemde ve talebi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da haklı buluyor.
Serbest alımın dedikoduları bitireceği; ama bir yandan halen kurumdan hizmet almayan yüzde 15’lik SSK’lı kitleyi de harekete geçirerek yaklaşık 1 katrilyon liralık yeni bir yük yaratacağı, diğer yandan yerli ilaçta yüzde 33, ithalde yüzde 14 olan indirim olanağını da yok edeceği düşünülüyor.
Bu gerekçelerle, Komisyon’un fiyat belirleme kıstasları elekten geçiriliyor.
Belirlemede İsviçre’deki fiyatların esas alınması, bazı ilaç ruhsatlarının bekletilmesi veya geciktirilmesi eleştiri konusu yapılıyor.
Yabancı ilaç firmalarının hammadde teminini, yurtdışında kurdukları firmalar üzerinden ve yüksek fiyatlarla yaparak kaynak transferine gitmesi de komisyonun gündemine getiriliyor.
Komisyon üzerindeki çalışmaların yanı sıra SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı, Sağlık Bakanlığı hastaneleri ve TBMM üyeleri için ayrı ilaç alımı yapılmasına olanak sağlayan düzenlemelerin tekleştirilmesine çalışılıyor.
3 MİLYAR DOLARLIK BORSA
Ancak SSK, kendi içinden de yeni bir yöntem üzerinde çalışmaya başladı.
Çalışmanın hayata geçmesi halinde, SSK hastaneleri ilaç ihtiyaçlarını 15 günde bir merkeze bildirecek.
Sonraki çarşamba günü ortaya çıkan talep internetten ilan edilecek.
Sağlık Bakanlığı’ndan belgeli, sayıları 100’ün biraz üzerinde olan ilaç firmaları, özel kodlarla bu siteye girerek açık artırmaya katılabilecek.
Teminatlar ve şartname ise daha işin başında ve bir kezliğine verilecek.
Sanal alemde bir ilaç borsası kurulması anlamına gelen bu yöntemle, tüm SSK hastaneleri aynı fiyatla ilaç temin edebilecek.
Projenin gerçekleşmesi için İhale Yasası’nda toplu alımlara olanak sağlayacak değişikliğe gidilmesi gerekiyor.
İşte bu nedenle Kamu İhale Kurumu ile görüşmeler sürüyor; uzlaşma sağlanması halinde 3 milyar dolarlık ilacın satışı sanal borsa üzerinden yapılacak.
SSK yetkililerinin, uygulamanın AB normlarına uygun olduğunu ve yeni bir yatırıma gerek duyulmadığını ifade ettiklerini de belirtmeli.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2004
<B>SON </B>tren kazalarının teknik nedenleri ne olursa olsun, kazalar bu kurumda bir sorun olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor. Hızlandırılmış tren kazasıyla ilgili gensoru oylaması sonrasında yazdığımız gibi, bazı AKP’lilerin hiç değilse genel müdürün görevden alınması talebi yerine getirilmediği için bugün kurum daha fazla yıpranmayla karşı karşıya.
Yıpranan sadece TCDD de olmuyor, bundan AKP ve hükümet de nasipleniyor.
Bir önceki koalisyon hükümetinde ortaklardan biri, aynı tür olaylar karşısında, ‘Surda gedik açtırmam’ demişti.
Bugün o parti Meclis dışında, korunacak suru da yok.
Aynı sur mantığı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da da görülüyor.
PARAŞÜTLE İNİŞ
Ulaştırma Bakanı, Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısı’nın İstanbul kadrosundan olması Erdoğan’ı TCDD konusunda özel hassasiyete götürebilir. Ancak, yılda 500 milyon dolar zarar eden bir kurumun başına getirilenlerin işi ehliyle yapıp yapmadığı konusunda ise kuşkular giderek yerleşiyor.
TCDD internet sitesi gösteriyor ki, Genel Müdür ile iki yardımcısı kuruma paraşütle iniş yapmış; bir yardımcı mahkeme kararıyla yerini korurken, bir yardımcı kurum içi hiyerarşiden gelmiş.
Genel Müdür’den sonraki en etkin yardımcı, kazaları ‘Takdir-i ilahi’ diye niteleyen Ali Kemal Ergüleç’in özgeçmişinde dikkat çeken ibareler yer alıyor:
‘İETT’de Garajlardan Sorumlu Bakım Onarım Daire Başkanı olarak, her gün, 2500 otobüsün hazır olarak servise verilmesini sağlayan çalışmaları yaptı.’
‘İstanbul’da Amerikan Kültür Merkezi’nden bir yıllık eğitim sonunda sertifika aldı. Teknik İngilizce için özel kurslara devam etti.’
‘Modern otobüsler, modern duraklar ve modern garajlar düsturundaki ekibin bir üyesi olarak görev yaptı.’
Son iki satır hemen hemen aynı ifadelerle Genel Müdür için de kullanılmış.
Diğer etkin yardımcı Şinasi Kazancıoğlu ise Erciyes Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden 1996’da mezun olmuş, halen doktora yapıyor.
Bu göreve TCDD 2. Bölge Müdür Yardımcılığı’ndan alınıp getirilmiş.
HA OTOBÜS, HA TREN
Dışardan atamalarla dengesi bozulan kurumun iç havası da karışık.
Olmayacak işler için, ‘Allah emri mi; bu iş olacak’ denerek, çalışana başka bir seçenek bırakılmamış.
AKP kadrolarında görülen ‘güç sarhoşluğu’, TCDD’de de etkili; ‘En az 10 yıl iktidarız, ne istersek yaparız’ havasıyla personel üzerinde baskı kurulmuş.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden tanıdığı bir isime motivasyon toplantıları düzenlettiren Genel Müdür’ün bu toplantıların birinde, ‘Bu işin şu kadar otobüsün işletmesinden farkı yok ki. O işi yaptım; bunu da yaparım’ tavrı kendisini dinleyenleri hayrete düşürmüş.
Başbakan, Bakan, Genel Müdür kazalarda makinistlerin arkasına sığınınca, başta makinistler olmak üzere kurumda stres ve moralsizlik oluşmuş.
Buna rağmen zarar şampiyonu kurumun başına gelmenin zorluklarından çok yerini korumayı öne çıkaran Genel Müdür, hálá istifayı aklından geçirmiyor.
Başbakan veya bakan da bu tasarrufu yapmadıkça ‘Farklıyız’ iddiasındaki AKP’nin eskilerin bir kopyası olduğu her geçen gün daha çok ortaya çıkacak.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2004
<B>TÜRKİYE,</B> Avrupa Birliği mücadelesini çok zor bir dönemde yapıyor. Zorlukların başında, çoğu Avrupalının Türkiye’nin üyeliğine hazır olmaması, AB ülkelerinde ekonominin iyi gitmemesi, 10 yeni üyenin getirdiği yükün ağırlığı, Avrupa Anayasası oylamasına Türkiye’nin malzeme yapılması geliyor.
Bu gerçeklerin bilincinde olmasına rağmen Avrupa, kriterleri yerine getirdikçe kendine daha çok güvenen bir Türkiye’yi karşısında buluyor.
Uyumda hemen hemen eksik bırakmayan Türkiye, uygulamada da fena gitmiyor.
Dışişleri, Adalet, İçişleri bakanlarından oluşan Reform İzleme Grubu’nun önüne daha az sorun geliyor, gelenler de hemen çözüme kavuşturuluyor.
İşkence davalarında süreç hızlanıyor, mahkemeler peş peşe kararlar veriyor; Assompsion Rahipler Topluluğu, Bahailer, azınlık ibadethaneleri ile ilgili sorunlar çözülüyor; eski DEP milletvekilleriyle ilgili sıkıntı sona eriyor.
EVLATLARINI İSTEYEN ANNELER
İşlerin iyi gitmesi, AB’den gelen heyetlere karşı tutumu da etkiliyor, Türk tarafının ‘alttan alma’ devri sona ermiş durumda.
AB’nin pek çok talebi, Avrupa ülkelerinden örneklerle geri çevrilebiliyor.
Bunların yanı sıra, bazı ilginç diyaloglar da yaşanıyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, kendisini ziyaret eden bir AB heyetini kabul ederken, açık pencerelerden kapı önündeki protestocuların sesleri geliyor.
Heyet üyeleri, ‘Maaşlarını mı istiyorlar?’ diye sorunca, Çiçek hiç çekinmeden, ‘Hayır; sizin de haklarını korumak için yarıştığınız adamların canlarını aldıkları evlatlarını geri istiyorlar’ yanıtını veriyor.
Çiçek, kapıdaki protestocuların şehit anaları olduğunu belirterek, ‘Biraz da mağdurların haklarını koruyun’ diyor.
Görüşmede heyet, seçilmiş bazı cezaevlerindeki sorunları masaya getirince, Çiçek devam ediyor:
‘Bakın sık sık Diyarbakır’a heyetler gönderiyorsunuz. Bu heyetler bir kez de karayoluyla gitsinler; yol üzerinde pek çok cezaevi var. Oraları da ziyaret etsinler. O zaman raporları objektif ve genel olur. Unutmamak gerekir ki, mezardaki insanların da hakları var, yakınlarının da acısı.’
VAN’A DEĞİL İZMİR’E GİDECEK
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri Günther Verheugen, eylül başında Türkiye’ye geliyor.
Verheugen, ziyareti sırasında Diyarbakır ve Van’a da gitmek istiyor.
Van tercihinin nedeni son gelişmeler değil, bölgesel.
Türk tarafı, Diyarbakır’a itiraz etmiyor; ama bir ilin de Batı’dan seçilmesini istiyor ve Van’ın yerine İzmir’de karar kılınıyor.
Şimdi Türk tarafının bu ziyaretten bir beklentisi daha var.
Demokratikleşme, insan hakları, AB standartları, Kürt sorunu konusunda büyük emekler vermiş bir kamu görevlisinin önerisi bu:
‘Verheugen, Diyarbakır ziyaretinde, teröre destek verdiğini ortaya koyan Belediye Başkanı Osman Baydemir’i programından çıkarsın. AB’nin terör karşısındaki duruşu da bunu gerektiriyor.’
Haksız bir beklenti olduğunu kim söyleyebilir?
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2004
<B>MECLİS’</B>in ekimde başlayacak yeni yasama dönemi, Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan’</B>ı yeni ve önemli kararlar vermekle karşı karşıya bırakacak. Meclis Başkanı Bülent Arınç’tan katip üyeye, grup başkanvekillerinden komisyon başkanlarına kadar Meclis yönetimi yeniden belirlenecek.
Bu kez görev alacak isimler AKP’yi genel seçime de götürecek isimler olacak.
Başka bir anlatımla Erdoğan, seçim dönemine yönelik partisindeki ilk yapılanmayı TBMM’de gerçekleştirecek.
Mevcut yapılanma Abdullah Gül’ün başbakan olduğu günlerin izini taşıyor.
Yeni tercihler bu açıdan da bazı mesajlar içerebilir.
SÜRPRİZ ARINÇ’IN ADAY OLMAMASI
Stand-by anlaşması ve AB’ye yönelik umutlu tablonun güçlü kıldığı Erdoğan, parti grubunu daha yakından tanımanın avantajına da sahip bulunuyor.
Bu nedenledir ki, Meclis Başkanı Arınç bile Erdoğan’ın yüzde yüz desteğini kazanmak durumunda olduğunun bilinciyle, adaylık için partisine bakacağını ifade ediyor.
Erdoğan’ın en fazla merak edilen ve en çok tartışılacak olan seçimi de Meclis Başkanlığı için olacak.
Başbakan, bu tercihiyle ya bazı çevrelerin yakınmalarını ortadan kaldıracak, ya da Arınç merkezli olası yeni tartışmaları göğüslemeye devam edecek.
İkinci seçenek güçlü görülüyor; sürpriz, Arınç’ın aday olmamasıdır.
Adaylığı ile seçilmesi aynı anlama gelecek olan Arınç konusu bir kenara, Erdoğan, TBMM’de bazı koltuk sahiplerine fatura keserken, bazı isimleri de öne çıkaracak.
Örneğin; 4 eski DEP milletvekilinin cezaevinden çıkmasının ardından yaşanan gelişmeleri bir bildiriyle kınayan 10 AKP’li arasında yer alan TBMM Başkanvekili Sadık Yakut ile NATO Türk Grubu Başkanı Vahit Erdem’in yerlerini korumaları büyük sürpriz olacak.
KÜÇÜK SARSINTILAR ÇOK NORMAL
Erdoğan, ne kadar güçlü olursa olsun yapacağı bu tercihlerin sonucunda partisinde bazı sarsıntıları önleyemeyeceği de kesin gibi.
Çalkantıların boyutu büyük olmayabilir; ama Erdoğan’ın eski arkadaşlarına ağırlık verip bazılarına ceza kesme yoluna gitmesi, öncelikle, AKP’nin yeniden imaj sorunuyla karşılaşması anlamına gelebilir.
Bununla da kalınmayacak gibi görünüyor.
Bugün kamuoyunda, AKP’nin ayrışması yönünde bir talep ve beklenti yok. Ancak Erdoğan’ın ekim ayında yapacağı tercihler, en küçük talebin oluşması halinde AKP zeminini kolaylıkla ayrışmaya elverişli hale getirebilir.
AKP’nin merkez kanadı, parti ve TBMM yönetimi ile Bakanlar Kurulu’ndaki Milli Görüş ağırlığının azaltılması beklentisi içinde.
Bunun olup olmayacağının ilk işareti de ekimde verilecek.
Eğer burada bir yenileşme görülürse, parti yönetimi ile Bakanlar Kurulu’nda değişikliğe gidilmesi zorunlu hale gelecek.
AKP’deki kimi kaynaklara bakılırsa, IMF ile stand-by yapılması kararı, Bakanlar Kurulu’ndaki değişikliği erkene çekebilir.
Hızlandırılmış tren kazası bunun tuzu biberi de olabilir.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2004
<B>CHP’</B>nin, 38 yurttaşın ölümüyle sonuçlanan Hızlandırılmış Tren kazası nedeniyle Ulaştırma Bakanı <B>Binali Yıldırım</B> hakkında verdiği gensoru önergesinde sürpriz yaşanmadı. Doğrusu, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da beklenmedik bir sürprizin ortaya çıkmaması için gerekli tüm önlemleri aldırmıştı.
Büyük sayısal farka rağmen, AKP grubunun gensoruya en yüksek sayıda katılımının sağlanması için önlemler aldırdı.
Sonuçta da, toplantı öncesi görüştüğümüz AKP Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa, AKP’den 300’e aşkın katılım beklediklerini söyledi; öyle de oldu.
FARKLI OLMA ŞANSI KAÇTI
Başbakan Erdoğan, işi sıkı tutmasaydı AKP’de bir miktar fire olabilecekti.
Erdoğan, bunu önlemekle yetinmeyip başka hedeflerini de gerçekleştirdi.
AKP milletvekilleri Genel Kurul Salonu’na girmese Meclis toplanamayacaktı.
Erdoğan, bu yola tenezzül etmeyerek hem muhalefetin görevini yapmasına saygı göstermiş, hem de toplumsal sorumluluğu yerine getirmiş oldu.
‘İktidarı çatlatabiliriz’ beklentisindeki muhalefete, ‘İstediğim zaman grubu hükümetimin arkasında kenetleyebilirim’ yanıtı verdi.
AKP Grubu’na ise, çok güvendiği bir arkadaşını muhalefete yem etmeyeceğini göstererek ‘Güvenimi kazanan yaşadı’ mesajı iletti.
Başbakan’ın dünkü oylama sonucunda bu hedefleri gerçekleştirdiği, bir zafer daha kazandığı rahatlıkla söylenebilir.
Ancak, AKP Grubu’na bakıldığında Erdoğan’ın zaferini büyütme şansını kullanmadığını söylemek de mümkün.
Bu da en azından, soruşturma bitene kadar TCDD Genel Müdürü’nün görevden uzaklaştırılması; böylece, AKP milletvekillerinin daha büyük bir gönül rahatlığıyla oy kullanması sağlanarak gerçekleşebilirdi.
Bu görüşteki AKP’liler, ‘Böylece, eski iktidarlardan farkımızı da ortaya koymuş olurduk’ görüşünü dile getirdiler.
‘GEÇMİŞTE YAPTIK DA NE OLDU?’
Bayburt Bağımsız Milletvekili Ülkü Güney de, bu görüşteki AKP’lilere anlamlı ifadelerle destek veriyor.
AKP gibi bir rüzgár sonrası tek başına iktidar olmuş, ama bugün TBMM’de dahi temsil edilemeyen ANAP’ın etkili isimleri arasında yer almış, bakanlığını yapmış Güney, kazası sonrası hükümetin akıllı manevra yapmadığı düşüncesinde.
Güney, ‘Geçmişte aynı şeyleri biz de yaptık. Adamımızı koruyacağız diye ısrar ettik. Koltuğu koruma öne çıktı. Bu anlayışın ülkeye de, partilere de yararı olmuyor. O ısrarlarımızın sonucu ortada; lafa gerek var mı?’ diyor.
‘TCDD Genel Müdürü’nün geçici uzaklaştırması’ önerisine hak veren Güney, ‘Eski bir bakan olarak, bakan görevden alınsa ne olurdu ki, diyorum. Ülkeyi her şeyin önüne tutmayanlar halkı kaybederler’ uyarısı yapıyor.
Başbakan Erdoğan’ın dünkü oylamayla grubunda gedik açtırmadığı kesin.
Ancak, Güney’in sözlerinin de ortaya koyduğu gibi, asıl önemli olan halkta bir gedik açılıp açılmadığıdır.
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2004
<B>HIZLANDIRILMIŞ </B>tren faciası AKP’yi, kendi getirdiği bürokrat kadrolarla bir kez daha yüzleşmeye itmek durumunda. Bu kadroların çoğunluğu, yeni bir şeyler yapmak konusunda iyi niyetli.
Ancak, bunları gerçekleştirmede bazı engeller bulunduğunu göremiyorlar.
Engelleri ilk etapta, yeterlilik, güçlü devletçi anlayış, sadece kendinden olanlara güvenip diğerlerini dışlayıp onların uyarılarını iyi niyetli bulmama, iş yapma yeteneğiyle dindarlık arasında doğru orantı kurma, gücün havasına girme, AKP ile kendilerini özdeşleştirme diye sıralamak mümkün.
Özellikle gözlerden biraz daha uzak tutulabilen; ancak işle doğrudan bağlantılı, ince bıyıklı ara kademe yöneticilerde bu sorun daha can alıcı.
KENDİ HUKUKUNU YARATMAK
Bu hatalar, insan kaybı da dahil, önemli kusurlar yaratsa da bir şekilde görünmez kılınıyor, ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışı öne çıkarılıyor.
Örneğin, doğal felaketler karşısında bazı yörelere uzun günler elektrik verilmemesi, baraj kapaklarının açılmasından kaynaklanan seller, THY rötarları gibi konulara belki bu açıdan da bakılması gerekirdi; ancak sanki ‘es’ geçildi.
‘Ben yaptım oldu’ anlayışını güçlü kılınca hukukilik geri plana itiliyor.
Bağlı bulundukları makamlara, ‘Mevcut ödenekler de fazla, seneye artış istemiyorum. Hakedişleri yüzde 30, 40 kestim, önceki idarenin işlerini geçersiz kıldım’ diye övünenler, yüklenicileri mahkemelere yönlendiriyor.
Ancak, mahkemelerin ağır tazminata hükmetme olasılığı pek düşünülmüyor.
Oysa, devletin gelecekte daha büyük yükle karşılaşabileceği belirtiliyor.
DİNÇER DE ETKİN OLAMIYOR
Bazı bürokratların devletçi ve gücü kendinde toplayıcı anlayışlarını AB ve serbest piyasa hedefleri bile kıramıyor.
AKP’nin getirdiği en yüksek kademedeki bürokrat olan Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer yetkilerinin pek çoğunu devretmişken, diğer bürokratların neredeyse tamamının daha aksi çabalarda olduğunu söylemek mümkün.
Dinçer’in de bundan yakındığı biliniyor; ama ilginçtir ki başkanlık ettiği müsteşarlar toplantısında, ‘Sayın Başbakan benim onayımı görmeden hiçbir şeye imza atmıyor’ demesine karşın, bağımsız kurulların bazı yetkilerinin geriye alınmasını düzenleyen tasarılara da rahatlıkla geçit veriyor.
‘Bir kurumuna bağlı bürokratların, tüm diğer kurumların bürokratlarının devleti kendileri kadar korumadığına inanmaları’ bilinen bir gerçek.
Dinçer, AKP iktidarında da bu kuralın değişmediğini ilk fark eden isim; ama aynı toplantıda, bir müsteşarın, ‘Sayın müsteşarım, biraz da bize güvenin’ sitemi ile karşılaşması da bir ilginç rastlantı.
Acaba, onlar daDinçer’i ‘Benim doğrularım var’ anlayışında mı buluyor veya en önemli görevi Başbakanlık’la Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay arasında koordinasyon sağlamak olan Dinçer’in bu alandaki kuşkulu durumu AKP’nin bürokratik kademelerinde de mi geçerli?
Bu ayrı bir konu olarak görülse de bıçağın kemiğe dayandığını, bunu gören bazı bakanların kendi getirdikleri bürokratlar arasında ayıklamaya gitme noktasına geldiklerini belirtmeli.
Yazının Devamını Oku