30 Ağustos 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı konuşma, yeni döneminde Türkiye’nin daha az gerginlik yaşayacağının işareti olarak kabul edildi. CHP’li geçici TBMM Başkanı Şükrü Elekdağ gibi bir ismin, Meclis’i açarken bu konuşmaya birkaç kez atıf yapması da bunun önemli bir kanıtı.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması ile Türkiye’de yepyeni bir dönemin başladığı ne kadar su götürmez bir gerçekse; doğan tedirginlikler, korkular, soru işaretleri de o kadar gerçek.
Ancak Gül’ün yemin sonrası TBMM kürsüsünden yaptığı konuşma, Erdoğan’ın seçim gecesi verdiği mesajlar gibi umut doluydu.
Aslında Gül, adaylık sürecinde, partileri ve sivil toplum örgütleri dolaşırken verdiği sözlerle de konuşmasının içeriğini tamamlıyor.
SÖZE SADAKAT
Şimdi, Erdoğan gibi Gül’den beklenen tek şey sözüne sadık kalmasıdır.
AKP’de Gül’ün bunu yapacağına inanç tam, AKP dışındaki çevrelerde de bu yönde güçlü bir inanç ve beklenti var.
Bu konuda AKP çevrelerinden ilginç bir değerlendirme de geliyor.
Erdoğan, yeniden aday olduğunda Gül için, "Özü sözü bir" dedi.
AKP çevreleri, bu sözde önemli bir mesajın yattığını belirtiyorlar.
Çünkü, dinen özü, sözü bir olmamak münafıklık anlamına geliyor.
Ancak, kişiye, yeterli bir zaman vermeden, daha yolun başından bu sıfatı yakıştırmak ise haksızlık.
Gül, daha görevi önceki gün devraldı, önünde 7 yıllık süre var.
Bugünden önyargılarla Gül’e tavır almanın, en azından halk üzerinde, inandırıcı bir etki yaratmasını beklemek hiç gerçekçi değil.
Önyargıları geride bırakmanın en kolay yolu Gül’ün sözüne sadık kalıp Köşk’te, siyasi çizgisinden uzak, devletin gereklerine uygun davranmasıdır.
DIŞ POLİTİKADA YÖNETİM GÜL’DE
Yeni süreçte Gül’ün yapması gereken ilk iş TSK ile ilgilidir.
Son beş yılda TSK, AKP’ye yakın bazı kesimlerce sürekli eleştirildi, kimileri ağır olan töhmetler altında bırakıldı.
Gül, Erdoğan’ın da yardımı ile bunu engelleyecek etkiye sahip.
Komutanların tutumunu içine sindirmiş olmasa da cumhurbaşkanı, başkomutan olarak TSK’ya yönelen bu eleştirileri durduracak bir çıkış yapmalı.
Erdoğan, meydanlarda Gül’e sağladığı zemin ve adaylığının yolunu kapatmayarak onu kendisiyle eşit düzeye çıkardı, diyebiliriz.
Bugün ise cumhurbaşkanı olarak Gül, artık Erdoğan’dan bir adım önde.
Her iki ismin de bunu kabullendiğini düşündüğümden, ikisi arasında, en azından kamuoyuna yansıyacak bir çekişmeye pek olasılık vermiyorum.
İki ismin ilişki derinliği bunu zorunlu kılıyor.
Dünkü Bakanlar Kurulu çalışması da bunu gösteriyor.
Dışişleri Bakanı’nın Ali Babacan olması bunun bir kanıtı.
Bunun anlamı, Erdoğan’ın,dış politikada yönetimi Gül’e bıraktığıdır.
Çünkü, Ankara’da herkes bilir Babacan, Gül’e sormadan adım bile atmaz.
Burada, belki de tek sakınca, dış görüntüdür.
Bir ülkenin, ülke dışındaki en önemli üç temsilcisi cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanıdır.
Türkiye’de bu üç makamın sahibinin eşlerinin başı örtülü.
Bunun yaratacağı görüntü Türkiye’nin imajı olarak kabul edilecek.
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2007
AKP’nin, Prof. Dr. Ergun Özbudun dışında hiçbir üyesi bilinmeyen öğretim üyelerine hazırlattığı anayasa taslağı parça parça gün ışığına çıkıyor. Toplumun tümünü ilgilendiren bu taslağı hazırlayanlarla ilgili gizemi anlamak mümkün değil; ama taslağın sahipleri yenisini, 1982 Anayasası’na, onun Kenan Evren’e göre yazılmasına tepki olarak hazırlamışlar.
Daha üzerinde uzun tartışmalar yaşanacak olan; ancak 2008’in sonunda yürürlüğe girmesi hedeflenen metin için AKP, ilk toplantıyı bugün yapıyor.
Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat başkanlığında 10 milletvekilinden oluşan siyasi komisyon, bugün ilk taslak metin üzerinde çalışacak.
Sonraki toplantılar ise yarın biteceği belirtilen akademisyenler komisyonunun ikinci taslağı üzerinden devam ettirilecek.
GÜL, İŞSİZLİKTEN SIKILACAK
Tepki özelliği nedeniyle taslak metinde en çok göze batan, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinde neredeyse 1961 Anayasası’na dönülmüş olması.
61 Anayasası’nda iki paragrafla sınırlı tutulan yetkiler, 82 Anayasası’nda 26 paragrafa çıkarılmıştı.
Şimdi bunların büyük bölümü geri alınınca Abdullah Gül’ün işsizlikten sıkılacağını söylersek abartmış olmayız.
Bu çerçevede yeni cumhurbaşkanının, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu ile YÖK’e üye ve yönetici atama; rektörleri seçme; vali ve büyükelçi dışındaki bürokratlarla ilgili atama kararlarını imzalama gibi yetkileri yok ediliyor.
Bu makamlara atama kurum içi seçim ve hükümet kontenjanı ile olacak.
Bununla da yetinilmiyor, Ahmet Necdet Sezer’in kamu kurumlarını denetlemek, yolsuzluk iddialarının üzerine gitmek için sık sık harekete geçirdiği Devlet Denetleme Kurulu da kaldırılıyor.
YÜKSEK YARGIDA SÜRE SINIRI
Yeni taslakta yüksek yargı üyeleri ile ilgili ilginç bir bölüm de var.
Mevcut uygulamada, bu üyeler 65 yaşına kadar görevlerini sürdürebiliyor.
Yeni metinle Anayasa Mahkemesi üyeleri dışındaki yüksek yargı mensuplarına, en fazla iki kez, o da 10 yılı geçmemek üzere görev hakkı veriliyor.
Anayasa Mahkemesi üyeliği ise tek seferde 10 yılla sınırlanıyor.
Böyle köklü düzenlemeler getiren metin üzerinde çok tartışma yapılacak.
O nedenle, muhalefet partileri, üniversiteler, meslek örgütleri başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin katılımını sağlamak çok önemli.
82 Anayasası’nın madde madde değiştirilmesi ile sonuç alınamadığı için özellikle CHP’nin yeni çalışmaya katkısı mutlaka olmalı.
Mevcut Anayasa’nın birey özgürlüğü yerine devleti daha çok koruduğu ortada.
Yeni taslak ise buna tepki olarak İnsan Hakları Evrensel Belgesi, Avrupa İnsan Hakları ile sosyal sözleşmeyi, ikili anlaşmalara atıfla hazırlanmış.
CHP’nin hassasiyetlerini ortaya koyması, daha kapsayıcı bir anayasa yapılması için bu fırsatı değerlendirmesi; ama AKP’nin de ne yapıp edip CHP’yi ikna edecek formülü bulması, uzlaşmayı sağlaması şart.
Tartıştığımız sıradan bir yasa değil, anayasa.
Uzlaşma olmazsa, ’sivil anayasa’ bu Meclis’ten zor geçer.
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2007
BASIN Yayın Yüksekokulu 3. sınıf öğrencisi olarak, bin 500 tirajlı Ankara Ekspres Gazetesi’nde belediye/polis muhabiriyken beni keşfedip 1981 sonunda tirajı milyona ulaşan Günaydın’a alan Bekir Coşkun’dur. Günaydın’da 8 yıl ustam olduğu için ona "Abi" demeye hakkım var.
Bekir Abi, Sabah’a gittiğinde de yanına çağırdığı muhabirlerden oldum.
On yıl süren bu yönetici/muhabir ilişkimiz Bekir Abi, Hürriyet’e geçince bir kez daha kesintiye uğradı.
Ama, bu sürede ondan çok şey öğrendim; en çok da dürüstlüğü, doğruluğu, haber kaynağına ve okura saygılı olmayı, ilişkilere özen göstermeyi.
Ne güzel rastlantı ki Bekir Abi ile bu ayrılığımız az sürdü.
Bu kez Ertuğrul Özkök ile Sedat Ergin beni, onunla aynı mekánda buluşturdu.
Üç yıldır da çırağı, onunla aynı gazetede yazarlık yapıyor.
Bundan övünç duyduğunu biliyorum; ama asıl Bekir Abi benim gururum; onda nasıl bir yürek, nasıl bir vicdan, nasıl bir yurt sevgisi olduğunu bilirim.
O, Türkiye’nin değerlerinden biridir; Başbakan, ona başka bir ülke önereceğine, başka ülkelerde onunla övünmesini bilmeli.
AĞAR NİYE MAKAMINDA OTURMUYOR
Pazartesi günkü, "Hani memur değildi Mehmet, Mehmet Ağar" başlıklı yazım üzerine Ağar arayarak sitemde bulundu.
Bir aydır, kendisi aleyhinde yazılar yazdığımı savunan Ağar, DP Genel Başkanlığı’na dönüş nedenlerini, yazılı olarak açıkladığını belirtti.
"Tek amacım partiyi kongreye götürmek" diyen Ağar, "Niye her gün gidip partide oturmuyorum? Bir saatliğine uğradım, sonra gittim mi?" diye sordu.
Yanıtını da, "Eğer siyaseti sürdürsem, buna hevesim olsa 24 saat orada oturur, onu bunu arar, sabah akşam beyanat verirdim. Bunca gelişme var, çıkıp da tek bir siyasi beyanat veriyor muyum?" diye verdi.
Dönüş kararını, Genel İdare Kurulu’nun (GİK) kongre kararı alamaması üzerine 75 il başkanının yazılı talebi üzerine verdiğini anlatan Ağar, yardımcıları Celal Adan ile Melek Atalay’ın etkisinde kaldığı yönündeki ifadelerime atıfla, "Bu kararı kimsenin etkisinde falan kalarak almadım. İl başkanlarının bu talebine duyarsız kalamazdım" dedi.
Dönüşü üzerine kongre kararı aldığını sözlerine ekleyen Ağar, "Yoksa GİK iki kez toplandı, niye kongre kararı alamadı?" sorusunu yöneltti.
İNTİHAR MIEDELİM
"Ayrılma kararına sadık kalsaydınız daha iyi olmaz mıydı?" dediğimde ise Ağar, DP’nin toplanacak kongrede gerekli değerlendirmelerini yapıp yoluna devam edeceğini söyledi.
Kongrede aday olmayacağı izlenimi veren Ağar, şimdi konuşmamasının da gelecek yeni yönetimi bağlamamak amaçlı, diye açıkladı.
Ağar, Anavatan’la bütünleşme sürecine ise yine değinmek istemedi.
"Artık neyi konuşayım ki, siyasetin dışındayım. ’Siyasete devam’ desem konuşurum" diyen Ağar’ın son sözleri de şöyle oldu:
"Artık bizimle uğraşılmasın. Ne yapalım yani, intihar mı edelim? Bizim yaptığımız namuslu, haysiyetli bir davranış."
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2007
MEHMET Ağar’ın DP’nin Genel Başkanlığı’na dönüşüne çok şaşırdım.<br><br>Eski Genel Başkan Yardımcısı ve Ağar’ın en yakın arkadaşı Celal Adan, bana defalarca, "Mehmet Bey dönmeli" demişti. Ağar’ın en yakınlarından bilinen diğer Genel Başkan Yardımcısı Melek Atalay’ın da aynı görüşte olduğunu biliyordum.
Bu iki ismin görüşlerine rağmen şaşkınlığımı gizlemiyorum.
Birincisi; bu iki isim artık Ağar’ı etkileyemezler, diye düşünüyordum.
İkincisi ve asıl neden Ağar’ın, 5 Ağustos’ta bana verdiği demeçti.
"Çekildim kenara, kendimize bakıyorum. 34 senedir harp ediyoruz; dile kolay, biraz sükunet lazım" diyen Ağar’a şunu anımsattım:
"İstifanın gerçek olmadığı, geri döneceğiniz söyleniyor."
MEMUR MUYUZ
Bakın o gün, Ağar bu soruma ne yanıtı verdi:
"Biz memur muyuz ki bir de istifa dilekçesi yazalım? TV’lerde beyanatım çıkmış. Bu beyanat nedir yani? Yazılı teyit gerekir mi? Biz çocuk muyuz? ’Hayır, ben etmemiştim, ağzımdan kaçtı’ mı diyeceğiz? Çok istiyorlarsa onu da yaparız."
Bu sözlerin sahibi, seçim kampanyasında "Mehmet, Mehmet Ağar" sloganını kullanan bir liderdi.
Sloganın anlamını açıklamaya hiç gerek yok; ama Ağar’ın basın sözcüsü Necmi Hatipoğlu’na seçim gecesi yaptırdığı istifa açıklaması ortada.
Geri dönüş kararı, "Mehmet; Mehmet Ağar" slogandaki kişiliğe haksızlıktır.
Ancak, anlaşılan Ağar, seçim kampanyasındaki gibi kendisine gösterilen tabloyu perdenin arkasındaki gerçeklerle karşılaştıramıyor.
Anımsayalım DP’nin başlangıç mitingleri oldukça moral bozucuydu.
Sonra birdenbire bir canlanma görüldü.
Kimileri bunu DP’nin barajı aşma işareti olarak gördü.
Oysa bir cemaatin 2002 seçiminde ANAP’a yaptığının tekrarıydı.
GÖLGEDE KALAN LİDER
DP’nin Antalya mitinginde o cemaatin lideri kürsüye çıktığında alandaki dalgalanma parti lideri Ağar’ı gölgede bırakmıştı.
Ağar, bundan hiç de rahatsız değildi.
Konya mitingindeki tablo bence daha da düşündürücüydü.
Ağar, mitinge Isparta’dan gelmişti; cemaat liderinin adını söyleyip, "Onun selamını getirdim" dediğinde alanda Antalya’daki gibi dalgalanma yaşandı.
O an, DP liderinin düştüğü çıkmazı görebiliyorduk.
Bugün de yine birilerine güvenilerek aynı çıkmaza giriliyorsa, bundan en büyük zararı artık sükûnet isteyen Ağar görecektir.
Dönüş kararı sonrası gittiği genel merkezde tek kişi tarafından karşılanması, yardımcılarının dahi kapıya çıkmaması bunu göstermiyor mu?
O nedenle, birilerinin "Yapma Mehmet, Mehmet Ağar" demesi gerekiyor.
Çünkü kongrede karşılaşılacak tablonun garantisi yok.
Ağar’ın, DP’nin kendi yolunu bulması için açtığı yoldan dönmemesi gerekirdi.
Çünkü, ’meleklerle’ ’ulular’, o kadar yardımcı olamayabilir bu kez.
Sadece Ağar, kızgın bir delegenin ortasına atlamış olmakla kalır.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2007
ABDULLAH Gül’ün adaylığı iki şeyi yeniden gözler önüne serdi.<br><br>Bir, Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın siyasi ilişkisinin çok özel ve sağlam olduğunu herkes kabul etmeli. Gözle görülür, elle tutulur bir kanıt olmadığı sürece, iki isme yakın kaynakların ürettiği haberlere kuşkulu bakmalı.
Çünkü, sorun aşmada en büyük etken ilişkideki derinlik.
İki, AKP’nin diğer partilere göre bir büyük avantajı var.
Bu partinin bir numarası, iki numarası, hatta üç ve dört numarası dahi belli ve tartışmasız kabul gören isimler.
Bu isimlere dayalı tasarruf da partide hemen onay buluyor.
YAŞ’TA SÜRPRİZ YAPMAZ
Gül’ün adaylığında 22 Temmuz’un etkisi ortada.
22 Temmuz öncesinde, Meclis’in temsil yeteneğinden, AKP’nin oy tabanının darlığına kadar birçok gerekçe ile Gül’ün adaylığına karşı çıkanların tezleri haklılık içeriyordu.
Ama seçmen yukarıdaki gerekçeleri ortadan kaldırdı.
Başbakan’ın, böylesi bir makama adaylığı sadece Gül’ün kararına bırakması da başka bir seçeneği yok etti.
Bu noktada sözünde durmayan Gül değil, "Uzlaşma arayacağım" diyen Erdoğan’dır.
O nedenle CHP, Gül ile görüşseydi daha iyi olurdu.
DSP’nin tutumu da bu açıdan dikkate değer.
Şimdi sorun Gül’ün nasıl bir cumhurbaşkanı olacağıdır.
Kendisine yakın kiminle konuşsam, sözbirliği etmişçesine, "Göreceksiniz herkesi şaşırtacak, ezberleri bozacak" diyor.
İlk akla gelen soru YAŞ kararları karşısında ne yapacak?
Yürütmenin başı, başbakan olarak kararlara şerh koymuştu.
Ama artık başkomutan olacağından o konumu geride kaldı.
Kararları, tereddütsüz yürürlüğe koyar, aksi şık da olmaz.
PARANTEZLERDE KALACAK MI
Şaşırtıcı görülmemesi gereken bir şey daha var.
Gül, bundan sonra dünkü Gül olmayacak, kendi mahallesinin sakinleri bile karşılarında eski Gül’ü bulamayacak.
Başbakan, Başbakan Yardımcısı olarak Gül’ün geçmişte önemli parantezleri oldu; ama yeni dönmede parantez kalmayacak gibi.
Bu noktada akla gelen önemli bir soru da rektör ve yüksek yargıdaki atamalarda nasıl bir yol izleyeceğidir.
Tahminler, en çok oyu alanları atamayı yeğleyeceği yönünde.
Bundaki temel dayanağı da demokratlık iddiası ve adayın temsil yeteneği.
Çünkü aksi, Sezer’in çok eleştirdikleri tutumunu yinelemektir.
Bir nokta daha, tabii yine tahminlere dayanıyoruz.
Gül, cumhurbaşkanı olarak dini tamamen özel alanına çekecek.
Bütün bunlar kolay mı; değil tabii.
Çünkü, "eski mahallesindeki" çok yakınları hálá toplumun bir kesimine laik duyarlılıkları nedeniyle haksızlık etmekte.
Gül’ün köşe kapmış bazı mahalle arkadaşları, "Laikçilerin AKP’li bir belediye başkanı zorda kalsın diye musluklarını açık bıraktıklarını" yazacak kadar pervasızlık edebiliyor.
Gül, asıl bu mahallelilerinin ezberini bozarsa başarılı olur.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2007
MECLİS güzel bir başlangıç yaptı; art arda umut veren gelişmeler yaşandı. <br><br>Köksal Toptan’ın başkan seçilmesiyle bu makama oturanın görevinin gerginlik üretmek değil, uzlaşma sağlamak olduğunu yeniden göreceğiz. Toptan, kendisine olan güvenin karşılığını verebilecek en iyi isimlerden biri.
Meclis Başkanlık Divanı da bir özlemi sonunda gerçeğe çevirdi.
Önce AKP, üç kadını, Fatma Kotan, Canan Candemir Çelik, Fatoş Gürkan’ı kátip üye olarak; sonra CHP, Güldal Mumcu’yu ardından da MHP Meral Akşener’i Başkanvekili seçti.
Kadınların TBMM’deki temsil oranı hálá yetersiz; ama artık Genel Kurul kürsüsünün tamamen kadın vekillerce doldurulduğunu görüceğiz ve bununla Atatürk Türkiye’si diyerek övüneceğiz.
Eminim ki bu beş örnek kadın o kürsüden en iyi performansı göstererek, hemcinsleri adına bir devrim yapacaklar.
GÜL’ÜN HAKKI
Şimdi sırada Cumhurbaşkanlığı seçimi var.
Abdullah Gül’ün, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından caydırılmak istendiği haberlerine hálá, "yeni bir çelik çomak mı" diye kuşku ile bakıyorum.
Sanki yine senaryosu Erdoğan tarafından yazılmış, iyi bir oyun oynanıyor.
Çünkü, eğer bu bir senaryo değilse, Cumhurbaşkanlığı kararını, seçimin sonucu neyi gösterir diye beklemeden Abdullah Gül’e bıraktığını defalarca açıklayan, onu seçim meydanlarında yanından ayırmayan Başbakan’ın, Gül’ü caydırmak istemesi tam bir haksızlık olur.
Eğer ortada bir mutabakat varsa, bu mutabakat seçimden önce de vardı.
Buna rağmen meydanlara çıkarılan Gül’den çekilmesini beklemeye ilk başta Erdoğan’ın hakkı olamaz.
Artı önemli olan Gül’ün o makama seçilmesi halinde, söz verdiği gibi "adil" davranıp davranmayacağıdır.
Veya "adil olmanın" ölçüsünü neye göre belirleyeceğidir.
HAYRİ’NİN TERCİHİ
Meclis’te sessiz sedasız yaşanan bence, güzel ve insani görülmesi gereken bir gelişme daha var.
Hayri Alkan, bildim bileli Anavatan grubunda hizmet vermiş bir Meclis personeli.
Malum, artık Anavatan Meclis’te yok.
Hizmetliler de rotasyona tabi tutuldu.
Grup deneyimi nedeniyle Hayri’ye CHP grubuna geçmesi önerildi.
Hayri, amirlerinden bir ricada bulundu:
"Ben Meclis personeliyim, tabii her görevi yaparım. Ama Meclis’te çalıştığım günden beri hep Anavatan grubuna hizmet verdim. Her partiye de saygım büyük. Yine de beni parti grubu yerine başka bir bölüme gönderirseniz çok mutlu olurum."
Amirleri de Hayri’yi kırmadı.
O artık Anayasa Komisyonu’nda görev yapacak.
En üst görevlerde bulunduktan sonra dahi parti değiştirenler sakın Hayri’ye alınmasın.
Bir de koltuk için yıllardır milletvekili seçildiği partisini bırakanların, Hayri’ye amir olmaya da hakkı yok.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2007
<b>ANKARA</b><br>EĞER Abdullah Gül üzerinde uzlaşma sağlanamazsa AKP’nin cumhurbaşkanı seçiminde ikinci bir aday çıkartabileceği tahmininde bulundum. Yazımın çıktığı gün Başbakan, Çankaya aday veya adaylarından söz etti.
Önce, herkes gibi "Acaba haklı mı çıktım?" diye düşündüm. Ama açıkçası pek emin değilim.
Çünkü benim kastım "rakip adaydı"... Oysa Başbakan "yedek aday" demek istiyor olabilir.
Başbakan’ın ne düşündüğü ve kime ne dediği konusunda malum bugünlerde rivayet muhtelif.
O nedenle Başbakan’ın niyetini okumak yerine internet arama motoruna başvurmayı yeğledim.
"AKP, cumhurbaşkanı, ikinci aday" yazıp arama tuşuna bastım.
Mart ve Nisan 2007 tarihli onlarca habere rastladım.
Anayasa Mahkemesi kararıyla yarıda kalan cumhurbaşkanı seçim sürecinde de ikinci bir adaydan söz edildi. Ama Abdullah Gül ile birlikte anılan bu ikinci adayın işlevi belliydi.
Esas aday yani Abdullah Bey’in yola devam edememesi halinde AKP’nin oy vereceği isim önceden belirlenecekti.
Bu tedbir bile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın merhum Turgut Özal’ın izinden gittiğine açık kanıttı. Çünkü Özal’ın Köşk’e çıktığı 1989 seçiminde rahmetlinin yanı sıra ikinci bir ANAP’lı Fethi Çelikbaş da aday gösterildi.
* * *
Eğer AKP’de Gül’e karşı rakip değil yedek aday çıkartılacaksa... O zaman heyecana gerek yok.
Ama AKP’de rekabet söz konusu olacaksa, muhalefet partilerinin tercihi kritik önem kazanacak.
MHP’nin tavrı daha ilk günden belli: Oturuma katılacak, büyük olasılıkla kendi adayına oy verecek.
Buna karşılık CHP ikinci adayı desteklerse, o ismin ilk turda seçilme şansı dahi olacak.
Yalnız bu senaryonun önündeki tek ve fakat en büyük engel Deniz Baykal’ın tavrı.
Baykal, AKP’nin iki aday göstererek yarıştırmasını ve muhalefeti "kullanmasını" şık bulmuyor.
Deniz Bey, "Uzlaşma olur, tek aday çıkartırlar, arkasında dururlar, bu iş böyle yapılır" diyor.
CHP lideri bu politikasıyla Erdoğan’ı, Gül kararında sıkıştırıyor, kolay yol bırakmıyor.
* * *
Yedeği, rakibi, asıl soru belli: Abdullah Gül kesin olarak aday mı?
Bakıyorum kimilerine göre "yüzde 100 aday", diğerleri "kesinlikle olmaz" diyor. Nisan turlarından önce "Tayyip Bey aday" diyerek damdan düşmüş bir Ankaralı gazeteciye sorarsanız...
Bu kez tek söyleyeceğim, "Henüz belli değil" olur.
Sadece süt ve yoğurt meselesi değil, hakikaten öyle düşünüyorum!
2 takvim tahmini
1) AKP adayı ne zaman belli olur?: 10 günlük yasal sürenin sonuna kadar herhalde beklemeyiz. Aday muhtemelen gelecek hafta salı veya çarşamba günü açıklanır. Gül’ün tercihi, adaylık açıklamasını geçen sefer olduğu gibi Başbakan’ın yapması yönünde.
2) Yeni Kabine ne zaman kurulur?: Başbakan, kritik bakanlıklara atayacağı isimleri mevcut cumhurbaşkanı ile pazarlık malzemesi haline getirmek istemiyor. Ayrıca Çankaya süreci tamamlanmadan tüm ilgisini Kabine dengelerine veremiyor. Yani yeni hükümet eylülün ilk haftasına kalabilir.
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2007
CUMHURBAŞKANI adaylığı üzerinde derin bir tartışma yaşanan Abdullah Gül, özel sohbetlerinde, sık sık Milli Görüş dönemleri de dahil, siyasi hayatında hep yenilikçi tutum aldığının altını özenle çiziyor. Necmettin Erbakan’ın ağırlığına rağmen muhalefetin başını çekmenin, o efsanevi liderin adayına rakip olmayı bunların kanıtları diye gösteriyor.
Günümüz dünyası ve Türkiye’de gördüğü itibarın da süren bu çizgisinin sonucu olduğuna inanıyor.
Ne kadar, "çelik çomak vermenin" yeni türü mü diye kuşku ile baksam da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yakın çevresinin aktif tavrıyla yenilikçi Gül’ü, Köşk adaylığından vazgeçirmek istediği konuşuluyor.
Ankara kulislerine bakılırsa bu süreç AKP içinde bir kırılma yaratabilir.
Ancak, birbirlerinin hukukuna son derece saygılı, siyaseti sonuna kadar birlikte götürmeye kararlı bu ikili arasında çözülemeyecek sorun olur mu?
BAŞARIYI PAYLAŞMA
Konuya biraz daha geriden girecek olursak, AKP’deki çok kişinin inandığı gibi, aday Gül de olsa, Başbakan Erdoğan isteseydi onu cumhurbaşkanı seçtirmenin yolunu bulabilirdi.
Bunun önünde aşılamayacak engeller olduğunu, bu gerekçeyle Başbakan’ın bazı mutabakatlara zorlandığını ileri sürenler de söz konusu.
Peki, böyle bir mutabakat var ise o zaman, Başbakan, Gül’ü neden seçim meydanlarında dolaştırdı durdu; seçim sonrası da dahil neden, "Abdullah kardeşimin kararı önemli" dedi?
Oysa Başbakan’ın bu tutumu Gül’ün, AKP’nin zaferine ortak olması sonucunu verdi, "En az yüzde 10-15 oy Gül sayesinde geldi" denilmeye başlandı.
Bu noktada, Bülent Arınç’ın, "Herkes Başbakan’ın elini güçlendirmeli" demesinin ardından, "Seçim başarısı Erdoğan’ın" vurgusu yapması, Gül ve arkadaşlarına Erdoğan’ın rahatsızlığını anlatan bir mesajı mıydı?
Sonuçta Erdoğan, gerçekten Gül’ün adaylığını önlemeye çalışıyorsa, elini zayıflatan kozları kendisi veren bir lider konumuna geldi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 367 sorununu ortadan kaldırması da Başbakan’ın ifadesiyle "mağdur" olan Gül’ün elini güçlendirdi.
BU KEZ YENİLMİŞLİK Mİ?
Şimdi o mağdur kişi, halkın yarısının mağduriyetinin giderilmesini istediğine ve önünde anayasal bir engel de bulunmadığına inanıyor.
Başbakan ise seçim öncesi ve aynı gece yaptığı konuşmalara uygun davrandığını, uzlaşma arayarak ülkeye gerginlik yaşatmak istemediğini, yeni dönemde merkezin tümünü kucaklayan bir lider olma arzusunu dillendiriyor.
Bu gerekçeleri, Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından çok daha öncelikli gören Erdoğan, siyasette beraber yürüdüğü arkadaşından anlayış bekliyor.
Ama anlayış beklediği arkadaşı da ’millet iradesi, demokrasi, vizyon, haklılık, mağduriyet, parti tabanı’ gibi pek çok sözcüğü art arda sıralıyor.
Yukarda dediğim gibi bu tartışma yeni bir "çelik çomak" değilse, Gül’ün son ana kadar süreceğini düşündüğüm adaylık direnişi, yeni bir yenilikçi tutum mu olacak, yoksa yenilmişlik duygusu ile sonuçlanan bir sürecin başlangıcı mı?
Veya, bu kez yenilikçiliği başlatmak Erdoğan’a mı düşecek?
Yazının Devamını Oku