AKP’nin Ankara adayları Adalet eski Bakanı Cemil Çiçek, Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, Zeynep Dağı ve Nazlı Ergün büromuzu ziyaret ettiler.
Sohbetimiz sırasında Kapusuz, barajı iki partinin geçeceğini, bu nedenle AKP’nin 367’yi aşabileceğini söyledi.
Bunun üzerine, bütün veriler bir partinin 367’yi aşmasına şans tanımadığı halde, Başbakan Erdoğan da her meydanda aynı şeyi söylediği için Kapusuz’a, "367’yi geçmeyi gerçekten istiyor musunuz?" diye sordum.
Kapusuz, sorumu biraz da garipseyerek, "Tabii ki" yanıtı verdi.
Bu kez, "Hangi parti olursa olsun fark etmez, tek partinin 367’yi aştığı bir ülke demokratik kalabilir mi" sorusunu yöneltip, "Bir vatandaş olarak böyle bir sonucu dilemem" dedim.
Sözlerim üzerine, Çiçek devreye girdi, "Seni anlıyorum; ama işin şöyle bir boyutu var" diyerek kendi bakışını ortaya koydu.
DİYETLİ DEMOKRASİ
Türkiye’nin her bölgesine, her iline giden tek partinin AKP olduğunu söyleyerek söze başlayan Çiçek, bu noktada haksız da sayılmaz.
Diğer partilerin seçimin ertesi günü kepenk kapattığını aktaran Çiçek,"Göreceksiniz 23 Temmuz sabahı da aynı şey olacak" iddiasında bulundu.
"Türkiye’de siyaset sahnesindeki temel eksiklik bu" diye devam etti.
Kendilerinin her gün 2 veya 3 ilde miting yaparken, muhalefetin bölgesel mitinglerle yetindiğini belirten Çiçek, sözlerini şöyle bitirdi:
"Bakın, son 4.5 yılda kaç lider, Güneydoğu’ya kaç kez gitti?Oraya gitmek yerine Ankara’da oturup, korku siyaseti yapıyorsun.Yap, ama o zaman ne oluyor?Korkudan beslenen bir demokrasi oluyor.Korkudan beslenen demokrasinin de meyvesi acı oluyor.Diyetli demokrasi oluyor.Sorunun nedenini burada aramalı."
Çiçek, muhalefet için düşündürücü bulunması gereken bu değerlendirmesiyle, "Kabahat bizde değil" demeye getirdi; ama böylesi bir sonucun demokrasi için risk içerebileceğini onayladığını da ima etti.
Çünkü, uzlaşma yerine sayısal üstünlükle bir partinin anayasada istediği gibi düzenleme yapmasının ne kadar demokratik olacağı herkesçe düşünülmeli.
Bu gücün, siyasi geleneğinde demokratik öğeleri zayıf kalmış; ama bugün demokrasiyi baş tacı ettiğini savunan bir kadro tarafından kullanılması da soruyu ortadan kaldırmaz.
Aksine, istenen gerçekten demokrasi mi, sorusunu da gündeme getirir.
KÜRSÜDEKİ "TARAFSIZ" BAŞKAN
Anayasa’nın 94’ücü maddesi açık; bunu en iyi bilenlerden biri de TBMM Başkanı Bülent Arınç’tır.
Arınç, o maddedeki, "TBMM başkanları, üyesi bulundukları siyasi partinin Meclis içi veya DIŞI faaliyetlerine katılamaz" ibaresini bildiğine göre acaba görevinden istifa etti de kimsenin haberi mi yok?
AKP’nin Kayseri mitinginde mahcup bir şekilde kürsüye çıkan Arınç,"tarafsız" başkanlığı konusunda bir ilki daha gerçekleştirmiş oldu.
Arınç, o kürsüye kendi iradesiyle de çıkmış olsa, Başbakan’ın veya Abdullah Gül’ün daveti üzerine de çıkmış olsa sonuç değişmez.
Ortada Anayasa’ya açık aykırı bir tutum ve pervasızlık var.
Sadece bu örnek dahi 367’nin tek partide olması halinde, Anayasa’ya veya demokratik değerlere sadakatin nereye varabileceğinin göstergesi olabilir.