Çağdaşlığın, demokrasinin ve laikliğin sembolü Ankara-Anıtkabir, son günlerde başta 14 Nisan mitingi olmak üzere binlerce insanın ziyaretine tanıklık ediyor. 29 Nisan mitingine ev sahipliği yapan İstanbul-Abide-i Hürriyet Anıtı, Osmanlı’da özgürlüğün-aydınlığın simgesiydi. Meşrutiyete karşı yapılan saldırıları protesto etmek için binlerce insan, Abide-i Hürriyet’e giderdi. İşte Osmanlı ilericiliğinin sembolü Abide-i Hürriyet Anıtı’nın hikáyesi.
TARİH, 13 Nisan (Rumi 31 Mart) 1909. Yer, İstanbul Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan binası önü.
İstanbul bir gerici isyana daha tanıklık ediyordu.
Derviş Vahdeti ve İttihad-ı Muhammedi örgütünün yönlendirdiği binlerce insan, ellerinde silahlar, sopalar ve yeşil
bayraklarla, Meclis-i Mebusan önünde susmaksızın bağırıyorlardı.
"Gávur meclis istemiyoruz!"
Niye
"gávur meclis"ti?
Çünkü:
23 Ağustos 1909’da İstanbul’da çıkan ve 2500 evin yanmasına neden olan büyük yangını, Allah, Meşrutiyet ilanı üzerine Osmanlı’yı cezalandırmak için çıkarmıştı!
Bu
"gávur meclis"i kapatılmadan bu tür afetlerden kurtuluş yoktu!
Üstelik:
1876 Anayasası’nın 35. maddesi, meclisi feshetme yetkisini padişaha tanımıştı. Hükümetteki İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu maddeyi Anayasa’dan çıkarmak istiyordu. Protestocular bu Anayasa değişikliğini, masum Müslüman halka şöyle anlatıyordu:
"35. madde ne demek; 30 Ramazan 5 de beş vakit namaz demek. İttihatçılar dinsiz oldukları için ramazanı ve namazı kaldırmak istiyor!"
"Gávurluk istemeyiz, şeriat isteriz" diye bağırıyorlardı. Din, bir kez daha siyasete alet ediliyordu. Tarih boyunca din istismarcıları tarafından kullanılanlar, o gün de, meclisin önünde Adliye Nazırı
Nazım Paşa ve Lazikiye Mebusu
Emir Arslan Bey’i linç ederek öldürdü.
Bahriye Nazırı
Rıza Paşa ise öldü sanılarak bırakıldı.
SUBAYLAR LİNÇ EDİLİYOR
Sadece milletvekillerine düşman değillerdi. Askerlere de kin duyuyorlardı. Gávurluğu Osmanlı’ya askerlerin getirdiğini düşünüyorlardı. Medrese öğrencilerinin askere çağrılmasını; 23 Ocak 1909’da irticacı 60 Harp Okulu öğrencisinin okuldan atılmasını protesto ediyorlardı.
Onları en çok kızdıran ise orduda Harp Okulu mezunu olmayan alaylı subayların emekli edilmek istenmesiydi.
"Mektepli zabit istemeyiz" diye bağırıyorlardı.
Ve...
İsyancılar yolda karşılaştıkları subaylara soruyorlardı:
"Alaylı mısın, mektepli misin?"
Mektepli olanları öldürüyorlardı.
Binbaşı
Ali Kabuli, Yüzbaşı
Nail, Yüzbaşı
Selahaddin, Yüzbaşı
Sparati, Mülazım
Muhiddin, Mülazım
Selim ilk öldürülenler arasındaydı.
Katil sürüsü, Yüzbaşı
Selahaddin’in yanındaki küçük kardeşi
Nureddin’e bile acımamışlar, onu da katletmişlerdi.
Binbaşı
Ali Kabuli’nin kesilen başı, bir sopaya geçirilmiş sokaklarda dolaştırılıyordu.
"TÜRKÇEYE HAYIR!"
Gerici isyana ilk tepki Harp Okulu öğrencilerinden geldi. Silah kuşanıp sokağa çıkmak istiyorlardı. Komutanları güç bela durdurdu.
Komutanların gözü kulağı Yıldız Sarayı’ndan gelecek haberdeydi. Sultan
II. Abdülhamid’in tepkisini bekliyorlardı.
Aynı şekilde, alaylı subayların çoğunluğunu oluşturduğu İstanbul’daki 1. Ordu da, Yıldız Sarayı’ndan gelecek emri bekliyordu. Hangi safta yer alacaklarını bilemiyorlardı!
Yıldız Sarayı ise suskundu. Sultan
II. Abdülhamid renk vermiyordu. Gerici isyancıların sayısı her saat artıyordu.
Talepleri de çoğalıyordu:
Okullarda derslerin Türkçe yapılmasına karşıydılar. Yeni okul istemiyorlardı; medreseler yeterliydi. Kızlar okula gitmeyecekti, şeriata aykırıydı. Yazışmalar Türkçe yapılmayacaktı. Yoksa...
Yoksa din elden giderdi!..
Gerici isyancılar, İstanbul sokaklarını esir almışlardı. Akıllarına gelen her talebi bağırıyorlardı. Yıldız Sarayı hálá suskundu. Ama hareketli olan bir yer vardı; Selanik.
HÜRRİYET ŞEHİTLERİ
"Temmuz Devrimi" II. Meşrutiyet’in filizlendiği Selanik’teki 3. Ordu Komutanlığı, İstanbul’a müdahale kararı aldı, silah kuşanıp yola çıktı..
"Hareket Ordusu" adı verilen bu kuvvet içinde kimler yoktu ki:
Yüzbaşı
Mustafa Kemal, Hareket Ordusu’nun kurmay başkanıydı. Meşrutiyet ilanı için dağa çıkan subaylar,
Resneli Niyazi’ler,
Eyüp Sabri’ler, bu kez Meşrutiyet’i korumak için yola düşmüşlerdi. Hareket Ordusu’na
Celal (Bayar) gibi gönüllü siviller de katılmıştı. Bu askeri kuvvetin neredeyse yarısı sivillerden oluşuyordu.
Edirne’deki 2. Ordu da Hareket Ordusu’na katılma kararı aldı. Bu ordunun genç subaylarından biri de Yüzbaşı
İsmet (İnönü) idi.
24 Nisan’da İstanbul’da büyük çatışmalar yaşandı. İki gün sonra gerici ayaklanma bastırıldı. 3’ü subay 71 asker şehit olmuştu.
26 Nisan’da İstanbul’da büyük bir cenaze töreni yapıldı. Şehitler toprağa verildi. Ancak tören yeterli görülmedi. Hürriyet şehitleri için bir anıtın yapılmasına karar verildi. Anıt için yarışma düzenlendi.
Kiryadiki Efendi, Vedat (Tek), Kemaleddin Bey, Alexandre Vallury gibi devrin önde gelen mimarları, yarışmaya proje gönderdi. Yarışmayı Mimar
Muzaffer Bey (1881-1920) kazandı.
İki yıl sonra:
23 Temmuz 1911.
"Temmuz Devrimi"nin üçüncü yılında
"Abide-i Hürriyet Anıtı", büyük bir halk katılımıyla açıldı. 31 Mart şehitlerinin isimleri tek tek anıta işlenmişti
Mezar odasına giren kapının üzerinde ise,
"Makber-i Şuhedá-i Hürriyet" yazılı bir kitabe bulunmaktaydı. Anıt artık Osmanlı’daki özgürlük hareketlerinin sembolüydü.
Hürriyet ne zaman tehlikeye düşse, Osmanlı aydınları, subaylar ve Harp Okulu öğrencileri, tepkilerini Abide-i Hürriyet Anıtı’na çıkarak gösterdi.
ABİde-İ
Hürrİyet
AnItI’na kİm DüŞman?Hürriyet Tepesi’nin mezbelelik haline gelmesi üzerine, TV’ler program yaptı; gazeteler yazdı; yetkililer nihayet harekete geçti. Geçti de ne oldu:
07.07.2005’te anıtın rölövesi çıkarıldı.
26.05.2005’te Koruma Kurulu’na gönderildi. Ve hálá orada tozlu raflarda bekletiliyor.
İhmalkárlık olduğunu mu sanıyorsunuz? O kadar saf olmayın!
ÖNERİ:
Askerler anıtı
"sivil yönetimin" elinden kurtarmazsa
"Hürriyet Tepesi" yok olacaktır.
Gasp edilen fidanlık bölümü hemen
"Aydınlanma Müzesi" haline getirilmelidir. Harbiye Askeri Müzesi’ndeki
Mahmud Şevket Paşa suikastındaki otomobil, tabancalar, kanlı gömlekler, ilk Kanuni Esasi kitabı gibi döneme ilişkin tüm tarihi eşyalar bu müzede toplanmalıdır.
Tarihimizi yok ediyorlar, görmüyor musunuz?
"Hürriyet Tepesi"nde yatanların büyük çoğunluğu şehittir. Askerler şehitlerine sahip çıkmalıdır.
Hürrİyet-İ Ebedİye’de mezarI bulunanlar
Abide-i Hürriyet Anıtı bahçesine zamanla tarihimizin önemli isimleri de defnedildi. Ve anıt zamanla "Hürriyet-i Ebediye Tepesi" adını aldı. İşte "sonsuz hürriyet tepesi"nde mezarı bulunan tarihi şahsiyetler:Sadrazam Mahmud Şevket Paşa ve iki koruması
Tarih, 11 Haziran 1913. Yer, İstanbul.
Sadrazam
Mahmud Şevket Paşa, Babıáli’ye gitmek için Beyazıt’taki Harbiye Nezareti’nden çıkıp otomobiline bindi.
Otomobil, Beyazıt Meydanı’na geldi. Çarşıkapı’ya sapacağı sırada, karşıdan ellerinde tabut taşıyan bir cenaze alayıyla karşılaştı. Cenaze alayına yol vermek için durdu.
Ve tam o sırada tabutu yere atanlar, ellerindeki silahlarla otomobile ateş açtılar.
Sadrazam
Mahmud Şevket Paşa, koruması
Kazım Ağa ve Bahriye Yaveri
İbrahim şehit oldular.
Suikastı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni iktidardan indirmek isteyen bir grup yapmıştı.
Sadrazam
Mahmud Şevket Paşa, İstanbul’daki gerici ayaklanmayı bastıran Hareket Ordusu’nun komutanlığını yapmıştı.
Mahmud Şevket Paşa, iki korumasıyla birlikte, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın 20 metre soluna yapılan bir anıta defnedildi.
Sadrazam Midhat Paşa
Tarih, 8 Mayıs 1884. Yer, Taif.
Osmanlı’nın ilk anayasasının ve I. Meşrutiyet’in mimarı reformist Sadrazam
Midhat Paşa, Sultan
II. Abdülhamid’in kurdurduğu uyduruk bir mahkeme tarafından, Sultan
Abdülaziz’i öldürttüğü gerekçesiyle verilen idam kararı gereği cezaevinde boğularak öldürüldü.
II. Abdülhamid, Midhat Paşa’nın öldüğünden emin olmak için başını kestirip Yıldız Sarayı’na getirtti. Zavallı
Midhat Paşa’nın gövdesi, Taif’e gömüldü.
Midhat Paşa’nın kemikleri, 24 Haziran 1951’de Türkiye’ye getirildi. Tabutu, idam cezası aldığı mahkemenin bulunduğu Çadır Köşkü’nde katafalka konuldu.
İki gün sonra Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın da katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet Anıtı’nın tam karşısına defnedildi.
Midhat Paşa’nın mezarı üzerine, anayasa kitapçığı şeklinde büyük bir anıt yapıldı.
Harbiye Nazırı Enver Paşa
Tarih, 4 Ağustos 1922. Yer, Belçivan. Birinci Dünya Savaşı sonrası yurtdışına çıkan İttihatçılardan biri de
Enver Paşa’ydı.
Avrupa’da birkaç ülkede kaldıktan sonra son durağı Rusya oldu. Bolşeviklerle anlaşamadı.
4 Ağustos 1922’de Belçivan yakınlarında Kızılordu’yla çarpışırken, mitralyözlerin üzerine elinde kılıç atıyla yürüdü. Aslında yaptığının intihar olduğunu o da biliyordu.
Yıllar sonra ölüm yıldönümünde 4 Ağustos 1996 tarihinde naaşı Tacikistan/Çeğen Köyü’ndeki mezarından alınıp İstanbul’a getirildi. Devlet töreniyle
Talat Paşa’nın mezarının yanına defnedildi.
Sadrazam Talat Paşa
Tarih, 15 Mart 1921. Yer, Berlin.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya gitmek zorunda kalan İttihatçı lider
Talat Paşa, tütün almak için sabah saatlerinde evinden çıktı.
Hardenberg Caddesi’nde 100 metre yürümüştü ki, İran’dan gelen 24 yaşındaki Ermeni terörist
Sogomon Tayleryan tarafından vurularak öldürüldü. Üzerinden
"Mehmed Sai" adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı.
Talat Paşa’nın cenazesi uzun yıllar Türkiye’ye getirilemedi.
Yıllarca bir kilise mezarlığında sahipsiz kaldı.
Adolf Hitler, Türk-Alman ilişkilerini kuvvetlendirmek için özel bir jest yapıp
Talat Paşa’nın naaşını 25 Şubat 1943 tarihinde Türkiye’ye gönderdi.
Talat Paşa’nın cenazesi askeri törenle, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın sağ yanındaki 50 metre uzaklığa defnedildi.
Sivil komitacı Midhat Şükrü
İttihatçıların ilk gizli toplantıları Selanik Yalılar’da Mülkiye mezunu
Midhat Bey’in evinde yapıldı. Yıllarca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel sekreterliğini yaptı.
Osmanlı Meclisi Mebusan’da üç dönem milletvekili olarak bulundu. İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü.
TBMM’de 1935-50 yılları arasında Burdur ve Sivas milletvekilli olarak görev yaptı.
Midhat Şükrü Bleda, 1956 yılında vefat edince, İttihatçı arkadaşlarının yanına Abide-i Hürriyet’e defnedildi.
Silahşor Mülazım Atıf
Tarih, 7 Temmuz 1908. Yer, Manastır.
Meşrutiyet’in ilanı için dağa çıkan mektepli subayları cezalandırmak için Manastır’a gelen
Müşir Şemsi Paşa, Yıldız Sarayı’na geldiğini haber vermek için postaneden telgraf çekmiş çıkıyordu.
Müşir ve yanındaki yaverleri (ki biri
Fevzi Çakmak Paşa’dır) ne olduğunu anlamadan, bir genç,
Şemsi Paşa’ya kurşun yağdırdı.
Ve kargaşadan yararlanıp kayıplara karıştı.
Bu kişi
Teğmen Atıf (Kamçıl) idi.
Atıf Kamçıl, Cumhuriyet’ten sonra 6. ve 7. dönem Çanakkale milletvekili olarak TBMM’de bulundu.
Vefat edince, İttihat ve Terakki’nin kurucularından biri olarak cenazesi Abide-i Hürriyet’e getirildi. Anıtın 50 metre arkasındaki ağaçlıklı bölüme defnedildi.
Dağa çıkan subay Eyüp Sabri
Tarih, 3 Temmuz 1908. Yer, Ohri.
300 kişilik Ohri Milli Taburu’nun başında bulunan Binbaşı
Eyüp Sabri, Meşrutiyet’i ilan için dağa çıktı.
Meşrutiyet ilan edilince
Enver ve
Resneli Niyazi gibi kahraman oldu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden biriydi.
Eyüp Sabri Akgöl, Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Birinci Meclis’te Eskişehir milletvekili olarak bulundu.
1953 yılında vefat edince Abide-i Hürriyet Anıtı’nın arkasındaki
Atıf Kamçıl’ın mezarının yanına defnedildi.