VEHBİ Koç’un bildik bir sözü vardı: "Kafam yorulacağına elim yorulsun!" İş dünyasının duayeni, rahmetli Koç yakın çevresine, bilgilerinizi kafanızda tutacağınıza deftere yazın öğüdü veriyordu. Beylerbeyi’ndeki Sakıp Sabancı Müzesi’ne giderseniz Sakıp Ağa’nın zaman içinde notlar aldığı defterlerini görürsünüz... Not defteri bulundurmak, günlük tutmak bizden önceki kuşakların alışkanlığıydı.
Kendimi o kuşağın temsilcilerinden biri olarak görürüm; yanımdan hiç ayırmadığım not defterlerim oldu hep.
Benim not defterlerim
"çıfıt çarşısına" benzer; ne ararsanız vardır; tarihsel olayların bugüne benzerliklerinden tutun da, gündeme ilişkin analizlerime; futboldan magazine; dini, siyasi, ticari akrabalık bağlarına kadar...
Not defterimde bazen kendime önerilerde bulunurum; şu olay film-dizi olarak çekilebilir; bu olay araştırılıp kitap yazılabilir veya şu tür bir TV programı yapılabilir gibi....
Not defterim aynı zamanda benim çalışma defterimdir; hafızamı dinç tutma egzersizleri yapmama yardımcı olur.
Kitaplarımı okuyanlar dipnotlarımı sevdiklerini söylerler; o bilgi notlarını not defterime borçluyumdur ben.
Ve işte, o not defterlerindekileri bundan sonra haftada bir gün Hürriyet okurlarıyla paylaşacağım.
Merhaba...
İki terörist Şıracıyan ve Samast’ın şaşırtan benzerlikleriHayatlarında 'baba figürü' yoktu. Futbolu seviyor, futbol oynuyorlardı. İşsizdiler. Milliyetçiliği abilerinden öğrendiler. Öldürdükleri onlara göre 'hain' idi. Suikast silahları tabancaydı; cinayette önce, biri camiye gidip namaz kıldı; diğeri haç çıkarıp dua etti... Biri Türk diğeri Ermeni iki teröristin benzerlikleri sadece bu kadar değildi...
ADI ister
Ogün Samast; ister
Arşavir Şıracıyan olsun terörist teröristtir; ve benzerlikleri hep şaşırtıcıdır...
Biri
Arşavir Şıracıyan 20. yüzyılın başında (1900) İstanbul’da doğdu; diğeri
Ogün Samast yüzyılın sonunda (1990) Trabzon’da...
İkisinde de
"baba figürü" yoktu; her ikisi de babalarını küçükken kaybetmişlerdi.
Arşavir’in babası ölmüştü,
Ogün’ün babası ise evi terk etmişti...
Fazla okuyamadılar. İş bulamadılar; işsizdiler.
İkisi de futbolu seviyordu, futbol oynuyordu; başarısız oldular.
Siyasi
"bilinçlerini", kitap-gazete-dergi okuyarak değil, arkadaşlarıyla yaptıkları toplu sohbetlerde edindiler.
İkisi de milliyetçi birer örgütün mensubuydu:
Evlerinin tavan arasında kurulduğu için birinin örgüt adı
"Tavan Taburu", diğeri mahalle kahvesinde kurulduğu için
"Abiler Örgütü"ydü!..
GEREKÇE: HAİNLİKİlk cinayetlerini genç yaşlarında işlediler;
Arşavir 20,
Ogün ise 17 yaşındaydı...
Her iki suikast da İstanbul’da gerçekleşti; biri Osmanbey Halaskárgazi Caddesi’nde, diğeri Taksim Tarlabaşı Bulvarı’nda...
Cinayetten önce biri camiye gidip cuma namazı kıldı; diğeri haç çıkarıp dua etti...
Her ikisi de uğura inanıyordu; suikast sırasında birinin uğuru beyaz şapkası, diğerinin ise beyaz yakasız gömleğiydi...
Her iki cinayet sebebi de siyasiydi; gerekçeleri aynıydı;
"hain"!..Ogün Samast, Ermeni Gazetesi Agos’tan çıkan gazeteci
Hrant Dink’i vurdu;
Arşavir Şıracıyan ise tabancasını aldığı Ermeni Gazetesi Djagadamard’tan çıkıp Hıristiyan iken Müslümanlığa geçen Ermeni polis memuru
Vahe Essayan’ı...
Suikast silahı her ikisinde de tabancaydı;
Ogün üç kurşun sıktı,
Arşavir altı kurşun...
Ve her ikisi de cinayetten sonra ara sokaklara koşarak kaçtılar...
Kısa sürede teşhis edildiler; biri hemen yakalandı, diğeri Ermenistan’a kaçtı...
MODA AKSESUVARTerörist
Arşavir Şıracıyan, cinayetlerini sürdürmeye devam etti:
Yüzünü tüm detaylarıyla öğrenmek için geceleri yatmadan önce fotoğrafına uzun uzun baktığı Sadrazam
Said Halim Paşa’yı 5 Aralık 1921’de Roma’da vurdu...
Ogün Samast da gazeteden kestiği fotoğrafta
Hrank Dink’in yüzünü ezberlemişti...
Tıpkı
Ogün Samast gibi
Şıracıyan da, Roma’daki suikast için yeni kıyafet almıştı; geniş kenarlı, siyah renkli şapkası ve o dönemde özellikle öğrenciler arasında moda olan siyah renkli boyun bağıyla birlikte...
Ve tarih 17 Nisan 1922, Berlin. Terörist
Arşavir Şıracıyan katliam yaptı.
Terörist arkadaşlarıyla birlikte günlerdir peşinde oldukları, Teşkilatı Mahsusa’nın iki kurucusu
Dr. Bahaeddin Şakir ve Emniyet Müdürü
Cemal Azmi’nin izini buldular.
KURŞUN YAĞMURUGece misafirliğinden dönen İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden
Resuhi Bey, Cemal Azmi, karısı, annesi, kızı, büyük oğlunun nişanlısı,
Dr. Bahaeddin Şakir, eşi ve 13 ay önce eşi Sadrazam
Talat Paşa’yı yine Berlin’de Ermeni terörüne kurban veren
Hayriye Hanım olmak üzere dokuz kişi kurşun yağmuruna tutuldu.
Hayriye Hanım, katil
Şıracıyan’ın üzerine atılıp yüzünü tırmaladı ama yine de
Dr. Bahaeddin Şakir ve
Cemal Azmi’nin şehit olmasını engelleyemedi...
Arşavir Şıracıyan yine yakalanmadı; dört ay sonra Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a geldi. Ancak fazla kalamadı;
Mustafa Kemal ve askerlerinin İstanbul’a gelmesinin ardından terörist arkadaşlarıyla birlikte Fransa’ya kaçtı.
Ve bir daha Türkiye’ye dönemedi...
KİTAP YAZDI
Arşavir Şıracıyan yıllar sonra anılarını-cinayetlerini
"The Legacy" adıyla kaleme aldı. Kitabı Boston’daki Ermeni Hairenik Cemiyeti yayımladı.
1982’de Paris’te
"La dette de SANG" adıyla Fransızca’sı çıkartıldı.
Dr. Kadri Mustafa Orağlı, "Bir Ermeni Teröristin İtirafları" adıyla, orijinalliğini koruyarak tercüme etti.
(Kastaş Yayınları-Mayıs 1997)
Ogün Samast cezaevinden çıktıktan sonra ne yapar; cinayetini kaleme alır mı gibi soruların yanıtını zamanla göreceğiz...
Sonuç:
Adı
Arşavir Şıracıyan ya da
Ogün Samast olsun; terörün dini, milliyeti ve bir
"kutsal amacı" yoktur...
Bizim güzel ErmenilerimizHRANT Dink’in
cenazesindeki
"Hepimiz Ermeni’yiz" pankartı ve sloganı bazı çevreler tarafından
"hıyanet" olarak görüldü.
Açılan bir pankartla, atılan bir sloganla
"Türklüğümüzü kaybediyoruz" vehmine kapılıverdik!..
Bizim Türklüğümüz ne zamandan beri
"pamuk ipliğine" bağlı algılanır oldu.
Ve, biz ne zamandan beri
"kendimize benzemeyene", "bizden olmayana" karşı hoşgörümüzü kaybettik?
Ne oldu bize?
"Hıyanet" gibi ağır bir sözcüğü kullananların, Türk tiyatrosu deyince gururla adını andığımız
Naşid Özcan’a ve çocukları
Adile Naşit-Selim Naşit’e bir özür borcu yok mu?
Peki ya
"diğerlerine"?Siyah-beyaz filmlerin
"Horoz Nuri’si" Vahi Öz’ü; Türk sinemasının sevimli, iyiliksever tonton amcası
Nubar Terziyan’ı; Yeşilçam’ın en sıcak bakan garsonu/hizmetçisi
Sami Hazinses’i; bir dönemin jönü
Turgut Özatay’ı; güldüren, kantolarıyla herkesi eğlendiren
Toto Karaca’yı; bizim hayatımızdan kim çıkarabilir?
Kırkor Cezveciyan yani
Kenan Pars’sız Türk sineması düşünülebilir mi?
MÜZİK KARDEŞLİĞİBu topraklarda kardeşlik lafta değildir; kardeşlik notalara dizilmiştir.
"Sen Ağlama", "Haydi Gel Benimle Ol", "Kavaklar" gibi onlarca şarkımızın bestecisi
Onno Tunç bizden değil midir şimdi?
Sezen Aksu bizden,
Onno Tunç "onlardan" öyle mi?
Şebnem Ferah bizden,
Karin Karakaşlı "onlardan"?Peki
Garo Mafyan? O da mı
"onlardan"?Bu topraklara bunu yapmayın lütfen.
Sünnetli
Rober Hatemo, neşeli
Hayko ve sivri dilli
Arto bizim evladımız değil mi?
Silviya N. Bursalıoğlu (Asu Maralman), Mine Koşan bizim bacımız değil mi?
Kıpırdamadan saatlerce duran manken-şair
Vahe Kılıçarslan popüler kültürel hayatımızın rengi değil mi?
"Onlarsız" öksüz kalmaz mıyız?..
MHP VE TKP’Lİ ERMENİLER
Geçmişte çok hata yapmadık mı; hani Názım Hikmet vatan hainiydi.
Rahmetli
Alparslan Türkeş, MHP kongresinde
Názım Hikmet’in şiirini okuyarak büyük ozana hakkını teslim etmedi mi? Kim bugün
Alparslan Türkeş’i
"hıyanetle" suçlayabilir?
Levon Panos Dabağyan adını duydunuz mu?
İstanbulludur, yazardır. CKMP ve MHP’lidir; 1969 senato seçimlerinde aday olmuştur.
Türkeş’in isteğiyle yıllarca Ortadoğu Gazetesi’nde makale yazmıştır.
"Hıyanet" sözcüğünü kullananlar; yıllarca Ermeni diasporasının tepkisini alan,
"AB, Türk düşmanı Ermeni yetiştiriyor" diyen
Dabağyan’a ayıp etmiyor mu?
Sadece MHP’lisi değil, TKP’li
Vartan-Jak İhmalyan kardeşler de bizimdir.
İyisiyle kötüsüyle
"onlar" bizimdir; ilk hayali ihracatçımız eski DP Milletvekili
Mıgırdiç Şellefyan bile bizimdir!
Bu ağır sözü kullananlar, ASALA terörünü kınamak için 1982’de Taksim’de kendini yakan Ermeni
Artin Penik’e özür borçludur...
"Hıyanet" öyle mi?
Tarihimiz, dilimiz yok olmasın diye yıllarca didinen
Prof. Pars Tuğlacı’nın yüzüne nasıl bakacağız şimdi?
Yarım asırdır
"Kulis" adlı tiyatro dergisini çıkaran 97 yaşındaki tiyatrocu
Agop Ayvaz’a bu ağır mı ağır lafı nasıl açıklayacağız?..
Faili meçhul cinayete kurban giden
Kirikor Zohrap’tan
Mıgırdiç Magrasyon’a uzanan edebiyatçılar Anadolu’yu, bizim hikáyemizi anlatmadılar mı, yazmadılar mı?
Yapmayın,
"onlar" biziz; biz ise onlar...
DEMİR YUMRUK
Sevgili çocuklar, arkadaşlar, maçlarda
"Ermeni değiliz" diye pankart açıyorsunuz!
Peki, kendi paralarıyla 1912 Stockholm Olimpiyatlarına giden ve ay yıldızlı bayrağımızı uluslararası turnuvada ilk dalgalandıran
Vahram Papazyan ve
Mıgırdiç Mıgıryan adını hiç duydunuz mu?
Ya milli olan diğer
"bizim" sporcularımız;
Harutyan Artan, Zareh Kalpakcıyan, Hagop Yavruyan, Varujan Köseoğlu, Vahriç Melkonyan, Sarkis Güllap’ı kim unutabilir?
"Onlarsız" Türk spor tarihi yazılabilir mi?
"Demir yumruk" Garbis Zakaryan boksta ilk İstiklal Marşı’mızı çaldıran, bayrağımızı göndere çektiren sporcumuzdu.
Zakaryan, aynı zamanda
Cemal Kamacı gibi ilk Balkan Şampiyonumuzu yetiştirdi.
Garbis Zakaryan ile
Cemal Kamacı, birbirlerini
"öteki" olarak mı gördü?
MİMARİ GURURUMUZ
Osmanlı mimarlığından -yedi kuşak hizmet vermiş-
Balyan Ailesi’ni çıkarabilir miyiz? Bırakalım
Balyanlar’ın yaptığı Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı gibi onlarca (Kuleli Askeri Mektebi, Selimiye Kışlası, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi, Malta Köşkü vb.) övünç duyduğumuz tarihi yapıtı; Bezmiálem Valide Sultan Camii, Ortaköy Camii, Hamidiye Camii, Pertevniyal Valide Sultan Camii gibi İstanbul’un en güzel camilerini yapan
Balyan Ailesi değil midir?
Camiler bizim ise her tuğlasında, kirecinde, çimentosunda emeği olan
Balyanlar da bizimdir. Aksi düşünülebilir mi?
En güzel cami fotoğraflarını
Ara Güler çekmedi mi?
Fotoğraflarını çektiği
Picasso’ya,
Salvador Dali’ye sorsaydınız keşke;
Ara Güler’i kim olarak biliyorlardı?
Ben söyleyeyim,
"bizden" biri!..
Peki, Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan fotoğrafçılığımızın kurucuları
Kevork ve
Viçen "Abdullah Biraderler"i kim bizden saymaz?..
Sadece fotoğraf mı? Resim tarihimizden
Manas Ailesi’ni çıkarabilir miyiz?
Batı tarzında ilk Osmanlı tiyatrosunun kurucusu
Agop Vartovyan’ı
(Güllü Agop); ilk opera topluluğunu kuran, ilk Türk opereti
"Arif’in Hilesi"ni besteleyen -Doğu’nun Verdi’si denen-
Dikran Çuhacıyan’ı minnetle/övgüyle anmıyor muyuz?
Bugün Devlet Opera Balesi’nin sahnelediği Carmen’in başrol oyuncusu
Aylin Ateş’le gurur duymuyor muyuz?
Çuhacıyan’dan
Aylin Ateş’e uzanan bu tarihsel miras bizim değil midir?
Atatürk’ün dans öğretmeni de Ermeni’ydiBüyük kurtarıcı
Mustafa Kemal, dans öğretmeni
Prof. Ardeş Panosyan’ı; diş doktoru
Sürenyan’ı
"onlardan" mı saydı sanıyorsunuz? Çok yanılırsınız...
Sultan Abdulaziz’in davetlisi olarak İstanbul’a gelen ressam Rus Ermenisi
İvan Konstantinoviç Ayvazovski’yi bizden biri olarak bağrımıza basmadık mı?
Misafir
Ayvazovski’yi bile bağrına basan Anadolu, kendi evlatlarını
"onlar" diye nasıl görür?
Yıldız Porselen Fabrikası’nın ilk baş desinatörü
Garabed (Şarll) Atamyan’ın
"Bende-i Atam" imzalı porselenler, en değerli hazinelerimiz arasında değil midir?
Ne zaman
"onlar" oldu bizim sevdiklerimiz?..
Hz. Muhammed’den,
Fatih Sultan Mehmed’den öğrendiğimiz hoşgörüyü ne zaman kaybettik biz?..
Ve biz
"hıyanet" gibi ağır sözleri ne kadar kolay telaffuz etmeye başladık...