Soner Yalçın

Merhaba

4 Şubat 2007
VEHBİ Koç’un bildik bir sözü vardı: "Kafam yorulacağına elim yorulsun!" İş dünyasının duayeni, rahmetli Koç yakın çevresine, bilgilerinizi kafanızda tutacağınıza deftere yazın öğüdü veriyordu. Beylerbeyi’ndeki Sakıp Sabancı Müzesi’ne giderseniz Sakıp Ağa’nın zaman içinde notlar aldığı defterlerini görürsünüz... Not defteri bulundurmak, günlük tutmak bizden önceki kuşakların alışkanlığıydı.

Kendimi o kuşağın temsilcilerinden biri olarak görürüm; yanımdan hiç ayırmadığım not defterlerim oldu hep.

Benim not defterlerim "çıfıt çarşısına" benzer; ne ararsanız vardır; tarihsel olayların bugüne benzerliklerinden tutun da, gündeme ilişkin analizlerime; futboldan magazine; dini, siyasi, ticari akrabalık bağlarına kadar...

Not defterimde bazen kendime önerilerde bulunurum; şu olay film-dizi olarak çekilebilir; bu olay araştırılıp kitap yazılabilir veya şu tür bir TV programı yapılabilir gibi....

Not defterim aynı zamanda benim çalışma defterimdir; hafızamı dinç tutma egzersizleri yapmama yardımcı olur.

Kitaplarımı okuyanlar dipnotlarımı sevdiklerini söylerler; o bilgi notlarını not defterime borçluyumdur ben.

Ve işte, o not defterlerindekileri bundan sonra haftada bir gün Hürriyet okurlarıyla paylaşacağım.

Merhaba...

İki terörist Şıracıyan ve Samast’ın şaşırtan benzerlikleri/images/100/0x0/55ea0ea8f018fbb8f8683eae

Hayatlarında 'baba figürü' yoktu. Futbolu seviyor, futbol oynuyorlardı. İşsizdiler. Milliyetçiliği abilerinden öğrendiler. Öldürdükleri onlara göre 'hain' idi. Suikast silahları tabancaydı; cinayette önce, biri camiye gidip namaz kıldı; diğeri haç çıkarıp dua etti... Biri Türk diğeri Ermeni iki teröristin benzerlikleri sadece bu kadar değildi...

ADI ister Ogün Samast; ister Arşavir Şıracıyan olsun terörist teröristtir; ve benzerlikleri hep şaşırtıcıdır...

Biri Arşavir Şıracıyan 20. yüzyılın başında (1900) İstanbul’da doğdu; diğeri Ogün Samast yüzyılın sonunda (1990) Trabzon’da...

İkisinde de "baba figürü" yoktu; her ikisi de babalarını küçükken kaybetmişlerdi. Arşavir’in babası ölmüştü, Ogün’ün babası ise evi terk etmişti...

Fazla okuyamadılar. İş bulamadılar; işsizdiler.

İkisi de futbolu seviyordu, futbol oynuyordu; başarısız oldular.

Siyasi "bilinçlerini", kitap-gazete-dergi okuyarak değil, arkadaşlarıyla yaptıkları toplu sohbetlerde edindiler.

İkisi de milliyetçi birer örgütün mensubuydu:

Evlerinin tavan arasında kurulduğu için birinin örgüt adı "Tavan Taburu", diğeri mahalle kahvesinde kurulduğu için "Abiler Örgütü"ydü!..

GEREKÇE: HAİNLİK

İlk cinayetlerini genç yaşlarında işlediler; Arşavir 20, Ogün ise 17 yaşındaydı...

Her iki suikast da İstanbul’da gerçekleşti; biri Osmanbey Halaskárgazi Caddesi’nde, diğeri Taksim Tarlabaşı Bulvarı’nda...

Cinayetten önce biri camiye gidip cuma namazı kıldı; diğeri haç çıkarıp dua etti...

Her ikisi de uğura inanıyordu; suikast sırasında birinin uğuru beyaz şapkası, diğerinin ise beyaz yakasız gömleğiydi...

Her iki cinayet sebebi de siyasiydi; gerekçeleri aynıydı; "hain"!..

Ogün Samast, Ermeni Gazetesi Agos’tan çıkan gazeteci Hrant Dink’i vurdu; Arşavir Şıracıyan ise tabancasını aldığı Ermeni Gazetesi Djagadamard’tan çıkıp Hıristiyan iken Müslümanlığa geçen Ermeni polis memuru Vahe Essayan’ı...

Suikast silahı her ikisinde de tabancaydı; Ogün üç kurşun sıktı, Arşavir altı kurşun...

Ve her ikisi de cinayetten sonra ara sokaklara koşarak kaçtılar...

Kısa sürede teşhis edildiler; biri hemen yakalandı, diğeri Ermenistan’a kaçtı...

MODA AKSESUVAR

Terörist Arşavir Şıracıyan, cinayetlerini sürdürmeye devam etti:

Yüzünü tüm detaylarıyla öğrenmek için geceleri yatmadan önce fotoğrafına uzun uzun baktığı Sadrazam Said Halim Paşa’yı 5 Aralık 1921’de Roma’da vurdu...

Ogün Samast da gazeteden kestiği fotoğrafta Hrank Dink’in yüzünü ezberlemişti...

Tıpkı Ogün Samast gibi Şıracıyan da, Roma’daki suikast için yeni kıyafet almıştı; geniş kenarlı, siyah renkli şapkası ve o dönemde özellikle öğrenciler arasında moda olan siyah renkli boyun bağıyla birlikte...

Ve tarih 17 Nisan 1922, Berlin. Terörist Arşavir Şıracıyan katliam yaptı.

Terörist arkadaşlarıyla birlikte günlerdir peşinde oldukları, Teşkilatı Mahsusa’nın iki kurucusu Dr. Bahaeddin Şakir ve Emniyet Müdürü Cemal Azmi’nin izini buldular.

KURŞUN YAĞMURU

Gece misafirliğinden dönen İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Resuhi Bey, Cemal Azmi, karısı, annesi, kızı, büyük oğlunun nişanlısı, Dr. Bahaeddin Şakir, eşi ve 13 ay önce eşi Sadrazam Talat Paşa’yı yine Berlin’de Ermeni terörüne kurban veren Hayriye Hanım olmak üzere dokuz kişi kurşun yağmuruna tutuldu.

Hayriye Hanım, katil Şıracıyan’ın üzerine atılıp yüzünü tırmaladı ama yine de Dr. Bahaeddin Şakir ve Cemal Azmi’nin şehit olmasını engelleyemedi...

Arşavir Şıracıyan yine yakalanmadı; dört ay sonra Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a geldi. Ancak fazla kalamadı; Mustafa Kemal ve askerlerinin İstanbul’a gelmesinin ardından terörist arkadaşlarıyla birlikte Fransa’ya kaçtı.

Ve bir daha Türkiye’ye dönemedi...

KİTAP YAZDI

Arşavir Şıracıyan
yıllar sonra anılarını-cinayetlerini "The Legacy" adıyla kaleme aldı. Kitabı Boston’daki Ermeni Hairenik Cemiyeti yayımladı.

1982’de Paris’te "La dette de SANG" adıyla Fransızca’sı çıkartıldı.

Dr. Kadri Mustafa Orağlı, "Bir Ermeni Teröristin İtirafları" adıyla, orijinalliğini koruyarak tercüme etti. (Kastaş Yayınları-Mayıs 1997)

Ogün Samast
cezaevinden çıktıktan sonra ne yapar; cinayetini kaleme alır mı gibi soruların yanıtını zamanla göreceğiz...

Sonuç:

Adı Arşavir Şıracıyan ya da Ogün Samast olsun; terörün dini, milliyeti ve bir "kutsal amacı" yoktur...

Bizim güzel Ermenilerimiz
/images/100/0x0/55ea0ea8f018fbb8f8683eb0
HRANT Dink’in cenazesindeki "Hepimiz Ermeni’yiz" pankartı ve sloganı bazı çevreler tarafından "hıyanet" olarak görüldü.

Açılan bir pankartla, atılan bir sloganla "Türklüğümüzü kaybediyoruz" vehmine kapılıverdik!..

Bizim Türklüğümüz ne zamandan beri "pamuk ipliğine" bağlı algılanır oldu.

Ve, biz ne zamandan beri "kendimize benzemeyene", "bizden olmayana" karşı hoşgörümüzü kaybettik?

Ne oldu bize?

"Hıyanet" gibi ağır bir sözcüğü kullananların, Türk tiyatrosu deyince gururla adını andığımız Naşid Özcan’a ve çocukları Adile Naşit-Selim Naşit’e bir özür borcu yok mu?

Peki ya "diğerlerine"?

Siyah-beyaz filmlerin "Horoz Nuri’si" Vahi Öz’ü; Türk sinemasının sevimli, iyiliksever tonton amcası Nubar Terziyan’ı; Yeşilçam’ın en sıcak bakan garsonu/hizmetçisi Sami Hazinses’i; bir dönemin jönü Turgut Özatay’ı; güldüren, kantolarıyla herkesi eğlendiren Toto Karaca’yı; bizim hayatımızdan kim çıkarabilir?

Kırkor Cezveciyan yani Kenan Pars’sız Türk sineması düşünülebilir mi?

MÜZİK KARDEŞLİĞİ

Bu topraklarda kardeşlik lafta değildir; kardeşlik notalara dizilmiştir.

"Sen Ağlama", "Haydi Gel Benimle Ol", "Kavaklar" gibi onlarca şarkımızın bestecisi Onno Tunç bizden değil midir şimdi?

Sezen Aksu bizden, Onno Tunç "onlardan" öyle mi?

Şebnem Ferah bizden, Karin Karakaşlı "onlardan"?

Peki Garo Mafyan? O da mı "onlardan"?

Bu topraklara bunu yapmayın lütfen.

Sünnetli Rober Hatemo, neşeli Hayko ve sivri dilli Arto bizim evladımız değil mi?

Silviya N. Bursalıoğlu (Asu Maralman), Mine Koşan bizim bacımız değil mi?

Kıpırdamadan saatlerce duran manken-şair Vahe Kılıçarslan popüler kültürel hayatımızın rengi değil mi?

"Onlarsız" öksüz kalmaz mıyız?..

MHP VE TKP’Lİ ERMENİLER

Geçmişte çok hata yapmadık mı; hani Názım Hikmet vatan hainiydi.

Rahmetli Alparslan Türkeş, MHP kongresinde Názım Hikmet’in şiirini okuyarak büyük ozana hakkını teslim etmedi mi? Kim bugün Alparslan Türkeş’i "hıyanetle" suçlayabilir?

Levon Panos Dabağyan adını duydunuz mu?

İstanbulludur, yazardır. CKMP ve MHP’lidir; 1969 senato seçimlerinde aday olmuştur. Türkeş’in isteğiyle yıllarca Ortadoğu Gazetesi’nde makale yazmıştır.

"Hıyanet" sözcüğünü kullananlar; yıllarca Ermeni diasporasının tepkisini alan, "AB, Türk düşmanı Ermeni yetiştiriyor" diyen Dabağyan’a ayıp etmiyor mu?

Sadece MHP’lisi değil, TKP’li Vartan-Jak İhmalyan kardeşler de bizimdir.

İyisiyle kötüsüyle "onlar" bizimdir; ilk hayali ihracatçımız eski DP Milletvekili Mıgırdiç Şellefyan bile bizimdir!

Bu ağır sözü kullananlar, ASALA terörünü kınamak için 1982’de Taksim’de kendini yakan Ermeni Artin Penik’e özür borçludur...

"Hıyanet" öyle mi?

Tarihimiz, dilimiz yok olmasın diye yıllarca didinen Prof. Pars Tuğlacı’nın yüzüne nasıl bakacağız şimdi?

Yarım asırdır "Kulis" adlı tiyatro dergisini çıkaran 97 yaşındaki tiyatrocu Agop Ayvaz’a bu ağır mı ağır lafı nasıl açıklayacağız?..

Faili meçhul cinayete kurban giden Kirikor Zohrap’tan Mıgırdiç Magrasyon’a uzanan edebiyatçılar Anadolu’yu, bizim hikáyemizi anlatmadılar mı, yazmadılar mı?

Yapmayın, "onlar" biziz; biz ise onlar...

DEMİR YUMRUK

Sevgili çocuklar, arkadaşlar, maçlarda "Ermeni değiliz" diye pankart açıyorsunuz!

Peki, kendi paralarıyla 1912 Stockholm Olimpiyatlarına giden ve ay yıldızlı bayrağımızı uluslararası turnuvada ilk dalgalandıran Vahram Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan adını hiç duydunuz mu?

Ya milli olan diğer "bizim" sporcularımız; Harutyan Artan, Zareh Kalpakcıyan, Hagop Yavruyan, Varujan Köseoğlu, Vahriç Melkonyan, Sarkis Güllap’ı kim unutabilir?

"Onlarsız" Türk spor tarihi yazılabilir mi?

"Demir yumruk" Garbis Zakaryan boksta ilk İstiklal Marşı’mızı çaldıran, bayrağımızı göndere çektiren sporcumuzdu.

Zakaryan, aynı zamanda Cemal Kamacı gibi ilk Balkan Şampiyonumuzu yetiştirdi. Garbis Zakaryan ile Cemal Kamacı, birbirlerini "öteki" olarak mı gördü?

MİMARİ GURURUMUZ

Osmanlı mimarlığından -yedi kuşak hizmet vermiş- Balyan Ailesi’ni çıkarabilir miyiz? Bırakalım Balyanlar’ın yaptığı Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı gibi onlarca (Kuleli Askeri Mektebi, Selimiye Kışlası, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi, Malta Köşkü vb.) övünç duyduğumuz tarihi yapıtı; Bezmiálem Valide Sultan Camii, Ortaköy Camii, Hamidiye Camii, Pertevniyal Valide Sultan Camii gibi İstanbul’un en güzel camilerini yapan Balyan Ailesi değil midir?

Camiler bizim ise her tuğlasında, kirecinde, çimentosunda emeği olan Balyanlar da bizimdir. Aksi düşünülebilir mi?

En güzel cami fotoğraflarını Ara Güler çekmedi mi?

Fotoğraflarını çektiği Picasso’ya, Salvador Dali’ye sorsaydınız keşke; Ara Güler’i kim olarak biliyorlardı?

Ben söyleyeyim, "bizden" biri!..

Peki, Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan fotoğrafçılığımızın kurucuları Kevork ve Viçen "Abdullah Biraderler"i kim bizden saymaz?..

Sadece fotoğraf mı? Resim tarihimizden Manas Ailesi’ni çıkarabilir miyiz?

Batı tarzında ilk Osmanlı tiyatrosunun kurucusu Agop Vartovyan’ı (Güllü Agop); ilk opera topluluğunu kuran, ilk Türk opereti "Arif’in Hilesi"ni besteleyen -Doğu’nun Verdi’si denen- Dikran Çuhacıyan’ı minnetle/övgüyle anmıyor muyuz?

Bugün Devlet Opera Balesi’nin sahnelediği Carmen’in başrol oyuncusu Aylin Ateş’le gurur duymuyor muyuz? Çuhacıyan’dan Aylin Ateş’e uzanan bu tarihsel miras bizim değil midir?

Atatürk’ün dans öğretmeni de Ermeni’ydi

Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal, dans öğretmeni Prof. Ardeş Panosyan’ı; diş doktoru Sürenyan’ı "onlardan" mı saydı sanıyorsunuz? Çok yanılırsınız...

Sultan Abdulaziz’in davetlisi olarak İstanbul’a gelen ressam Rus Ermenisi İvan Konstantinoviç Ayvazovski’yi bizden biri olarak bağrımıza basmadık mı?

Misafir Ayvazovski’yi bile bağrına basan Anadolu, kendi evlatlarını "onlar" diye nasıl görür?

Yıldız Porselen Fabrikası’nın ilk baş desinatörü Garabed (Şarll) Atamyan’ın "Bende-i Atam" imzalı porselenler, en değerli hazinelerimiz arasında değil midir?

Ne zaman "onlar" oldu bizim sevdiklerimiz?..

Hz. Muhammed’den, Fatih Sultan Mehmed’den öğrendiğimiz hoşgörüyü ne zaman kaybettik biz?..

Ve biz "hıyanet" gibi ağır sözleri ne kadar kolay telaffuz etmeye başladık...
Yazının Devamını Oku