FIRIL fırıl zekalarıyla, başlangıç sermayesi sadece sevimlilik ve sempati olanlar bu özelliklerini kurnazca pazarlamayı becerseler de, ilave bir donanım oluşturamazlarsa, kaçınılmaz olarak aldıkları mesafeyi kaybeder, karaya otururlar.
İş dünyasından medyaya, siyasetten sivil toplumculuğa bu hallerin yaygın örneklerine hep şahit olduk, oluyoruz.
Bu gözlemimizi lütfen seçkincilik addetmeyin. Kifayetsiz muhterislerdir karşı çıktığımız.
Şüphesiz kimse anasının karnından “kifayetli” doğmuyor.
Ancak bir yerlere talip olduğunuzda, kalıcı olmak hedefleniyorsa mutlaka bir alt yapı gerekiyor.
Aşağıda son zamanlarda çok sık karşılaştığımız bir tiplemeyi anlatmaya çalıştık.
“Mahallenin delikanlısıdır. Herkes sever, fırlamanın önde gidenidir” diye bahsederler.
İlk defa Ertuğrul Özkök’ün kullandığı bir kavramdır “İzmirya.”
İki hafta önce demokrasilerin olmazsa olmazı olan güçlü yerel yönetim anlayışını savunan yazılar yazmıştık bu sütunlarda.
Evrensel olabilmenin bireyselliğin derinleşmesinden geçtiğini, insanların özgür iradesinin kendisi ve yakın çevresi için en optimumu tespit edebilme yetkinliğine sahip olduğunu ve bu sebeple merkezdeki uzak aklın bizim adımıza her şeye karar vermesine karşı çıkılması gerektiğini belirtmiştik.
Pek tabii bu tip konularda kalem oynatmak, mayınlı arazide gezmeye benziyor.
Komik olmaya çalışmayan herkes bilir ki, abartılı anlamlar yüklenmiş ve ülke genelinden soyutlanmış “İzmirli” diye bir kavram (sınıf, statü...) yok.
Büyük bir ülkedeyiz
Hele bazı ilkel zihinlerin Anadolu’dan göç yoluyla gelenlere mesafelenerek, sebebi kendinden menkul bazı tasniflemelerle, itici, öteleyici, tepeden bakan, faşistik tınılar içeren yaklaşımlarına hiçbir şekilde yüz vermek mümkün değil.
Hem koyu milliyetçi, hem de koyu dindar olabilir misiniz?
Hani biliyoruz ki, muhafazakar İslami anlayış, milliyetçiliği “kavmiyetçilik” addeder, muteber kılmaz.
Onlara göre aslolan ümmetdir, diğer anlatımla din kardeşliğidir.
Buna rağmen bu topraklarda, özellikle de İç ve Doğu Anadolu’yla Karadeniz’de Türklük duygusu İslam kimliğiyle öylesine bir iç içe geçmişlik hali sergilemektedir ki adeta Müslümanlık, Türklük üzerinden ifade edilir haldedir.
Vaka İsmet Özel, “Arap olmayan Müslüman’a Türk denir” demek suretiyle bu yaklaşımı formüle etmeye çalışmıştır.
Hatta bu amaca hizmet eden birçok siyasi parti de kurulmuştur.
Ancak Türkçülük ve İslamcılık iki ayrı ve farklı ana arterdir.
AK Parti, ağırlık olarak muhafazakarların oy verdiği bir siyasi parti.
Muhafazakar oylar bu ülkede tek başına iktidar olmaya yetiyor.
Türkiye üniter bir yapı. Nüfus yaklaşık 80 milyon.
Erzurum’daki kişinin hükümetiyle İzmir’dekininki aynı.
Ne var ki İzmirli mesela Erzurumlu kadar muhafazakar değil.
Bağlı olarak, azınlık kalıyor ve arzu ettiği siyasi parti iktidar olamıyor.
Üniter bir yapıda, hele merkeziyetçi bir anlayış varsa demokrasi daima çoğunluğu mutlu eden bir sonuç yaratıyor.
İZMİR’in 100 yıl öncesine kadar kendi içinde dengesini sürdüren çok renkli ve çeşitli demografik bir yapısı vardı.
Ancak 19. ve 20. yüzyılda tüm dünyayı, özellikle de coğrafyamızı saran milliyetçilik akımları, görünürde “etnisite” ama özde “din” üzerinden, ulus devlet ölçeğinde bir homojenleşme oluşturttu.
İzmir de bu gelişmelerden nasibini aldı.
Geçen yüzyılın başlarında 2/3 nüfusu gayrimüslimlerden oluşan kent bugünlere geldiğinizde, sınırlı sayıda Lavanten, 1000-1200 kişilik bir Yahudi cemaati, yok denecek kadar Rum ve Ermeni nüfusla çok kültürlü yapısını sürdürebilir kılma imkanını kaybetti.
Ancak o kültürün izlerini hala yaşıyor.
Bugün bu kentte yaşayanlar, yemek kültüründen Türkçeleşmiş kelimelerine, çok kültürlü bir hazinenin varisleri konumundalar.
İşte bu varislerden biri de hayatın kendisini olgunlaştırarak adeta insan odaklı bir Anadolu milliyetçisi yaptığını söyleyen Hasan Tahsin Kocabaş.
İzmir, Kordonboyu denince, zihinlerde ilk önce Pasaport iskelesi belirir.
Eski limanın tozu gelir genzimize, kartpostallardan hatırladığımız.
İzmirli için ana rahmi mekanlardır, dizi dizi sıralanmış kahvehaneler.
Kuru kalabalıkları boş verin, asıl sahipleri müdavimleridir bu kahvehanelerin.
Oradadırlar hep ve hemen anlaşılmayan bir eksikliğin acısını kıraat ederler günler boyu.
Pasaport, liman, ne bir eksik, ne bir fazla, sahici bir dekordur aslında.
RECEP Tayyip Erdoğan, kim ne derse desin “Yenilmez Armada” olduğunu bir kere daha gösterdi. Her türlü tebriki hak ediyor.
Milletin duyarlıklılarına hitap etmekten, ekonomide sağlanan başarıya kadar bu sonucun bir dizi sebebi var.
Geriye doğru 15 yıl önceyle bugünü mukayese ettiğinizde esasında “çok sesli bir toplum” olma yolunda bilgi toplumu olmanın avantajları ile epey mesafe aldığımızı görüyoruz.
Tamam, AK Parti son dönemlerde hepimizin şikayet ettiği gibi, otoriterleşme eğilimini artırmıştır. Ama kim ne söylemek istiyorsa her biçimde kendini ifade edebilecek mecrayı bulabildiği de bir vakadır.
Belirtelim ki özgür toplum 21’nci yüzyılda siyasi iktidarların lütfu değildir.
Şayet refah ve mutluluk talebimiz varsa bir başka türlüsü olamayacağı için demokrasi giderek derinleşecektir.
AK Parti iktidarı muhafazakar kitlelerin temsilcisi olarak statükoyu zorlayan ilk işaret fişeğiydi.
BAHAR ayları, derken haziran hatta temmuz, içinizdeki diri uçuk mavinin hüküm sürdürdüğü zamanlardır.
Fakat heyhat, kaçınılmaz olarak ağustos gelir.
Sizin hiç güneşin sapsarısının esmerleştiğini hissettiğiniz olmuş mudur?
Sıcak yaz başlamıştır artık ta ki ekim sonlarına kadar.
Şimdi, bastırılmış hüzünlerin, “biz daha bitmediklerin”, gecikmiş ısrarların, dermansız bayat heyecanların, kaçıp gidene hasetlenmenin, katı gerçeklerle yüzleşmeye hazırlığın, bir “orada” bir “burada” olmaların vakti saatleri gelmiştir sanki.
Hülasa, sevmem, sevmemişimdir her nedense ağustosu.
Ağustos çıkmazı
MEVZU madem ağustos ayından açıldı. Yanı sıra seçim yasakları da var. O halde bu minval üzere devam edelim.