Liberal kapitalist esaslara göre oluşturulmuş küresel nizam, oy sahibi geniş kitleler tarafından sorgulanmaya başladı.
Yerleşik düzene aykırı siyasi figürler, sürpriz şekilde dünyanın pek çok yerinde iktidara geliyor.
Tayyip Erdoğan’dan, Trump’a, Chavez’den, Çipras’a, Marine Le Pen’den İngiltere, Avusturya ve Hollanda da yükselen siyasi akımlara, hep bir farklı motivasyon dünyayı sarmaya başladı.
Birbiriyle alakasız gözükseler de bu teveccühün muhatapları derin sosyolojik tünellerle benzer tepkilerden besleniyorlar.
Kapitalist düzenin vaatleri, artık insanları tatmin etmiyor, bir anlamda “burjuva ahlakı” dediğimiz değerler manzumesinin tasfiyesi yaşanıyor.
Bu transformasyonun temel saiki, “yeninin” çekiciliğinden ziyade, “mevcudun” iticiliğinden kaynaklanıyor.
Bu sebeple kitleler yeterince tanımadıkları partilere ve liderlere bile, adeta koşarcasına yöneliyorlar.
Tahmin ettiğimiz gibi çok yoğun bir geri dönüş oldu.
Görüşler şöyle;
“Zeytin, ortak paydamız. Yağ yeşili diyorum”
“Bordo-beyaz”
“İki ya da üç renk. Ama mutlaka beyaz”
“Tüm anı biriktirenler adına Sardunya Kırmızısı”
“Mavi, yeşil, beyaz”
Hollanda mesela “Portakal”dır.
Brezilya faşinglerinde sarı ve yeşil hakimiyeti zihinlerimize kazınmıştır.
Maldivler turkuazdır.
Komşumuz Yunanistan’ın masa örtülerinden tentelerine, mavi-beyaz birlikteliği mühürü gibidir.
Türkiye geniş bir coğrafya.
Kültürel çeşitliliği fazla.
Bu sebepten bir “renk” arayışına gidilirse “kentler” ön plana çıkar.
Bittiğinde, hele aradan birkaç yıl geçtiğinde kentin karakteristliğinde çok ciddi bir ağırlık taşıyacak.
Muhtemelen yolcu trafiğinde çok önemli bir işlev görmesinin yanı sıra, bir “oyuncak tren” görüntüsü ile pek bir seveceğimiz sembolümüze dönüşecek.
Denizle olan iletişimimizi zayıflatır diye endişelenenlerimiz olsa da karayolu, demiryolu ve kıyı, aynı seviyede planlanırsa böylesi bir kopukluğun yaşanmayacağını düşünüyoruz.
Geçmişte körfez vapurları, diyelim Kaf kaf kazandı, düdükleri ile yeri göğü inleterek Karşıyaka’ya yanaşırdı.
Sanki bu sempatik tramvaylarımız gelecekte pek çok festival kervanında müthiş renkliliklerin sunulmasına vesile olacaktır.
Projenin tamamlanmasını dört gözle bekliyoruz.
-----
Aslımıza dönüyoruz
Bugün Türkiye’de “halk”, yetkilerin tek elde toplanacağı bir yönetim modeline cevaz verecek gibi gözüküyorsa ve iktidarı talep edenler “paylaşımcı” bir izlenim vermiyorsa, “millet iradesi” kavramını kutsallaştırmak ne denli mümkündür? Bu ülke iktidarda olanların olmayanları baskıladığı bir siyasi gelenekten geliyor. Maalesef, toplumun her kesimini kucaklayan ve asgari müştereklerinde mutabakatını temin etmiş bir Anayasamız hiç olmadı. Hal böyle olunca, adını ister “Militer Vesayet” deyin, ister “% 51 tahakkümü”, iktidara yakın olmayanların payına sadece “ezilmek” kalıyor.
Bu ülkeyi çoğunlukçu değil de, çoğulcu bir yapıya dönüştürmek istiyorsak, bunun yolu iktidarın insafından geçmemeli. Hiç şüphesiz, Cumhuriyet değerlerini benimseyen laik insanların eline silah alıp mücadele edecek hali yok. Ancak bahse konu demokratik mücadele, sadece Parlamento’daki siyasi partilere bırakılmayacak kadar da önemli.
Bu anlamıyla, referandum süreci umarız demokratik bir şölene dönüşür.
FAZLA MAKROYUZ
Ülkedeki gelişmeler iş dünyasının konstrasyonunu bozmuş gibi duruyor. Patlayan bombalar, terör, Anayasa, doların yükselişi...
İzmir derken, şu anda bu kent de yaşayanları kastediyoruz.
Cevabını hemen söyleyelim. “Değildir”.
Hani, elit, laik, Arap sevmeyen, Müslüman hissetmeyen, Batı hayranı, şehirli, modern, hatta endişeli modern bir tipseniz, Atatürk’ü bu karışık ruh halinizin temsilcisi zannediyorsanız, kuvvetle muhtemeldir ki “Gavur İzmirli” diye anılmaktan içiniz bir hoş oluyordur.
Ancak, maalesef bu kentin 100 yıl öncesine dair referanslarıyla uzaktan yakından bir ilginiz olmadığı için bildiğimiz, artısı ve eksisi ile necip Türk vatandaşısınız.
Hatta, illa geçmişten bir referans yakalamak arzusunda iseniz, aradığınız illiyeti, talancı özellikleri ile “Afrika Çekirge”de arayabilirsiniz.
Zira, dalga dalga göçmen olarak geldiğimiz bu geçmişin biblo kentine bir faninin yapabileceği tüm haksızlıkları eksiksiz yerine getirmiş nesillerin torunlarıyız.
Selanik’ten, Girit’ten, Rodos’tan gelen, sözde Batı görmüş ilk nesil göçmenler bir biçimde kendilerine verilen imkanları, köylülük kültürüne, yem ettiler.
Bu memlekette kendilerini “sıradan ve makul” olarak tanımlayan insanlar,
Yani bizler, öyle “tedirgin”, “endişeli”... Ve benzer laflarla izah edilemeyecek ölçüde bedbiniz, ümitsiziz, öfkeliyiz.
Elimizden fazla bir şey gelemeyeceğinin farkındayız.
Bu duruma sebep olanlara lanet okuyoruz.
IŞİD’den PKK’ya, insan kimliğimizle anlayamadığımız bir ideolojinin, mensubiyetini taşıyanlar tarafından, kör bir dayanışma anlayışı ile sahiplenildiğini dehşetle yaşıyoruz.
Bu ideolojinin borusunun çalındığı bir ülkede yaşıyor olmanın savunmasız ve güvencesiz ruh hali içinde, yalpalanıp duruyoruz.
İyi, güzel, medeni günlerin “imkansız uzaklıklarda” olduğunu görüyoruz.
Bilmem farkında mısınız, genç bir müzisyen Rock piyasasında ulusal ve uluslararası arenada fırtına gibi esiyor.
La Dee Eda mahlasıyla bilinen Eda Köyağasıoğlu’ndan bahsediyoruz.
İzlediğimiz kadarıyla, sadece 2016 yılı içinde, Roma, Amsterdam, Budapeşte, Viyana ve Berlin’de verdiği konserlerle hayranlarını katladı.
Eda, aynı zamanda kentimizin en önde gelen özel okullarından Işıkkent Eğitim Kampüsü’nde konservatuarlı bir müzik öğretmeni.
Kendi besteleri ve piyanosu ile özgün bir çizgiyi geliştiren, bu anlamıyla önü çok açık bu genç sanatçıya başarılar diliyor, İzmir adına onurlandığımızı ifade etmek istiyoruz.
-----
Sütaş, Tire’ye durduk yerde gelmedi