Paylaş
İzmir derken, şu anda bu kent de yaşayanları kastediyoruz.
Cevabını hemen söyleyelim. “Değildir”.
Hani, elit, laik, Arap sevmeyen, Müslüman hissetmeyen, Batı hayranı, şehirli, modern, hatta endişeli modern bir tipseniz, Atatürk’ü bu karışık ruh halinizin temsilcisi zannediyorsanız, kuvvetle muhtemeldir ki “Gavur İzmirli” diye anılmaktan içiniz bir hoş oluyordur.
Ancak, maalesef bu kentin 100 yıl öncesine dair referanslarıyla uzaktan yakından bir ilginiz olmadığı için bildiğimiz, artısı ve eksisi ile necip Türk vatandaşısınız.
Hatta, illa geçmişten bir referans yakalamak arzusunda iseniz, aradığınız illiyeti, talancı özellikleri ile “Afrika Çekirge”de arayabilirsiniz.
Zira, dalga dalga göçmen olarak geldiğimiz bu geçmişin biblo kentine bir faninin yapabileceği tüm haksızlıkları eksiksiz yerine getirmiş nesillerin torunlarıyız.
Selanik’ten, Girit’ten, Rodos’tan gelen, sözde Batı görmüş ilk nesil göçmenler bir biçimde kendilerine verilen imkanları, köylülük kültürüne, yem ettiler.
70’li yıllara gelindiğinde, ortada ne tarihi doku, ne temiz bir deniz, ne bağlar, bahçeler kalmamıştı.
Gayrimüslimler, birkaç Hristiyan levanten aile ve şimdilerde bin kişiye inmiş nüfuslarıyla Yahudiler’den ibaret bırakılmıştı.
Hani mübadele ile gelenlerin kendi aralarında konuştukları Rumca’ya bile tahammül edemedik.
Etrafımızda dedesinin Boşnakça ya da Çerkezcesini bilen kaldı mı, ben bilmiyorum.
Bu insanlar bir kentin tarihinde yaşayabileceği en insafsız ve kapsamlı rant operasyonu ile o güzelim binaları ucuz apartmanlarına dönüştürüp, edindikleri haksız servetleriyle kuşaklar boyu geçindiler.
Daha sonra 1960’lardan itibaren Anadolu’dan göç almaya başladık.
Gelenlerin hiç biri buralarda büyümemişti.
Güzel İzmir’in, bu ikinci dalga göçmenleri ile cezası devam ediyordu. Sağlıksız kentleşme, gecekondulaşma yolunda ne kadar ayıp varsa eksiksiz yerine getirildi.
Ancak buralar “büyülü Ege”.
Mihrap o denli sağlam ki, dövsen de sövsen de o kadim ışıltı seni kendine önce aşık sonra mahcup etmeye başlıyor, karartısını, kirliliğini örtüyor.
İzmir; havası, suyu, güneşi, toprağı ile yaşayanı kendine çeken, adam eden, olmazsa olmaz o mutedil, medeni ruh halini giydiren bir hızlandırılmış tekamül kursu gibi adeta.
Şüphesiz, en erken gelenlerin çocukları en fazla “mesafe” alanlar oluyor.
Ve, yine hiç şüphesiz en balık hafızalı olan ve “kabuğunu beğenmeyen kestane” tavrıyla “en bir Avrupalılarımız da” bunlardan çıkıyor.
Ama, üzgünüz, ikna edici olamıyorlar.
“Gavur” olmak bu kentin tarihinde kaldı. Dolayısıyla, hiçbirimizin kumaşı, etrafımızda gördüğümüz, beğendiğiniz ya da beğenmediğimiz insanlardan pek bir farklılık içermiyor.
-----
Görecek günler var daha
REEL sektörün net döviz borcu 212 milyar dolar.
Yaklaşık yarıya yakın kısmı 5 yıldan uzun vadeli.
Hani döviz borcu kısa vadeli olanların işi zor.
Ancak şirket borçları cari kurla değerlendiğinden, uzun vadeli borçlanan şirketlerin de bilançoları olumsuz etkilenecek.
Yalnız, döviz kurunun sürekli artması iyi bir şey değildir.
Yabancı para cinsinden günden güne fakirleşiyoruz.
Halkımız, elindeki avucundaki erimenin devam ettiğini görür ve “Dolarize” olmaya kalkışırsa işler kontrolden çıkar.
Böylesi anlarda “Devletin Bekası” anlayışı her şeyin önüne geçer ve geçmişte örneklerini gördüğümüz haşin tedbirler devreye girer.
Neler mi olur?
Servet vergileri gelebilir, Türkiye yerleşiklerinin döviz tevdiatları Türk Lirasına çevrilir.
Kambiyo kısıtlamaları yeniden getirilir.
Özetle 1980 öncesini dönülür ve kapalı bir ekonomik modele doğru geçeriz.
Denilebilir ki, Türkiye makro büyüklükleri itibariyle bu denli dış dünyaya entegre olmuşken böylesi tedbirler artık mümkün değildir.
Yani bu ülkede son dönemlerde olmaz denilen, makul akla sığmayan ne varsa bir bir olduğundan, ekonomi ile ilgili hiçbir şeyi “mümkün değil”dir diye kestirip atamıyoruz.
Nitekim son dönemlerde sabit kur söylemleri artmaya başladı.
Kambiyo rejimini değiştirmeyecekseniz “sabit kur” faizleri yukarıya doğru patlatır, bilinsin.
Bununla da kalmaz döviz karaborsası oluşur, rezervler tükenir, tam bir ekonomik kaosa sürükleniriz.
-----
Akbıyık Et Lokantası
İSTANBUL’da bile yenidir “et restoranları”.
Nusret, Günaydın Kasap... Bir modadır başlattılar.
İzmir’de de benzer akım görülmeye başlandı.
Kordon’da Etçibaşı, Ankara asfaltında Seçkin Et, Manisa yolunda Cumba, Urla’da Seyhan Et, Çamdibi’nde Akbıyık ilk anda bildiklerim.
Size, bu yazıda Akbıyık’ı tanıtmak istiyorum.
Sığır filetosunu kızgın tereyağda döküm tavalarda önünüzde pişirip “nar” gibi servis edişleri, yekpare kuzu kafesi parçalayarak pirzola halinde sunumları, dönerleri... Tüm bunlar Çamdibi’nde, son derece mütevazi bir esnaf lokantasında gerçekleştiriliyor. Bu mahalle lokantasını lezzet avcılarının dikkatlerine sunuyoruz.
Paylaş