Üç yıllık bir dönem için yönetime Fadıl Sivri ve ekibi seçildi.
Yine aynı dönem için Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığını Mehmet Ali Kasalı yürütecek.
Bilindiği gibi, sivil toplum kuruluşları uzunca bir süredir ülkenin “yeni normal” ikliminde, eskisine göre daha “apolitik” tavra çekilmişlerdir.
Bu durum, şüphesiz “iyi bir şey” değil.
Hani, “iş derneklerinin siyasetle ne işi var” diyemezsiniz.
Zira ekonomi, siyaset, hukuk, birbirlerini etkileyen, hatta aynı taban üzerinde oturan bir prizmanın değişik yüzleri gibidir.
Hiçbir şekilde tansiyonu yükseltmiyorlar.
Esasında doğru yapıyorlar.
Geçmiş seçimlerde nalına mıhına bir söylem onlara yaramamıştı.
AK Parti, muhafazakar tabana hitap ediyor.
Muhalefet “tırmandırıcı” bir üslubu benimsediğinde, zaten iktidarın tarzı belli, aradaki renkler kayboluyor, sağ parti olarak algılanan rakip karşısında “hüsran” kaçınılmaz oluyordu.
Şimdi “alçaktan uçuşu” tercih ediyorlar.
Bir anlamda AK Parti seçmeni kendi haline bırakılıyor ve daha sakin bir değerlendirme yapmalarına imkan sağlanıyor.
“Dağdaki çobanın oyu” diye başlayan, “göbeğini kaşıyan bidon kafalı” adamlara uzanan bu talihsiz tutum hep bir mesnetsiz “üsten bakış” olarak algılanmıştır.
Ancak son dönemlerde, hayatın her alanında “vasat altı”nı yücelten bir anlayışın toplumda giderek yaygınlaşması, bu kitlelere yönelik eleştirisel bakışı yeniden gündeme getirmeye başladı.
Zülfü Livaneli’den Etyen Mahçupyan’a “köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi bir yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan...” kitlelerin varlığına dikkat çekiliyor.
Şüphesiz mevzuyu irdeleyenler, sıradan, kendi halinde, dindar insanları asla kastetmiyorlar ve onları incitmek istemiyorlar.
Mevcut iktidarın muhafazakar insanların yanı sıra bu güruhtan da birinci derecede oy alan parti konumunda olduğu ifade ediliyor.
Toplumda kalitesizleşme hali bir vakaadır.
Ancak bu durumu bir siyasi partiye yapıştırmak çok yüzeyseldir.
Baharı hissediyoruz.
Papatyalar çıldırmaya başladı.
Erik ağaçları bembeyaz kesti.
Mutlu olmamamız için.
İçimizden coşku fışkırmaması için.
Hiçbir engelimiz yok.
Ama heyhat, hayatlarını keyfe uzak bir dünya görüşüne kaptıranlar o kapkara huzursuzlukları ile hepimizi etkiliyorlar.
“Klavye” marjinal duyguların frenlenemediği tehlikeli bir enstrüman.
Şurası kesin ki, heyecanlandığımız anlarda bizlere makul ve normal gelen cümleler daha sonra genellikle pişmanlığa yol açıyor.
Ancak sıcak anlardaki “ağız dalaşı” boyutuna varan karşılıklı atışmalar, sanki ülkede çok derin bir yarılma varmış izlenimi veriyor.
Oysa, ister muhafazakar olun, ister laik, neticede aynı toplum içinde ve büyük ölçüde aynı değerlerden beslenen ve sıkıntısızca birlikte yaşayan insanlarız.
Yani, zannettiğimiz ölçüde farklı kişiler değiliz.
Mesela, futbol tutkumuz siyasi görüşlerimizle ilişkili değil ya da “kuru fasulye – pilav – cacık – turşu” dörtlemesine bağımlı hayranlığımız adeta anonim.
Hepimiz yerleşik kültüre yeni adapte olmaya çalışıyoruz.
Muhafazakar kesimin “Ulu Hakan”a bitmez tükenmez bir hayranlığı vardır.
Abdülhamid, Osmanlı’nın gerileme döneminde, imparatorluğun “çok kültürlü ve dinli” yapısının dağıldığı bir süreçte görev yapan bir padişahtı.
Bakınız bir devleti yönetmek, kişilerden bağımsız bir “rasyonalite” işidir.
Abdülhamid de elde kalan toprakları muhafaza edebilmek için henüz tüketilmemiş “İslamcılık” kartını oynamak durumundaydı.
Bir müddet sonra “Arap ihanetleri” ile bu politika hayal kırıklığı ile sonuçlanacak ve geriye “Milliyet” kartının zorlanması kalacaktı.
Yani, dememiz odur ki, kişileri içlerinde yaşadıkları tarihi koşullardan soyutlayarak değerlendirmek eksik yargılara sebep olur.
Kaldı ki, bu topraklarda batılılaşma hareketleri çok daha önce başlamış, laikliğe giden raylar 19. yüzyılın başlarından itibaren döşenmeye başlamıştı.
Bilindiği üzere Ege Ekonomisini Geliştirme Vakfı, 10 bölgesel ili kapsayan geniş mütevellisi ile kamu-özel sektör birlikteliğinin en üst düzeyde temsil edildiği değerli bir oluşumdur.
Uzun yıllar Esnaf Odası Başkanlığı ve iki dönem de parlamenterlik yapmış Mehmet Ali Susam’ın başkanlığında yeni bir yönetim oluşturan Vakıf, Ege Bölgesi’ndeki iller arasındaki ihtiyaç duyulan her konunun koordinasyonunda kilit rol oynayabilecek bir potansiyel içerir.
25’inci yılın kutlandığı gecede Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de EGEV’in bu rolüne işaret etmiştir.
Vakfın geçmiş dönem başkanları Uğur Yüce, Yılmaz Temizocak ve Geza Dologh’a da bu vesileyle teşekkür plaketleri sunulan gecede, Bakan Zeybekci EGEV’le birlikte bölgesel bir EXPO hedeflediklerini belirtti.
Bu neviden kuruluşlar kıdemlenip yıllandıkça, sanki yerleşiklik duygularımız daha bir yerli yerine oturuyor.
Nice yıllara EGEV...
-----
Nihat Zeybekci’nin argümanı
Liberal kapitalist esaslara göre oluşturulmuş küresel nizam, oy sahibi geniş kitleler tarafından sorgulanmaya başladı.
Yerleşik düzene aykırı siyasi figürler, sürpriz şekilde dünyanın pek çok yerinde iktidara geliyor.
Tayyip Erdoğan’dan, Trump’a, Chavez’den, Çipras’a, Marine Le Pen’den İngiltere, Avusturya ve Hollanda da yükselen siyasi akımlara, hep bir farklı motivasyon dünyayı sarmaya başladı.
Birbiriyle alakasız gözükseler de bu teveccühün muhatapları derin sosyolojik tünellerle benzer tepkilerden besleniyorlar.
Kapitalist düzenin vaatleri, artık insanları tatmin etmiyor, bir anlamda “burjuva ahlakı” dediğimiz değerler manzumesinin tasfiyesi yaşanıyor.
Bu transformasyonun temel saiki, “yeninin” çekiciliğinden ziyade, “mevcudun” iticiliğinden kaynaklanıyor.
Bu sebeple kitleler yeterince tanımadıkları partilere ve liderlere bile, adeta koşarcasına yöneliyorlar.