Paylaş
“Dağdaki çobanın oyu” diye başlayan, “göbeğini kaşıyan bidon kafalı” adamlara uzanan bu talihsiz tutum hep bir mesnetsiz “üsten bakış” olarak algılanmıştır.
Ancak son dönemlerde, hayatın her alanında “vasat altı”nı yücelten bir anlayışın toplumda giderek yaygınlaşması, bu kitlelere yönelik eleştirisel bakışı yeniden gündeme getirmeye başladı.
Zülfü Livaneli’den Etyen Mahçupyan’a “köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi bir yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan...” kitlelerin varlığına dikkat çekiliyor.
Şüphesiz mevzuyu irdeleyenler, sıradan, kendi halinde, dindar insanları asla kastetmiyorlar ve onları incitmek istemiyorlar.
Mevcut iktidarın muhafazakar insanların yanı sıra bu güruhtan da birinci derecede oy alan parti konumunda olduğu ifade ediliyor.
Toplumda kalitesizleşme hali bir vakaadır.
Ancak bu durumu bir siyasi partiye yapıştırmak çok yüzeyseldir.
Siyasetin hiçbir kesimi sütten çıkmış ak kaşık değildir.
Yerleşik hale gelememiş toplumlarda bu neviden dağınıklıklar sosyolojik gerçekliklerdir.
Ayakta kalabilmenin fırsatçılıktan, kurnazlıktan ve acımasızlıktan geçtiğini düşünen kitleler sayısal olarak artmaya başlayınca, kendi taleplerine uygun siyasi zeminleri de filizlendirmektedir.
Siyasetçi, aynı sosyal sınıf içinden gelen, fakat tercihleri farklılaşmış insanları ayırt edebilmeyi bilmelidir.
Bir tarafta kendi değerlerini koruyan, tevekkül sahibi, mütedeyyin insanlar, diğer tarafta köşe dönücü, kurnaz tipler.
Bu ikinci grubun kendilerini “muhafazakar” diye yutturmaya çalışmaları, en fazla birinci gruba haksızlıktır. Yanı sıra, hiçbir siyasi partiye yarar değildir, hatta bir zaman sonra o partinin yok olmasına sebep olur.
-----
Onur abidesi bir basın emekçisi
SOSYAL medya çok önemli bir mecra.
Burada söyleyecek sözü, paylaşacak mesajı olan çok değerli insanlarla buluşabiliyorsunuz.
Özellikle yazılı basının bilinen sıkıntıları nedeniyle mesleğinden kopartılan gerçek gazeteciler, bu sayede okurlarıyla iletişim kurabiliyorlar.
İzmir medyasında da böylesi bir saygın isim adeta tek kişilik ordu gibi onurlu bir mücadele veriyor.
Feyzi Hepşenkal’dan söz ediyoruz...
Doğru bildiklerini eğip bükmeden, adil ve vicdanlı bir anlayışla yorumlayarak takipçileriyle paylaşıyor.
Şüphesiz hiç kimseye ihtiyaç duyulmadan sürdürülen bir gazetecilik anlayışı, “sorun yok, bu böyle gitsin” yaklaşımıyla kendi kaderine terk edilmemeli...
İzmirlilerin, başta belediyeler ve STK’lar olmak üzere bu fedakarlığa destek olmaları ve Sayın Hepşenkal’ı yalnız bırakmamaları “boyunlarının borcudur” diye düşünüyoruz.
-----
Az demokrasiyi makyajlamak
ANAYASAL ilkedir.
Seçim sistemleri iki unsuru beraber gözetir.
“Temsilde Adalet”, “Yönetimde İstikrar”.
Temsilde Adalet “pür demokrasi”dir.
Seçim barajının olmadığı modellerde hiç bir reyin israf edilmemesi hedeflenir.
Ancak bu tercih “çok parçalı” yönetim modellerine sebep olur.
İktidarın çok parçalı bir yapı içinde olması bazı anlayışlara göre bir “zafiyettir”.
Bu nedenle yönetimde istikrar adına güçlü iktidar sistemleri, bir “yönetim modeli” olarak hep tartışılmıştır.
Şu anda referandumumuzun konusu da tam budur.
Güçlü iktidarlar, Parlamenterizmde yüksek seçim barajları ile Başkanlık sisteminde ise iki turlu seçimle temin edilmeye çalışılır.
Ülkemizde seçim barajı bilindiği üzere %10’dur.
Bu baraj sebebiyle AK Parti’nin %34 oy oranı ile 2002 seçimlerinde Anayasal çoğunluğu sağladığı hatırlardadır.
Başkanlık sisteminde ilk turda salt çoğunluk sağlanmadığı takdirde en yüksek oy oranı alan iki adayın ikinci tura kalması öngörülür.
Bu durum ilk turda, mesela %32 oy almış adayın elenmesi gibi bir sonuç doğurabilir ya da ilk turda %66 seçmen tarafından tercih edilmeyen bir adayın “kerhen” ikinci turda seçilmesini dayatabilir.
Diyeceğimiz, yönetimde istikrar adına yapılan düzenlemeler demokrasinin seyreltilmesidir.
İstikrar ve güçlü iktidar adına getirilen her ilave kural “Az demokrasi” düzeyine razı olmaktır aslında.
Bu tercihin Parlamenter ya da Başkanlık sistemleriyle doğrudan ilişkisi yoktur.
Parlamenter sistemde yüksek seçim barajı varsa, hani en yumuşak ifadeyle “Az demokrasi” cürümü heyet halinde işlenmiş olmaktadır.
Kaldı ki, bu kalitesizliği kötü bir Siyasi Partiler Kanunu ile beslediğinizde, sistem görünürde Parlamenterizm olsa bile “lider sultasına” yol açarak demokrasiyi tahrip etmektedir.
Denge-denetim sistemlerinden azade edilmiş Başkanlık modellerinin ise, “Az demokrasi”nin bile zorlandığı bir “alt eşiğe” savrulması galip ihtimaldir.
Gerek ABD, gerekse Batı ülkeleri, Başkanlık ya da Parlementerizmi en az sakınca doğuracak şekilde sistematize etmiş olsalar da yine de “zamanın ruhu” kötü rüzgarlar estirdiğinde hiçbir önlemin yeterli olamayacağı da ironik bir vakaadır.
Paylaş