Paylaş
Muhafazakar kesimin “Ulu Hakan”a bitmez tükenmez bir hayranlığı vardır.
Abdülhamid, Osmanlı’nın gerileme döneminde, imparatorluğun “çok kültürlü ve dinli” yapısının dağıldığı bir süreçte görev yapan bir padişahtı.
Bakınız bir devleti yönetmek, kişilerden bağımsız bir “rasyonalite” işidir.
Abdülhamid de elde kalan toprakları muhafaza edebilmek için henüz tüketilmemiş “İslamcılık” kartını oynamak durumundaydı.
Bir müddet sonra “Arap ihanetleri” ile bu politika hayal kırıklığı ile sonuçlanacak ve geriye “Milliyet” kartının zorlanması kalacaktı.
Yani, dememiz odur ki, kişileri içlerinde yaşadıkları tarihi koşullardan soyutlayarak değerlendirmek eksik yargılara sebep olur.
Kaldı ki, bu topraklarda batılılaşma hareketleri çok daha önce başlamış, laikliğe giden raylar 19. yüzyılın başlarından itibaren döşenmeye başlamıştı.
Ancak, Sultan bu sürece bir şekilde mesafelenmiştir. Onun bu tercihi Osmanlı soyunun tasfiyesini hızlandırmıştır.
Oysa tarih böyle tecelli etmeyebilirdi.
Avrupa ülkelerinin pek çoğunda “Demokratik Monarşi” formülü işlerlik kazanmışken, doğrudan Cumhuriyete geçiş, denilebilir ki, batılaşmanın radikal ve frensiz olmasına yol açmıştır.
Belki de bugünlere yansıyan kutuplaşmanın temellerinde Hanedanın apar topar tasfiyesi yatmaktadır.
Ancak faturayı sadece Cumhuriyetçilere çıkarmak yanlıştır.
Devranın değiştiği bugünlerde bile bir türlü normalleşemiyoruz.
Her baskıcı dönem toplumsal genetiğimizde kalıcı hasarlara yol açmıştır.
Bu anlamıyla II. Abdülhamid’in 30 yıl süren istibdad süreci, 1839’larda yeşermeye başlayan özgürlük çiçeğini boğmuş ve toplumun günümüze yansıyan zehirli kimyasının oluşmasında kendi çapında negatif mesuliyete sebep olmuştur.
Korkarız, bugüne dair otoriterleşme eğilimi de benzer bir hatanın tekerrürü mahiyetinde bir etki doğurmaz.
-----
O ciğeri beş para etmez değil
HANİ Yeşilçam filmlerinde keyifli meyhane sahneleri vardır.
Öylesi duygular uyandıran bir yerden söz etmek istiyorum.
Esasında bu denli gözden uzak bir mekanı deşifre etmek, biliyoruz, müdavimlerine büyük haksızlık.
Evet, bahse konu yer: “Evimiz Restoran”... Gümüldür yolu üzerinde Ürkmez’de...
Baştan söyleyelim, “Lezzet avcıları için mesafe yoktur.”
Şehir merkezinden arabayla yaklaşık 1 saatlik bir mesafede, deniz kenarında 60 kişilik bir restoran Ciğerci Ali Cengiz’in Yeri.
Ali Bey, 16 yıl önce İzmir’de bir şirketteki yöneticilik görevini bırakıp eşiyle birlikte Ürkmez’e yerleşmiş.
Spesiyaliteleri olan ciğeri Ali Bey, her gün 4 saatini ayırarak, eliyle hazırlıyor.
Yediğimiz her şey akıllara zarar lezzetteydi.
Kavurmasından, barbunya fasulyesine, acılı yoğurdundan enginarına ve mutlaka kuru domates salatasından kırma zeytinlerine...
Ali Cengiz, yaz akşamları hep dolu, kış ve bahar aylarında ise daha sakin olduklarını söylüyor.
Bu arada kendisinin Tarsus, eşinin Adana’lı olduklarını belirtelim. Bu sebeple “acı” kültürüyle, iç içeler, mesela kendi kurdukları turşu ile bir senfoni yazıyorlar. Hani bir gün önce söylersiniz size özel kuru fasulye hazırlayacaklarını da ifade ettiler.
Yazının başlığı, mekanın sloganıdır, yanlış anlaşılmasın.
Tel: (0232) 742 27 80 GSM: (0536) 550 30 60, Adres: 6073 No: 21 - Ürkmez
-----
Recep İvedik
KABA, sabadır.
Küfürbazdır.
Nezaketi yoktur.
Pistir.
Geğirir, kusar, yellenir.
Bunlar Recep İvedik’in bilinen yönleri.
Serinin 5’inci filmi yine rekor kırıyor.
Vizyona girince, bermutat, ikinci güne bırakmadan izlemeye gittim.
Seyirciler her kesimden insanlardı.
Bu adam, iyi kalpli bir karakter.
Kumpasa heveslense bile beceremiyor, yüzüne gözüne bulaştırıyor.
Hiçbir sahnesinde “para”nın cazibesine kendini kaptırmıyor.
Tepkiselliği dışlandığından.
Kendini değiştirmeden mücadele edebiliyor.
Kaybetse, zaten ezik, sürpriz addetmiyor.
Kazanınca değişmiyor.
Sınıfından da hallerinden de mutlu.
Bizlere unuttuğumuz bazı değerleri hatırlatıyor gibi...
Recep İvedik, derinlerinde düzgün bir kişi.
Hoyrat tavırlarını ne kadar gizlese de merhamet ve vicdan ışığını seyirciye sızdırıyor.
Özetle, mesnetsiz infazlara gerek yok.
Recep İvedik bir fenomen.
Türkiye onu izlemeye devam ediyor.
Paylaş