Paylaş
Çok özetle sebep şuydu;
İran, nükleer silah geliştirmeye çalıştığı için Birleşmiş Milletler ambargo koymuştu.
Ambargo, mal alım-satımı ile ilgili değildi.
Yasak olan İran’a para aktarmaktı.
İran Türkiye’ye doğalgaz ve petrol satmaya devam etti.
Biz, ödemeleri mecburen Halkbank’a yatırdık.
İran’ın bu parayı çekmesi mümkün değildi.
Şayet Türkiye’den bu ülkeye ihracat yapılırsa, bedel bu hesaptan çekiliyordu.
Yani İran’ın parasına kavuşmasının tek yolu karşılıklı alış-veriş yapmaktı.
Zarrab neyle suçlanıyor?
İran’a ihracat yapmış gibi göstererek, bankadaki parayı çekmek ve yasadışı yollarla İran’a transfer etmek.
Bu amaçla Dubai’den gıda ve altın ticaretine çeşitli ülke ve kılıflar kullanıldı.
İran, parasının kendisine ulaştırılırken, ödenen maliyetleri makul bulmayıp, izahsız gördüğü 2.5 milyar dolar için Zencani’yi yargıladı.
ABD ise “dolar”ın bu işlemlerde kullanılması nedeniyle kendi yargılama sebebini oluşturdu.
Başımıza ne gelebilir?
PEKİ ABD’deki dava sonucunda Türkiye’ye bir maddi külfet oluşabilir mi?
ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklarını Kontrolü Ofisi’nin (OFAC) bu konularda geçmişte bir çok bankaya ceza kestiği biliniyor.
Mesela BNP Paribas’a İran, Sudan ve Küba gibi ülkelere uygulanan yaptırımları ihlal ettiği için 8.5 milyar dolarlık ceza kesilmişti.
Zarrab davasında 6 bankanın adı geçiyor.
En göz önünde olan ise Halk Bankası.
Üstelik bu davada şahıslar da yargılanıyor.
Dolayısıyla istenen cezanın sürpriz bir tutara ulaşılabileceği söyleniyor.
Ha, Halkbank “ödemem” derse ne olur?
Maalesef, bu konularda karşı çıkabilmek kolay değildir, tüm bankacılık sistemi bloke edilebilir.
Son olarak, diyelim büyük ceza geldi.
Bu durumda necip halkımızın kapsamlı bir servet vergisine hazır olması gerekiyor.
Zencani ne demişti
ZARRAB davasının benzeri 2014 yılında İran’da görüldü.
Hatırlıyorsanız, ikinci yılın sonunda Babek Zencani idama mahkum olmuştu.
Zencani, “Türkiye’de bu ticaret için milyarlarca dolar rüşvet dağıttık” demişti.
Zarrab bu tutarın “45-50 milyon euro”su için bir adres gösterdi.
Hani, bu kişilerin ifadelerine itibar edilecek diye bir şart yok.
Kaldı ki, İran’ın böyle bir talebi olmadığına göre ciddiye almak gerekmiyor.
Center – Centre - Sentir
TÜRKÇE konuşuyoruz.
Globalleşen dünyada dilimizi mümkün mertebe korumaya çalışıyoruz.
Konuştuğumuz dil, başta Arapça ve Farsça olmak üzere çeşitli kültürlerin harmanlanmasıyla bugünkü halini almıştır.
Bir imparatorluk bakiyesi olan bu ülke tabii ki Türkçe’yi köken takıntısına girmeden bir ortak kültür diline dönüştürecektir.
Dilimize yerleşen her kelime bu anlamıyla “zenginleştirilmiş Türkçe’mizin” asli unsurudur.
Dil, dinamik bir kavramdır.
İngilizce bir dominant kültür ve teknoloji dili olarak her yerel dili etkilemektedir.
Açık söylemek gerekirse, dilimize bu neviden intikallere aşırı hassas olmamız gerekir.
Kaldı ki, karşı çıkışın engelleyici bir fonksiyonu da zaten olmayacaktır.
Ancak, hiç olmazsa darağacımızdaki kelimelerin “okunduğu şekliyle” lisanımıza dahil olmaları gerekir, diye düşünüyoruz.
Dilimizdeki Fransızca kökenli sözcüklerin çoğu bu şekilde adapte olmuştur.
Bugün, çoğumuz Plaza, Forum, İstasyon, Arena gibi kelimeleri kabullenmiş durumdayız.
Ama yabancı bir kelimenin geldiği lisandaki kullanımında ısrar edilmesi, açıkça rahatsız edici, özenti ve kendi diline hoyrat bir yaklaşım hissi uyandırmaktadır.
Örneğin “Sabancı Center” demeyi marifet belliyoruz.
Tamam “Sentir” demeyelim.
Ama “Merkez” kelimesinin de suyu çıkmadı.
Bu denli ifrat, herhalde en liberal dilcilerin bile kabul edeceği bir durum değildir.
Paylaş