Sibel Bağcı Uzun

Yaşayan efsanelerle yolculuğa çıktım

9 Ekim 2020
Selçuk Metin yönetmenliğini üstlendiği biyografi belgeseller ile sanatçıların sadece kariyerine değil, kişisel yaşamına da büyüteç̧ tutarak, son yıllarda değişen “sanatçı” kavramını yeniden hatırlatmak istediğini belirtiyor. Haldun Taner ve Leyla Gencer belgesellerinin ardından yaşadığı farkındalıkla kariyerinde “yaşayan efsanelerle” yeni bir yolculuğa başladığına dikkat çeken Metin ile “Türkiye özlemiyle yola çıktım” dediği belgesel çalışmalarının kamera arkasını konuştuk.

Selçuk Metin ile son yapımı Metin Akpınar’ın hayatını anlatan “İyi ki yapmışım” belgeselinin gösterimi için Bursa’da buluşacaktık. Ancak pandemi nedeniyle gösterim tarihi ertelenince, sözleştiğimiz röportajımızı daha fazla bekletmeden sizlerle buluşturmak istedik. Belgeseli önceden izleyen şanslı kişilerden biri olarak kimi zaman gözyaşları kimi zaman kahkahalar eşliğinde bir zaman yolculuğuna çıktığımı söyleyebilirim. Yönetmen Metin’in anlattığı gibi “Bir dolu imkânsızlıklar içinde sanat yapmayı başarmış” efsanelerin hayatını yaşarken öğrenmeye daha çok ihtiyacımız var.
25 yıllık kariyeriniz sürecinde İKSV’de festivaller için çektiğiniz tanıtım filmlerinin ardından belgesel yönetmenliği ile yolunuza devam ediyorsunuz. Belgesel için ilk profesyonel adım ne zaman geldi?
Kariyerim Bursa’da başladı. Üniversite için gittiğim Bursa bana önce gazete, ardından da televizyon yolunu açtı. Ve bu yolda devam etmek için İstanbul’a geldikten sonra 21 yıl süresince İstanbul Film Festivali’nde ödül alan sanatçıların filmlerini hazırladım. Belgesel yolu da yine İKSV’de 2015 yılında Haldun Taner “Ve Perde” yapımı ile açıldı. 2019 yılında da “La Diva Turca Leyla Gencer” belgeselinin yönetmenliğini yaptım. Şimdi kendi yapım şirketimle devam ediyorum.

GERÇEKLERİ BELGELİYORUM

Bir sanatçının ardından belgesel yapmak ile yaşayan bir sanatçı için belgesel yapmak arasında mutlaka farklar vardır. Öncelikle her iki süreci de yaşayan bir yönetmen olarak size yansıyanları öğrenmek isteriz?

Yazının Devamını Oku

Bursa’nın başı moderniteyle belada

2 Ekim 2020
Halil Ziya Doğruöz, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Yarışması’nın bu yılki kazananı. Bursalı genç bir yazar. Yarışmaya son anda katılmaya karar verip, derece ihtimalini aklından bile geçirmezken, “Geçmiş zaman aynasında Bursa” temasında yazdığı hikâyesi ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.


Türkiye’nin en uzun soluklu edebiyat yarışmasında birinci olan Müzmin Susuzluk hikâyesi gibi yazarının da ayrı bir hikâyesi olmalıydı. Bu merakla takip ettiğim Halil Ziya Doğruöz beni yanıltmadı. Karşımda tıpkı hikâyesinde yarattığı karakter gibi bildiği, okuduğu, büyüklerinden dinlediği Bursa’nın yanında bir de kendi payına düşen Bursa’yı deneyimlerken edindiği farkındalıkla sancı yaşayan biri duruyordu.
Söyleşimizde, “Yirmi sekiz senedir bizzat deneyimlediğim Bursa’nın bile günbegün bambaşka bir hâl aldığını izliyorum. Yadırgıyorum tabii bunu, yabancılıyorum” diyen Doğruöz, geçmişe olan özlemini de “Moderniteyle Bursa’nın da başı belada. Gökdelenlerle, yalan yanlış yapılan restorasyonlarla, korumak yerine yıkmayı tercih eden insanımızla büyük bir imtihandayım. En güncel örnek: Basmalı Çeşme. Nasıl yok edilir anlamış değilim. Çocukluğumu yıktılar sanki,” sözleriyle dile getiriyor.
Halil Ziya Doğruöz ile iyi bir okur ve yazar olma yolunda kendini bulma yolculuğunu ve umutlarını konuştuk.

Yarışmaya katılmanızda en büyük etken ne oldu?
“Nasıl fark edilirim?” Epey bir zamandır bu sorunun cevabını aramakta ve sağlıklı bir yanıt bulamamaktaydım. Üstüne üstük ‘pandemi’ isimli bir dertten de mustariptim artık. Boyuna yazıyordum ama bu yazdıklarım ne olacaktı? Hedeflediğim isimlere yazdıklarımı nasıl okutabilirdim? İşte tüm bu sorularla boğuşurken bir dostum -Yunus İslamoğulları, çok iyi bir okurdur- Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen Tanpınar Edebiyat Yarışması’nın görselini gönderdi bana. Şöyle bir göz ucuyla baktım, kayıtsız kaldım ilk başta. Nihayetin de görsele tıklayıp seçici kurulun isimlerini okumaya başladığımda, yarışmaya katılmaya çoktan karar vermiştim. Handan İnci ve Murat Yalçın; yıllarca okuyup sessiz sessiz takip ettiğim, hayranlık beslediğim iki büyük entelektüel oradaydılar. Eğer dosyam onlardan geçer de bir kıymet bulursa boşuna kürek çekmediğimin farkına varacaktım. Yarışmaları sevmesem de, yarışmaksa yarışmak, denemeliydim.
Kazanmayı ya da derece almayı bekliyor muydunuz?

Yazının Devamını Oku

Algı değil bilgi lazım

25 Eylül 2020
Oyuncu Fırat Tanış, muazzam bir deneye benzettiği televizyon dizilerine uzun süreli maruz kalan izleyicilerin gerçeklik algısından uzaklaşabileceğine dikkat çekerken, “Maalesef neden sonuç ilişkilerinden kopuk, doğruların yanlışların havada uçuştuğu hikâyelerle bir algı toplumuna dönüştürüldük. Gerçek hayatta da neyin, ne zaman olduğu; kimin, nerede nasıl davrandığını tespit edebilmeniz gittikçe güçleşiyor. Hâlbuki bize en çok bilgi lazım,” diyor.


Oyuncu ve müzisyen Fırat Tanış ile kısa bir tatil molasında karşılaştı yolumuz. Dilime dolanan “Yani” şarkısıyla başladığım haftanın güzel sürprizi, Tanış’ın söyleşi isteğimi kırmamasıyla daha da anlam kazandı. Ünlü oyuncu ile kendisi için “devrim” dediği sorgulamalarından, niteliğin önemine sözün kıymetine uzanan samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Fırat Tanış, pandemi nedeniyle yeni döneme uyum sürecini de anlatırken, sevenlerine “Gelin Tanış Olalım” oyununun devam edeceği ve yeni şarkılarının da yolda olduğu müjdesini verdi.

Geçtiğimiz günlerde Instagram’a çocukluk fotoğrafınızı koymuş ve “Fırat nasılsın?” diye sormuştunuz. O da size hayatla ilgili bir soru sorsa çocuk Fırat’a, ne söylemek istersiniz?
Yaptığım her şeyde o çocuk var, her şeyi ona borçluyum. Öte yandan ‘Hayat çok ciddiye alınacak bir şey mi?’ diye sorarsanız; anneannem vefat ettiğinde onu büyükbabamın üstüne gömdükleri sırada mezarcı büyükbabamın kafatasını, kemiklerini biraz yana itelemişti. Bu çok Hamlet benzeri bir şey oldu ama; ‘hayat elbette ciddiye alınacak bir şey ama bu ciddiyet hırsla üstüne bastırılacak, bir amaca ulaşmak için her yolun mübah olduğu bir şey değil’, diyebilirim.
Aynı zamanda 6 yaşında bir kız çocuğunuz var, Zeynep. Kızınızdan önce baba olmanın bir oyuncuya çok şey katacağını düşündüğünüzü söylemişsiniz, baba olduktan sonra da her gün kendinize şaşırdığınızı. Baba olmak size neler kattı?
Lafta her zaman bir duruma pek çok bakış açısı olması gerektiğini söyleriz ama bunu ne kadar içselleştirebiliyoruz soru işareti. Öncelikle bu anlamda çok değer kattı. Diğer yandan her şeyin çok canınızla oranlandığı, canınız değeriyle çarpıldığı bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Onun için her şeyi yapabilirsiniz ya da yapamayacağınız şeyler vardır gibi... Oyunculuğuma da mutlaka yansımıştır ama bunu bilinçli yapmıyorum.

BAĞIMSIZLIĞIMI SORGULADIM

Konservatuvara gitmeye karar verdiğiniz 15-18 yaşlarınız için, bu yaşların insanın kendi içinde yarattığı bir “devrim” olabilmesi adına önemli olduğunu belirtiyorsunuz. Kendi adınıza hangi döneminizi “devrim” olarak niteliyorsunuz?

Yazının Devamını Oku

Kızlara ilham için kitaplar yola geldi

18 Eylül 2020
Asil Özbay, motosikletiyle son 5 yılda 3 kıtada 250 bin kilometreye yakın yolu tek başına ve de “kadınlara özgürlük” için aştı. Şimdi özellikle kızlara hem hikâyesini anlatmak hem kitaplarla aralarında köprü olmak için “Kitaplar yola geldi” diyerek Türkiye turuna çıktı. Üç ay sürmesini planladığı bu anlamlı yolculuğuna Özbay, “Dünyanın en güzel yön tabelasına sahip” dediği Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinden başladı.

Bundan üç yıl önce Asil Özbay ile ilk söyleşimizi yaptığımızda motosikletiyle Kız Kulesi’nden başlattığı dünya turunu, aslında hem kendi iç dünyasında hem de yaşamında mahkûm olmak zorunda kalan kadınlara adamıştı. Mesajını iletmek için gittiği ülkelerde varlığının bile cesaret verdiğine şahit olduğu hikâyeler biriktirdikçe “keşfetmek, dönüşmek ve dönüştürmek” de artık onun yolu oldu. Özellikle kız çocuklarına rol model olmak isteyen Asil ile bu süreçte iletişimimiz hiç kopmadı. Bazen ilham verdiği söyleşilerinde buluşup yarattığı etkiyi birlikte deneyimledik, kimi zaman dünyanın bir ucundayken bizlere ulaştırdığı mesajlarla kavuştuk. Bu kez ise çocuklarla kitaplar arasında köprü olmak için çıktığı Türkiye turu öncesi konuştuğumuz Asil Özbay, “Kitaplar yola geldi” yolculuğunun başlangıç hikâyesini ve hedeflerini Hürriyet Bursa okuyucuları için paylaştı.

2015 yılında başladığınız “kadınlara özgürlük yakışır” mottolu dünya turunda motorunuzla ne kadar yol aldınız? Hedefime ulaştım, diyebiliyor musunuz yoksa devam mı?
Beş yılda 3 farklı kıtada onlarca ülkeye gittim, 250 bin kilometrenin üzerinde yol yaptım. Özellikle Moğolistan ve Nepal hayallerimdeki rotalardan biriydi. Evet, hedeflerime ulaştım fakat daha çok peşinde olduğum şey keşfetmek ve farklılıklarla karşılaşmaktı. Bu yüzden sonsuz bir hedef diyebiliriz. Devam etmesini çok isterim.
Aynı zamanda bir iç yolculuk yaptığınızı da her fırsatta dile getirdiniz. Kendinizde ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?
Geri dönebilmek için uzaklaştığımı ve yola çıktığımı düşünüyorum. Her kat ettiğim rota farklı bir kültüre, farklı bir coğrafyaya doğruydu. Her döndüğümde farklı bakış açılarına sahip olduğumu gözlemliyorum. Bence bu yaşamdaki en kıymetli şey; bakış açımızı farklılaştırabilmek. Kendime ve yaşama karşı daha ılımlı, daha anlayışlı olduğumu ve benden farklı olanı da anlamaya çalışmaktan keyif aldığımı görüyorum.

DUYGULARIN VE PAYLAŞMANIN PEŞİNDEYİM

Yazının Devamını Oku

Gökalp ve kahramanları SMA’lı hastalara umut verdi

11 Eylül 2020
“Gevşek Bebek Sendromu” olarak da bilinen ve hareket siniri hücrelerini etkileyen SMA tip- 2 hastası Gökalp Küçük, “Gökalp’in Kahramanı Sen Ol” kampanyasına destek veren 120 bin kahramanının bağışı ile 2 milyon 400 bin dolarlık gen tedavisini almak üzere Amerika’ya gitti.


Kampanyaya destek veren gönüllü kahramanlar tarafından uğurlanan Küçük ailesi ile yolculukları öncesi buluşarak yürüttükleri kampanyanın perde arkasını ve gerçekleşecek tedavi sürecini konuştuk. Yelda ve Sefa Küçük çifti oğulları Gökalp ile birlikte bizi gülen yüzleriyle karşıladıklarında, tarifsiz bir heyecan ve mutluluk içindeydiler. Aynı duygular içerisinde gerçekleştirdiğimiz röportajımız bizim için de mutluluğun tablosu gibiydi. Küçük ailesi röportajımızda kampanya bitse bile yolculuklarının henüz bitmediğine dikkat çekerken, Türkiye genelinde kampanya yürüten tüm SMA’lı hastaların tedavisi için seslerini duyurmaya, bilgi ve tecrübelerini paylaşmaya devam edeceklerini de dile getirdiler.

Şu andaki duygularınız tarifsiz olmalı?
Yelda Küçük: Çok heyecanlıyız, Amerika’ya gitmek ve tedaviyi alabilmek için çok sabırsızlanıyoruz. Yaşanacak süreçle ilgili biz de merak içerisindeyiz. Hala sabah uyandığımızda sanki bir kampanya koşturmacasının içinde olacağız gibi hissediyoruz. Sanırım ilacı aldıktan sonra gerçekten tam rahatlayabileceğiz.
Amerika’da nasıl bir tedavi süreci yaşanacak?
Sefa Küçük: Amerika’ya vardıktan sonra muhtemelen bir hafta içinde Boston Children Hospital’da Gökalp’in randevusunun oluşması ile birlikte SMA hastası çocukları tedavi etmek üzere onay alan ilk gen tedavisi Zolgensma ilacının uygulaması gerçekleşecek. İlacın verilmesi 1 saat sürüyor, hastanede kalma süreci olmuyor. Üç ay gibi bir tedavi süreci öngörüyoruz. Konaklama için de tüm organizasyonumuzu yaptık. İlaçtan sonra vücuda zararı olmaması adına kontroller yapılıyor ve yükselen karaciğer enzimleri gibi yan etkilerin azaltılması için de tedaviler uygulanıyor. Aynı zamanda bu süreçte Gökalp hem hastanede hem de farklı rehabilitasyon merkezlerinde fizik tedavi de görecek.

YÜZDE 92 ORANINDA BAŞARILI

Bilmeyenler için SMA hastalığı ve tedavisi hakkında kısa bir bilgilendirme alabilir miyiz?

Yazının Devamını Oku

Hedefim paralimpik milli sporculuk

28 Ağustos 2020
Profesyonel bisiklet sporcusu Barış Asa, iki yıl önce bisikletinin patlayan lastiğini değiştirirken talihsiz bir kaza sonucu iki ayağını kaybetti ancak “Hayat bisiklet sürmeye benzer, düşmemek için pedal çevirmeye devam etmelisiniz” diyerek yaşam azmi ile de herkese örnek olmayı başardı.

Bisiklet sporu aşkından da vazgeçmeyen ve protez ayaklarıyla yarışmalarda dereceler almayı sürdüren Barış Asa’nın tek hedefi, ülkemizi olimpiyatlarda paralimpik branşlarda temsil etmek. Asa, “Paralimpik komiteden benim gibi çalışan insanları görmelerini ve olimpiyatlarda ülkemizi temsil etme şansını sağlamalarını bekliyorum” diyor.
Aynı zamanda eczacılık mesleğine de devam eden Barış Asa ile söyleşimizde kaza anında yaşadıklarını, hayata tutunma mücadelesini ve milli sporcu olma yolundaki hedeflerini konuştuk.

Hayat felsefenizi ve mücadelenizi daha iyi anlamak için hikayenin en başına, kaza anına dönelim isterseniz?
Özetlemem gerekirse 2 Temmuz 2018 günü, normalde antrenmanlarımı 9-10 saatleri arasında yapmama rağmen, o gün havanın çok sıcak olması nedeniyle bir arkadaşım erken saatlerde çıkmayı teklif etti. Hayatımda ilk defa saat 5 sularında uyandım. Normalde pek yaptığım bir davranış değildir. Sabah serinliğinde bisiklet sürmek çok hoşuma gitmişti. Gündoğdu taraflarına sürdükten sonra antrenmanımı biraz uzatıp Mudanya tarafına geçtim, çünkü sonraki hafta gerçekleşecek olan Türkiye şampiyonasına hazırlanıyordum. Geri dönüş yolunda ise evime son 5 kilometre mesafe kala Avrupa Konseyi Bulvarı’nda lastiğim patladı.

Yer olarak güvenli bir bölgede miydiniz?

Yazının Devamını Oku

Doğaya dönünce yaşadığımızı anladık

14 Ağustos 2020
Mehmet Uğur ve Sema Tekin çifti, dört yıl önce profesyonel iş hayatlarını bırakarak şehrin gürültüsünden doğanın sessiz kollarına sığınma kararı aldı. Hafta sonları taşıdıkları tahtalarla Keles’in Dağdibi Köyü yaylasına evlerini yapmaya başladıklarında, ne aileleri ne köy sakinleri sürekli bir yaşam kurabileceklerine inanmamışlardı. Oysa Tekin çifti yollarından vazgeçmedi ve sadece kendileri için yeni bir yaşam değil doğa âşıkları için de küçük bir kamping alanı yaratmayı başararak kapılarını misafirlerine de açtılar.

Yakın arkadaşlarımızla bir hafta sonu ailece doğayla baş başa kalabilmek için uzun süredir deneyimlemek istediğimiz Uludağ Kamping’in yolunu tuttuk. Yeşil bir Bursa’nın kıymetini daha iyi anladığımız ziyaretimiz kalabalıklardan kaçmak isteyen çevremizde de merak ve ilgi uyandırınca, Mehmet Uğur ve Sema Tekin çiftinin özel hikâyesini sizlerle de buluşturmaya karar verdim. Tekin çifti özellikle şehirden uzaklaşarak toprakla uğraşmanın hayalini kuran girişimciler için de olmazsa olmazları anlattılar.

Kamping yaşamına geçmeden önce nasıl bir yaşantıya sahiptiniz ?
Mehmet Uğur Tekin: Benim dağcılık malzemeleri sattığım bir dükkânım vardı. Eşim Sema da özel bir şirkette müşteri temsilcisi olarak çalışıyordu. Her bulduğumuz fırsatta doğa yürüyüşlerine katılıyor, kamplara gidiyorduk ancak hafta sonu gittiğimiz kamplardan doyuma ulaşamıyorduk. Bursa’daki evimizin bahçesinde de yavaş yavaş bir şeyler yetiştirmeye başlamıştık ama sonrasında doğada daha fazla zaman geçirmek istediğimizin farkına vardık. İlk hayalimiz şehirde de yaşama devam ederken Uludağ’da da hafta sonları gidip geleceğimiz bir evimizin olmasıydı, sonra tamamen yaşamaya karar verdik.
Kaç yıl önce aldınız bu kararı?
Dört yıl öncesinden bahsediyoruz. Bir yıl boyunca da Uludağ’ın güney yüzünde bir yer aramaya başladık. Bazen fiyatlar bazen doğa şartları nedeniyle gönlümüze göre yer bulmak bir yıl sürdü ve 3 yıl önce Keles’in Dağdibi köyünde karar verdik. Özelliklerine de çok bakamadık açıkçası öncesinde yer almak için bankadan kredi çektiğimiz için bir an önce alma telaşımız vardı. Ama iyi ki burası olmuş en azından kış mevsiminde diğer yerlere göre güneş aldığı için ulaşım olanağı daha fazla.

17 PAZAR GÜNÜNDE TAMAMLADIK

Yazının Devamını Oku

İyi̇ bi̇r okur olmak kötü yazmaktan i̇yi̇

24 Temmuz 2020
Yazar Hakan Akdoğan, edebiyatın nitelikli okurlarla belli bir noktaya geleceğine dikkat çekerken, iyi bir okur olmanın kötü bir yazar olmaktan çok daha önemli olduğunu söyledi. Akdoğan, “Nitelikli okur kitlesinin azlığı, nitelikli edebiyat metinlerini raflardan kaldırıp sadece internetten satışa götüren durumdur. O yüzden Türkiye’de iyi okura çok daha fazla ihtiyacımız var” dedi.


Aynı zamanda Dilbilim Uzmanı olan Hakan Akdoğan, milat kabul ettiği özel sektör üst düzey yöneticilik kariyerini bıraktığından beri gönül rahatlığıyla daha çok yazıyor ve anlatmak için meslek edindiği Yaratıcı Yazarlık Atölyesi eğitmenliğini uzun zamandır sürdürüyor. Bugüne kadar üç bine yakın öğrenci yetiştiren Hakan Akdoğan ile yazar olma yolculuğundaki deneyimlerimden son romanı Kirpi Mesafesi’ne, sanatın kazandırdığı farkındalıklardan Türk dilinin içinde bulunduğu tehlikelere uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pandemi sürecinde evde kaldığımız dönemleri nasıl geçirdiniz?
Benim açımdan yeni bir deneyim oldu. Yüz yüze eğitimlerde Bursa, İstanbul, Ankara gibi belli şehirlere odaklı çalışırken, internet ortamında dersleri sürdürme imkânım olduğu için dünyanın dört bir yanından da öğrencilerim oldu. Ben de görev duygusuyla çalışabildiğim kadar çalıştım. Sosyal medyadan canlı yayınlar yapıp, elimden geldiğince sanatın nasıl bir farkındalık yarattığıyla ilgili anlatımlar yaptım. Hem yorucu hem de çok işlevsel olduğum, iyi hissettiğim bir süreçti. Beslerken beslendim diyebilirim. Bundan sonraki süreçte herkes çalışırken yeni romanımı yazmak için ben içime çekileceğim.

ARADAKİ MAKAS AÇILDI

Bu süreçte sanat alanında bir farkındalık yaşandı mı sizce?
Baktığınızda herkes evlerine kapanıp hızla sanatsever oldu. Ve herkes dedi ki, “Yaşasın insanlar sanatla ilgilenecek, düşünsel açıdan bir farkındalık oluşacak.” Hayal kurmayalım böyle bir şey mümkün değil! Sadece aradaki makas açıldı bence. Daha önce her şey mümkünken öyle bir tercihte bulunmayan bir insan zorunlu olarak bunu yaptığında o farkındalığı asla kazanamaz. Zoraki aydınlanmaya çalışanlar bence iyice nefret ettiler sanattan. Daha önce sanatsal bir farkındalık yaşamamış bir kimse aslında sahte değerlerin içinde var oldu hep. Şimdi özgürlüğü tekrar kazandıklarında da o sahte değerlere daha büyük bir hırsla bağlanacaklar. Ama kendini geliştirmiş, sanatla felsefeyle ilgilenmiş insanların böyle bir değer arayışı yok, hiçbir zaman olmaz. Burada kazanan özgürken de bu tercihi yapan aynı insan olacaktır.

SANAT GÖLGENİZLE TANIŞTIRIR

Yazının Devamını Oku