Sibel Bağcı Uzun

‘Acemi Yalnızlığım’ın ruhuna i̇nanıyorum

17 Temmuz 2020
Bursalı Müzisyen Tacınur, yıllardır Selami Şahin’e vokalistlik yaptıktan sonra alternatif pop rock tarzındaki “7’İLK” isimli ilk albümüyle müzikseverlerin kalbine sesleniyor. Tacınur ile söyleşi için bizi bir araya getiren söz müziği kendisine ait şarkılarından oluşan albümünün özgünlüğü kadar, çıkış şarkısı “Acemi Yalnızlığım”ın da çok özel hikâyesi. Yarın ilk defa dijital platformlarda yayınlanacak şarkının sözleri annesine, bestesi kendisine, klibi ise kardeşine ait. Çekim mekânı olarak Bursa’da dedesinin köyü Soğukpınar’ı seçen Tacınur, “Her anlamda maneviyatı çok yüksek olan şarkımın ruhuna inanıyorum,” diyor.

Fotoğraflar: Recai Güler

Alternatif pop rock müziği sanatçısı Tacınur ile söyleşi için pandemi sürecini geçirdiği ailesinin Demirci’deki evinde buluştuk. Mis gibi bir Bursa havasında, yıllardır üzerinde çalıştığı ve prodüktörlüğünü de üstlendiği ilk albümünün ve çıkış şarkısının heyecanını birlikte yaşamak bizim için de keyifli bir anı oldu. 15 yıllık müzik eğitiminin ardından, ünlü olabilmek için değil müziğini dilediğince yapabilmek adına albüm yapmaya karar verdiğini anlatan Tacınur, hayallerini, “Bir gün sahneden mikrofonu uzattığımda şarkılarımı tek bir çığlık olarak dinlemek istiyorum” şeklinde özetliyor. Tacınur ile müzik kariyerinin tüm basamaklarını ve albümünün hikâyesini konuştuk.
İlk albümünüz “7’İLK” hayırlı olsun. Bu vesileyle de ilk röportajınızı memleketinizde gerçekleştiriyoruz sanırım?
Teşekkür ederim. Evet, iki ayrı heyecanı bir arada yaşıyorum. Alternatif pop rock tarzındaki albümümde sözleri ve müzikleri bana ait bestelerimden seçtiğim 7 şarkım var. Bu nedenle adı “7’İLK”. İlk çıkış şarkımız Acemi Yalnızlığım’ın klibi de yarın (17 Temmuz) saat 17.00’de dijital platformlarda dönmeye başlayacak.
Albümünüzün hikâyesini paylaşmadan önce, müzik yeteneğinizin keşfini dinlemek isteriz?
1986 yılında Bursa’da doğdum, çocukluğum Altıparmak semtinde geçti. Çok sessiz bir çocukmuşum aslında ama büyüdükçe annem müziğe ve tiyatroya olan ilgimin farkına varmış. Kendimce taklitler yapardım, çocukça şarkılar bestelerdim. Tabii ki ayna karşısında benim de saç fırçasıyla şarkı söylemişliğim var (gülerek). Ailem bu yatkınlığımı fark edince beni Belediye Konservatuarının çocuk korosuna yazdırdı ve müzik eğitimime ilk adımı böylece attım. Ardından ilkokulda müzik öğretmenimin yönlendirmesiyle Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarının sınavlarına hazırlanıp girdim. Viyola Anasanat Dalı bölümünü kazandım ve müzik eğitimime başladım. Aynı zamanda Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA)’nın da ilk öğrencilerindenim. Liseyi de İstanbul’da Mimar Sinan Devlet Konservatuarında okudum.

Yazının Devamını Oku

Yaşamın her alanında kalite arayışı var

10 Temmuz 2020
Türkiye Kalite Derneği (KalDer) Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Emin Direkçi, artık sadece ürün ve hizmette değil yaşamın her alanında kalite arayışının olduğunu belirtirken, güncellenen mükemmelik modeli uygulamasıyla bir çalışanın emeğinin tüm dünya insanlarının geleceğine katkı sağlamasının amaçlandığını söyledi. “Yerelden küresele” sloganını çok önemsediğini anlatan Başkan Direkçi, “Gönülden inanarak söylüyorum ki, tüm birey ve kurumlar mükemmellik modelini iş ve yaşam tarzı haline getirse, insanlar cenneti dünyada yaşarlar” dedi.


Dönüşüm Günleri serisinde bu hafta kurulduğu günden bu yana (1990) mükemmellik kültürünü bir yaşam biçimi olarak yaymaya çalışan ve benim de gönüllü üyesi olmaktan mutluluk duyduğum KalDer Bursa Şubesi’nin yeni dönem Başkanı Emin Direkçi’yi ağırladık. Pandemi sürecinde dernek çalışmaları, yeni dönem hedeflerini konuştuğumuz röportajımızda, KalDer olarak Avrupa Kalite Yönetim Vakfı (EFQM) mükemmellik modeli uygulamasında ülkemizde tek yetkili kuruluş olduklarını da hatırlatan Direkçi, modeldeki güncellemeye, “Çeviklik, dijitalleşme daha da ön plana çıkartılırken, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile Küresel İlkeler Sözleşmesi kurumların uygulamak zorunda olduğu bir şekle büründü,” sözleriyle dikkat çekti.

Şubat ayında yapılan genel kurulla yeniden KalDer Başkanı olarak göreve geldiniz. Hızlı bir çalışma dönemine girmişken yaşadığınız pandemi süreci iş yapış şekillerinizi nasıl etkiledi?

Genel kurulumuzla beraber, Bursa’nın seçkin kurumları ve temsilcilerinden oluşan güçlü bir yönetimle göreve geldik. Yeni yönetim, denetleme kurulumuz ve çalışanlarımız büyük bir istek ve arzuyla çalışmalara başlamıştık. Sempozyum programı kısa sürede tamamlanmıştı, kentin önde gelen kurumlarına nezaket ve iş birliği ziyaretleri gerçekleştirdik, yeni projeler için çalıştay yaptık, yeni eğitim ve Ulusal Kalite Hareketi projeleri planladık ama gel gör ki dünyada toplam varlığı iki gram olan virüs 20 Mart tarihinde bizi eve gönderdi. Bu sürede; herkes gibi fiziksel temasımız kesildi ancak bildirimlerle, duyurularla, e-bültenlerle ve en önemlisi de dijital platform etkinlikleri ile görev başında ve faal olduğumuzu hem hissettirdik hem de biz hissettik. İnsana dokunmak gibisi yok…

Bir şube çalıştayı gerçekleştirerek geleceğe ışık tutacak bir rapor hazırlığındaydınız. Bu sürecin dernek olarak size aldırdığı yeni kararlar oldu mu?

KalDer olarak her zaman özdeğerlendirme yapmayı çok önemsiyoruz, bunun yanı sıra üyelerimiz ve halkımız için aklımızda yeni projeler vardı; yetkin kişilerin katılımıyla etkin bir çalıştay yaptık. Bu çalıştayda; yapmamız, daha iyi yapmamız ve yeni yapmamız gereken başlıkları belirledik, önceliklendirdik. Salgınla kısmi bir ara versek de, temmuz ayı içerisinde somut çıktıları olacaktır. Destek vermek istediğimiz konulardan birisi de kadınlarımızdı; davet üzerine Mayıs ayı itibariyle Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’na ev sahibi kurum olarak dâhil olduk.

TEK YETKİLİ KURULUŞUZ

Sadece üyelerinize yönelik değil Bursa’da mükemmellik kültürünün bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi adına çalıştığınızı her fırsatta dile getiriyorsunuz. Bu konuda birey ve kurumların çabalarını yeterli buluyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

Fiziki albüm değil deneyim alıyorlar

26 Haziran 2020
Covid -19 pandemisinde en çok etkilenen ve kayıp yaşayan alanlardan biri de kültür-sanat oldu. Salgının uluslararası sempozyumları zorlaştırmasıyla da Etnomüzikoloji Derneği Türkiye’de ilk kez online uluslararası bir sempozyum gerçekleştirdi. İçinde bulunduğu dezavantajlı durumu avantaja dönüştüren dernek, üç gün boyunca alanında 16 bildirinin sunulmasını sağladı. 


Etnomüzikoloji Derneği Başkanı Doç.Dr.Özlem Doğuş Varlı ile online sempozyum deneyimi ile etnomüzikoloji çalışmalarının günümüz dünyasının değişen dinamiklerine cevap verebilmesi ve uyum sağlaması bakımından önemini konuştuk. Prof. Dr. Özlem Doğuş Varlı, sempozyumda geleneksel sanat ve yöntemlerinden farklı olarak yeni medya teknolojileriyle düzenlenen etkinliklerin müzik dinleme, tüketme ve üretime nasıl yansıdığını da anlattı. Varlı, “Tüketiciler artık fiziki albüm yerine “deneyim” satın alıyor” dedi.

Etnomüzikoloji Derneği olarak Türkiye’de ilk kez online uluslararası bir sempozyum gerçekleştirdiniz. Öncelikle nasıl bir deneyim yaşadınız?
Tam da değindiğiniz gibi yeni deneyimler yaşadığımız bir dönem oldu. Yine tesadüftür ki sempozyumda da deneyim üzerine sunum yapan katılımcılarımız mevcuttu. İlerleyişinin ve sonucunun ne olacağını tam kestiremediğimiz bir süreçti açıkça söylemem gerekirse. Çünkü özellikle sosyal bilimler alanında -ki bizim gibi müzik ve teorinin iç içe olduğu bir alanda yüz yüze olmak aranan bir gerçekliğimiz. Haziran ayının ikinci haftasında Macar Kültür Merkezi, Kalem Ajans ve Türk Avrupa Tanıtım Vakfı ile bir proje kapsamında çağrısını bile yapmış olduğumuz “Müzik-Dans ve Kimlik: Tuna’nın Tınıları” temalı sempozyuma hazırlanıyorken, pandemi süreci bizleri farklı bir sempozyum düzenlemesine yöneltti. Dezavantajları olan bu süreci avantajlı bir hale sokmak adına dernek olarak kolları sıvadık. İletişim kurma kanallarını daha yoğun bir şekilde kullanararak üç gün boyunca, “Dünyada ve Türkiye’de Etnomüzikolojinin Dünü, Bugünü, Yarını” konulu, online uluslararası bir sempozyum gerçekleştirdik. Toplamda 16 bildiri sunuldu. Tüm katılımcılara bu süreçte bize inandıkları, paha biçilemeyecek emekleri için teşekkür ediyoruz.

Sizin için online sempozyumun avantajları neler oldu?
Etnomüzikoloji alanında çok önemli bir isim olan ve normal şartlarda Türkiye’ye haziran ayında getirme şansımız olamayan Prof. Dr. Jeff Todd Titon’u konuk etme şansı bulduk. Son yıllarda ekomüzikoloji- ekoetnomüzikoloji alanında önemli tespitleri bulunuyor. Pandemi döneminde bu sorgulamanın ayrıca önem kazandığı yaklaşım paralelinde müzik, ses ve çevre odaklı bir sunum gerçekleştirdi. Yine konuşmacılarımızdan UNESCO-Somut olmayan kültürel miras komitesinin Makedonya temsilcilerinden Velika S. Serafımovka, etnomüzikolojiyle bağlantı kurarak kültürel miras mevzusuna değindi. Bence bu deneyimin en önemli avantajları ise hem kayıtlı halde bulunması hem de sonraki süreçlerde izlenebilir, yorum kısımlarına sorular sorulabilir olmasıydı. Ayrıca sempozyum geleneklerinden olan etkinlik kısımlarına da anlatımlı konserleri ile katılan sanatçılarımız oldu. Her biriyle Youtube’da yer alan performanslarından sonra, Instagram da bol sohbetli canlı yayınlarımız gerçekleşti. Nikos Andrikos, Farqana Qasımova, Derya Türkan ve Erdal Erzincan tüm ilgililerin yıllarca izleyebilecekleri yayınlar gerçekleştirdiler. Sempozyumun afişini dahi alışılmışın dışında, genç sanatçımız Arda Tulum’un karikatür çizimi ile gerçekleştirdik.

MEKÂNLARA BAĞLILIK SORGULANIYOR

Sempozyumda ele alınan konulardan biri de mekân ve merkezsizleşme kavramlarıydı. Covid 19 pandemisi bu anlamda müzik dinleme ve üretme pratiklerine nasıl yansıdı?

Yazının Devamını Oku

Geleneksel emlakçı devri bitti

19 Haziran 2020
Bursa Uludağ Üniversitesi Emlak Yönetimi Program Başkanı Prof. Dr. Elif Karakurt Tosun, tüm mesleklerde olduğu gibi emlak sektöründe de zorunlu bir dönüşümün yaşandığına dikkat çekerek geleneksel yöntemler kullanmaya devam eden emlak danışmanlarının devrinin bittiğini belirtti.Pandemi sürecinin teknolojik araçların emlak pazarlamasının olmazsa olmazı olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğunu anlatan Prof. Dr. Elif Karakurt Tosun, “Emlak danışmanları artık bir karar vermek zorunda. Ya teknolojik dönüşümün içinde yer alarak kazanacaklar ya da dönüşüme sırt çevirerek sektörden yavaş yavaş yok olacaklar” dedi.


Emlak Yönetimi Program Başkanı Prof. Dr. Elif Karakurt Tosun ile Dönüşüm Günleri serisi için pandemi süreci ve normalleşme sürecine yönelik emlak sektörünü masaya yatırdık. Konut ve ofis piyasasındaki tercihlerden sektördeki değişime kadar sorularımızı yanıtlayan Karakurt, meslek odaları ve emlak danışmanları ile yaptığı görüşmelerden taleplere yetişemedikleri ve normalleşme sürecine çok hızlı başladıkları yanıtlarının geldiğini söyledi.

Pandemi sürecinin Türkiye emlak piyasası üzerinde nasıl etkileri oldu? Dengeleri değiştirdi mi?
Tüm dünya insanları olarak bir kez daha fark ettik ki sağlıktan daha önemli hiçbir şey yok, dolayısıyla sağlığımızın korunması dışında gündelik isteklerimizin ve arzularımızın da pek bir önemi yok. Doğal olarak bu dönemde mümkün olduğu kendi çekirdek ailemize dönük izole hayatlar yaşadık. Bu süreçte sağlığın korunması temel öncelik iken emlak başta olmak üzere tüm ekonomik kaygılarımızı bir süreliğine de olsa erteledik. Elbette bu süreç ekonomik hayatın tüm unsurları kadar emlak sektörünü de kökünden etkiledi. Virüsün hızla yayılması, önlem amaçlı çeşitli iş yerlerinin kapatılması ve sokağa çıkma yasakları neticesinde emlak sektörü Nisan – Mayıs döneminde resmen dibi gördü. Hemen bu söylediğimi bir istatistiki veriyle örneklendireyim, Türkiye genelinde konut satışları nisan ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 55,5 oranında ve mayıs ayında ise bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 44,6 oranında azaldı. 

Yatırımcılar ve bireysel alıcılar açısından bu sürecin bir fırsat olarak değerlendirilebileceği görüşlerine katılıyor musunuz?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki emlak, hem dünyada hem Türkiye’de en önemli yatırım aracıdır. Bu Covit 19 salgını öncesinde de birçok kişinin gerek yatırım amaçlı gerek yaşamak için emlak satın alma yönünde bir eğilimi vardı. Zira Türkiye’de her yıl ortalama 1 milyon 400 bin adet konut satılmaktadır. Ve her yıl en az yeni 750 bin konut yapılması ihtiyacı vardır. Şimdi düşünün konut özelinde emlak, bir yatırım aracı olmanın dışında ayrıca kişilerin en önemli fizyolojik ihtiyaçlarından olan barınma ihtiyacına cevap vermektedir. Dolayısıyla her geçen gün değer kazanacak bir yatırım aracıdır. Üstelik Covid 19, bizlere yaşadığımız konutların ne kadar önemli olduklarını, onların bizim sığınağımız olarak dışarıdan kaynaklanan tehlikelere karşı kendimizi koruduğumuz birer kale olduğunu bir kere daha gösterdi. Dolayısıyla konuta yapılan yatırımların değeri daha da artmıştır.

BAHÇELİ EV İLGİ GÖRÜYOR

Tüketicilerin konut tercihlerinde değişim olacağı görüşleri var. Gayrimenkul trendleri değişecek mi?

Yazının Devamını Oku

Dijitalleşmekten değil iletişimsizlikten korkun!

12 Haziran 2020
İletişimci ve yazar Dr.Umut Kısa, dijital oyun bağımlılığından endişe duyan ebeveynlere seslenerek, “Kötü olan oyun değil, çocukların ilişki kurma becerilerinin gelişmemesi ve dijital yetkinliklerini ilerletememesidir. Dijital oyunların çocuklara neler kazandırdığını 1980’den önce doğan ebeveynler hayal bile edemez. Onlar sadece kendilerini sokağa çıkma konusunda yasaklayan ebeveynlerini bilir ve aynı şeyi yaptıklarını fark etmezler” dedi.


Dr. Umut Kısa röportajımızda, dijital dünyanın sadece teknolojik araçlarıyla değil içindeki insan kültürüyle, ruhuyla başka bir dünyayı temsil ettiğine dikkat çekerken, oyundan simülasyona, kolektif zekâdan ağ kurmaya kadar bir sürü yetkinliğin üst adı olan dijital zekânın önemine de vurgu yaptı. Dijital yetkinlikler alanında doktoralı Umut Kısa ile Dönüşüm Günleri serisi için Dijital Zekâ kitabının da içeriği olan “dijital yetkinlikler, oyun bağımlılığı ve ebeveynler” çerçevesinde dijital dünyayı konuştuk.

Dijitalleşme deyince çoğunlukla bilgisayar, sosyal medya, oyunlar akla geliyor. “Dijital dünya” kavramı doğru anlaşılıyor mu?
Bu kesinlikle doğru ama bence dijital dünyanın tanımı doğru anlaşılmıyor. Size “Yontma Taş Çağı Dünyası” deseydim bundan ne anlardınız? Bu dünyada sadece yontma taşlar olduğunu mu? Yontma taş dünyası yontulmuş taşlardan çok daha fazlasıdır. İçinde insan da vardır. Dijital Dünya; sadece teknolojik araçlarıyla değil içindeki insan kültürüyle, ruhuyla başka bir dünyayı temsil ediyor. Milenyum sonrası “Yakın Çağ”dan çıktık “Dijital Çağ”ın içine girdik. Her şey değişti. Örneğin bilim değişiyor. Eskiden bir paradigma değişimi için onlarca yıl gerekiyordu. Örneğin atom bölünemez en küçük parçaydı ama bir süre sonra bölündü. Bu bölünme süreci onlarca yıl sürdü. Şimdi bir şeyi incelemeye başlıyorsunuz ertesi gün incelediğiniz şey anlamını kaybediyor. Bilim kümülatif ilerleyemiyor. Farklı şekillerde ilerleyen küçük atomize bilim insanları var gibi. Din de değişti. Etkisini gün geçtikçe azaltıyor. Dinler bile ortak bir dijital potada eriyorlar. Medya değişti, hep beraber George Floyd için ağlıyoruz. Birlikte gülüyoruz. Her birimiz #erkeksenyerinibil akımına katılıyoruz, farklı platformlarda tartışıyoruz. Bunu mümkün kılan şey dijital araçlar olsa da dijital dünya teknolojinin çok üzerindedir. Teknoloji sadece onun bir parçasıdır.

HERKES MESAJ TAŞIYOR

Dijital dünyanın araçları nelerdir?
Dijital dünyanın temel olarak üç aracı var. İlki platform, hangi platformdasınız? Mahallede mi, instagramda mı, tiktokta mı? İkincisi içerik ya da medya. Hangi içeriği ya da mesajı iletiyorsunuz. İnsanları savaştırmak mı yoksa barıştırmak mı istiyorsunuz? Tek kesin olan şu: İnsanların mutlaka bir şey yapmasını istiyorsunuz? Örneğin Hürriyet’in bir amacı var kendi içeriğinde. Ya da benim istediğim bir şey var. Her insanın mesajı var. Ya kendinizinkini ya da başka birinin mesajını taşıyorsunuz. Eğer kendi mesajınızı fark edecek olgunluğa erişmediyseniz fark ederek ya da etmeden başkasının mesajının kanalı haline geliyorsunuz. Dijital dünyanın üçüncü aracı ise telekomünikasyon. En güçlü araçlardan biri bu. Hangi ağı kullanıyorsunuz? Bir mesaj iletmek istediğinizde kimin ağından yararlanıyorsunuz? Ağda en güçlü olan kim? Ağın sahibi kim? Sahip olan kişi ağda olanların bilgilerini ne yapıyor? Mesela WhatsApp neden ücretsiz hizmet veriyor? Ağın sahibi olmak onun için çok önemli. Gelir elde etmese bile kanala sahip olmak onu güçlü kılıyor. Telekomünikasyon 1900’lerin petrol şirketleri gibi dijital çağın en güçlüleri, onları Facebook, Google gibi platform sahipleri takip ediyor. Ancak ağı sağlayanlar platformları çok kısa sürede yok etme şansına da sahip.

DİJİTAL ZEKÂ YETKİNLİKLERİ

Yazının Devamını Oku

Oyun oynamak ciddi bir iştir!

5 Haziran 2020
Oyun denildiğinde her kuşağın farklı tanımlarının olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Ancak oyun artık sadece eğlence amaçlı bir etkinlik değil, işe alımdan pazarlamaya kadar hayati öneme sahip ciddi bir iş olarak da karşımıza çıkıyor! Dünyada hızla ivme kazanan ve ‘oyunla bir işi yaptırma’ olarak tanımlanan ‘Oyunlaştırma’ tekniğini, Türkiye’de bu işin kitabını da yazan Eğitimci, Oyunlaştırma Uzmanı Ercan Altuğ Yılmaz ile konuştuk.

 

Aynı zamanda GamFed Uluslararası Oyunlaştırma Federasyonu Türkiye Temsilcisi olan Yılmaz, Dönüşüm Günleri söyleşi serimizde yeni nesil motivasyon yönteminin oyun ve oyunlaştırma olduğunun altını çizdi. Yılmaz, “Türkiye’de artık oyunlaştırma bir kültür haline getirilip müşterisinden çalışanına tüm kanallarda yer almalıdır. Özellikle var olan sorunu yenilikçi ve eğlenceli bir yöntemle nasıl çözerim diye düşünen gençlere daha çok fırsat verilmelidir” dedi.

Dün oyun dediğimize bugün oyun demiyoruz. Aslında en basitinden oyun düşüncesinden ne anlamalıyız?
Oyun, insanın en özünü keşfetmesi diyebiliriz. Oyun’u tanımlamak, sınırlandırmak ve kategorize etmek oldukça zor. Ancak sadece eğlence amaçlı ya da fiziksel olabilen, ya da çocuklara özel bir oluşum olmadığını söyleyerek; insanlığın ilk iletişim modeli ve tüm canlılarda tekrar eden tek eğitim yöntemi diyebilirim. 
Peki ‘Oyunlaştırma’ kavramı hakkında öncelikle neyi bilmemiz gerekiyor?
Oyunlaştırma, insanın içindeki oyun duygusuyla gerçek hayattaki bazı hedefleri gerçekleştirmesidir. Bugün daha çok adım atacağım, bu hafta en iyi öneriyi ben vereceğim, günün ilk satış siftahını ben yapacağım gibi çeşitli kurgularla yeni davranışlara oyun duygusuyla yönlendirince bu süreci oyunlaştırmış oluyoruz. Annelerimiz gibi aslında, yemek yerken kaşığı uçak yaparak uçak geliyor dediklerinde aslında oyun oynamıyoruz oyunla yemek yiyoruz. Oyunlaştırmada da amaç oyun oynatmak değil oyunla bir işi gerçekleştirmektir. 

OYUN KÜLTÜRÜMÜZÜ AKTARAMADIK

Yazının Devamını Oku

Marmara Denizi’nde umut kalmadı

28 Mayıs 2020
Sualtı Görüntüleme Yönetmeni ve Belgesel Yapımcısı Tahsin Ceylan ve ekibi, dört yıl önce kameralarını Marmara Denizi’nin saklı güzelliklerine çevirmiş, Bursa’nın kıyı şeridindeki denizsel yaşamı da ilk kez görüntülemişti. Bursa Valiliği desteğiyle gerçekleşen çalışmada azalan balık türlerinde önemli bulgular elde edilirken, kirlenmeye özellikle dikkat çekilmişti.

Pandemi sürecinde kıyısal yaşam alanlarında görülen yunuslar, balinalar belki de bizi gelecek adına umutlandıran önemli gelişmelerden oldu. Gerçekten öyle mi? Denizsel yaşam için sürdürülebilir çalışmalar var mı? Bu soruların cevabını, aynı zamanda Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu (TSSF) Çevre Kurulu Başkanı olan Tahsin Ceylan ve dalış ekibinde yer alan TSSF Çevre Kurulu Üyesi, Sualtı Fotoğrafçısı Mehtap Akbaş Çiftçi’den aldık.
Dünüşüm Günleri söyleşi serişimiz için özellikle Marmara Denizi’nin ekosistemi hakkında değerlendirmelerde bulunan ekip, kirliliğe karşı hala savunmasız olan Marmara’da umut taşımak için çok geç kalındığını vurguladı.

Öncelikle pandemi süreci ile Marmara Denizi’nde ne gibi değişiklikler gözlemlendi, tespitleriniz nelerdir?

T.C.: Evet, doğada arzu ettiğimiz bazı görüntülere tanık olduk hep birlikte. Keyif vericiydi ama elbette yeterli değildi. Çünkü madalyonun bir de diğer tarafı var. İki ay boyunca belki sanayi hız kesti ülkemizde ama buna karşın evsel atık miktarı arttı. Denizleri esas kirleten ise evsel atıklardır bildiğiniz gibi. Marmara bir iç deniz. Bütün yaşamı Karadeniz’den gelen besin açısından zengin yüzey sularına bağlı. Her yıl ortalama 173 km3 su boğazdan geçerek Kuzey Ege’ye kadar uzanır ve Marmara’nın da üst tabakasını oluşturur. Bu iç denizin kıyısal alanları tamamen yerleşim yeri. Pandemi süresince eve kapanan insanların denize bıraktığı evsel atıkların etkileri birkaç ay da ekosistemde göreceli olarak hissedilir. Zaten kirliliğe karşı savunmasız olan Marmara kirlenmeye yine devam edecektir. Burada önemli olan şey yaşam şeklimizi rafineleştirmek, üretim modellerimizi gözden geçirmek ve bilinç düzeyimizi yükseltmektir.

AZOT MİKTARI ÇOK FAZLA

Ekosistemdeki farklılıklar, neden sonuç ilişkileri üzerinde incelemeler yapıyorsunuz. Marmara ekosisteminde olumlu değişiklik var mı?

T.C.: 240 km uzunluğa sahip Marmara denizi bir dönem Balinaların ve Akdeniz Foku’nun yaşadığı bir alandı. Moby Dick Romanı’nın Yazarı Melville, İstanbul’da yaşamış Bizanslı tarihçi Prokopios’un M.S. 10.yy Marmara Denizi’nde gemilere saldıran bir balinadan söz ettiğini anlatır. Ahmet Mithat Efendi “Sayyadane Bir Cevelan” kitabında, İstanbul surlarına asılmış balina kemiklerinden bahseder. Kaldırılan kemikler nedeniyle denizin bereketi kaçınca padişahın, kemiklerin bulunup yerine asılmasının emreden bir fetva yayınladığından bahseder. İnsanlık artan nüfusa bağlı olarak doğanın da kaynaklarını artıracağını düşünüyor. Oysa 1967’de Marmara’da 66 ekonomik değeri olan tür varken bu sayı günümüzde 10-15 aralığında. Evsel, endüstriyel ve tarımsal ilâçlamadan dolayı azot ve fosfor miktarı oldukça fazla. Evsel ve endüstriyel atıklar sağlıklı bir besin zinciri oluşumunu engelliyor. Bir halkada başlayan kırılma diğerlerine doğal olarak yansıyor. Marmara’da yaşanan bu.

DENİZ KAYNAKLARI BİTECEK

Yazının Devamını Oku

İnsan-makine işbirliği zamanı

22 Mayıs 2020
Silikon vadisinde faaliyet gösteren robotik süreç otomasyonu şirketi Buck.Ai Ceo’su Utku Kaynar, pandemi sonrası yeni dünyada otomasyon ve yapay zekâ teknolojilerini entegre edebilen şirketlerin rekabette öne çıkacağını söyledi. Utku Kaynar, iş zekâsı ve yönetişim anlamında makinelerin işin içine daha fazla gireceğini belirterek, “Tarih boyunca hep araç olarak kullandığımız makineler artık işbirliği yapabileceğimiz daha kompleks ortaklar haline geliyorlar” dedi.


Utku Kaynar ile Dönüşüm Günleri serimizde Silikon Vadisi’ne uzanan girişimciliği üzerinden hem deneyimlerini hem de otomasyon alanındaki çalışmalarını konuştuk. Sohbetimizde çalışanların çoğunlukla her gün yaptığı işleri tekrar ettiğine de dikkat çeken Kaynar, insan zekâsının ve zamanının yaratıcı problem çözmeye odaklanması gerektiğinin altını çizdi.

Bursa’dan Silikon Vadisi’ne uzanan şirketinizin yolculuk hikâyenizi kısaca dinleyebilir miyiz?
Elbette. Mühendislik eğitimi aldım ve çocukluğumdan bu yana bilgisayarlarla haşır neşirim. Ancak bu işi profesyonelce yapmaya başlamam uzun zaman aldı. Şirketimi 2009’da kurdum ve 2014’ten itibaren kendi ürünlerimizi geliştirmeye başladık. İlk ürünümüz kapalı devre çalışan bir sosyal ağ idi, halen de Türkiye’de on binlerce insan tarafından kullanılıyor. 2017 başlarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin İTÜ Gate programına kabul edildik. Bu program Türkiye’den Amerika’ya girişimleri taşımayı hedefliyordu ve bu süreçte Amerika’da şirketimizi kurduk ve şimdiki ismi ile Buck.ai kurulmuş oldu. Biz sürecin başından beri yapay zekâ ve otomasyona odaklanıyorduk ama ürünün değer teklifi ve ABD’de hedeflediği pazar konularında, orada yaşamaya başlayınca değişiklikler yaptık. Sonuçta da ortaya bugünkü ürün ve şirket çıktı. 2019’da UC Berkeley Skydeck programına kabul edildik ve Berkeley Skydeck Fund’dan yatırım aldık, bu yılın başında programı başarıyla tamamlayıp pazara açıldık.

İKİ TEMEL SORUNU ÇÖZÜN!

Girişimci olarak dönüm noktalarınızı düşündüğünüzde, şirketlere önerileriniz ne olur?
İlk olarak; iş hayatına gireli 18 yıl oldu, ben kendi ülkemin vatandaşları kadar “bizden bir şey olmaz” diyen başka bir toplum daha görmedim daha. Yazılım haricinde bir ürün nasıl geliştirilir, pazara nasıl sunulur öğrenirken şunu fark ettim; ben Anadolu ve fen lisesinde okudum, sonra da devlet üniversitesinde mühendislik eğitimi aldım ve gayet iyi bir eğitim almışım. Lisede ve üniversitede öğrendiğim temel bilim ve programlama yaklaşımını kullandım hep. Bizim de iyi mühendislerimiz var. Türkiye’den de çok iyi girişimler çıkabilir ve biz de bunlardan biri olmak için çalışıyoruz ancak iki temel sorunla karşı karşıya kalıyor yeni girişimler: ilki tutkuyla çalışacak ekip yaratma sorunu, ikincisi de sermaye problemi. İlki üniversite ve teknoparklarda daha fazla girişimciye birbirleriyle tanışma ve çalışma şansı vererek, ikincisi de risk sermayesi ile çözülüyor dünyada.

BAŞARININ FORMÜLÜ

Yazının Devamını Oku