Paylaş
Oyuncu ve müzisyen Fırat Tanış ile kısa bir tatil molasında karşılaştı yolumuz. Dilime dolanan “Yani” şarkısıyla başladığım haftanın güzel sürprizi, Tanış’ın söyleşi isteğimi kırmamasıyla daha da anlam kazandı. Ünlü oyuncu ile kendisi için “devrim” dediği sorgulamalarından, niteliğin önemine sözün kıymetine uzanan samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Fırat Tanış, pandemi nedeniyle yeni döneme uyum sürecini de anlatırken, sevenlerine “Gelin Tanış Olalım” oyununun devam edeceği ve yeni şarkılarının da yolda olduğu müjdesini verdi.
Geçtiğimiz günlerde Instagram’a çocukluk fotoğrafınızı koymuş ve “Fırat nasılsın?” diye sormuştunuz. O da size hayatla ilgili bir soru sorsa çocuk Fırat’a, ne söylemek istersiniz?
Yaptığım her şeyde o çocuk var, her şeyi ona borçluyum. Öte yandan ‘Hayat çok ciddiye alınacak bir şey mi?’ diye sorarsanız; anneannem vefat ettiğinde onu büyükbabamın üstüne gömdükleri sırada mezarcı büyükbabamın kafatasını, kemiklerini biraz yana itelemişti. Bu çok Hamlet benzeri bir şey oldu ama; ‘hayat elbette ciddiye alınacak bir şey ama bu ciddiyet hırsla üstüne bastırılacak, bir amaca ulaşmak için her yolun mübah olduğu bir şey değil’, diyebilirim.
Aynı zamanda 6 yaşında bir kız çocuğunuz var, Zeynep. Kızınızdan önce baba olmanın bir oyuncuya çok şey katacağını düşündüğünüzü söylemişsiniz, baba olduktan sonra da her gün kendinize şaşırdığınızı. Baba olmak size neler kattı?
Lafta her zaman bir duruma pek çok bakış açısı olması gerektiğini söyleriz ama bunu ne kadar içselleştirebiliyoruz soru işareti. Öncelikle bu anlamda çok değer kattı. Diğer yandan her şeyin çok canınızla oranlandığı, canınız değeriyle çarpıldığı bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Onun için her şeyi yapabilirsiniz ya da yapamayacağınız şeyler vardır gibi... Oyunculuğuma da mutlaka yansımıştır ama bunu bilinçli yapmıyorum.
BAĞIMSIZLIĞIMI SORGULADIM
Konservatuvara gitmeye karar verdiğiniz 15-18 yaşlarınız için, bu yaşların insanın kendi içinde yarattığı bir “devrim” olabilmesi adına önemli olduğunu belirtiyorsunuz. Kendi adınıza hangi döneminizi “devrim” olarak niteliyorsunuz?
Farklı dönemlerde farklı anlamı olan şeyler var tabii. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki on yıl önce bağımsızlık kavramının ne olduğuna dair düşünmeye başladığımdan itibaren ki dönemdir. Tamamen kendi kişisel sürecimle ilgili, hayatımdaki bağımlılıklarıma olan ilişkimi sorguladığım gerçek, bilinçli, kasıtlı ve akli bu hareketim benim için bir “devrim”di. Ondan öncesi benim kontrol edemediğim şeylere bağlı gelişebiliyordu. Mesela oyun oynama isteği 0-5 yaş arası, oyun oynamanın birileri tarafından görülüyor olmanın hazzıyla kurulan ilişki 15-18 yaşlarındaydı belki ama oyun oynamanın ne işe yaradığıyla ilgili bir farkındalığın oluşması çok daha ileriki yaşlarda oldu. İleride belki başka şeylere de dönüşecek.
“GELİN TANIŞ OLALIM” MUKTEDİRİN SİPARİŞİDİR
Dört yıldır sahnelediğiniz “Gelin Tanış Olalım” oyunu da bu farkındalıkla birlikte geldi sanırım. “Sözün kıymeti” ve “ortak değerler” üzerinden izleyenleri nasıl bir yüzleşmeye davet ediyorsunuz?
Gelin Tanış Olalım biraz bize muktedirin siparişidir, dolaylı olarak. Çünkü siyasetin ayrıştırıcı dili olmasaydı biz böyle bir oyunu yapmazdık bu çok net. 700 yıl önceki ile bugünkü siyasal ve kültürel demografinin birbirine uyuşması gibi bir durum da söz konusu burada. Aynı zamanda böyle bir tespiti de içinde taşıyor. Oyun ayrıca eterik, mistik bir içe dönüşten bahsetmiyor, tam tersine dışa dönük, hareket içinde olan, bir başkası ile empati kuran, davet eden ve davete giden bir eyleme doğru yön gösteriyor. Kendini bırakmış bir dünyaya değil tam tersine tarafların birbiriyle kucaklaşmalarını öneren bir dili var. Hem bu oyunu izleyenler hem de dili söylemi Yunusların, kadim Anadolu düşünürlerinin dili olduğunu iddia eden insanlar gelsinler, bununla yüzleşsinler, biz de ne kadar içten ne kadar sahici olduklarını bir görelim istedik, devam da edecek… Ortak kelimesinin anlamını da iyi vurgulamak lazım, hepimiz tek tipleşelim hepimiz aynı şeyden bahsedelim gibi bir ortaklık değil bu. Pek çok şeyin farklı olduğu bir yerde “ortak değer” neye diyoruz, bunun üzerine bir şey.
İYİ İÇERİK MUTLAKA GÖRÜLÜR
“Eğitimli sanatsever, iyi bir izleyici olma” kavramları sizin için ne ifade ediyor?
Tiyatronun muhteşem bir yanı var; çok basit. Bütün büyüsü bu basitlikten kaynaklanıyor. İzleyici ile arasında herhangi bir kurgu makinesi yok, hiçbir özelliği olmayan tek boyutlu bir mekânda bir oyunu izliyorlar. Şunu unutmayalım, eğer siz gerçekten etkileyen bir şey yapıyorsanız bunu izleyen insanın hangi eğitim düzeyinde olursa olsun görmemesinin imkân ve ihtimali yoktur. İyi içerikle izleyici arasındaki ilişkinin gücüne, Gelin Tanış Olalım’da çok yakından temas etme şansım oldu. Öyle seyircilerle karşılaştım ki tamamen bana karşı bir ön yargıyla, benim şu ya da bu olduğumu düşünerek oyuna gelip, oyun sonrası ağlayarak çıkanlarla… Hatta biri bana sarılarak ‘Kâbe’ye gitmiş kadar mutlu oldum’ demişti. Bana bu yeter, benim için çok değerli. Tiyatro hakkında ya da tiyatro nasıl izlenirle ilgili bir eğitiminin olup olmamasının hiçbir önemi yok.
NİTELİKSİZ SİYASETE ‘TİYATRO’ DİYORLAR!
Özel tiyatro sayısına baktığımızda nitelik açısından sizi tatmin ediyor mu?
Maalesef bu konuda da ülkenin yapısından bağımsız şeyler söyleyemiyoruz. Bizim memlekette niceliği yüksek olduğu yerlerin niteliğine soru işareti ile bakıyorum. Çünkü tiyatroda da nicelik amatör bir heves düzleminde gitmiyor. Sonuçta bir salon açılıyor, bir işletme oluyorlar. En basit haliyle somut veri olarak, Kültür Bakanlığının yaptığı açıklamada 400 özel tiyatro içinde SGK’lı çalışan sayısının 300 kişi olduğunu biliyoruz. Emek üretim ilişkisine bu noktadan bakan bir niceliğin oluşturacağı nitelik sizi ne kadar ikna eder? Beni etmez! Söyleyeceği tiyatronun sözü hangi dünyanın sözü olabilir? Beni nereden etkileyebilirsin diye sormaz mı insan? Bu niceliğin en yüzeysel hali, içerik anlamındaki niteliğe baktığımız zaman da temel sindirilmemiş hak, adalet duygusundan ötürü mutlaka buradaki içeriklerin seçimine de sirayet ediyordur. Mesela size garip gelmiyor mu? Bu ülkede niteliksiz siyasete tiyatro deme alışkanlığı var. Burada niceliğinde bir sorumluluğu yok mu? Var elbette! Kendimi de katarak söylüyorum, hepimizin bunda bir payı var maalesef. Dönüp dolaşıp hep niteliğe döneceğiz, dönmeliyiz. Nitelik ve niceliğin iddiası ne kadar birbirine yakınsa orada bir şeyler daha doğru gitmeye başlar çünkü…
Nitelikten bahsetmişken, geçtiğimiz günlerde son 20 yılda farklı sanat dallarında yetişmiş kişileri sorguladığınız bir tweetiniz oldu. Tepkiler de aldınız?
Orada “cenah” kelimesine çok takıldılar. Altına tekrar yorum bile yazmadım, öyle bir hal aldı ki mail atıp hakaret edenler de oldu çünkü. Hâlbuki cenah kavramını ortaya koyan kişi ben değilim. Buradaki sanat cenah, taraf takım ilişkisini ortaya koyan kişi 2012 yılında yazdığı muhafazakâr sanat manifestosuyla İskender Pala’dır. Manifestoda 16 maddelik muhafazakâr sanat ilkeleri ve nitelikleri var, baksınlar. Cenah ve nitelikten kastım oydu. Bana cevap olarak Beethoven çalan dünya tatlısı başörtülü kız kardeşlerimin videolarını gönderiyorlar. Ben bunu söylemiyorum ki, dünyada herkes daha iyisini de yapıyor zaten. ‘Muhafazakâr sanat manifestosunun iddiası bu muydu?’ diye, bunu soruyorum.
TV DİZİLERİ MUAZZAM BİR DENEY
1990’ların sonundan bu yana televizyon dizilerindeki kahramanların ortak özelliği için “sinirleri bozuk” diyorsunuz. Tv izleyicisi açısından nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Mesela o kahramanların hiçbiri adalet için herhangi bir kurumsal yapıya güvenmez, hepsi tek başına adaleti sağlamaya çalışır. Bu muazzam bir deney... 150 dakika boyunca size neden sonuç ilişkisi kopuk, her kahramanın kendinden menkul davrandığı, öznelerin tamamen birbirine karıştığı iyilerin kötülerin doğruların yanlışların tamamen havada uçuştuğu algısal bir şey izlettiriliyor. Bunu izleyen milyonlar var, üstelik bir diziyi takip etmeyip bu nitelikte 4-5 diziyi takip eden insanlar da var. Bu şeye uzun süre maruz kalmak, kişide de neden sonuç ilişkilerini, tarih algısını, öyküselliği ortadan kaldırabilir. Gerçek hayatta yaşadığımız şiddet içerikli olaylar da, her bölümü birer şok doktrini tezi gibi olan dizilere ne kadar benziyor değil mi? Bunun içerisinde neyin, ne zaman, ne sırayla, nerede olduğunu; kimin nerede hangi fiilde davrandığını tespit edebilmeniz güçleşiyor. Siz de kendisinden hiç öyle bir şey beklemediğiniz insanlar öyle davranmaya başladığında, buna ikna olmaya hazır hale geliyorsunuz.
İyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarının altını nasıl dolduruyorsunuz?
Doldurmuyorum, iyi ve kötüden mümkün olduğunca uzaklaşmaya çalışıyorum. İyi-kötü, doğru-yanlış bunlar hiçbir sahici bilgi barındırmaz. Bunlar algı barındırır sadece. Maalesef biz de bir algı toplumu haline dönüştürüldük, hâlbuki bize bilgi lazım. Algı; pek çok tiyatro açıldı. Bilgi; Sadece 300 tiyatro çalışanı SGK’lı. Bu nedenle bilgi yoksa iyi insan kötü insan gibi algıların benim nezdimde hiçbir önemi de yok.
PANDEMİYİ YASA BENZETİYORUM
Pandemi sürecini nasıl değerlendirdiniz?
Bu süreci yas kavramıyla benzetiyorum çünkü hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir şey yaşandı. Düşünün evinizde yiyecek ekmeğiniz yok ve bir hastalığa yakalandınız. Üstelik yan komşunuzla bile dayanışmadan uzaklaştırılmışsınız. Çok mikro ölçekte böyle bir durum; yönetilmesi kolay bir şey değil. Her yas da olduğu gibi önce inkâr, sonra bununla yüzleşme, hüzün ve depresyonla geçti. Şu anda yeni dönemin yeni koşulları hakkında fikir yürütmek ve yeni döneme uyum sağlamakla ilgili bir aşamadayım şahsen. Ne olacak, neler yapılacak ve ne yapılmaz bunlara bakıyorum. Mesela anladım ki kesinlikle tiyatro dijitalize edilecek bir şey değil, kesinlikle çevrimiçi bir tiyatro olmaz. Yapılıyorsa da eğer arşivsel değeri mutlaka vardır. Ama oradaki hayatta olan yaşayan oyuncuların müzisyenlerin yönetenlerin yazanların haklarının da ödenmesi koşulu ve şartıyla yapılmalı.
ALBÜM GELİYOR
Resim yapıyorsunuz aynı zamanda, bir sergi açmayı düşünüyor musunuz?
Resim sergisi açmakla ilgili bir düşüncem hiç olmadı, daha çok kızıma saklıyorum gibi, öyle duruyor. Kişisel bir ilişkim var resimlerimle. Satmıyorum en fazla muhatapları varsa hediye etmekten hoşlanıyorum. Bu 90 gün evde kaldığımız süre içinde belki 200 parça iş çıkmıştır. Bu ne kadar sağlıklı bilmiyorum, buna ihtiyacım varmış demek ki ortaya çıkmış oldu (gülerek).
Albüm müjdesi var mı?
Evet, iki parçalık bir albüm yapıyoruz. Bir şiir Behçet Necatigil’in ve bir şiir Metin Altıok’un. Besteler lise arkadaşım Turgay Yakut ve bana ait. Çok yetenekli bir müzisyen olan dostum Ajlan Akyüz düzenlemelerini yapıyor. Belki aynı zamanda belki de farklı zamanlarda yayınlanacak.
Paylaş