Kendisi de yurtdışında dev bir marka yaratmış olan bir dostum uyarıyor: Türkiye’de sorun üretmek değil marka yaratmak! Fındık üzerine geçenlerde çıkan birbirinden bağımsız iki haber arkadaşımı doğruluyor. Anlatayım.
İlk haber 2014 yılı fındık ihracat rakamları ile ilgili. Pek çok gazetede çıkan haberlere göre 2014 yılı fındık ihriacatı 2, 32 milyar dolar ile rekor seviyede gerçekleşti. Geniş bir şekilde gazetelerde yer bulan bu haberde, 2023 yılında fındık ihracatımızın 4 milyar dolara çıkarılacağı da müjdeleniyordu. Büyük bir başarı!
İkinci haberMichele Ferrero’nun ölüm haberi idi. Nutella’nın mucidi Ferrero İtalya’nın en zengin kişisi (23,4 milyar dolarlık servet). Ömründe yalnızca bir kere söyleşi veren ruhu köylü il Signor Michele’in en büyük sırrı "ne yaparsan başkalarından farklı yap". O nedenle aslında geleneksel bir ürün olan Nutella’yı alıp birkaç yaratıcı dokunuşla ortaya bir global marka çıkarabilmiş olması şaşırtıcı değil.
Ferrero’nun satın aldığı tek şirket Türkiye’den! The Economist dergisine göre Ferrero hep kendi geliştirdiği markalarla büyümüş bir şirket. Bu kuralın tek istisnası Ferrero’nun Türkiye’de satın aldığı şirket! Günde 1 milyon ton Nutella satıldığını ve Nutella’nın % 13’ünün fındık olduğunu düşünürseniz bu satın almanın ne kadar elzem olduğu ortaya çıkar.
Geçtiğimiz bahar Gabriel Garcia Marquez öldüğünde bir değil iki ülke birden yas tuttu! Marquez için doğduğu ülke Kolombiya’nın devlet başkanı ve öldüğü ülke Meksika’nın devlet başkanı ayrı ayrı üç günlük milli yas ilan etti. Bayraklar yarıya indi, halklar yazarını bağrına bastı. Benzer bir ulusal vedayı biz Yaşar Kemal için neden yapamıyoruz?
Bizim yazar!
Yaşar Kemal ulusal yası fazlasıyla hak ediyor çünkü o nüfusunun yüzde 70’i köylerden gelen bir ülkeye, ölümsüz köylü bir kahraman armağan etti. Memed! İnce Memed! Sadece doğunun değil başta Ada Üçlemesi olmak üzere batının insanlarını da kahramanlaştırdı. Bunu yaparken de popüler olduğu halde Oryantalizme tenezzül etmedi. Böyle bir yazarın yasını hep beraber tutamıyorsak, kimin ardından ulusal bir ağıt düzeceğiz?
Kitap okumayan bir toplumda yazar olmak!
Mersin’de caniler tarafından katledilen Özgecan, kadınlara yönelik bir savaşın son kurbanı. Geçen yıl ülkemizde erkekler en az 281 kadını katletti! Sadece geçen ay erkekler 27 kadını öldürdü. BİANET tarafından düzenli olarak tutulan bu istatistikler, yalnızca kamuoyuna yansıyan vakaları içeriyor. Kadına yönelik şiddetin boyutları maalesef çok daha büyük.
Günde 64 mahkumiyet kararı!
Elimizdeki en son adli istatistikler mahkemelere yansıyan cinsel saldırı, taciz ve istismar suçlarından mahkum olanların 23 bini geçmiş durumda. Mahkumiyet sayısı son 4 yılda ikiye katlanmış durumda! Elbette bu rakamlar buzdağının görünen yüzü. Çünkü pek çok cinsel suç mağduru bırakın mahkemeye gitmeyi olayı en yakınlarından bile saklıyor.
Önümde 2014 DHL Global Connectedness Index (Küresel Bağlanmışlık Endeksi) var. New York Üniversitesi'nden meslektaşlarımın hazırladığı oldukça kapsamlı bir global ekonomi veri bankası. Sermaye, ticaret, bilgi ve insan hareketlerinden oluşan 12 ayrı faktörün ölçümü ile ortaya çıkan bir ölçek. Önce dünya nereye gidiyor ona bakalım sonra da Türkiye’ye.
<#comment>#comment>
Dünya nereye gidiyor?
Bu yüzyılın başında ekonomik krizle birlikte bir duraksamanın ardından dünya yeni bir globalleşme evresine girmiş görünüyor. Ülke içi ve ülkeler arası hareketlere baktığımız zaman global etkinliğin vardığı noktayı daha net görebiliyoruz. Bugün dünyada tüm sermaye hareketlerinin yüzde 40’ı, tüm ticaretin yüzde 30’u tüm turizm ve internet trafiğinin yüzde 17’si ülkeler arasında gerçekleşiyor.
Avrupa en global kıta ama globalleşme artık sadece gelişmiş ülkelerin değil, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin de varolduğu bir yarış. Son 10 yıldır gelişmekte olan dinamik ekonomiler (emerging markets) gelişmiş ülkelerden daha hızlı bir şekilde global dünyaya entegre olmuş. Bu dönemde en hızlı globalleşen ülkelerin tamamı gelişmekte olan ülkeler. Bölgesel bazda baktığımızda Orta ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin diğer bölgelere göre daha hızla bir şekilde global dünyaya katıldığını görüyoruz.
Şu sıralar New York’taki tanıdık herkes şehri terk etmiş durumda. Sebep kentin turistler tarafından işgal edilmiş olması. Sonbahar boyunca ne Broadway’de bir gösteriye bilet bulabilirsiniz, ne de müzelere saatlerce beklemeden girebilirsiniz. Soğuk havaymış, ekonomik krizmiş fark etmiyor. Her yıl bu zamanlar New York’u İstanbul için terk ettiğim için, acaba bu iki şehir turizm bakımınan birbirine ne kadar benziyor diye merak ettim.
Önemli olan kaç turist geldiği değil, gelen turistin kaç para harcadığı! Turizme ilgi duymam tesadüf değil! Türkiye ekonomisinin yaşadığı orta gelir tuzağını aşması için herkesin hemfikir olduğu reçete katma değeri yüksek üretim. Rant ekonomisiyle yani parkları, korulukları, tarihi binaları inşaata açarak Türkiye’nin bu tuzağı aşması mümkün değil. Artık her sektörde yüksek tekonolojiye, beceri ve inovasyona dayalı çözümlerle katma değeri yüksek üretime geçmek daha fazla kalkınabilmemiz için bir zaruret. Bu zorunluluk turizm için de geçerli.
En çok ziyaret edilen 6. kent!
Türkiye’nin turizm konusundaki en büyük markası İstanbul. Pek çok global ankette İstanbul, yabancı turistlerin en çok görmek istediği kentler listesinde ilk sırada! Tarihi, doğası ve kültürü için parası olan yabancılar İstanbul’a gelmek, gelen bir daha gelmek istiyor. O halde sorunumuz turist çekmek değil, gelen turistten daha fazla para kazanmak.
Elimde New York ve İstanbul dahil dünyanın 132 kentine ait turizm verileri var. Her yıl Mastercard tarafından Aralık ayında yayımlanan bu veritabanına göre Londra en çok turist çeken kent. Bangkok, Paris, Singapur, Dubai’den sonra New York ve İstanbul geliyor. New York’a geçen yıl toplam 11,8 milyon turist gelirken İstanbul’a 11,6 milyon turist gelmiş. Bir başka ifadeyle, İstanbul Avrupa’da 3., dünyada da 7. turist çeken şehir.
Bu köşeyi takip edenler biliyor. Bir süredir ülke gündeminde olmamasına rağmen ısrarla makroekonomik göstergelere dikkat çekmeye çalışıyorum. Israrla eğitimden inovasyona yeni ekonominin dinamosu kabul edilen alanlarda dünyadan koptuğumuzu yazıyorum. Bu hafta yayınlanan reel rakamlara dayalı yeni bir veri kaygılarımı maalesef doğruladı. Prestijli Centre for Economics and Business Research (CEBR) tarafından her yılın son ayında yayımlanan Dünya Ekonomik Lig Tablosu bu sene yaptığı hesaplamada Türkiye 19. ekonomi! Oysa geçen sene 17. ekonomiydik. Bizim dışımızda 2 sıra kaybeden tek bir ülke var: Rusya!
İlk 10 Hayali Gerçekçi Bir Hayaldi!
İlk 10 ekonomi hedefiyle çıktığımız 21. yüzyıl yolculuğunda hızla irtifa kaybediyoruz. 2023 vizyonu bu yolculuğun merhalelerinden biriydi. Önce ilk 15, sonra ilk 10 ekonomi arasına gireceğiz diye çıktığımız bu yolda nasıl oldu da 19. sıraya düştük? Daha geçen sene 17. Sıradaydık!
Pozitif gidişat!
Bu sorulara daha önce 8. sınıflardan toplanan verilerle yanıt vermiştim. Şimdi OECD’nin yeni yayınladığı liselerden toplanan verilerle aynı sorulara dönmekte fayda var.
Ortaokulda çok ödev, lisede az ödev veriyoruz!Türkiye’deki ödev yükünü dünya ile kıyaslamak için elimizde iki veritabanı var. Biri 8. sınıfta ödevi araştıran TIMSS, diğeri de 15 yaş grubundaki gençlerde ödevi araştıran PISA. Bu iki veritabanına baktığımızda iki ayrı sonuçla karşılaşıyoruz. Türkiye 8. sınıflarda en fazla ödev veren 5. ülke. Ancak 15 yaş karşılaştırmasında OECD ortalamasının epey altında, en az ödev veren ülkeler arasında yer alıyoruz. PISA verilerine göre lisede ödev yükü bakımından Türkiye OECD ortalamasının ciddi olarak altına düşüyor. Cooper tarafından yapılan kapsamlı ödev analizinde önerilen bunun tam tersi. İlkokul ve ortaokulda ödevin azı, lisede ise ödevin çoğu makbul!
8. Sınıflarda Ödev Başarıyı Negatif Olarak Etkiliyor! TIMSS sonuçlarına göre 8. sınıf öğrencilerimizin % 8’i haftada 3 saat ya da daha fazla fen bilgisi ödevi yapıyor ve bu öğrencilerin ortalama fen bilgisi puanı 466. Öğrencilerin çoğunluğu (% 54) ise haftada 45 dakika ya da daha az fen bilgisi ödevi yapıyor ve bu öğrencilerin ortalama fen bilgisi başarı puanı 487.Yani, en fazla fen bilgisi ödevi yapan öğrenciler Türkiye’de fen bilgisi testinde en başarısız olan grup!
15 Yaş Grubundaki Gençlerde Ödevin Başarıya Etkisi Türkiye’de Negatif!
Ödülü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon veriyor. Törene katılanlar arasında Bill Clinton, Angelina Jolie ve Leonardo DiCaprio var. Ve ödülü alacak kişi bizden biri. Piraziz’den çıkıp dünyaya eğitim sunan adam: Enver Yücel!
İlk defa verilen Global Eğitime Katkı Ödülü’nün, Sayın Enver Yücel’e verileceğini duyunca doğrusu hiç şaşırmadım. Enver Yücel’i tanıyorsanız siz de şaşırmamışsınızdır.Eğer tanımıyorsanız anlatayım.
Bir öğrenci düşünün, kurs aldığı dershaneyi kapanmaktan kurtarıp satın alıyor. 40 yılını çoktan dolduran Uğur Dershanesi’nin şimdi yurt çapında 200’e yakın şubesi, on binlerce öğrencisi var. Vizyon!
Bir dershaneci düşünün, bugün yurt çapında 100’ü aşkın kampüste on binlerce çocuğa dünyanın her yeriyle yarışabilecek olanaklar sunan onlarca okul açıyor: Bahçeşehir Kolejleri anaokulundan liseye, İskenderun’dan Van’a, Denizli’den Ordu’ya dünyada standardında 21. yüzyıl becerileri öğreten bir kurum. Vizyon!