Giderek artan tarih ve doğa tahribatının kaynağında ranta dayalı kalkınma modelimiz var! Bu modelde tarihi ve doğayı tahrip etmeden kalkınmak mümkün değil! Verilerle açıklayayım.
Hukuksal güvence olmayınca tapu tek yatırım aracı! Önceki bir yazımda detaylıca gösterdiğim gibi bir ülkede kişi başı milli gelir arttıkça o ülkede ev sahipliği talebi azalıyor. Peki neden zengin ülkeler parayı başka yere yatırırken fakir ülkeler varını yoğunu betona gömüyor? Bu sorunun cevabı hukuk sisteminde! Aşağıdaki grafikte de göründüğü üzere bir ülkede hukukun üstünlüğü arttıkça o ülkede ev sahipliği oranı azalıyor! Hukukun üstün olduğu ülkelerde yurttaşlar birikimlerini tapu güvencesine hapsetmek zorunda değil çünkü bu ülkelerde devlet keyfi uygulamalarla ekonomik alana müdahale etmiyor. Hukuk üstünlüğünün yerleşmediği ülkelerde ise tapu parayı güvence altına almanın yolu inşaata yatırım.
Figür 1: Hukukun Üstünlüğü ve Ev Sahipliği
Oturmamış demokrasimiz, çalkantılı coğrafyamız ve dinamik nüfusumuzla her sabah yeni bir Türkiye'ye uyanıyoruz. Bu yeni ülkenin karşımıza çıkardığı bütün yeni toplumsal sorunları ise tek ve eski bir yöntemle çözmeye çalışıyoruz: Polisiye tedbir!
Farkında mısınız artık sorun ne olursa olsun tek bir çözüm aracımız var: Polisiye tedbir! Daha yaşları 14’ü bulmamış çocuklar maçta tartışıyor çağır polisi bassın biber gazını. Turistler otelde tartışıyorçağır polisi bassın biber gazını. Facebook’ta öğretmen fotoğraf paylaşıyor aç soruşturmayı. Liseli çocuklar Twitter’da iki abes laf ediyor aç soruşturmayı. Tıpkı elinde çekiç olana her sorunun çivi olarak görünmesi gibi biz de her meseleyi daha fazla polisiye tedbirle çözmeye çalışıyoruz. Yanılıyor muyuz?
Kobane olayları sonrası gündeme gelen yeni polisiye tedbirlerden anladığım toplumsal olaylarda suç tarifinin genişletilerek daha önce suç sayılmayan fiillerin suç sayılacağı. Peki sorunumuz Türkiye’de az soruşturma açılması mı? Bu yasa çıkmadan önce Avrupa’da soruşturma sayısında neredeyiz? Ya polis ve bu soruşturmaları yürütecek hakim ve savcı sayısında? Öyle ya bizde kişi başına düşen yasal soruşturma sayısı çok düşük olmalı ki yeni yasa bu sayıyı artırıp Avrupa seviyesine çıkmayı hedefliyor?
Dış mihraklar edebiyatının kimseye bir faydası yok! Eğer Ortadoğu’da olup biten her kötülüğün arkasında dış bir mihrak var demek sizi tatmin ediyorsa bu yazının devamını okumanıza gerek yok. Fazla düşünmenize de gerek yok. Topu dış mihraklara atıp kenara çekilebilirsiniz. Elbette dış güçler dünyada özellikle enerji yataklarının olduğu yerde ciddi bir istikrarsızlık kaynağı. Ama bölgede kötü giden her şeyi dış mihraklara havale etmek içerideki sorumluları aklamak demek. Zira hiçbir yerde Ortadoğu’da olduğu kadar ölümcül bir bataklık yok. Çocuk, yaşlı demeden, bayram, kutsal mekan demeden hergün yüzlerce insan bu bölgede vahşice katlediliyor.
Şimdi içeriye bakmanın zamanı.
Eğer bir bölgede çatışma ortamı kronikleşmiş ise bakmamız gereken tek bir soru var. Devlet savaşa mı, barışa mı yatırım yapıyor? Bütçede öncelik silaha mı, insana mı? Ortadoğu ülkelerinin bilançosuna bu mercekle baktığımızda bataklığın finansal dayanağı gün gibi ortaya çıkıyor.
Ortadoğu’da silaha yatırım çeyrek yüzyılda 3 kat artmış! Ortadoğu ülkeleri üzerine pek çok alanda güvenilir veri bulmak mümkün değil, ama silaha ne kadar para harcanıyor sorusuna yanıt vermek için elimizde güvenilir bir veri kaynağı var. Aşağıdaki grafikteStockholm International Peace Research Intstıtute verileriyle Ortadoğu’da askeri harcamaların yıllar itibarıyla akışını paylaşıyorum. Ortadoğu ülkeleri 1988’de 40 milyar doları silaha yatırırken geçtiğimiz yıl bu miktar 120 milyar dolara çıkmış. Yani, Ortadoğu ülkelerinin askeri harcaması çeyrek asırda üç kat artmış!
Ülker bağışı Harvard’ın en parlak akademisyenlerinden birinin şeker hastalıkları araştırmalarına katkı amacıyla yapıldı. Ama bu bağış aynı zamanda Türkiye’nin itibarına yapılmış önemli bir yatırım. Dünyanın en saygın üniversitelerinden birinde artık Sabri Ülker’in adı var. Büyük bir onur. Peki bizde neden araştırmacılara bu tür bağışlar yapılmıyor?
YÖK bütçesine denk bağış alan üniversite!
Harvard son bağış kampanyasında 6,5 milyar dolar toplamayı hedefliyor. Bu miktar 2014 yılı YÖK bütçesine denk. Yani tüm üniversitelerin bütçesine denk. Ülker’in Harvard’a yaptığı bağış tek başına pek çok üniversitemizin yıllık bütçesine eşit!
Harvard’a bu bağışların gelmesinin tek bir nedeni var: İtibar! Üniversite dediğimiz kurum her şeyden önce bir itibar merkezi. Öğrenciler de akademisyenler de üniversiteyi itibara göre seçer. O nedenle üniversitelerin itibarı çok ciddi bir şekilde ölçülür. Bu ölçümlerden biri geçen hafta açıklandı. Prof. Dr. Erhan Erkut’un Hürriyet’teki analizine göre üniversite itibarı akademik yayın, atıf, patent başvurusu ve araştırma desteği gibi göstergelerle ölçülüyor. Harvard bu ölçümlerde zirvede olduğu için kapısında bağışçılar sıraya giriyor ve her yıl pek çok bağışı itibarına zarar verebilir gerekçesiyle geri gönderiyor.
İlk 500’de 4 üniversitemiz var!
IŞİD terörist bir örgüt ama IŞİD’i diğer terörist örgütlerden ayıran en önemli özellik elindeki finansal kaynak. Günde 2 milyon dolarlık petrol geliri ile tarihin en zengin terörist grubundan sözediyoruz! Böylesine zengin bir çetenin Ortadoğu bataklığında egemenlik kurması bölgenin güven ve istikrar adası Türkiye için son zamanlarda ortaya çıkan en büyük tehdit. Peki Türkiye halkı bu tehdidin farkında mı? IŞİD’e sempati hangi seviyede? Metropoll’ün bu ayki gündem araştırması tam da bu sorulara yoğunlaşmış. Sonuçlar hayli ilginç!
Demokrasilerde halkın nabzı her gün tutulur!
Araştırma detaylarına girmeden kamuoyu yoklamalarına dair birkaç noktaya işaret etmeliyim. Katılımcı demokrasilerde seçmenin nabzı sadece sandık başında değil her gün tutulur. Kamuoyu yoklamalarının önemli bir işlevi budur. Maalesef Türkiye’de bu aracın fazla bir güvenirliği yok. Pek çok demokraside bir kamuoyu yoklaması siyasetçileri kararlarını gözden geçirmeye iterken, bizde böyle bir mekanizmanın olmaması ciddi bir eksik. Tam da bu nedenle Prof. Dr. Özer Sencer hocanın aylık nabız yoklamaları demokrasimizin katılımcı olmasına önemli bir katkı. Bu tür periyodik araştırmaların çoğalması katılımcı bir demokrasiye ulaşmamız için ciddi bir ihtiyaç.
Halkın sağduyusu!
Metropoll’ün 16-18 Eylül 2014 tarihleri arasında toplam 1876 kişi ile yüzyüze yaptığı görüşmelerde birkaç değişik soruyla halkın şiddet algısı ve IŞİD'e yaklaşımı ölçülmüş. Umut verici sonuçlardan biri ezici bir çoğunluğun (% 83) ‘bazı durumlarda’ bile İslam adına şiddete başvurmayı doğru bulmuyor olması. Yalnızca yüzde 13’lük bir kesim İslam adına şiddeti onaylıyor, ki bu oran hata payının çok üstünde bir oran değil.
The Economist dergisi "2025 yılı En Büyük 25 Ekonomi" projeksiyonu güvenilir bir kaynak. En son yayınlanan projeksiyonda bizde pek tartışılmayan önemli bir sonuç vardı. 2013 yılında 17. sırada olan Türkiye 2025’te bırakın ilk 10’a girmeyi ilk 20 ekonomi arasına bile zor giriyor. Önümüzdeki 10 yılda 3 basamak kaybederek 20. sıraya düşüyor.
Yeni Ekonominin Sihirli Formülü: Özgürlük, Adalet, Dayanışma
Türkiye eğer önümüzdeki 10 yılı kurtaracak bir kalkınma hamlesi yapacaksa bu ancak katma değeri yüksek ürünler üreterek mümkün. Dünyada inovasyona dayalı ekonomilere baktığımızda üç ortak özellik görüyoruz. İlk olarak bu ekonomilerde bilgiye ulaşmanın önünde ekonomik ve siyasal engeller yok. İkinci olarak, inovasyona dayalı ekonomilerde adil rekabet yasal güvence altında. Üçüncü olarak yeni ekonomi dayanışmaya dayalı bir ekosistemde gelişiyor.
Adına bilgi ekonomisi denen bu yeni dönemin temel girdisi aydınlanmadan miras üç ‘eski’ değer: Özgürlük, Adalet, Dayanışma. Peki biz bu üç unsurda dünyada neredeyiz?
Eğitim sistemimiz çocuklarımızı dünya ile rekabete hazırlamıyor. Ben söylemiyorum bakanlığın kendi verileri söylüyor. Buyrun karneye birlikte bakalım.
Eğitim artık ekonomidir!
Önce bir not. Dünyada özgür düşünceye, evrensel hukuka dayalı yeni bir ekonomik sistem kuruluyor. Artık eskiden olduğu gibi doğal kaynaklar, tarım ya da jeopolitik konum bir ülkeye ihya etmeye yetmiyor. Yeni ekonominin temel girdisi bilgi ve beceri. Bilgiye özgürce ulaşan, yurttaşlarına bu bilgiyi uygulama ve geliştirme becerisi kazandıran toplumlar yeni ekonominin zenginleri.
Bu küresel ekonomide eğitim kalkınmanın lokomotifi. Tam da bu nedenle bir ekonomik kalkınma örgütü olan OECD son yıllarda en büyük yatırımı eğitim sistemleri ölçme değerlendirmesine yapıyor. OECD denince artık akla PİSA testleri ve en sonuncusu geçen hafta yayınlanan yıllık eğitim raporu geliyor. Bu raporla OECD okullar başlamadan her ülkeye bir karne veriyor.
Okullarımızın Karnesi!
2014 OECD Education at a Glance (Bir Bakışta Eğitim) raporu geçtiğimiz hafta yayınlandı. O rapordaki verilerinden yola çıkarak eğitim sistemimizin karnesine bakmakta fayda var. Anket ya da dışarıdan gözlem değil, bizim bakanlığın verilerine dayalı bir karne bu.
Dünya otomotivde yeni bir devrimin eşiğinde. Küresel ısınmadan, artan petrol fiyatlarına pek çok nedeni olan büyük bir teknolojik dönüşüm bu. Milli araba peşinde koşan Türkiye bu yarışa nasıl girecek? Ford’u taklit ederek mi, Tesla’yı örnek alarak mı?
Bu soruya vereceğimiz yanıt ileri teknolojiye dayalı yeni ekonomideki yerimizi de ortaya koyacak.
Artık iki tür otomobil var piyasada. Eski sistem, petrolle çalışan, galeride satılan. Yeni sistem, elektrikle çalışan ve internette satılan. Eşim (evet çevrecidir kendisi!) geçen hafta bu tercihlerden ikincisini seçti. Şimdi kapıda egzozu olmayan, sıfır emisyonlu bir araba var. Yolda sesi çıkmıyor. Benzin istasyonuna uğramıyor. Akşam evdeki fişe takıyor, sabaha depo (pardon akü!) doluyor. Sektörün geleceği kapıda duruyor.
Milli Araba Sevdamız!