Selçuk Şirin

Böyle şura olmaz! Veriler olmadan eğitim tartışılmaz!

9 Aralık 2014
Geçen hafta yapılan eğitim şurasında Osmanlıca görüşüldü ama fen, matematik ya da okuduğunu anlamada niçin 12 yıldır ilk 40'a giremediğimiz tartışılmadı. Eğitimin en büyük sorunu da işte bu. Veri olmadan reform yapmak.

Daron Acemoğlu’nun bence Türkiye’yi seven ve geleceği dert eden her yurttaş tarafından okunması gereken kitabından şunu biliyoruz. Bir ülkeyi zengin, diğerini fakir yapan iklim, kültür ya da doğal kaynaklar değildir. Önemli olan karar verme süreçlerini geniş bir tabana yaymaktır ve bu süreci hukuksal güvence altına almaktır. Kuzey ve Güney Kore arasındaki farkın kaynağı dersem meseleyi özetlemiş olurum.

Şura mekanizmasının kıymetini bilmihyoruz!

Peki bu nasıl olacak derseniz en güzel örneği Şura geleneğidir. Aslında kökeni taa Orta Asya’daki atalarımıza giden bu gelenekte mevkisi ne olursa olsun her ilgili gelir ve tartışılan meseleye dair fikir beyan eder. Meşveret sürecinde iyi fikirler süzülerek ortaya bir konsensus kararı çıkar. İkna ve kanıt bu sürecin ana unsurudur.

Bizde şura geleneğinin en kurumsal hali Milli Eğitim Şurası’dır. Mustafa Kemal daha Kurtuluş Savaşı devam ederken işletmiş bu mekanizmayı. Alimler, veliler ve bilimum eğitim erbabı toplanıp ülkenin geleceği için çocuklarımızı nasıl yetiştirelim sorusuna yanıt aramışlar. 1921 yılında Ankara’da toplanan 1. Maarif Kongresi, ki şuraların öncüsüdür, Ziya Gökalp ve Ahmet Ağaoğlu gibi aydınların katılımıyla gerçekleşmiş. Toplantıda ‘iktisadi bilgiler, nüfusun unsurlara göre dağılımı’ dikkate alınmış ve ‘ziraat ve sanayi mekteplerinin hâli’ masaya yatırılmış. Daha sonraki yıllarda bu gelenek Şura olarak kurumsallaştırılımş ve 3 ila 7 yıllık aralarla toplam 19 şura toplanmış. Devlette kurumsal devamlılığın sorun olduğu şu günlerde gurur duyulacak bir gelenek.

Bu tarihsel pencereden bakınca şura mekanizmasının başarısı kararların özgür bireylerin katılımıyla ve istişare ile alınıyor olmasında. Oysa son şurada görünen o ki belli bir grup tüm sürece damgasını vurmuş. Bu grubun kim olduğu önemli değil. İdeolojisi de. İster uzmanlardan, ister yöneticilerden, ister bir sendikadan oluşsun. Bireylerin adil bir rekabet ortamında fikirlerini özgürce ifade edip uzlaşı zemini aradığı bir mekanizmaya eğer tek bir grup damga vurursa, o zaman şura işlevini yitirir. Sonuçta bakanlık zaten alacağı kararı alıyor. Önemli olan fikirlerin özgürce paylaşılmasıyla yeni yaklaşımların ortaya çıkmasını sağlamak. O nedenle bu geçtiğimiz hafta yapılan Şura'nın sadece adı vardı.

Yazının Devamını Oku

Finlandiya nasıl başardı?

4 Aralık 2014
1970'lere kadar bizimle aynı kaderi paylaşan Finlandiya nasıl oldu da bugün bizimkinin 4 katı milli gelir seviyesine ulaştı?

Petrol, turizm ya da jeopolitik avantajı yok. Bizim kış onların yazı sayılır. Onlar da bizim gibi yeni kentli. 1970’lere kadar bizimle aynı kaderi paylaşan Finlandiya nasıl oldu da bugün bizimkinin 4 katı milli gelir seviyesine ulaştı?

Yeni ekonominin yıldızı!

Finlandiya mucizesini anlamak için çok geçmişe gitmeye gerek yok. 1970’lerde ülke teknolojik altyapıya büyük bir yatırım yapma kararı alıyor. İşe üniversite kurarak başlıyorlar. Sadece bir bina iki sıra değil, gerçek manada bilgiye ulaşma özgürlüğü olan ve araştırma yapan üniversite.

Eğitim ve ARGE olmadan kalkınmayı unutun!

Finlandiya mucizesinin ikinci etabında eğitim ve ARGE’ye büyük bir kaynak aktarılıyor. Bu etabın bir krizle başlaması bize bir umut vermeli. Finlandiya ekonomisi 1990’ların başında her yıl yüzde 10 küçülürken işsizlik yüzde 20’lere çıkıyor. Krizi Finlandiya tarihinin en genç başbakanı Esko Aho bir fırsata çeviriyor. Benim gibi bir köy çocuğu olan Aho ile İstanbul’da buluştuğumda iki aşamalı bir reform formülü olduğunu anlatmıştı. Tüm bakanlıkların bütçesini keserek devleti küçült. Elde edilen tasarrufu eğitim ve ARGE’ye yatır.

Yazının Devamını Oku

Yolsuzluk algısında hızlı artış!

3 Aralık 2014
Şeffaflık Enstitüsü Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde 64. Sıradayız.

Türkiye son bir yılda 11 sıra geriledi! Her yıl Şeffaflık Enstitüsü tarafından hazırlanan Yolsuzluk Algı Endeksi (CPI) 2014 sonuçları bugün açıklandı.

175 ülkenin değerlendirildiği endekste Danimarka en temiz toplum olarak zirvede yer aldı. Yeni Zelanda ve Finlandiya da yakın puanla ilk sıralarda. Somali, K. Kore ve Sudan ise yolsuzluğun enyaygın olduğu üç ülke.

Reuters'a göre son bir yılda yolsuzluk algısının en fazla ilerlediği ülke ise Türkiye. 2013'de aynı endekste Türkiye 53. sırada yer alıyordu.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarımız bilgisayar kullanmayı bilmiyor!

2 Aralık 2014
Bilgisayar okuryazarlığında son sıradayız!


Memlekette herkes çocukların bilgisayar kullanımından şikayetçi ama durum hiç de bildiğiniz gibi değil.

Bilgisayarı kullanma becerisinde bizim çocuklar nerede? Sonuçları geçen hafta açıklanan bilgisayar okuryazarlığı testi tam da bu soruya yanıt vermek için tasarlanmış. Ve tek iyi sonuç böyle bir uluslararası ölçme değerlendirme programına katılmış olmamız. Zira veri olmadan ahkam kesmek kolay. En azından şimdi elimizde çok sağlam veri var. Durumu görmek ve önlem almak için ilk adım bu.

The International Association for the Evaluation of Educational Achievement (IEA) tarafından gerçekleştirilen Uluslararası Bilgisayar ve Enformasyon Okuryazarlığı Çalışması (International Computer and Information Literacy Study - ICILS) yeni bir uluslararası veritabanı. Bu test her ülkede 8. sınıf öğrencilerinin evde, okulda ve iş ortamında bilgisayarı soruşturma, üretme ve iletişim amacıyla kullanma becerisini ölçüyor. Çocuklara çeşitli sorunlar veriliyor ve bu sorunları bilgisayar aracılığıyla çözmeleri isteniyor.

Yazının Devamını Oku

Dindarlık değil kalkınma!

18 Kasım 2014
Sürprizi olmayan bir seçim oldu! Erdoğan kazanacağı seçimi aldı. Aslında bir sürpriz varsa o da Erdoğan’ın niçin yalnızca 800 bin oyla seçimi aldığı, neden beklenen 55-58 puanlık desteği alamadığıdır. Bu gerçek Erdoğan’ın üst üste 9. seçimi kazandığı gerçeğini değiştirmiyor. O halde şu soruyu sormakta fayda var: Nedir Erdoğan’ın siyasal başarısının sırrı?

Yerel seçimlerde Urfa’da Marmaray reklamlarını, Erzurum’da 3. Köprü reklamlarını gördüm. Erdoğan’ın Edirne’den Bosna’ya, İzmir’den Şam’a selam yolladığın duydum. Bazılarını şaşırtan bu örnekler beni hiç şaşırtmadı çünkü bu iki örnek Erdoğan efsanesinin temel motifi olan ‘kalkınma hikayesi’nin mükemmel ifadesi. Erdoğan bu örneklerle seçmene her şeyden önce becerikli ve kudretli bir politikacı olduğunu anlatıyor. Seçim ne olursa olsun, kampanya önceliğini icraatlara ve ekonomik kalkınma hikayesine oturtması boşuna değil. Yollar, köprüler, hastaneler hikayenin Türkiye ayağını, yurtdışına yapılan yardımlar ve IMF’ye olan borçların silinmesi hikayenin ‘Osmanlı’ ayağını oluşturuyor. Zira Osmanlı’nın torunları eğer geçmişteki ihtişamlı imparatorluğa dönülecekse bunun ekonomik güçten geçtiğini biliyor. Bu kalkınma emarelerinin gerçekliği bu yazının konusu değil ama doğrusu bu çok da önemli değil. Önemli olan inandırıcı bir kalkınma hikayesinin toplumda kabul görmesi. Nitekim ben de bu nedenle ‘ekonomik kalkınma’ değil bir ‘kalkınma hikayesi’ diyorum. Erdoğan’ın başarısını anlamak isteyenlerin öncelikle bu kalkınma vurgusunu çok iyi anlaması gerekiyor. Kalkınma hikayesi olmasa Erdoğan da olmazdı.

Erdoğan efsanesinin ikinci ayağı Türkiye sağının konsolidasyonudur. Son 60 yılda yapılan hiçbir seçimde sağ adına sandığa giden partiler yüzde 58’in altına düşmedi. Erdoğan bu basit matematiksel gerçekten yola çıkarak sağın rakipsiz temsilcisi olmayı temel siyasi uğraşı yapmıştır. AK Parti’yi kurarken sağın güçlü partileri olan ANAP ve Doğru Yol’un liderlerini kadrosuna alması ve onlara kabinede yer vermekten kaçınmaması bu projeye olan inancının göstergesidir. Erdoğan olası bir krizde sağ seçmen nezdinde kendisine rakip olabilecek tüm siyasi figür ve partileri bir bir kendine katmayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi siyasetçileri ısrarla partiye davet etmiş olması ve onları arkadaşlarıyla birlikte AK Parti’de yönetici yapması bu projeye verdiği önemin devam ettiğine delildir. Erdoğan’ın irili ufaklı tüm olası rakiplerini kendi liderliği etrafında toparlamış olması kendisini girdiği her seçimde sağın rakipsiz lideri yapmıştır. Aslında bu faktör tek başına Erdoğan’ın siyasal zaferlerini açıklamaya yeter.

Erdoğan efsanesinin üçüncü ayağı seçmenlere damardan seslenen bir politikacı olmasıdır. Seçmenler oturup parti programlarını inceleyerek rasyonel bir siyasal tercihte bulunmuyor. Tam tersine seçmenler bir lidere duygusal olarak bağlanıyor ya da kendisini duygusal olarak bir partiye ait hissediyor. Sevdik mi seçiyoruz, bazen pek aklımıza yatmasa da! Erdoğan’ın bazen şiir okuyarak bazen öfkelenerek ifade ettiği siyasal söylemi işte bu nedenle seçmenler nezdinde etkili bir silaha dönüşüyor. Tıpkı Karl Rove dönenmindeki Bush gibi, Erdoğan tüm toplumsal kutuplaşmalarda seçmenlere kendilerini ait hissedeceği bir liman sunmakta ve her seferinde bu limanı seçmenlerin çoğunluğunu cezbedeceek bir yerde konumlandırmaktadır. Ancak, bu kutuplaştırıcı söylemin tek başına anlamlı olmadığını burada vurgulamakta fayda var. Politik söylem ancak yukarıda sıraladığım iki temel faktör yani kalkınma hikayesi ve rakipsiz konum ile birlikte olduğu zaman etkili bir araç. Yani Erdoğan seçmenlerle kurduğu duygusal bağ, kalkınma hikayesi kurduğu ve sağda rakipsiz bir lider olduğu için oya dönüşebiliyor. Nitekim AK Parti tabanının sevdiği bir lider olan Numan Kurtulmuş bu sempatiyi seçimlerde oya dönüştürmekte zorlanmıştı.

Dikkatinizden kaçmamıştır. Erdoğan’ın başarısında dindarlık ya da örgütlenmeye bir vurguda bulunmadım. Bunun nedeni verilerin bu iki faktörün gereğinden fazla abartıldığını gösteriyor olması. Elbette Türkiye gibi muhafazakar bir ülkede dindar olmak seçmen nezdinde bazı kapıları açar ancak bu yeter şart değildir. Pek çok araştırmadan biliyoruz ki seçmenlerin küçük bir kısmı (%10-15) kendisini siyasal İslamcı olarak tanımlıyor. Daha da önemlisi en son yapılan sandık sonrası araştırmasında Erdoğan’a niçin oy verdiniz sorusuna verilen yanıtlara bakacak olursak, 16 gerekçe arasında Erdoğan’ın ‘dindar olması’ sondan üçüncü sırada yer almakta ve Erdoğan’ın ‘laik olması’ gerekçesinin ardından gelmektedir! Aynı şekilde bildiğimiz klasik parti teşkilatına dayalı örgüt avantajı da artık Erdoğan’ın seçim başarılarını açıklamaya yetmiyor. Özellikle 1994 seçimi ve akabindeki birkaç seçimde örgütlerin sonucu belirleyici bir etkisi olmuş olsa da Erdoğan’ın son seçimlerdeki başarısını örgütlerin başarısı olarak tescillemek mümkün değil; zira bugünkü AK Parti gençlik, kadın ve mahalle örgütlenmesi 90’lardaki görkemli günlerinden uzak. Nitekim, İstanbul’da AK Parti ile pek çok yerde benzer örgütlenme hüneri gösteren Saadet Partisi hiçbir seçimde Erdoğan’ın aldığı oyla yarışamamıştır.

Yazının Devamını Oku

Yüzde 2,2'si problem çözen ülke!

12 Kasım 2014
OECD'ye göre yaratıcı problem çözme becerisine sahip gençlerimizin oranı % 2,2!

Memleket sorunlarını ne zaman dert etsem aklıma bu veri geliyor canım sıkılıyor. Bir ülkede nüfusun bu kadar az bir kısmı sorun çözme kabiliyetine sahipse, o ülkede sorunların kolayca çözülmesini bekleyebilir misiniz?

Yeni ekonomi: Beceri ekonomisi!
Yeni ekonomi giderek daha çok kalifiye insan gücüne dayanan bir ekonomi. Artık jeopolitik üstünlüğü, doğal kaynağı olan değil yurttaşlarına bu çağın ihtiyaç duyduğu becerileri kazandıran ülkeler zenginleşiyor. Finlandiya’dan Güney Kore’ye yeni ekonominin yıldızları bu trendin ilk emareleri. Peki bu ekonomide başarılı olmak için hangi becerilere sahip olmamız gerekiyor?

Üyesi olduğumuz OECD tam da bu soruya yanıt arıyor yıllardır. Adı üstünde bir ekonomik işbirliği örgütü. Ama artık OECD denince akla eğitim geliyor. Çünkü bu çağda eğitim demek ekonomi demek. PİSA bu manada OECD’nin eğitime yaptığı en büyük katkı. PİSA’nın amacı üye ülkelerde 15 yaş gençlerin ekonominin gerektirdiği becerilere ne denli sahip olduklarını ölçmek. PİSA okur yazarlık, fen ve matematik beerisini ölçülüyor. PİSA’yı OECD koordine ediyor ama her ülkenin milli eğitim bakanlığı yürütüyor. Yani veriler resmi.

OECD Yaratıcı Problem Çözme Becerileri

Yazının Devamını Oku

Stres atanamayanlara fatura hepimize!

3 Kasım 2014
Üç genç üniversite mezunundan biri işsiz ve bu gençlerin tek umudu 'atanmak!'

Atanamayanlar meselesinin boyutlarına Twitter’da bir bakanla girdiğim diyalog sırasında vakıf oldum. Birkaç dakika içinde binlerce atanamayan bakandan kadro istemeye başladı. Gençler isyan ediyordu. Bizden istenen her şeyi yaptık, çalış üniversiteye gir dediler girdik, olaylara karışma mezun ol dediler olduk. Sonra bir daha sınava gir dediler KPSS’de derece yaptık. Ama hala atanamıyoruz. Mesleklerinin başına yeni bir ünvan koyan yeni bir kuşak bu: Atanamayan mühendisler, atanamayan öğretmenler ve atanamayan İİBF'liler...

Bu gençler kolay yetişmiyor!
Son verilere göre 1 milyon 600 bin üniversite mezunu artık iş bulmaktan ümidi kesmiş durumda. 1 milyon mezun da KPSS’ye giriyor. Peki bu gençler çok kolay mı yetişiyor ki onlara bu kadar hoyratça davranıyoruz?Çalışıp zor sınavları geçen, aileleri tarafından büyük fedakarlıkla okutulan gençlerden sözediyoruz. Eğitim için harcanan kamu kaynakları da cabası. Bu emek ve yatırımı hovardaca heba edecek kadar zengin bir ülke değil Türkiye!

Artık doğal kaynağı ya da jeopolitik üstünlüğü olan ülkeler değil, insanını iyi eğiten ülkeler ekonomik olarak daha başarılı oluyor. Finlandiya’dan Güney Kore’ye bu yeni ekonominin yıldızları varlarını yoklarını eğitime borçlular. Biz ise bu rekabet ortamında en iyi eğitilmiş yurttaşlarımızı ekonomik hayatın dışında tutuyoruz. Nasıl büyüyecek bu pasta?

Atanamayanlar ne istiyor?

Yazının Devamını Oku

Çin madenlerinin 'fıtratı' nasıl değişti?

30 Ekim 2014
Türkiye ve Çin'in maden kazalarındaki karnesi aynıydı. Ama 2006'dan sonra durum değişti. Artık, Çin'deki madenler bizimkilerden en az 10 kat daha güvenli. Çin gibi iş güvenliğinde şaibeli bir ülke bunu nasıl başardı?

Fıtrat değişmez! Fıtrat dediğimiz şey aslında bireye has bir kavram, yani işin değil kulun fıtratı olur ve fıtrat değişmez. Burada kastedilen ölümün madenciliğin doğasında olduğu. Eğer ölmek bir iş kolunun ‘doğasında’ var ise bu fıtrat ne ülkeden ülkeye, ne de seneden seneye çok ciddi bir şekilde değişmemeli. O halde verilere bakalım!

Dünyada en fazla kömür üreten iki ülke Çin ve ABD. Çin, Dünya Çalışma Örgütü tarafından sürekli kınanan bir ülke. Yakın bir zamana kadar sicili bizden daha bozuk, gelir seviyesi de bizden daha düşük. ABD’deyi ise biliyorsunuz. Türkiye, Çin ve ABD’yi karşılaştırmak için 1 milyon ton taşkömürü üretimi başına meydana gelen kazaları baz aldım. Yani son 12 yılda aynı miktar kömürü üretirken bizde ne kadar işçi hayatını kaybediyor, onlarda ne kadar işçi hayatını kaybediyor, buna baktım.

Dünyaya bedel değiliz! 2011 verilerini baz alınca şöyle bir manzara ortaya çıkıyor. 1 milyon ton kömür üretmek için ölen her bir Çinli madenciye karşılık bizde 20’nin üzerinde madenci hayatını kaybetmiş o sene. Amerikalılarla kıyaslama ise epey can sıkıcı; zira aynı ton madeni üretmek için ölen her bir Amerikan madencisine karşılık bizde tam 527 madenci hayatını kaybetmiş. Berbat bir hesap!

Yazının Devamını Oku