Evinde yedi gol yiyip rezil olduktan sonra da belki istifa etmezsin.. Koltuğa yapışıp bir eyyam daha yüksek maaş alırsın.. İnsan oğludur.. İhtimal bir süre sonra o rezillikler unutulur, yeni bir görev bile alırsın..
Ancak itibarın Hacı Kadir’in katırı kadar bile olmaz..
“Ben itibar nedir, nasıl bir şeydir?” sorusunun cevabını bizzat Rio’da görüp, yaşamış biriyim.. O gündür, bu gündür birileri koltuğa yapışıp kaldı mı yaşadığım o olayı hatırlar, düşünürüm..
* * *
Yaklaşık yirmi yıl öncesine flash back yapalım.. 1995 yılının Temmuz ayıydı.. Fenerbahçe’nin başına Amerika’da yapılan son Dünya Kupası’nda (1994) Brezilya’yı şampiyon yapan Carlos Alberto Perraira getirilmişti..
O da takımı yeni sezona hazırlamak için, en dipteki yedeğine kadar toplayıp Brezilya’ya götürmüştü.. Ülkenin en büyük kenti Sao Paulo’ya..
Sao Paulo şehri sıkıcımı sıkıcı.. İş ve finans merkezi Frankfurt’un daha devasa boyuttaki benzeri.. Üstelik asayişi de yok.. Asayişi ne kelime? Can emniyeti de yok..
Bizim memleket bi-hikmet-i müteal yani Allah’ın hikmeti olarak kendiliğinden “yiğidin harman olduğu” yerdir..
Esmer yiğit, sarışın yiğit, şişman yiğit, organik yiğit, genetiği ile oynanmamış yiğit, üç toplu yiğit, hophoplu yiğit, mevsimlik yiğit..
Güzel Allahım, hepsini bizim memleket için yaratmış.. Sonra meleklerine “Şunları bir güzel harman edin..” diye buyurmuş.. İşlem tamamlandıktan sonra Anadolu’ya döktürmüş..
O kadim günden beri Anadolu yiğit yatağıdır..
Homeros Tarihi’nde bahsi geçer.. “Küçük Asya erkeği öyle yiğittir ki..” der.. “Kendiliğinden kabarır.. Maazallah o yiğitlerden biri denize ekmek kırıp atsa, bütün balıkların dötü kalkar..”
Eğri oturup, doğru konuşmak lazım.. İtalyanlar bu makarna ve pizza işini satmayı iyi biliyor.. Sadece iki yemek yapabilen kurnaz ev kadını gibi, makarna ve pizzayı çeşitlendirdikçe çeşitlendiriyor..
İnce ve uzun yuvarlak çubuklu Spagetti bizim en iyi bildiklerimizden.. Ancak İtalyan mutfağı sizi sıradan bir Spagetti üzerinden defalarca şaşırtabilir..
Spagettinin üzerine Kuzey’in zenginleri kıymalı sos döküp yemişler, yemeğin adı olmuş size “Spagetti Bolognese..”
Napoli’nin fukarası eti nereden bulacak? O da sosu domatesle yapmış.. Bu kez yemek “Spagetti Napoletana..” diye anılmaya başlanmış.. Sanki makarna kısmının Napolyon’u..
Makarnaları da öyle.. Bizim Piyale ve Nuh’un Ankara Makarnası arasına sıkışmış tencere yemeği geçmişimizden birine “Pasta Farfalle..” dersen anlamaz.. Kelebek makarna dediğinde de işin havası kaçar..
Niye ki?” diye üsteledi.. Japonlar bile yedi golü Brezilya’nın değil de kendi takımlarının yediğini zannettiler..
Allah hiçbir ülkeyi; milyarlarca dolar harcayıp, ev sahipliğini yaptığı şampiyonada rezil olan Brezilya’nın durumuna düşürmesin..
O yarı final maçını kaydetmiştim, oturdum bir kez daha seyrettim.. “Yirmi dakikada dört gol..” filan diye yazıyorlar ya kulak asmayın.. Birinci gol ile ikinci gol arasında on altı dakika var..
İşin aslı beş altı dakikada dört gol..
Beşinci golden sonra Almanlar’a bir rehavet geldi.. Final için kendilerini fazla kasmadılar.. Yoksa maçın sonu Ege ilçelerinden bir takımının, kurulduğu yıl yaptığı ilk hazırlık maçındaki skora dönerdi..
Ege ilçesinin takımı ile koca Brezilya milli takımının ne benzerliği var, diye soracak olursanız 60’lı yıllara geri dönmemiz yazım..
* * *
Eataly’deki balık reyonuna için balığa çıkanlar belli ki sadece balık avlamıyor.. Denizdeki her türden balığın aristokratını bulup, buraya getiriyor.. Belki de Kadıköy Çarşısı içindeki balıkçılarda tanesi 20 liraya satılan Lüfer’in burada 95 lira olması bu sebepten..
Böylece fiyata baktığında, burada satılan Lüfer’in, ayak takımından rast gele bir balık olmadığını o saat anlıyor, en azından deryaların “Lady D’si..” olduğunu biliyorsun..
Diyelim ki Eataly’nin üst katına çıktın, balıklara baktın.. Karınla birlikte balık yemeye karar verdin..
Sen orta boyda bir Çipura seçtin.. Karın büyük ihtimal karar veremeyecek, tezgâhtaki adama “Benim ki küçük balık olsun..” diyecektir..
Yazarın notu: Kadınların yüzde 99’u balıkları tanımaz.. O yüzden de büyük balık veya küçük balık diye tarif ederler.. Burada büyüklüğü tartışılan şey porsiyonun hacmidir..
Zorlu Center’in içindeki “Eataly” nam İtalyan restoranlar topluluğu ve gurme alanı, bu AVM’nin en kutsal yeri..
Say ki Ayasofya’nın hünkâr mahfelindesin veya Roma’daki Jüpiter tapınağının imparator ve ailesine ayrılan bölümündesin.. Her hâl-û kârda “kurban sunağına” sırt üstü sen yatırılacaksın..
Eataly’e girmeye teşebbüs edecekler için iki yol var.. Ya dördüncü kattaki kapıdan dalıp aşağıya doğru ineceksin.. Yahut üçüncü kattaki asıl kapıdan dalacaksın..
Ana girişte seni son derece iyi dizayn edilmiş bir manav bekliyor.. Yarısı yerli, yarısı ithal ürünlerle sebze, meyve dünyasının kuyumcu dükkanı gibi.. Zaten fiyatlar da öyle..
Amaç Eataly’e girmeye teşebbüs edenleri test etmek.. Her yere dalmaya meraklı, kendini bilmez müşteri tipine karşı bir tür “ilk eleme” uygulaması.. Eğer kilosu on üç liradan satılan domatese bakıp “Ulan böyle fiyat mı olur?” diye naralanacaksan, hiç girme.. Kapıdan geri dön..
10TEM2014
Zorlu Center ne zaman ki kamuya açıldı, ben içeri zıpladım.. Açılış günü hariç hemen her Allah’ın günü oradaydım..
Huy edindim..
Cumartesi veya Pazar günleri, uyandıktan itibaren, mümkün olduğu kadar aç kalıyorum.. Saat 16.00 sularına kadar kendimi tutup, bir şey yemiyorum..
Sonra Gayrettepe Metrosu tarikiyle Şişhane.. Oradan iki adımda Tünel’e seyirtme.. Tünel’le Karaköy’e inme.. İlk rastladığın tramvaya binip Eminönü’ne ulaşma.. İnmek için Sirkeci istasyonu da tercih edilebilir..
İstasyondan yukarıya eskinin Sadaret Kapısı diye bilinen Vilayete’e doğru yürüyorsun..
İki adımda caddenin soluna kıvrılan ilk sokağın başına varıyorsun.. Eminönü Meydanı bir baş çevrimi aşağıda.. 31 Mart Vak’ası sanıklarının önünde idam edildikleri bina yerli yerinde duruyor..