Paylaş
Evinde yedi gol yiyip rezil olduktan sonra da belki istifa etmezsin.. Koltuğa yapışıp bir eyyam daha yüksek maaş alırsın.. İnsan oğludur.. İhtimal bir süre sonra o rezillikler unutulur, yeni bir görev bile alırsın..
Ancak itibarın Hacı Kadir’in katırı kadar bile olmaz..
“Ben itibar nedir, nasıl bir şeydir?” sorusunun cevabını bizzat Rio’da görüp, yaşamış biriyim.. O gündür, bu gündür birileri koltuğa yapışıp kaldı mı yaşadığım o olayı hatırlar, düşünürüm..
* * *
Yaklaşık yirmi yıl öncesine flash back yapalım.. 1995 yılının Temmuz ayıydı.. Fenerbahçe’nin başına Amerika’da yapılan son Dünya Kupası’nda (1994) Brezilya’yı şampiyon yapan Carlos Alberto Perraira getirilmişti..
O da takımı yeni sezona hazırlamak için, en dipteki yedeğine kadar toplayıp Brezilya’ya götürmüştü.. Ülkenin en büyük kenti Sao Paulo’ya..
Sao Paulo şehri sıkıcımı sıkıcı.. İş ve finans merkezi Frankfurt’un daha devasa boyuttaki benzeri.. Üstelik asayişi de yok.. Asayişi ne kelime? Can emniyeti de yok..
Otelin kapısından çıkıp da şehirde kendi kendine, başıboş dolaşmaya niyetlenen bir turistin geri dönüp dönmeyeceğini resepsiyondakiler asla bilemez..
Fenerbahçe o sezon hazırlık idmanlarını böyle bir kentte yaptı.. Takımı İstanbul’dan gelmiş bir grup gazeteci ve Ali Şen riyasetinde birkaç yönetici izliyordu..
RİO’DAKİ SÜRPRİZ..
Sao Paulo’nun bunaltıcı havasını, sıkıcılığını sinirlerim kaldırmadı.. Ben takımdan önce şehri terk edip Rio’ya uçtum.. Şehrin ikinci büyük plaj şeridi olan İpanema’da Fenerbahçe’nin de gelip kalacağı otele herkesten önce yerleştim..
Başlangıç çalışmalarını ve hazırlık maçlarını tamamlayan takım ve peşindeki gazeteciler de birkaç gün sonra Rio’ya geldiler.. Teknik direktör Perraira takıma birkaç gün dinlenme vermişti..
Hafif idmanlarla birkaç gün dinlenip İstanbul’a dönülecekti..
Akşam yemeği için program yapmaya daha bir iki saat vardı.. Otelin lobisinde gruplara bölünmüş laklak ediyorduk.. Ali Şen, Selim Soydan dahil birkaç yönetici, Perraira.. Diğer koltuklara yayılmış muhabirler..
Herkes işsizliğin rehavetiyle ruhen yayılmış, sadece Ali Şen biraz gergin.. Arada bir resepsiyona gidiyor geliyor.. Neyi bekliyorsa artık kimseyle de paylaşmıyor.. Bir sürprize hazırlandığı besbelli..
Ben hem konuşmalara katılıyorum hem de göz ucuyla teknik direktör Perraira’yı izliyorum.. Daha bir yıl önce ülkesinin takımını Amerika’da dünya şampiyonu yapmış bir teknik direktör..
Dedikleri gibi Brezilya bir futbol ülkesiyse lobinin yıkılıyor olması lazım.. Ancak ne bir heyecan var ne bir hareket.. Perraira sıfır karizması ile sıradan bir Amerikalı turist muamelesinden ötesini hak edemiyor..
* * *
Ali Şen’in kim bilir kaçıncı kez resepsiyona gidip gelmesinden sonra, lobide anlam veremediğim şekilde bir hareket başladı.. Garsonlar her zamanki gibi miskin tempodan çıkmış, içeri dışarı, hızlı hızlı gidip geliyorlardı..
Bir gözleri hep kapıdaydı.. “N’oluyo?” diye meraklanıp dışarı çıktım.. Bekleşen insanlarda bir olağandışılık göremedim.. İpanema Plajı ise olağan cansızlığındaydı çünkü mevsim Brezilya’ya göre kıştı..
Soğuk olur mu diye sorulduğunda kimi Riolular önce bir “Ohoooo!” çekip hava raporu veriyorlardı..
“On altı dereceye düştüğü bile olur..”
Sözünü ettikleri on altı derece Erzurum’un eksi 16 derecesi değil, Antalya’nın artı 16 derecesi.. Ölem ben..
EFSANE ADAM GELiYOR..
Otelin kapısında bekleyen kalabalık giderek arttı.. İki de bir saatine bakan Ali Şen artık vaktin geldiğine hükmedip kalktı, otelin dışına çıktı.. Kimse ne olacağını bilmiyordu.. Yalnız muhabir milleti sürprizin kokusunu alıp, fotoğraf makinalarını hazırlamıştı..
Derken otelin dışında bir kıyamet koptu..
Herkes kapıya koştu.. Lobide futboldan habersiz yabancı turistlerle Perraira’dan başka kimse kalmamıştı.. Garsonlar “hesap takar..” derdine düşmeden lobideki müşterileri kendi hallerine bırakmışlardı..
Kapıya koşturanların ardına ben de takılmış.. Biraz önce birkaç yüz rakamı ile ifade ettiğim kalabalık bir anda binleri bulmuştu.. O kalabalığın ortasında beyaz bir limuzin vardı..
Aracın üzerine üşüşen insanların yarattığı baskı yüzünden kapısı açılamıyordu.. İpenama Bulvarı neredeyse trafiğe kapanmıştı.. O limuzini kutup kabul edip durdurulan yüzlerce araç yüzünden trafik işlemiyordu..
Nihayet kapı açıldı ve alkış tufanı arasında limuzinden Valdir Pereira Didi çıktı.. Efsane Pele’nin efsane takım arkadaşı, F.Bahçe’nin eski teknik direktörü Didi..
Ali Şen onu o kalabalıktan kurtarıp lobiye soktu.. Perraira da gelip Didi’nin elini sıktı ama yeni teknik direktör, içki problemi yüzünden hocalığı bırakmak zorunda kalan Didi’nin karşısında ezikti..
* * *
Rio dışında bir gecekonduda yaşayan velindeki bastona yaslanarak güçlükle adım atan Didi hâlâ 1954 ve 1958 yıllarının dünya şampiyonu Brezilyası’nın 8 numarası Didi gibiydi..
Ali Şen onu gecekondusunda bulup getirmiş, herkese hatta Rio’ya bile sürpriz yapmıştı..
Kendi gecekondusunda, kendi yoksulluğu içinde ölüp gitti.. Ama adı hâlâ gururlu bir Zulu savaşçısının mızrağı gibi dimdik..
O gün Didi’nin kırk yıl geriden gelen itibarı karşısında ezilip giden Perraira’yı da son dünya kupasında Scolari’nin arkasında gördük.. Aynı renksizlikte, aynı siliklikte.. Scolari’nin pişkinliği gibi o tabloya da şaşırmadım..
Paylaş