Fenerbahçe’nin haklı şampiyonluğu ile biten bu sezon sonu da aynı gösteri sahneye geldi. Birileri suskun çoğunluğa inat “Şampiyonu alkışlamaya” kalkıştı. Ayarımızın ipi orada koptu.
ÜÇÜ de eski G.Saray futbolcusu.. Biri kiralık gitmiş.. İkisinin bonservisiyle birlikte göndermişler.. Takımları sezon sonuna doğru şampiyonluğu belli olan Fenerbahçe ile bir formalite maçı oynayacak..
Takımın eskilerinden biri “Arkadaşlar sahaya önce biz çıkalım.. Fenerliler çıktığı zaman tek sıra saf tutup alkışlayalım..” diyor..
Bütün kafalar senkronize sallanırken bir vakitler Galatasaray forması giymiş üç futbolcu itiraz ediyor:
“Biz Fenerbahçe’yi alkışlamayız..”
“Niye hemşerim?”
“Şeyimize dokunur.. Öyle gördük..”
Bir baba kendisini sıkça hayal kırıklığına uğratan bir evlada karşı ancak bu kadar sabırlı, bu kadar anlayışlı, bu kadar yüce gönüllü olabilir..
Kendi öz, şahsi babam da bana karşı çok sabırlıydı ama ne yazık ki eli, eski patronum kadar açık değildi..
On liralık haftalığın tahsilat saati geldiğinde, bana tasarruf üzerine uzun bir nutuk çekmeden elini cebine sokmazdı..
Üstelik o nutuklar, Meclis’te bütçe görüşmelerinde söz alan muhalefet liderininki kadar uzun olurdu.. Lafını da beni sürgündeki Mısır Kralı Faruk’tan bile müsrif ilân etmeden bitirmezdi..
* * *
Yılın babalığına aday gösterdiğim eski patronumun el açıklığı ile şahsi babamın mali politikası kıyas bile kabul etmez..
Eski patronumun evladı için harcadığı paralarla Güney Doğu’nun eğitim sorunu çözülürdü..
Bahattin Marley’in dediği gibi.. O yiğitleri analarına babalarına götürüp “Yaptığınızı işi beğendiniz mi?” diye sorasım geldi..
PAPER Moon hali vakti yerinde her Fenerli için kutsanmış bir mekândır..
İmparatorluğun Roması’nda Jüpiter Tapınağı neyse, hayatlarını futbola endeksleyen Fenerliler için de Paper Moon odur..
Anadolu yakasındaki Fenerliler şampiyonluğu Bağdat Caddesi’nde kutlarlar..
Avrupa yakasının ekabirleri ise Nispetiye Caddesi’nden Etiler’e kadar uzanan güzergahı sivil ve başıbozuklara bırakırlar.. Kendi kutlamalarını burada yaparlar..
Bunları bildiğimden yolun tıkanma ihtimalini de dikkate alıp maç bitmeden evden çıktım.. Tam zamanında mekândan içeri girdim..
Beş dakikaya kalmadı.. Yüzlerce mutlu taraftar arkamdan içeriye daldı..
Hem de iki de bir “olaya damgasını durdu” deyimini kullanan medyamızın bilinç altındaki “bürokrasi takıntısını..” dillendiririz..
PAZAR akşamı Fenerbahçe-Beşiktaş maçı için televizyonun başındaydım..
Senenin son derbisi oynanıyordu ya! Güya kendime “keyfi nakli..” yapacağım..
Atalarımız “İtin ahmağı baklavadan pay umarmış..” lafını benim gibi saflar için taaa yıllar öncesinden etmişler ki televizyon başındaki halimi bire bir tarif eder..
Koca maçta birkaç pozisyon vardı, bakıp geçtik.. Asıl heyecan görülecek “delikanlılık hesabı” üzerine kendi aralarında eşleşen futbolcuların rekabetiydi..
***
Bundan eminim, çünkü elimizin altında “ihtiyaç fazlası” yıldız adayı var.. Bunlar olgunlaşıp dişe geldiğinde futbolumuz parlayacak.. Bizdeki yıldız adayları mı yoksa Samanyolu’ndaki yıldızlar mı fazla? Şahsen orasını bilemedim..
AHALİMİZİN olağan refleksidir.. Konu kendi çocuklarına geldi mi akıl, mantık, sağduyu kaybolur..
Bunların yerini şizofrenik hayaller, akla hesaba gelmez öngörüler, mantık dışı beklentiler alır.. Çıta doğumdan itibaren yükseltilir ha yükseltilir..
“Benim oğlum büyüyecek, paşa olacak..”
Bu temenniyi duydun mu kafa sallamak mecburidir.. Tersini söylemeye sakın kalkışmayın.. Misal “Hele büyüsün de uzatmalı çavuş olsun, o da yeter..” dedin mi niza çıkar.. Bizim aileleri “paşadan aşağısı..” kesmediğinden araya o saat kan girer..
***
Oturup Melo-Emre vak’asının aslını yazmaya çalıştım.. Allah utandırmasın..
ORTA çağdaki savaşlarda, iki ordu karşı karşıya geldiğinde “Yekdir Allah!” deyip birbirlerine doğrudan dalmazlarmış..
Önce kendisini en çok gaza getiren yiğitler ortaya çıkar, karşı tarafın yiğitlerine meydan okurmuş..
Meydan okuma kabul edildi mi ortaya çıkan savaşçılar karşılıklı eşleşip, yeke yek dövüşürlermiş..
Ölümüne bir dövüşme..
İlla ki birinden birinin pekmezi akacak..
Seyredenleri iyice azdırıp, aşka getiren bu dövüşler biter bitmez iki ordu birbirine girermiş.. Artık Allah ne verdiyse..
TÖVBE deyip en baştan söyleyeyim.. Arda Turan nam futbol elçimize olan sevgim dört dörtlüktür.. Avrupa Birliği’ne dahil olmuş şahsına yönelik sempatim tamdır..
Aşağıda okuyacaklarınız da Arda Turan’la uğraşmak için yazılmamıştır.. Ne bileyim, ayağa fırsat gelir de her köşe yazarı gibi kendiliğinden bir refleksle aklına “Şuna bir iki laf da ben sokayım..” fikri düşer..
Böyle bir zihniyetim de yoktur..
Yazar Arda’ya dair bir gazete haberini okurken, haberin hemen yanı başında duran bir fotoğraf görür.. Dikkatle bakınca hayatında ilk kez yerli cinsten bir futbolcunun üzerinde puro taşıdığını fark eder..
Aşırı hislenerek, hissiyatını kayda geçer..
Yazının dibacesi budur..
* * *
Geçtiğimiz hafta “Tenekede gazım var, yazılacak yazım var..” diyenlerin sofrasına Daum’un kellesi servis edildi..
BURSA’da sessiz sedasız yediler Daum’un kellesini..
O Christian Daum ki beyaz Türklerin tamamından (Bay E. dahil..) daha beyaz Türktü.. Bize bizden daha yakındı.. Tam yerli diyemesem de kırma sayılırdı.. Bu özelliği ile dahi bize bizden daha yakındı..
Yerli teknik direktörler arasında “İstiklâl Marşını Ezberden Okuma Yarışması” düzenlense Daum’u tek geçerdim..
“İstiklâl Marşı Okunurken kim Daha Fazla Hislenecek?” yarışması yapılsa, kör maaşımı gider Daum’a basardım..
Ülkemize sekiz sene mi on senemi ne hizmet etti? Bu sürenin tamamında kendini Türklük ruhuna adadı..
Gerçi Türkçeyi iyi konuşacak düzeye gelemedi ama “Türkçe anlama” konusunda herkesten ileriydi..
* * *