Doksanlı yıllardı, Amerika’daydım ve gecenin bir vakti otel odasında televizyonu kurcalıyordum.
O kanal, bu kanal derken karşıma bir program çıktı. Program o yıl yapılan Dünya Kadınlar Futbol Şampiyonası üzerineydi.
Turnuvanın önemli maçlarından üç beş dakikalık özetler gösteriyor, kadın futboluna dair yorumlar yapıp, bilgi veriyordu.
Amerikalılar’ın futbolla bu kadar ilgilendiklerini bilmediğimden şaşırmıştım. Ayrıca bu ilgilerinin odak noktasının “kadın futbolu” olması beni daha da şaşırtmıştı.
Erkek futbolu dahi Amerika’da yeniydi.
***
Kurultayda “Bana Devrimci Kemal derler” diye naralanan “Mülayim Bakışlı Gözlüklü Adamın” başını yiyen Bakırköy Belediyesi’nin gönderdiği Senfoni Orkestrası oldu.
Bizim ahali üç telli saz ile teksesli müziğe alışıktır. Ayrıca dinlediği şarkıda anlam bütünlüğü filan aramaz. Bıyıklı bir adam ekrana çıkar. “Kaytan bıyıklarını nerelerime sürem...” diye türkü söyler.
Ahalimiz de hislenip tempo tutar.
Çokseslilik ise demokrasilerde iyidir. Bunu senfoni orkestrası marifetiyle müziğe uyguladın mı ayarımız kaçar. Nitekim kaçtı da.
Senfoni orkestrası artık neleri icra ettiyse (kurultay taifesi için bu hâlâ büyük sır...) delegenin kafası şakalok oldu. Kendi adayını bırakıp hasım adaya oy verdi. Sen koca parti başkanısın. Alışkanlıkları bozmayacaksın.
* * *
Bu kez nasıl olağanüstü bir hal yaşandı da kurultaya gidildi söktüremedim. Benim için gizemini koruyan bu durumun partililere göre bir anlamı var.
Bir Altı Kazık Partili için ‘Kurultay’ demek “Yine birilerinin arasında niza çıktı” demektir.
Bu partinin içindeki kavgalar “keçi otlatma meselesinden” veya “kadın yüzünden” çıkmaz. Şeytana uyan hiziplerden biri, vakitsiz olarak bir lider adayı yumurtlar. Kuluçka süresindeki lider adayı, makamında taş gibi oturmakta olan lidere kafa tutar. Çıkan kavgada kim haklı kim değil, bilmek için kurultaya giderler.
Bu gidişata bakıp bir Altı Kazık Partisi kurultayını şöyle formüle etmek mümkündür:
“Taşla yumurta kavga etmiş, tavuğun gerisini şahit yazmışlar.”
***
“Vergisini var oğlu gibi verip, lafını Köroğlu gibi söylemek” yetmiyor futbolcu kısmına.. Eline geçen milyon Eurolar’ı sapıtmadan, dağıtmadan korumayı bileceksin.. Vah koruyamayanın haline..
GALATASARAYLI Burak Yılmaz’ın sezona golle başlamasına çok sevindim.
Tanır mıyım Burak’ı.. Tanımam.. Hallerine dair ne biliyorsam gazetelerden ve televizyondan.. Hakkında bir kere yazı yazmıştım.. Kulak çekme kıvamında, ağır sitemli, ağabeyce bir yazı..
Lüks araba merakına çakmak için..
Bir milyon iki yüz bin lira sayarak 458 İtalia tipi Ferrari alması, parasını böyle anlamsızca çarçur etmesini “Ya ileride başına bir sakatlık gelir de artık futbol oynayamazsa..” diye kendime dert etmiştim..
Babasından da uyarıma teşekkür eden ve “Yazınızı oğluma okutacağım” diyen bir e-mail alınca doğru yaptığımı düşünmüştüm..
Golüne sevinmemin sebebi de bu işte.. Burak adına işlerin iyi gittiğini düşünüp, rahatladım..
Yeni cumhurbaşkanının şanına uygun devir teslim töreninin rüzgârını taaa Bodrum’dan hissetmiştim..
Törenin çok güzel olacağını duymasına duymuştuk da bu kadarını tövbe diyeyim, beklemiyorduk..
Tören için İngiltere Kraliyet Ailesi’nin etkinliklerinden, İspanya’nın yeni kralı Philip’in tahta çıkışından ve geleneksel 23 Nisan kutlamalarından esinlenilmişti..
Osmanlı’da yeni padişahın tahta çıkışını müjdeleyen 101 pare top atışı da işin cabasıydı..
Ankara Büro’daki arkadaşlara töreni kimin organize ettiğini sordum.. Benim aklıma gelen Ampul Partisi’nin Ankara İl Başkanlığı’ydı..
“Sevgi insanı liderimiz ile ilgili her türlü organizasyonu bizzat Belediye Başkanı Melih Gökçek hazırlar..” dediler..
Melih Bey
10 Ağustos’tan beri kendisine “Twitter’daki takipçileri” tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı muamelesi çekilen Abdullah Gül ile acaba dün ne konuştu?
Malum, “Cumhurbaşkanlığı’nın elden teslim” töreninin icaplarından biri de ikisinin Köşk’te son kez baş başa konuşmaları.
Ritüeli planlayanlar ikisinin “baş başa konuşmasında” fayda var diye düşünmüş.
Belki musluklardan biri damlatıyordur, belki de Pembe Köşk’ün odalarından birinin çatısı akıyordur.
Belki de köşkün yeni kiracısı “Bu millet pembe renkten sıkıldı. Ben binanın dış cephesini fıstıki yeşile boyatacağım. Ne dersiniz?” diye soracak.
Belki köşkün eski kiracısı da “İyi olur, fıstıki yeşil TOKİ binalarında da çok iyi duruyor” cevabını verecek.
* * *
Polis “Milletin Adamı”nı bizzat milletten korumak için, Kongre’den beri çok sıkı çalıştı.
Aklıma hemen o meşhur “Eşeği çağırırlar toya (düğüne), ya oduna ya suya...” lafı geldi... Sanki Bodrum’da tatil yapmıyor, petrol arıyorduk..
Yine de emir demiri keser deyip koştuk Ankara’ya... Kongre günü de sabah erkenden görev başındaydık...
Ampul Partisi’nin organizatörleri Kongre’ye on bin kişi davet etmiş... Lakin içerisi dört bin kişi zor aldığından açık havada da oturma düzeneği kurmuşlar...
Hem içeriyi hem dışarıyı partinin yeni sloganının yazılı olduğu bez pankartlarla süslemişler...
“Hep beraber yeni Türkiye”.
ÇİTİN İÇİNDEKİLER
Medya için çitle çevrili bir alan yaratıp, o çitin üzerine de “Köşe yazarları ve medya yöneticileri” yazılı bez asmışlar.
Final gecesi Spil Dağı’ndan gelen sıcaktan daha müthiş bir şey yoktu.. Bu güzelliği Federasyon’a borçluyuz..
SPOR medyasının leşkerleri bir şeyi “sivriltmeyi” kafalarına takmasın.. Yaldıza bularlar, överler, süslerler..
Taşrada “Keçiyi öve öve öküz ettiler, boynuzunu dokuz ettiler..” diye bir laf vardır.. O lafın icabı bizde gün be gün yaşanır..
Hıncal Uluç büyüğümüz Arda için “Ronaldo ile takas edelim, deseler üste ne vereceksiniz diye sorarım..” diye yazdığından beri benim de fabrika ayarlarım bozuldu..
Kolaylıkla gaza geliyorum..
“Süper Kupa” öncesi de böyle oldu..
Taraftarlık hissiyatımıza medya marifetiyle “tüp taktırdığımızdan” gazı günler öncesinden yemeye başladık.. Boyumuzdan büyük beklentilere girdik.. Yazlık yerde, 140 ekranlık televizyonun karşısına kurulmamız bu sebepten..