Paylaş
Meydanında turumuzu atıp camisinden kilisesine ne varsa gezdik. Bodrum’daki gibi limana bakan bir kalesi var. Onu da gördük. Kalenin yanında bir de “Hipokrat Ağacı” var ki Kos’un gururu.
Onu görmezsek olmaz.
Tıp ilminin beybabası Hipokrat buralı. İddiaya göre insanlığın ilk tıp okulu bu adada açılmış, antik çağın Osman Müftüoğlu’su sayılan Hipokrat da bu ağacın altında ders vermiş.
* * *
“Bu ağacı ellerimle diktim...” diyen Hipokrat’ın yeminine inanılırsa ağacın 2 bin 400 senelik olması lazım.
Botanik uzmanlarına sorarsanız ağaç taş çatlasa 570 yaşında. “Yalanın kemiği yok ki boğazına bata” fikrinden giden Kos turizmcileri, “Ağacımız 2 bin 400 yaşında” deyip, bildiğini okuyor.
Çakma Hipokrat Ağacı’nın türünü merak edip Google’a girdim. Ben diyeyim yetmiş, siz deyin yüz yetmiş site dolandım.
“Hipokrat Ağacı” yazıp tıkladığında Kos’a gidip gördüğünü anlatan amatör seyyahların yazılarından başka bir şey yok. Ağacın türü ise sır. Google’dan icazetli ulemalık böyle bir şey işte.
ZİA’DA AKŞAM YEMEĞİ
İkinci gün ne yapacağımızı aranıp dururken, akşam yemeği için Kos’a yedi kilometre mesafedeki Zia köyünün tavernalarını tavsiye ettiler. Biz de tavsiyeye uyup, günlüğü 33 Euro’ya gelen kiralık arabamıza atladığımız gibi Zia’ya gittik.
Yemek yiyecek mekân aranırken, yolda rastladığımız bir kadına danıştık.
Elini uzatıp yüz metre ilerimizde tavernalardan birini gösterdi. İngilizce, “Yemekleri güzeldir hem de hesaplıdır” dedi. Sonra arkamızdan Türkçe seslendi:
“Dönüşte teşekkür Katherina diyeceksiniz...”
Katherina’nın tavsiye ettiği Dikaios adındaki tavernada meğer düğün yemeği varmış. Salonun bir yarısını düğün yemeği için ayırmışlar, öbür yarısına müşteri kabul ediyorlar. Bir masa seçip oturduk.
Ben de “Allah gözünü doyursun geni...” yoktur. Oturur oturmaz da garson kızın getirdiği listede ne gördümse ısmarladım. Önce gözüm doyacak ki sonra karnım doysun.
Manolya adındaki garson kız, masada getirdiklerini koyacak yer bulamaz olunca durumu anladım ama iş işten geçti.
* * *
Düğün yemeğinin tantanası bir kadın kameramanın ilk gelen konukları çekmesiyle başladı. Davetliler birer ikişer sökün ettiler. En sonra gelin arabası geldi.
Arabayı süslemek için kaputun üzerinde lahana iriliğinde “yapma bir gül” koymuşlar. Bizim eski gazinolarda sahne alan assolistlerin tuvaletlerine kondurduğu güllerin haşmetinde.
Ben ne bileyim o yapma gülün aslında “gelinin heybetini” temsil ettiğini.
PEHLİVAN KESİMLİ
Evet beyim, o süslü arabanın içinden bir gelin çıktı ki gördüğümde “Bre maşallah!” diye naralanmadımsa aldığım aile terbiyesindendir.
Bir seksen civarında boy. En az doksan kilo ağırlık. İki babayiğidin el ele verdiklerinde ancak kuşatabilecekleri bir bel.
Al o gelini. Bizdeki duble yollardan birinin ortasına koy. Gidip gelen araçlar “kavşak” niyetine etrafından dönsün. Şuursuz damadı sorarsan gelinin ancak yarısı eder. Hangi akla hizmeten böyle bir kadın seçti bilemem.
Belki arkadaşları ile içki masasında iddialaştı. Belki de anasına çok çektirdi, o da intikam almak için bu kızı buldu.
Ben yine de gelindeki “özgüven”e hayran oldum. Neş’eli, kahkahası bol biri. Kaderine razı olmuş biçimde, tevekkül sahibi kocasına durmadan cilve yapıyor. Kendisini Lady Diana zarafetinde gördüğü kesin. Bunu da saçını yaptırırken “Diana Modeli” seçmesinden bildim.
* * *
Yemekte damat hariç herkes eğlendi. Damat hariç. O bütün gece boyunca sigaranın birini söndürüp diğerini yaktı.
Erkek kısmı üçe ayrılır. Erkeğin uyanığı bir kız “üşüdüm” dediğinde ona sarılır. Erkeğin şaşkını, ceketini çıkarıp “Giy de üşüme” diye verir. “Üşüdüm” diyen kıza “Ben de” cevabını vereni de erkeğin geri zekâlısıdır.
Bizim damat belli ki üçüncülerdendi.
Yemeğimiz bitmişti. İstesek geç saate kadar oturup, bu ilginç düğün alayının seyrine durabilirdik. Ne var ki gönlüm, bir yiğidin göz göre göre “telef edilmesini” seyretmeyi kaldıramadı. Uzosuyla, birbirinden leziz mezeleriyle, yemekleriyle “otuz beş Euro’luk” hesabı ödeyip kalktık.
“Teşekkürler Katherina...”
Paylaş