Bir sıcak yaptı, bir soğuk. Sonra aniden 20 derecenin üzerinde karar kılıp, dolarla kapıştı. Doların 2.7 lirayı geçtiği gün İstanbul’un havası da 28 dereceyi bulmuştu.
Ahalimizin âdetidir. İstanbul havası sıcakladı mı herkes kendini evinden atar. Bilinen gezi alanlarına üşüşür ki Sultanahmet Meydanı ve çevresi son yıllarda bu ilginin tavan yaptığı yerdir.
Bir kere meydanın içinden tramvay geçiyor. Tramvay dediğimiz nesne yeraltından giden metro treninin emmi oğludur. Teee Bağcılar son duraktan, Marmaray bağlantısı karşı yakadan,
hatta havaalanı çevrelerinden meydana adam taşır.
* * *
Telefonla arayıp sordu:
“Sizce Türkiye’nin sembolü olacak hayvan hangisidir?”Tabii bu yaştakilerin; bizim çocukluğumuzdan, delikanlılık çağımızdan haberi yok.
İlkokulu bitirip de orta dereceli okula kayıt yaptıran her kız veya oğlan çocuğunun başında subayların taşıdığına benzeyen bir kasket taşıdıklarını nereden bilsinler?
* * *
Sözünü ettiğim o şapkanın değişik modellerini polisler, bekçiler, belediye zabıtaları da taşırdı. Şimdi diğerleri Amerikan işi “beyzbol şapkasına” döndü, subaylar tek kaldı.
KIRK yıl sonrası mı? Ben o yıllara kalmam, Hürriyet’in spor paşası Mehmet Arslan da kalmaz. Toprak altı olur, gideriz.
Bugünün genç muhabirleri veya stajyerleri; o günler geldiğinde “medyanın ağır abileri” olur, ilk söz hakkı onlara verilir.
Belki de dün spor sayfasını işgâl eden “Birbirinize sarılın” manşetli haberi yapan genç arkadaşımız Sefa Özkaya bir yerlerin başı olur.
Kırk yıl sonrasının yirmilikleri “Sefa Abi, sizin zamanızda bu işler nasıldı?” diye sorduklarında, o da anlatmaya başlar.
“Ne delibozuk günlerdi onlar, bu gözler neler gördü neler.”
BÜYÜK BAŞKAN
AK Saraylı Büyük Usta’nın futbol takımlarının kaptanlarını Yıldız Sarayı’nda toplayıp, partisine seçim malzemesi yaptığı günün haberi gelecek belki de aklına.
Gazetenin tam sayfa girdiği, manşetin altına da kendisinin fotoğraflı imzasını koyduğu haberin yaşandığı günü hatırlayacak.
Bugün bir düğüne gittiğinizde geline çeyrek altın takacağınıza, yirmi kiloluk bir domates kasasını önüne koysanız, kız tarafı da oğlan tarafı da daha çok sevinir.
Ben “zerzevat azgınlığının” perde arkasını araştırdım. Seracıların TÜBİTAK’ın önerilerine kulak asmadığı için bu zamlara sebep olduğunu gördüm. Buyurun, işin aslını anlatıyorum.
* * *
Bizim seracı milletinin kulak asmadığı TÜBİTAK aslında bu işlerde önderlik yapabilecek bir kuruluştur.
Şahsen, Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürü Mustafa Sancar’ın TÜBİTAK Başkan Yardımcılığı görevine atanması beni çok heyecanlandırmıştır.
OTURDUĞU sarayın kapılarını yüz milyon liraya mal eden Aksaraylı Büyük Usta’nın elinden çıkan liste Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edildi.
Diğer partilerin listeleri de öyle.
Memleketin “akil gazetecileri” teslim saatinden itibaren listelerin üzerine üşüştüler, isim didiklemesi yaptılar.
“O niye var, bu niye yok?”
* * *
Olay, kan kusan zavallı şoförün dışında, ucuz atlatılmış. Kafile dehşet içinde, olay yerine gelen polis yaptığı ilk incelemeden sonra aklını servise koyuyor: “Saldırı taşla yapılmış.”
Teşhis vahim!
İlk incelemeyi yapan polisler de başlarına diktikleri şef de otobüsün ön camında izlerini bırakan nesnelerin “taş mı kurşun mu” olduğunu ayıramıyor.
Kurşun göçüklerine bakıp “taştır, taş” diyor.
Bunu dedikten sonra içinden bir muhasebe yapıp, kendi kendine “Ulan ben bunlara taş işi dedim ama o taşı atanlar, ellerindekini hem ön cama hem yan cama nasıl denk getirdiler?” diye sormuyor.
Yüz on kilometre hızla giden bir otobüse bir kişi veya iki kişi, bilemedin üç kişi taş attı diyelim. Nasıl oluyor da üç elle atılan taşla otobüsü beş kez vurabiliyorlar. Bu nasıl bir dedektiflik kafası?
“Taştır, taş!” deyip işin içinden çıkıyor.
NEYiN GAYRETi?
Şimdi “Ne var bunda?” denilecek yerlerdeyiz.
Öyle ya! Aksaraylı Büyük Usta’nın feraseti sayesinde İstanbul denen güzellikler âlemi zaten “Ortadoğu mültecilerinin” başkenti olmuş. Şehri istila eden Arap mülteci sayısı bir mi, iki mi, yoksa üç milyon mu, belli değil.
Üç-beş tanesine sen rastlamışsan, ne var bunda?
* * *
Sözünü etiğim bu Arap yiğitlerinin ortak noktası “Esad muhalifliği” değil, saçsız başları.
Beslenme konusunda “ayı nüfusuyla ters orantılı” bir program takip ederim. Ayı milleti yazın bol bol yiyip, yağlanır ki kışın o yağların verdiği enerji ile hayatta kalabilsin.
Ben de besin yükleme işine kışları ağırlık veririm. Yeterince semirip, tava gelince de Gayrettepe-Tünel arası yürüyüşlerime başlarım. Amaç hem sağlığa katkıda bulunmak hem de mevcut pantolonların içine girebilmektir.
Her bahar geldiğinde hareketlenen bedenim, bu yürüyüşler sırasında İstanbul’un değişik yüzlerini görür.
* * *
Aksaraylı Büyük Usta’nın memleketteki Arap nüfusunu arttırma gayreti içinde olduğundan kuşkulanıyorum.