Paylaş
Telefonla arayıp sordu:
“Sizce Türkiye’nin sembolü olacak hayvan hangisidir?”
Tabii bu yaştakilerin; bizim çocukluğumuzdan, delikanlılık çağımızdan haberi yok.
İlkokulu bitirip de orta dereceli okula kayıt yaptıran her kız veya oğlan çocuğunun başında subayların taşıdığına benzeyen bir kasket taşıdıklarını nereden bilsinler?
* * *
Sözünü ettiğim o şapkanın değişik modellerini polisler, bekçiler, belediye zabıtaları da taşırdı. Şimdi diğerleri Amerikan işi “beyzbol şapkasına” döndü, subaylar tek kaldı.
Şapkanın önünde kalan ve şems-i siperlik (gölgelik) denen çıkıntısının üzerinde bir kokart dururdu. Ay-yıldızlı bir kokart. Yıldızı saat iki yönüne bakan hilalin içinde de bir kurt ulurdu.
İşte okul şapkasındaki o kurt, bizleri, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını resmen temsil eden hayvandı.
YENİ TÜRKİYE
Aradan zaman geçti. Okul şapkalarının “Ay’a doğru uluyan kurdu” hayatımızdan çıktı. Eğitim Bakanlığı, 1960’lı yıllarda önce kızların kafasını serbest bıraktı. Bir-iki yıl sonra da erkek öğrencileri şapkadan kurtardı. Okula gidip gelirken tepemizde taşıdığımız “kurt” unutulup gitti.
O kurt şimdi, sadece bir siyasi partinin simgesi olarak anılıyor.
Eeee! Bizim Hürriyet Pazar’ın içeriğini belirleyen çocuklar da haklı. Madem Yeni bir Türkiye modelini tartışıyoruz, yeni sembolü de tartışmaya katmak lazım.
Her ne kadar ortalıkta yeni bir şey görünmüyorsa da Amerika başkanlarından Franklin Roosevelt’in dediği yerlere geliyoruz.
Lafını Washington’daki anıtına kazımışlar, ben de bir TV dizisi sayesinde görmüştüm.
Başkan Roosevelt “Ülkeyi üç-beş kişiyle birlikte yönetmek isteyenler dayattıkları şeyin adına ‘Yeni Düzen’ derler. Oysa ne getirecekleri şey yenidir ne de düzenleri” diyordu.
* * *
Bu açıdan bakıldığında bizim Hürriyet Pazar’ın açtığı tartışma yerli yerinde görünür. Roosevelt’in tarifine uyan “Yeni Türkiye” tartışması paralelinde yeni sembol arayışı.
Sembolümüz beygir mi olsun, karakaçan mı? Sazan balığı mı yoksa deve mi?
İlla ki bir hayvanı seçeceğiz, peşinden gideceğiz.
TARİHİ GRAFİK
Yıllar önce, ciddi bir tarih dergisinde yayınlanan bir grafik görmüştüm. Grafik 1600’lü yılların sonundan kalmaydı. 1455’te ilk matbaa baskısını yapan Batı artık işi yazıdan öteye götürmüş; resim, grafik basıyordu.
O grafik Batı’da basıldığında biz daha matbaayı görmemiştik.
Her neyse. Bahsettiğim grafikte sayfa on sütuna bölünmüş. Her sütunda bir ulus devleti işlenmiş. Sütunun tepesinde, anlatılan devletin erkeği yerel kıyafetiyle görünüyordu.
Osmanlı erkeği kavuklu ve şalvarlıydı. Bağdaş kurmuş, nargilesini içiyordu.
Siyah-beyaz resmin altında o ülke insanının halleri anlatılıyordu. Sütunun içinde bir de hayvan resmi vardı.
İngiliz’e aslanı, Rus’a ayıyı yakıştırmışlardı. Bilin bakalım bizimki neydi? Hayır, efendi. Kurt değildi tilkiydi. Altında da gerekçesi vardı.
“Tilki gibi kurnazdırlar, akılarından ne geçer bilinmez. Ticarette ve siyasette sözlerine güvenilmez.”
* * *
Dört asır önce bunu yazanların elleri kırılsın. Tartışacak biri kalsaydı da sövseydik. Lakin köprülerin altından çok sular aktı. Zaman değişti. Hayatımıza at girdi, kurt girdi. Sonra onlar da etkisini kaybetti.
Şimdiki manzaraya bakıp sembolümüz olarak iki hayvanı öneririm. Sosyal hayattaki yırtıcılığımız, yüzsüzlüğümüz, fırsat düşkünlüğümüz için sırtlanı.
Siyasi hayattaki uysallığımız için de koyunu.
Bana göre İstanbul sırtlandır, taşra koyun. İlla ki birini sembol niyetine seç derseniz “davar” cinsinden koyuna gider çoban gönlüm. Niye mi? Kim bilir, belki de gen çekiyordur.
Paylaş