YAZ bir türlü gelmedi. Koca haziran ayı ki resmi olarak yaz başı sayılır, çocukluğumun ağzından sel akıtan nisan ayına benzedi. Nisan yağmurunun şifalı olduğuna inanılırdı.
Yağmur azıttı mı mahallenin ihtiyar kadınları evdeki yeniyetme olanların eline bir kap tutuşturur, yağmur suyu toplatırlardı. Kendimizi iç donumuza kadar ıslatacak aptallıkta olmadığımızdan o kapları evlerin oluklarına dayardık, şar şar akan suyu topladığımız kabı önlerine koyardık.
Yaşlılar o suyun çamurumsu görüntüsünden iğrenmezlerdi. Suyu birkaç kez tülbent örtülü tencerelerden birbirine geçirir, kaba çamurunu ayırır, sonra bir dua okuduktan sonra kafalarına dikerlerdi.
* * *
Her gün yağmasa da günaşırı tepemize binen haziran yağmurlarının böyle bir şifa özelliği de yok.
Ol mahiler ki deryaiçredir, deryayı bilmezler
İBNİ Haldun bir gün aklına nereden estiyse “Coğrafya kaderdir” demiş. Çağdaşları veya ardından gelenler bu lafı o kadar beğenmiş ki her fırsatta tekrar etmişler. Sonunda bu güzel lafın beş-altı sahibi birden çıkmış.
TC nüfus kâğıdı taşıyan pek çok okumuş yazmış adam da “Coğrafya kaderdir” tespitini romanlarından birinde kullandığı için sahibi olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ı bilir.
Varsın bilsin. Mahkeme kadıya nasıl mülk değilse “okkalı laflar” da sahibine mülk değil. Hele tweet çağında. Bir lafın altına kimin imzasını atarsan o laf öylece gider.
* * *
DAVALIK olan makalede Elton John’un yürüttüğü yardım organizasyonları ile dalga geçilmişti.
Makalede, sözü edilen yardım organizasyonlarının Elton John’un eğlencesi olduğu, kimi ünlülerle tanışmak için o etkinlikleri düzenlediği, toplanan paraların masrafı bile zor çıkardığı anlatılıyordu.
Elton John’un avukatları ise makalenin “saldırgan, art niyetli ve edepsiz bir üslupla” yazıldığı görüşündeydiler.
***
Duruşmaya bakan hâkim “aklı başında bir okur o makaleden böyle bir sonuç çıkarmaz” deyip, suçlamaları reddetti.
ATALARIYLA bu kadar övünüp, atalarını “iletişim araçları marifetiyle” bu kadar yerin dibine sokan bizimki gibi bir ülke daha yoktur.
TRT, bütün muhafazakârların gözdesi olan Sultan Abdülhamid Han’ı sokağa çıkarıp hane berduşların arasına attı. Hızını alamadı, briketten yapılma bir barakaya soktu, başına çaput sarmış üç adamdan din dersi aldırdı.
Koca İslam âleminin halifesi, peygamberin vekili, kim olduğu belirsiz üç adamın rahle-i tedrisinden geçirildi.
O da yetmedi. Abdülhamid’i silahlı çatışmanın içine soktular.
* * *
ELLİ yıllık siyasal alışkanlığımız; bazen kızıp bazen alkışladığımız, sonunda “Baba” ilan ettiğimiz Süleyman Demirel de toprağa karışıp gitti.
Cenaze törenini canlı veren haber kanalları İslamköy’deki görüntülerin arasına eski cumhurbaşkanlarını da sokup sokup çıkarıyorlardı.
Canlı yayının aktif yönetmeni konumundaki “resim seçici” bazen arşiv görüntülerine dönüp Turgut Özal’ı getiriyordu ekrana.
* * *
Baba ile Özal’ın tanışlığı teee İTÜ yıllarından. Baba ile Erbakan, aralarında Özal’ın da bulunduğu küçük sınıftakilerin ağabeyleri.
Bu dünyaya, eskilerin deyimi ile “Enfas-ı madude-i hayat” sahibi olarak geliriz. Yani hesabımıza yazılan ömür bize “sayılı nefesler” olarak teslim edilir. O son nefesi de tükettikten sonra çekip gideriz.
“Enfas-ı madude-i hayat” formülü bu ölümle de işledi. Koca Süleyman Demirel bu âlemden göçüp gitti.
Kabri nurlu, mekânı cennet olsun.
* * *
Süleyman Bey için siyaseten, lehine aleyhine her şey söylenebilir. İnsan olarak da pek çok özelliği sayılıp dökülebilir.
Okumayı yazmayı söktüğümden beri gazetenin arkası, yani spor sayfası benim için “güzellikler” âlemiydi. Umutlarımı kaşıyacak haberler aradığım yerdi. Hayaller kurduğum özel bir alandı.
Transfer haberinin her türlüsünü o sayfalarda gördüm. Akıl almaz şeylere “okur olarak” tanık oldum. Uzun taraftarlık hayatımın 1958 ile 1965 yılları arası, benzersiz renktedir.
***
Değerli araştırmacı ve yazar Mehmet Yüce’nin “İdmancı Ruhlar” adıyla yayınlanan benzersiz bir çalışması var. Tabii Türkiye için.
Futbolumuzun geçmişini ve gelişimini zaman içinde tarif ederken dönemlere ayırır. Yukarıda bahsettiğim ellili ve altmışlı yılları içine alan dilimi “Romantik çağ” diye tarif eder.
Bütün kalbimle katılırım.
DURUM KOMEDİSİ
Aniden kendini profesyonel futbol dünyasının bir parçası olarak bulan Anadolu şehirlerinde “transfer adına” ne olaylar yaşanmıştır. Amatör futbol tutkusu ile bir takımın yöneticisi olmanın sorumluluğu birbirine girince “durum komedileri” ortaya çıkmıştır.
Komplo sevenler kitabın zamanlamasını manidar bulacaktır. Bizim okumuşların zihni “komplo teorileri” ile karardığından zaten başka türlüsü de mümkün olmaz.
Daha dün bir bugün iki, Ampul Partisi içindeki birileri ile Abdullah Gül’ü yan yana getirdiler. ‘Ampul Partisi’ni değiştiremezlerse yeni parti kurarlar’ diye görev tarifini yaptılar.
İşin arkasına da bizim iş dünyasını geçirdiler bile.
***
Komplo teorisyenlerinin “olmazsa olmaz” dayanaklarından biri budur; önce iş dünyasını getirip, bir tertibin arkasına koyarlar. Onlar öyle dikildiğinde Amerika da gelir, arkadan yaslama yapar.
Bu yaslanma hali, metrobüste yapıldığı zaman teknik olarak “Fordculuk” tarifine girer. Siyaset icabı, yani soyut anlamdaki yaslanma ise “İşin en başında Amerika var” mealine gelir.
Kimsenin “soyut resme bakıp” tahriklenmesi icap etmez.