Paylaş
Okumayı yazmayı söktüğümden beri gazetenin arkası, yani spor sayfası benim için “güzellikler” âlemiydi. Umutlarımı kaşıyacak haberler aradığım yerdi. Hayaller kurduğum özel bir alandı.
Transfer haberinin her türlüsünü o sayfalarda gördüm. Akıl almaz şeylere “okur olarak” tanık oldum. Uzun taraftarlık hayatımın 1958 ile 1965 yılları arası, benzersiz renktedir.
***
Değerli araştırmacı ve yazar Mehmet Yüce’nin “İdmancı Ruhlar” adıyla yayınlanan benzersiz bir çalışması var. Tabii Türkiye için.
Futbolumuzun geçmişini ve gelişimini zaman içinde tarif ederken dönemlere ayırır. Yukarıda bahsettiğim ellili ve altmışlı yılları içine alan dilimi “Romantik çağ” diye tarif eder.
Bütün kalbimle katılırım.
DURUM KOMEDİSİ
Aniden kendini profesyonel futbol dünyasının bir parçası olarak bulan Anadolu şehirlerinde “transfer adına” ne olaylar yaşanmıştır. Amatör futbol tutkusu ile bir takımın yöneticisi olmanın sorumluluğu birbirine girince “durum komedileri” ortaya çıkmıştır.
O sahnelerden bir kaçını bir yerli film veya TV dizisinin içine monte etsen, bugünün seyircisi inandırıcı bulmaz. Senaristi için uçmuş, der.
Yiğit lakabıyla anılır. Rahmetli işadamı Yusuf Özer’in lakabı da “deli” olarak tescil edilmişti. Kendisinin olmadığı yerlerde “Deli Yusuf” diye anılırdı. Eğer yanlarındaysa “Yusuf Ağa” diye hitap ederlerdi.
Orta boylu, hafif göbekli, bıyıklı, renkli gözlü bir zattı.
Başından eksik etmediği fötr şapkası ile tek tabanca TRT’nin ünlü Kaynanalar dizisindeki Nuri Kantar’a benzerdi. Ve o yıl ikinci futbol ligine “siyasi irade ile” kabul edilmiş şehir takımının yöneticisiydi.
Şehrin deli gibi sevdiği takım ne yazık ki sahada pek başarılı değildi. Gelen giden vuruyordu. Taraftarı da yöneticisi de buna pek alışmamıştı.
***
Yine mutsuz bir hafta sonuydu ve bizim takım, kendi sahasında maçını oynuyordu ve 1-0 mağluptu. Bastırmasına bastırıyordu ama bir türlü beraberlik gölünü atamıyordu.
Artık günahı söyleyenin boynuna, biri Yusuf Ağa’nın kulağına bütün mendeburluğun sağ taraftaki yan hakemde olduğunu fısıldayıvermiş.
“Eline üç beş kuruş tutuşturursan, bizim takıma döner, golü atarız” demiş.
“Parayı alır mı len?”
“Alır alır. Hakem bu, ağzı yok mu? Mecbur yiyecek.”
TARİHİ YAŞADIK
Maçın bitmesine sekiz on dakika kala Yusuf Ağa sahaya indi. Sağ elinde bir deste kâğıt para tutmuş, sol eli fötr şapkasında; yan hakemle birlikte bir kaleye doğru bir santraya doğru koşup duruyordu.
Bu sahne tıklım tıklım dolu tribünlerin gözü önünde yaşanırken, o sağ elindeki para destesini hakemin burnuna doğru tutuyordu. Kahkahalar, alkışlar arasında icra edilen bu sahneyi orta hakem de görmezlikten geliyordu.
O vakitler işler böyleydi. Hakem üstüne vazife olmayan bir işe bulaştı mı dayağı yerdi, federasyon susardı, dayak atanın yanına kâr kalırdı.
(Ben Metin Türel’in taşkınlıklara dayanamayıp maçı iptâl eden bir orta hakemin arkasından koştuğunu, soyunma tüneline girerken yakaladığını, tokatlayarak sahaya geri sokarak maçı bitirttiğini görmüş biriyim.)
Her neyse. Yusuf Ağa’nın parayı konuşturmaya karar verdiği o maçta asıl yük yan hakemdeydi.
Göz teması kurmamaya çalıştığı Yusuf Ağa’nın elinden kaçmak isteyen zavallı hakem ise bir ileri bir geri “topsuz deparlar” atıyordu.
Yaptığı koşuların topun gidip gelmesi ile bir alâkası yoktu ama işe yaradı. Bir iki dakikada soluğu kesilen Yusuf Ağa elindeki parayı, dikildiği yerden hakeme sallamaya başladı.
Salladığıyla kaldı. Bizim takım yine 1-0 mağluptu.
BAŞTAN BELLİYDİ
Rahmetli Federasyon Başkanı Orhan Şeref Apak, şehre gelmiş, yemiş içmiş giderken de “Sizi ikinci lige aldım” demişti. Takadı olan şehirlerin takımlarını doğrudan ikinci lige alıyordu.
Daha derbeder, oteli lokantası dökülen şehirleri ise üçüncü lig paklıyordu. Bizim takım güzelim “İkbâl Lokantası” sayesinde ikinci ligi hak etmişti.
Fakat bir takım nasıl kurulur, nasıl transfer yapılır bilen yoktu. Bilen biri “seçme yapın” dedi, yaptılar.
O gün bütün şehir çekirdeğini alıp stada koşmuştu. Birbirlerini hiç tanımayan oyunculardan iki takım yaptılar, topu ortaya attılar.
Lakin seçmeye yüz on oyuncu gelmişti. Herkesin bir şekilde görülmesi lazımdı. Görüldü de. Üçer beşer dakika oyunda kalan, sırasını bekleyen ile yer değiştirdi. Topu en fazla havaya dikenler alkışlandı.
Sonunda bir takıma yetecek kadar oyuncu seçildi.
***
Seçilmeyi beceremeyenler başka yerlerde şanslarını denediler. “İşimize yaramaz” denenlerin arasından üç milli futbolcu çıktı.
Biri Galatasaray’da döneminin efsanesi oldu. Biri Eskişehir’de döneme damgasını vurdu. Sonuncusu futbolu bırakana kadar birinci ligde oynadı.
Tanık olduğum ilk “toplu transfer” eylemi buydu. Bünyeme bıraktığı zevk tortusu hâlâ zihnimdedir. Transfer hikâyelerine devam edeceğim.
Paylaş