Yanlış sarmalına tutulmuş gibi
Merve Boluğur
2017’ye kadar muhteşem bir hayatı vardı. Doğru dürüst okumadı ama güzel ve yetenekliydi. “Acemi Cadı”nın Ayşegül’ü, “Muhteşem Yüzyıl”ın Nurbanu Sultan’ı olmuştu.
Kliplerde oynuyor, düetler yapıyordu. Ünlü markaların yüzü ilan edilmişti. Üstüne üstlük ülkenin en popüler, en yakışıklı, en gözde bekarlarından biriyle, Murat Dalkılıç’la evlenmişti.
Fakat bu “Turkish Barbie” tablosu uzun sürmedi. En son başrolü ve hatta ciddi rolünü o uğursuz sene oynadı. Sonra hep teklifleri değerlendirmekte olduğunu söyledi ama o tekliflerin neler olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi.
Bir süre sonra aslında çalışma şartları nedeniyle dizi istemediğini söylemeye başladı. Bunun tek bir istisnası vardı.
Dövüş ustası ve sinema ikonu Jackie Chan’in katıldığı bir televizyon programında anlattığı Türkiye anısının görüntüleri ortaya çıktı.
Seyircilerin gülmekten kırıldığı videoda Jackie Chan Türkiye’ye geldiğini, burada tezahüratla karşılandığını ve oteline geçtiğini anlatıyor.
Otelde televizyonu bir açmış ki kendi filmi...
Filmde kendisini uzun uzun Türkçe konuşurken izlediğini söylüyor ünlü aktör.
Sonra sahne değişiyor ve yanına bir kadın geliyor filmde.
Fakat o da ne?
O kadını da kendisini seslendiren kişi seslendiriyor!
Cumartesi günü Bodrum, Çeşme gibi yerlerde yazlık şubeleri olan ve şehre dönüş vakti gelen mekânların işletmecileriyle yazın nasıl geçtiğini konuşup yazdım.
Çünkü fiyatlardan dolayı pek de alışık olmadığımız bir yaz geçirdik. Tüketici alışkanlıkları değişti.
Alışkanlıkları bırakın, sohbetler bile değişti.
En hali vakti yerinde insanlar bile ikinci cümlede fiyatlara getiriyordu meseleyi:
“Dün akşam şuradaydık” da, “Kişi başı şu kadar ödedik” de...
Benim de şöyle tespitlerim var geçirdiğimiz yazla ilgili:
◊ İnsan kalabalığı yok değil, var. Ama bu, harcamayan bir kalabalık.
Otellerinde motellerinde yemek yiyip, restoranlara girmiyorlar.
İbrahim Kutluay’ın kendisi gibi basketçi olan 14 yaşındaki oğlu Ömer Kutluay, Real Madrid’in altyapı takımına transfer oldu. İspanya’ya giden Ömer için “Demet Şener oğlunu uğurladı” haberlerini okuyunca bu durumu yadırgadığımı yazmıştım.
“Tamam, Ömer kocaman bir delikanlı. Elbette ki uçağa kendi binebilir. Hatta belki babası da oradadır, ilgileniyordur. Ama bu çocuk anneyle büyüdü. Hayatının böyle önemli bir dönemecinde annesi de onunla olmalıydı. Hele de maddi imkân varsa...” diye düşünmüştüm.
Demet Şener’le konuştum. Meğer Demet Hanım oğluyla birlikte 3 gün Madrid’deymiş.
Hazır konuşmuşken oradaki atmosferi, nasıl bir sistem kurduklarını, neler yaşadıklarını anlattırdım.
İşte başlıklar...
◊ “Cehennem”in klibi film tadında olmuş. 26 mekânda 10 günde çekilmiş. Niye bu ihtimam? Ne lüzum var?
- Bu bir nevi şimdiye kadar yaptığım işlerin zekâtı. “Bakın bunlar da yapılabiliyor” demek istedim. Kendimizin farkında olalım ve sınırlarımızı aşalım. Çıtaları kendimiz belirleyelim. Bambaşka şeyler yapabildiğimizi göstermek istedim.
◊ Ne kadara mâl oldu klip?
- Çok! (Gülüyor) Para konuşunca magazinsel bir tarafa gidiyor iş ama illa bilmek istiyorsanız, 5 milyon lira gitti...
◊ Dublör kullanmadığın doğru mu?
- Denize atladığım sahnede dublörüm vardı, yalan olmasın. Öyle büyük ve derin sular korkutuyor beni. Diğer sahnelerin hepsinde ben oynadım.
◊ “Ben şarkıcı değilim” diyordun. Artık şarkıcı mısın?
- “Şarkıcı değilim” demekte diretmek de istemiyorum ama... Şarkıcılar belli bir çizgisi olan profiller oluyor ya genelde, piyasaya hizmet ediyorlar falan. Ben o durumun içinde kendimi görmediğim için “Şarkıcı değilim” demek daha doğru geliyor. Ben kendimi daha çok “proje adamı” olarak görüyorum.
‘SAYI ARTTI, KÂRLILIK DÜŞTÜ’
Atilla Bingöl-Çeşme, Esnaf’ın sahibi
Bugün kapanıyoruz. Fiyatlardan dolayı zor bir sezondu. İnsanlar yedi-sekiz gün yerine üç-dört günlüğüne geldiler tatile. Dolayısıyla belli başlı üç-dört yere gittiler. Eskiler, isim yapmış olan mekânlar iyiydi. Ama yeni açılanlar için aynı şey geçerli değil. Bizdeyse ziyaretçi sayısı arttı ama fiyatlarımızı pahalılık oranında arttıramadığımız için kârlılık düştü.
‘SAHİLDE KAHVE YAPAN VAR’
Adnan Çam-Bodrum Adana İl Sınırı’nın sahibi
◊ Bir kere cevapsız çağrı bıraktıktan sonra tekrar arayanlar:
Yahu aramışsan ve o telefon açılmamışsa sahibi ya meşgul, ya uyuyor, ya işi var, müsait olup telefona bakınca sana dönecek zaten. Açılmayan telefonu tekrar tekrar aramanın ne manası var? Bu ancak yangın, ölüm gibi önemli bir aciliyet durumunda yapılacak bir şey. Yakın bir arkadaşımı engelledim bu yüzden. Asıl çocuk yapacaklara değil, telefon alacaklara ehliyet gerekiyor.
◊ WhatsApp’ta tek bir mesaj yerine kelime kelime mesaj atanlar:
Merhaba Savaş, çınnn... Nasılsın, çınn... Sana bir önerim olacak, çınnn... Yarın, çınn... Şuraya gidelim mi, çınn... Arkadaş şunu derli toplu tek bir kerede yazsana. Gözüm kayıyor, dikkatimi dağıtıyorsun, işimi, sohbetimi bölüyorsun...
◊ Hunharca mail atanlar:
Her gün lüzumlu-lüzumsuz çok fazla mail alıyorum. Ama içlerinden önemli beş tanesini kaçırmayayım diye diğer yüzlercesini de tarayıp temizlemek zorundayım.
Bir firma yeni klozet mi çıkarmış? Onun basın bülteni bile geliyor. Sonra siz istemeden sizi mail gruplarına üye yapabiliyorlar. Çıkmak istiyorsunuz, çıkamıyorsunuz da. Sapıklar da mevcut.
Çok lüks bir oteliniz olsa ana restoranı için nasıl bir mutfak düşünürdünüz? Muhtemelen yerli-yabancı müşterileriniz için deniz ürünü sevenin de, et sevenin de, hamur işi ya da salata sevenin de yiyecek bir şeyler bulabileceği bir mutfak değil mi?
Buyurun size aykırı bir örnek: Beşiktaş’taki Four Seasons’ın executive şefi Görkem Özkan, otelin ana restoranı Aqua’yı tam bir fine dining balık restoranına çevirmiş.
“Denizle bu kadar iç içe bir ülkede, şehirde ve Boğaz’a sıfır bir restoranda bu sulardan çıkan mahsuller servis edilmeli” kafasında.
Lakerda ve enginar, Çanakkale karides gibi soğuk başlangıçlar, ızgara ahtapot, tavada ıstakoz kuyruğu gibi sıcak başlangıçlar ve tavada dülger, ızgara levrek gibi ana yemeklerden oluşan normal bir menüsü var elbette.
Ama bunun yanına bir de tadım menüsü oluşturmuş.